oblomov

Durum: 261 - 0 - 0 - 0 - 05.03.2015 00:41

Puan: 4826 - Sözlük Kezbanı

11 yıl önce kayıt oldu. 4.Nesil Yazar.

Henüz bio girmemiş.
  • /
  • 14

sananda

aylar önce "eşine az rastlanır insanlardan" demişim ama çok yanılmışım. cık cık cık eşi benzeri yok ki bu adamın,nerede bulacaksın bir benzerini daha.

şöyle yaz gelsin bahar gelsin,karlar erisin yollar açılsın ben gidecektim ankara'ya ama o kalktı geldi istanbul'a. telefonda sohbetine doyum olmuyor,hele birde yüzünü görek bakalım dedim,attım kendimi onun yanına.
gönlü zengin,hoş sohbet,ince düşünceli,erdemli bir insan. şeytan tüyü var bu adamda,insanın aklını başından alıyor,vakit nasıl geçti hala anlamadım. neyse efenim iadeyi ziyaret yapmak artık vacip olduğundan,yataktan kalkabilirsem gelecem angara'ya. **

nassam alayna el hawa

kanımız,canımız feyruz'umuzun;yer yer insanı efkarlandıran ama iş nakarat kısmına gelince; "kız,kalk iki gerdan kıralım" dedirten,ezbere bildiğim şarkısı. ah feyruz,kız kalk gel türkiye'ye,ölmeden önce bir görseydik o nur yüzünü. ama biliyorum hiç gelmeyecek,bizde böyle konser görüntüleriyle avunacaz artık.

las vegas konserinden;*


tanrıça feyruz'un mısır'da tanrıların huzurunda verdiği konserden;


ayrıca sık sık feyruz'a benzetilen ama bana kalırsa alakası bile olmayan assala nasri'nin yorumu;

güney kore sineması

2014'de 100.yılını kutlayan(manaki kardeşler başlangıç kabul edilirse daha eski) türk sinemasının aksine,bir sektör olmuş,keyifle izlediğim sinemadır. sadece sinema değil dizileri de bir sektördür ancak bizde daha yeni yeni. bu topraklardan boş iş pek nadir çıkıyor.
kore sinemasına giriş 101 mahiyetinde; kim ki duk; bu adamın işleri şahanedir,başlangıç için tavsiye edilir. birde;welcom to dongmakgol,bu filmi izlemeden kore sinemasına girmiş sayılmazsınız. aklıma ilk gelen örnekler bunlar.

vincent van gogh

abd'li adli tıp uzmanı vincent di maio göre;intihar etmediği,öldürüldü iddia edilmiş. iki sanat eleştirmeni;steven naifeh ve gregory white smith bir makale kaleme almışlar ve onlara göre fransız bir genç;rene secretan ressamı vuran kişi. cebinden çıkan not da,intihar notu değil kardeşi theo'ya yazdığı bir mektupmuş.
bu teorilerini doğrulamak için de adli tıp uzmanı vincent di maio'ya başvurmuş bu ikili. maio'ya göre ise;ressamın elinde hiç yanık izi olmayışı şüpheli zira 1890'lı yıllarda iz bırakan siyah barut kullanılıyordu ve yara izlerinin tarifine bakılırsa,ressam yakın mesafeden vurulmuş demiş.

bu adamın paris'e gelmeden önceki resimleriyle,sonraki resimleri arasında ciddi farklar var. özellikle renklerde artan canlılık bariz fark ediyor,ee akdeniz havası iyi gelmiş ressama. birde kim yapmış bilmiyorum ama ressamın "yıldızlı gece" resmini, katsushika hokusai'nin; "kanagawa açıklarında büyük dalga" resmiyle birleştirmişler. ortaya da şöyle bir şey çıkmış,şahsen ben beğendim.

horizonmersin

dün pötikare bu gün şeker kamışı derken, iki gecedir beni maziye götüren yazar. umarım içindeki yazma şevki hiç bitmez hatta artarak devam eder. biz de buradan zevkle okuruz. selamlıyorum seni sözlüğün emekçisi.

sefarad

yahudilerin ispanya'ya verdikleri isim "espemya" dır sefarad,islam dönemi için endülüs'dür.
türk yahudilerinin büyük çoğunluğunu oluştururlar,aşkenazlarda vardır ama onların sayısı yok denecek kadar azdır. bir de romanotlar ve karaylar vardır;romanotlar bizans zamanındaki yahudilerdir ama onlarda sefaradların arasında kaynayıp gitmişlerdir.
eski sevgilim sefaraddı,onun sayesinde bu güzel ama fazlasıyla kapalı cemaati tanıyabilmiştim.dindar ve gelenekçi bir cemaat,hatta biraz tutucu bile denilebilir.ilk zamanlar bunun nedenini pek anlayamamıştım ama sonradan hak verdim çünkü gittikçe dışarıya göç verip eriyorlar,haliyle bu muhafazakar yapılarını anlayabiliyorum.

kısaca tarihlerine de gelirsek;ispanya'da başlayan reconquista'dan sonra,bir zamanlar müslümanlarla birlikte yahudilerin,ilmek ilmek ördükleri muhteşem bir medeniyet;endülüs elden çıkar. granada'nında düşmesiyle,müslümanlar ve yahudiler ispanyol engizisyonundan kaçmak için akdeniz limanlarına akın ederler.yinede belli bir sayıda müslüman ve yahudi varlığı halen vardır ancak iş burada bitmez;tamamen katolik ispanya hayalleriyle yanıp tutuşan,kastilyalı ateşli kraliçe isabella ile aragonlu ferdinand, 1492'de bir ferman yazarlar;yahudiler ya din değiştirmelidir yada ülkeyi terk etmelidir. aslında hedefte müslümanlarda vardır ancak,yahudiler daha savunmasız oldukları için,ilk kurban da onlar seçilir. osmanlının sefaradlara kucak açması ise tamamen iyi niyet yada merhamet göstergesi değildir. sefaradların büyük çoğunluğu;ticaret,zanaat,ilim ve bilim de işin ehli insanlardır,haliyle böylesi bir fırsatı da kaçırmamışlardır.

sürgün fermanı:
“tanrı’nın inayeti ile ülkeyi, yani kastilya, aragon, leon, mursia, mayorka, sardunya, granada ve navara’yı yöneten biz ferdinand ve isabella… anusim’in (marranos: zorla hıristiyanlaştırılanlar) feryat ve figanları bize kadar ulaştı. onların bazılarının yakılması bazılarının da ömür boyu hapsedilmesine karar verilmiştir. zira onlar yeni dinlerini (hıristiyanlık) yaşama konusunda gevşeklik gösterirken, bir kısmı da cezasız kalmıştı. kendilerine işte böyle bir ceza takdir edildi ki, belki pişman olup girdikleri yanlış yoldan dönerler.
engizisyon memurları onların şeytanî davranışlarını[!] araştırmaya başlamışlardır. bunlar, anusim’in serkeş tavrı ve hıristiyanlığın gereklerini yerine getirmemelerinin asıl sorumlularının yahudiler olduğunu tespit etmişlerdir. yahudiler onlara kendi yaşam tarzlarını, hukuk kurallarını ve inançlarını öğrettikleri gibi, oruç ve bayramlarının esaslarını da belletiyorlarmış. bu sebeple, ispanya’da yahudiler bulunduğu sürece, onların (anusim) gerçek anlamda dinin bütün gereklerini yerine getiren hıristiyan olamayacakları aşikârdır. bu sebeple, suçlarının cezası daha ağır olmasına rağmen, biz, onların krallığımızdan çıkarılması ile yetinmiş bulunmaktayız. gerçi biz (böyle yapmakla) kendilerine merhametli davrandık; böyle bir sürgün cezasıyla yetindik.
bu sebeple erkek-kadın, genç-yaşlı krallığımızda yaşayan yahudilerin sürülmesine, yaşadıkları yerleri terk etmelerine karar verdik. 1 mayıs’tan [1492] itibaren temmuz ayının sonuna kadar üç ay içerisinde yahudilerin krallığımız topraklarından bir başka memlekete gitmeleri gerekmektedir. bu emrimize itaat etmeyen, belirtilen süre içerisinde ülkemizi terk etmeyen yahudiler, bulundukları yerde ya idam edilecekler ya da hıristiyanlaştırılacaklardır.
ancak, bu günden itibaren kendi rızası ile din değiştirip hıristiyanlığı seçenler önceden olduğu üzere, sahip olduklarıyla kendi evinde, menkul ve gayr-i menkulüne malik bir şekilde oturmaya devam edeceklerdir. bunlar 10 yıl süre ile vergiden muaf olacaklar. herhangi bir ceza ile de muhatap olmayacak, engizisyon takibatına da maruz kalmayacaklardır.
biz yine bütün yargıç, bürokrat, müşavir, vali ve memurlarımızı da (ülkeyi terk edecek) yahudilere göz kulak olmalarını, herhangi bir şahıs ya da memurun meskûn ya da gayrimeskûn mahallerde bunların can veya mallarına herhangi bir zarar vermemeleri konusunda da uyarıyoruz. uyarıya rağmen yahudilere herhangi bir şekilde zarar veren olursa, bunların darağaçlarında sallandırılacaklarını da şimdiden duyuruyoruz. herhangi muhtemel bir zararın daha baştan önlenmesi için köy, kasaba, şehir ya da bölgelerdeki yahudilerin evleri kraliyet mührü ile işaretlenecektir.
yargıç, bürokrat, müşavir, vali ve memurlarımıza ilan ederiz ki, iş bu fermanımız, yahudilerin yaşadığı her yerde mayıs ayının ilk gününde tellallar çıkarılmak suretiyle ülkenin her tarafında duyurulsun.
memur ya da bürokrat, bu fermana karşı gelip savsaklayan herkes, tekdir edilip hak ettiği cezaya çarptırılacaktır.”
alıntıdır.

son olarak da müziklerinden bir kaç örnek verelim;



for a lost soldier

ilk izlediğim eşcinsel temalı filmdir. sanırım on beş on altı yaşımdaydım;o zamanlarda gece kuşuydum,gece yarısı tv kanallarını dolanırken bir fransız kanalında denk gelip izlemiştim.film orijinal dilinde,fransızca alt yazılıydı,haliyle diyaloglardan hiç bir pok anlamadım ama yinede sonuna kadar izlemiştim.

film insana pedofiliye başka bir açıdan baktırıyor(en son nymphomaniac'da bununun benzerini görmüştüm) ama özellikle filmin sorduğu soru kanımca şu "bir çocuk aşık olabilir mi?" film genel olarak çocuğun üzerinden gidiyor haliyle sizde çocuğun gözünden olaylara bakmaya başlıyorsunuz. ancak yaşanılanlara "istismar" olarak bakamıyorsunuz çünkü işin cinsel boyutu bir yana,çocuğun yaşadığı duygular neydi,gerçek miydi yada sadece bir etkilenme yada arkadaşlığın biraz ileri gitmesi miydi? filmin sonunda aklımda kalanlar bunlar olmuştu.bir gün oturup adam akıllı izlemek gerek.

ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar

sangre de muerdago – soños

23 ocak 2015 kral abdullah için yas ilan edilmesi

neresinden bakarsan bak iki yüzlülük. daha bir kaç hafta önce meydanlara çıkıp; "je suis charlie hebdo" naraları atıp,hem kendi iki yüzlülüğünü ortaya serip hem batının iki yüzlülüğüne ortak olacaksın.sonrada radikal islamın ve "demokrasi götürüyoruz ayağına" orta doğunun içine sıçıp bırakan batının bir numaralı finansörü,bir vahhabi için yas ilan edeceksin. bir yanda müslüman iki yüzlüğü diğer yanda batının iki yüzlüğü artık başım döndü.

plantu çok önce, çizmişti bu iki yüzlülüğü

matbaa

1484 yılında,sultan ii.beyazıt'ın yayınladığı bir fermanla;müslümanlara kullanımı yasaklanmıştır.bu fermandan yaklaşık yüz yıl önce ise;gutenberg'den bile önce kore'de ilk kitap basılmıştır.(bkz: jikji) kendisini sevgi ve rahmetle anıyoruz.

anton çehov

tam adı;anton pavloviç çehov'dur.rusya'nın sembol ismi,hikayeleri öz,kısa ve nettir. vanya dayı'dan gelsin: "bir insanın her şeyi güzel olmalıdır. yüzü, giyimi, iç dünyası, düşünceleri…" fazla sözde gerek de yoktur zaten.

sosyal değişimleri öylesine iyi yansıtır ki,zaten onu öne çıkaran en güzel özelliği kanımca budur. karakterleri aslında birbirlerinden farklı değildir,yazarın simge bazı karakterleri vardır. bunlar her hikayede farklı bir isim alır ancak verdikleri mesajlar yada yazarın vermek istediği,dikkat çekmek istediği konu bu karakterlerde hep sabittir. fazla simgecidir,bu yüzden;okurken yada izlerken önceden araştırma yapmakta fayda vardır,yada o kültüre az çok hakim olmak gereklidir.yoksa bazı şeyler gözden kaçar.
(bkz: vanya dayı),(bkz: vişne bahçesi),(bkz: martı) en popüler oyunları. geçen yıl,türkiye'nin bir çok şehrinde,tiyatrolarda çehov haftası olmuştu.

tekken

ps'dan önce atari salonlarında kolum kopana kadar oynadığım oyun. sonrasında ps çıktı,abimle sabaha kadar kapışırdık,hala daha yenememiştir beni,**parasına iddiaya girip çok ekmeğini yemişimdir. dövüş oyunları arasında gerçekten bir efsane. zamanında ha 3'ü çıkacak,ha 4'ü çıkacak diye ne heyecanlanırdık.
yoshimitsu, nina, heihachi favorilerim.

mozilla firefox

vk eklentisi sayesinde,müthiş bir müzik arşivim oldu.*indir,indirebildiğin kadar,başkada bir işime yaramıyor. yerli malı rus malı deyip yandex'e devam.

balalayka

the l word

1. sezonu al bir kenara koy.sakla onu çünkü özel o,naif ve bir daha hiçbir zaman o tadı yakalayamayacaksın. nasıl oldu bende anlamadım ama diğer 5 sezon asla o ilk sezondaki tadı yakalayamadım. ilene chaiken nasıl becerdiyse,daha doğrusu beceriksizliğiyle diziyi harcadı.

--- spoiler ---

jenny'i kimse pek sevmemiş ama asıl tapılası karakter oydu. kötülüğü bile çocuksuydu. daha shane'le ev arkadaşı olmaya karar verdiklerinde ikisini birbirlerine yakıştırmıştım. buradan alır götürü bunlar dedik ama ilene,ah kahrolası ilene jenny'ciğimi öyle bir harcadı ki,yetmedi kızı maymuna çevirdi. sebebi neydi,neden 5 sezon bekledik birlikte olmalarını. muhtemelen bu çift,eğer ilene senaryonun altından kalkabilseydi, bette ve tina'yı bile geçerdi. jenyy aklımdan hiç çıkmıyorsun,öldün ama kalbimdesin kızım. dizinin bir sahnesinde; alice, helena ve shane ellerinde bir ışın tabancası gelen geçeni nişan alırlar. tabancanın ekranında,nişan alınan kişinin cinsel yönelimi görünmektedir;hetero,bi,gay diye. alice nişanı jenny'e alır ve ekranda aynen bu yazar "karmakarışık".*l ah jenny.

dizi nasıl başladı nasıl bitti,hala aklım almıyor. dizi jenny'le başladı ve jenny'le bitti.
hele o son sahne yok mu? en azından net bir lgbtt temalı mesaj bekliyor insan ama nirede. hepsinde bir şuh tavırlar,sanki "haydii kızlar,ip atlamaya gidiyoruz". 6. sezonun kendisi şaka gibiydi,neyse ki fazla uzamadı. dizideki her karakteri sevdim ama sadece şu max'e hiç ısınamadım.

--- spoiler ---

camel

camel zaten yıllar önce bitmişti,o eski tadı bir daha asla bulamadık. bunu bilen kitlede içmeyi çoktan bırakmıştı. şimdi 9,5 tl olunca çok mu şey değişecek? hayır. önceden bu tütün zamlarını hükümetin politikası sanırdık ama kazın ayağı hiçte öyle değil. yan yanalar,kol kolalar.o kapalı kapılar arkasında,sigara lobileriyle kim bilir ne pazarlıklar dönüyor.

bir ara tüm kızlar toplandık,toplandık;sorduk neden zamlandık. şimdi oldhorbon tütünü sarıp keyifle çekiyoruz.

starbucks

mangal kömürü kıvamında kahve,yetmiyor paketin yarısı çer çöp o da yetmiyor,çekirdeklere dikkatlice bakıldığında;küf ve yanık izleri. peki neden böyle abisi? kahveler yer yer yanmış, kimisi açık kavrulmuş,kimisi medium'u geçmiş french'e kaçmış. hayırdır demokrasi mi ilan etti bu çekirdek kahveler,her renkten var? cevap:
bizim kahve kavurma profilimiz budur,aslında biz, siz değerli müşterilerimizi düşünüyoruz. çünkü bu profilde;karamel,bitter ve frenk üzümü tatlarını çok daha iyi damağınızda yakalayacaksınız.

ben bi'şey yakaladım abisi,söyleyeyim sana da. öncelikle beni düşünme sen,ikincisi; o bitter tadı sen çikolatasıyla karıştırıyorsun,bu kakao çekirdeği değil kahve çekirdeği.bitter ile kastedilen bitter çikolata değil. üçüncüsü;uyanıklık yapıp kahveniz de ki hataları,çürükleri gizlemek için bu kadar koyu kavuruyorsunuz. yemedik,içmedik daha doğrusu içemedik. mazot kokulu kahveleriniz insanın ağzını teneke gibi yapıyor. peki bu paketin yarısı çer,çöp toz. neden abisi,neden? yine bizi mi düşünüyorsunuz? kahveyi çekerken bize zahmet olmasın diye,paketlerin üzerinde mi tepiniyorsunuz. bu kahveleri al,kömür niyetine sobaya at yeminle. beş yıl önceydi,en son buradan alış veriş yaptım. dün yolumun üzerindeydi,evde de kahve yok "beş yıl olmuş,herhalde bir şeyler artık değişmiştir" dedim ve aldım bir paket kahve. nahhh! değişmiş,oraya giren aklıma tüküreyim. bir de bu kahvenin kilosu 80-90 tl arası,e yuhh! gerçi niye şaşırıyorsam,kilosu 15-20 tl olan türk kahvesinin fincanına 5 tl verilen bir ülke burası.
kendimi gidip,keşfedilmemiş bir afrika kabilesine düzdürseydim bu kadar koymazdı.

saplantı

çok ama çok karmaşık bir olgu.
hakkında yapılacak her tanım, bir odanın içine anahtar deliğinden bakmak gibi olur. hiçbiri bu durumu tam olarak açıklayamaz; sadece hepsi farklı bir bakış açısı olabilir. çünkü saplantı duyulan şeyler değişken, ona karşı hissedilen duygunun yoğunluğu da değişken. bazıların zamanla insan kurtulabiliyor, bazılarından hiçbir zaman kurtulamıyor.
kimileri saplantılarıyla yaşayıp,ondan besleniyor.
misal monet... adam ömrünün son otuz yılını sadece japon köprüsü ve nilüfer çiçeği tablosu yaparak geçirmiş keza paul cazanne;adam saint victoire dağına resmen aşık olmuş,her açıdan onlarca tablosunu yapmış.

tabi saplantı her zaman bu kadar masum değil; özellikle cinsel saplantılar.* cinsel obsesyon hastalarının durumu içlerinde en kritik olanı. duydukları saplantılar onları kendilerine karşı mahcup ediyor. e bu da devamında bir değersizlik hissi getiriyor. yetmiyor, üzerine birde vicdan azabı çekiyorlar.
saplantı öylesine kuvvetli ki, kendi ailesinden olan kişilerin bile cinsel organlarına bakmaktan, birkaç saniye bile olsa seks düşünmekten kendilerini alıkoyamıyorlar. ardından gelen sorular; “ben parafili miyim,sapık mıyım,niye en sevdiğim insanların bile orasına burasını bakıp cinsellik düşünüyorum?” gibi sorularla kendilerini yiyip bitiriyorlar.

gelelim kendi saplantıma. aslında bundan huzursuz değilim, çünkü, biliyorum ki, her insanda az yada çok ölüm saplantısı var. buna tam olarak ölüm korkusu denebilir mi emin değilim. bazılarımızda bu saplantı haline geliyor, yaptığımız her hareketin,davranışın ve tepkinin gerisinde bu saplantı var. çoğu zaman farkında bile değiliz ama amigdala denen o tedirgin edici şeytan, verdiğimiz en mantıklı kararın veya tepkinin bile arkasında.
aklıma gelen iki örnek, bu iki örneğin ilk bakışta ölüm saplantısıyla bir ilgisi yok gibi gelebilir ama kendimce nedenlerini açıklayacağım...

1-) tarih 6 şubat 1887 ve ilk materyalistlerimizden beşir fuat, bilinçli bir tercihle intihar eder. yalnız bu sıradan bir intihar değildir, çünkü, o ölümünü iki yıl önceden planlamış ve intiharını an be an defterine kaydetmiştir. bilimsel bir çalışma gibidir onun intiharı.
2-) charlotte corday, fransız devriminde jakobenlerin lideri marat’ın katilidir kendisi.
giyotinle idama mahkum edilir. tam idama doğru götürülürken kalabalığın arasından biri bu kadına aşık olur. adamın adı adam lux, ilk ve son görüşte aşktır bu. hem romantik hem trajik. lux, aşkının kellesinin gittiğini görür ve sonradan kendisi de idama mahkum olmak için kasten jakobenler aleyhine ve marat’ın katili carday’i öven yazılar yazar. eh, nihayetinde onun da kellesi gider.
evet, ilk bakışta yaptığı çok soylu bir davranış gibi gözükse de, bana kalırsa işin aslı öyle değildir. çünkü o da, corday’i görüp aşık olmadan önce intiharı düşünmektedir. arkadaşına gönderdiği mektupta; jirodenler’in düşmesini kabullenemediğinden ve intihar planlarından bahseder. corday’i gördükten sonrada onun gibi ölmek ister.

iki örnekte de ölümü somutlaştırma var. muhtemel bir korku da olabilir. her ikisi de ölüme bir anlam yükler, bir amaçları vardır. biri bilimsel bir çalışma olarak görürken, diğeri ulvi bir amaç. ama planlıdır ölüm ve bana göre, saplantının üzerine giydirilmiş bir kamuflaj vardır. ve yine bana göre ortak nokta bu; burada bir saplantı var. başta da dediğim gibi, ölüm saplantısı, ölüm korkusuyla yan yana.

dipçik not: hiçbir eğitimim olmadığı için,üsteki tespitte sıçmış olmam çok doğaldır.

aşk

aşk bir ruh kangreni,öyle hızlı yayılıyor ki. yalnız şöylede bir gerçek var;(bkz: il n'y a pas d'amour heureux)*

ocak

yılın ilk ayı,aynı zamanda çaykovski’nin;her biri yılın bir ayına adanmış mevsimler eserinin açılış parçasıdır. parçanın diğer bir adı da “kamelka” dır. kamelka’nın rus kültüründe önemli bir yeri vardır,uzun geçen karlı kış gecelerinde tüm ailenin şöminenin başına geçip;karanlık ve zor kış şartlarını bir nebzede olsa hafifletmek için eğlenmesidir kamelka.

19.yy rusya'sında,soylu bir rus ailesi için kamelka: akşam yemeğinden sonra tüm aile şöminenin başına geçer*.evin kızı* da piyanonun başına geçip bir parça çalar. baba,* küçük oğlu kucağında* onunla ilgilenirken, anne ise elinde kasnak el işiyle uğraşır.**
rus köylüsü için ise kamelka daha eğlencelidir. bu sefer aile kalabalıktır, babaanne** yada dede torunlarını şöminenin başına toplar ve onlara içinde bolca şehitler,azizler,kahramanlar olan masallar anlatır. anne ve evin oğlu ise akerdeon,balalayka çalıp anlatılan masala heyecan katarlar. muhtemel içtiği votkalardan kafayı bulan evin babası da sarhoş vaziyette dans etmeye başlar.*

parçaya dönecek olursak;çaykovski’nin bu parçası da ilk girişte,hafif ve huzurludur ama yer yer tıpkı kar fırtınası gibi parçada hızlanır. ama tekrardan;soğuktan kaçıp art arda içilen birkaç bardak çay gibi, parçada ilerledikçe tekrar insanın içine bir huzur ve sıcaklık verir. çok kafa ütüledim,neyse efenim parçayı dinleyin ruhunuzu besleyin.

  • /
  • 14
Henüz bir favori entry yok.

Toplam entry sayısı: 261

nikolay aleksandroviç romanov

2.nikolay. 300 yıllık romanovlar hanedanlığının son imparatoru. kimilerine göre bir despot kimilerine göre bir aziz.

benim için hayatındaki en ilginç ayrıntı.grigoriy rasputin 2.nikolay'ın uzak akrabası prens yusupov'un sarayında öldürülmeden önce: "eğer öldürülürsem ve buna imparatorun akrabaları karışırsa,sarayda büyük karışıklıklar olacak.imparator ve ailesi hayatını kaybedecek" kehanetinde bulunur ve bir yıl sonra,imparator ve ailesi bolşevikler tarafından kurşuna dizilir.

trans sibirya demiryolu

rusya imparatoru 3. aleksandr döneminde(l3 haziran 1891) planları yapılmaya başlanan ve yapımı on yıldan fazla süren dünyanın en uzun demir yolu.

yapımı planlanırken imparator şöyle demiştir:"tüm sibirya’dan geçecek demir yolu yapımına başlamayı emrediyorum. bu demir yolu büyük doğa zenginliklerine sahip olan sibirya’nın bölgelerini iç demir yolu hatlarına bağlamalı."

ayrıcana eğer bu tembellikten kurtulabilirsem bir gün muhakkak tek başıma gerçekleştireceğim hayalimdir. son durak olan vladivostok'u(özel bir nedeni var) ve baykal gölünü acayip merak etmekteyim.

the l word

1. sezonu al bir kenara koy.sakla onu çünkü özel o,naif ve bir daha hiçbir zaman o tadı yakalayamayacaksın. nasıl oldu bende anlamadım ama diğer 5 sezon asla o ilk sezondaki tadı yakalayamadım. ilene chaiken nasıl becerdiyse,daha doğrusu beceriksizliğiyle diziyi harcadı.

--- spoiler ---

jenny'i kimse pek sevmemiş ama asıl tapılası karakter oydu. kötülüğü bile çocuksuydu. daha shane'le ev arkadaşı olmaya karar verdiklerinde ikisini birbirlerine yakıştırmıştım. buradan alır götürü bunlar dedik ama ilene,ah kahrolası ilene jenny'ciğimi öyle bir harcadı ki,yetmedi kızı maymuna çevirdi. sebebi neydi,neden 5 sezon bekledik birlikte olmalarını. muhtemelen bu çift,eğer ilene senaryonun altından kalkabilseydi, bette ve tina'yı bile geçerdi. jenyy aklımdan hiç çıkmıyorsun,öldün ama kalbimdesin kızım. dizinin bir sahnesinde; alice, helena ve shane ellerinde bir ışın tabancası gelen geçeni nişan alırlar. tabancanın ekranında,nişan alınan kişinin cinsel yönelimi görünmektedir;hetero,bi,gay diye. alice nişanı jenny'e alır ve ekranda aynen bu yazar "karmakarışık".*l ah jenny.

dizi nasıl başladı nasıl bitti,hala aklım almıyor. dizi jenny'le başladı ve jenny'le bitti.
hele o son sahne yok mu? en azından net bir lgbtt temalı mesaj bekliyor insan ama nirede. hepsinde bir şuh tavırlar,sanki "haydii kızlar,ip atlamaya gidiyoruz". 6. sezonun kendisi şaka gibiydi,neyse ki fazla uzamadı. dizideki her karakteri sevdim ama sadece şu max'e hiç ısınamadım.

--- spoiler ---

koli

eşcinsel jargonundaki anlamını daha yeni öğrendikten bir kaç gün sonra,evdeki tadilatlardan dolayı boş koli lazım olmuştu.
neyse,hemen yanı başımdaki bakkala gidip "koli" isteyecektim ki,adama bir türlü söyleyemiyorum.tam adama "abi boş koli var mı?"diyecem ama olmuyor,gülesim geliyor.başka şeyler düşünüyorum,sakızlara göz gezdiriyorum kafam dağılsın diye.en son adam dayanamayıp "genç,ne lazımdı" diye sorunca,pat diye çıktı ağzımdan:"abi koli lazım"dedim ya.ama hala sırıtıyorum.aldığım gibi koliyi kaçarak uzaklaştım.

carl gustav jung

psikiyatride önceleri "kompleks psikolojisi" olarak adlandırılan daha sonra "analitik psikoloji" olan ekolün kurucusudur. 26 temmuz 1875'de isviçre'nin konstanz gölü kıyısındaki kesswil köyünde doğan jung,içe dönük bir çocukluk geçirir.dokuz yaşında kız kardeşi doğana kadar tek çocuktur ancak kardeşi doğduktan sonrada onunla pek ilgilenmez.sekiz amcası gibi babası da papaz olun jung için ölüm ve cenazeler hayatının doğal bir parçasıdır.annesi sık sık depresyona giren bunalımlı bir kadın babası ise sert,hırçın ve geçinilmez bir adamdır ve bu mutsuz evlilikten dolayı üzülen jung sıkıntılarını tavan arasındaki kendi oyduğu oyuncağa anlatır.bir ara lise döneminde daha dışa dönük,atılgan olsa da fikirleri çevresi tarafından alaya alınca yine içine kapanmıştır.
hayatı boyuncada aslında kaderi ve kişiliği hep böyledir;metafiziğe,parapsikolojiye ağırlık vermesi akademide de
ciddiye alınmamasına neden olmuştur.

tıp öğreninimine başladıktan sonra psikiyatriye yönelmesi ise ilginçtir.evde onu çok etkileyen "paranormal activity" tadında iki olay gerçekleşir .bundan etkilen jung ruh çağırma seanslarına katılmaya başlar.krafft-ebing'in psikiyatri kitabını okuyunca da geleceğinin bu yönde olduğuna karar verir.

freud ileride onu en çok etkileyecek kişidir hatta aralarında baba-oğul ilişkisi başlar.ancak jung başına buyruk bir kişilik olduğundan ve freud gibi "işte bunlar hep seks" demeyince ters düşerler ve yolları ayrılır.bu olaylardan sonra ise hayatında başka bir dönem başlar.işin içinden çıkamayan jung yollara revan olur ve ilkel insanı araştırmak için tunus ve sahra çölüne gider.afrika'yada seyahatler yapar hatta yerel bir kaç dili de öğrenir ve ırksal bilinçdışı kavramını geliştirir.falcılık,yoga,telepati,ruh çağırma,uçan daireler,dinsel simgeler ve daha bir çok konuya dalan jung "psikoloji ve simya"kitabını yayımlar.bilimin hep şüpheyle baktığı bu konulara,dine ve mistisizme yönelmiş olması eleştiriye uğramasına neden olmuştur.kendisi dört arketip kitabında kuran'da ki 18.surenin de bir analizini de yapmıştır.

fairuz

françois hardy ile birlikte;zarafetine,duruşuna,naifliğine hasta olduğum kadın,dert ortağım,tanrıçam.bu özelliklerin hepsi sesine de yansımıştır,o sesindeki kırılganlık,incelik bir kadını bu kadar mı çekici yapar.


cinsel tercihini git evinde yaşa

aplanın menopoz beynine vurmuş anlaşılan.her kadın bir yaştan sonra bu dönemi yaşıyor,bir sinir bir buhran çatıcak yer arıyor,aynısı kaynıma da ahh!yok yalan yok anneme de olmuştu. o zamanlar salonda tırnaklarımı keseyim dedim o da ne! başladı kızmaya:
-seni allah kahretmesin oblomov, kalk git banyoda yap şunu demişti.bir keresinde de tv karşısında yemek
yiyeyim dedim ama yook yine olmadı:
-allah senin tependen baksın emi oblomov,çarpılacaz,çarpılacaz!kültürümüzde yok böyle bir şey git mutfakta ye yemeğini demişti.
seninki de o hesap be apla ama aplanın gözden kaçırdığı bir nokta var.siz hiç akşama sevişeceğini davulla zurnayla,konvoylarla cümle aleme ilan eden eşcinsel bir çift gördünüz mü?24 yıldır bu ülkede yaşıyorum,ben daha görmedim. kliplerde,reklamlarda,dizilerde;klişede olsa aşk acısı çeken,sevdiğine kavuşamayan,ikili ilişkilerde bocalayan yada evlenip çoluk çoçuğa karışan eşcinseller gördünüz mü?24 yıldır bu ülkede yaşıyorum,ben daha görmedim.
kafamı nereyi çevirsem her taraf hetero yada hetero ilişkiler.peki bu insanlar değil mi ailesine bile açılamayan,belki sadece bir kaç kişiye açık olabilen,kendini ifade edemeyen, değil sadece evde yaşamak nefes almasına bile tahammül edilmeyen insanlar.bu insanlar değil mi dört duvar arasında,gizli saklı yaşamaya mahkum olanlar.
merak işte,nerede gördü de bu kadar gözüne battı?belkide 40 yılda bir kendini ifade etme şansı yakalamış bu insanlar mı bu kadının gözünü korkuttu?merak işte.
o değilde 24 yıldır bu ülkede yaşıyorum,çoluk çocuğunu gençlerini bu kadar düşünen başka ülke görmedim.

saplantı

çok ama çok karmaşık bir olgu.
hakkında yapılacak her tanım, bir odanın içine anahtar deliğinden bakmak gibi olur. hiçbiri bu durumu tam olarak açıklayamaz; sadece hepsi farklı bir bakış açısı olabilir. çünkü saplantı duyulan şeyler değişken, ona karşı hissedilen duygunun yoğunluğu da değişken. bazıların zamanla insan kurtulabiliyor, bazılarından hiçbir zaman kurtulamıyor.
kimileri saplantılarıyla yaşayıp,ondan besleniyor.
misal monet... adam ömrünün son otuz yılını sadece japon köprüsü ve nilüfer çiçeği tablosu yaparak geçirmiş keza paul cazanne;adam saint victoire dağına resmen aşık olmuş,her açıdan onlarca tablosunu yapmış.

tabi saplantı her zaman bu kadar masum değil; özellikle cinsel saplantılar.* cinsel obsesyon hastalarının durumu içlerinde en kritik olanı. duydukları saplantılar onları kendilerine karşı mahcup ediyor. e bu da devamında bir değersizlik hissi getiriyor. yetmiyor, üzerine birde vicdan azabı çekiyorlar.
saplantı öylesine kuvvetli ki, kendi ailesinden olan kişilerin bile cinsel organlarına bakmaktan, birkaç saniye bile olsa seks düşünmekten kendilerini alıkoyamıyorlar. ardından gelen sorular; “ben parafili miyim,sapık mıyım,niye en sevdiğim insanların bile orasına burasını bakıp cinsellik düşünüyorum?” gibi sorularla kendilerini yiyip bitiriyorlar.

gelelim kendi saplantıma. aslında bundan huzursuz değilim, çünkü, biliyorum ki, her insanda az yada çok ölüm saplantısı var. buna tam olarak ölüm korkusu denebilir mi emin değilim. bazılarımızda bu saplantı haline geliyor, yaptığımız her hareketin,davranışın ve tepkinin gerisinde bu saplantı var. çoğu zaman farkında bile değiliz ama amigdala denen o tedirgin edici şeytan, verdiğimiz en mantıklı kararın veya tepkinin bile arkasında.
aklıma gelen iki örnek, bu iki örneğin ilk bakışta ölüm saplantısıyla bir ilgisi yok gibi gelebilir ama kendimce nedenlerini açıklayacağım...

1-) tarih 6 şubat 1887 ve ilk materyalistlerimizden beşir fuat, bilinçli bir tercihle intihar eder. yalnız bu sıradan bir intihar değildir, çünkü, o ölümünü iki yıl önceden planlamış ve intiharını an be an defterine kaydetmiştir. bilimsel bir çalışma gibidir onun intiharı.
2-) charlotte corday, fransız devriminde jakobenlerin lideri marat’ın katilidir kendisi.
giyotinle idama mahkum edilir. tam idama doğru götürülürken kalabalığın arasından biri bu kadına aşık olur. adamın adı adam lux, ilk ve son görüşte aşktır bu. hem romantik hem trajik. lux, aşkının kellesinin gittiğini görür ve sonradan kendisi de idama mahkum olmak için kasten jakobenler aleyhine ve marat’ın katili carday’i öven yazılar yazar. eh, nihayetinde onun da kellesi gider.
evet, ilk bakışta yaptığı çok soylu bir davranış gibi gözükse de, bana kalırsa işin aslı öyle değildir. çünkü o da, corday’i görüp aşık olmadan önce intiharı düşünmektedir. arkadaşına gönderdiği mektupta; jirodenler’in düşmesini kabullenemediğinden ve intihar planlarından bahseder. corday’i gördükten sonrada onun gibi ölmek ister.

iki örnekte de ölümü somutlaştırma var. muhtemel bir korku da olabilir. her ikisi de ölüme bir anlam yükler, bir amaçları vardır. biri bilimsel bir çalışma olarak görürken, diğeri ulvi bir amaç. ama planlıdır ölüm ve bana göre, saplantının üzerine giydirilmiş bir kamuflaj vardır. ve yine bana göre ortak nokta bu; burada bir saplantı var. başta da dediğim gibi, ölüm saplantısı, ölüm korkusuyla yan yana.

dipçik not: hiçbir eğitimim olmadığı için,üsteki tespitte sıçmış olmam çok doğaldır.
Henüz takip ettiği biri yok.
Henüz takip eden biri yok.