şehrin aynaları

elif şafak kitabı.

arka kapak yazısı şöyle:
"aynalar şehrine geldim çünkü benim hikâyemin önünü, benden evvel kaleme alınmış bir başka hikâye tıkıyor. aynalar şehrindeyim çünkü bir kez şu bendi yıkabilsem sular çağlayacak, deli deli akacak; hissediyorum."

...bazen, hakikat bütün çirkinliği ve çirkefiyle karşıma dikildiğinde, akıbetimi allayıp pullamak, süsleyip püslemek gelmiyor içimden. böyle zamanlarda gözlerimi kapatıp, usulca arkama yaslanıyorum ve küfre özenen kelimelerin dişlerimin arasında bıraktığı o kekremsi tatla oyalanıyorum."



okuduğum kitaplar arasında onca hikâyesi, anlatmak istediği onca meselesi varken bu kadar havada asılı duran başka bir kitap daha hatırlamıyorum.

270 küsur sayfa boyunca elif şafak anlatıyor da anlatıyor, yazıyor da yazıyor. birsürü kahraman girip çıkıyor sayfalara, bir sürü hikâye hayat buluyor, birsürü mekân zuhur eyliyor. kitap bittiğinde kalıveriyorsunuz öylece.

kötü bir kitap değil. bilakis tekrar tekrar okunabilecek, içinden birsürü altıçizili cümleyle, paragrafla çıkılabilecek bir kitap. ama havada öyle asılı kalmış gibi. konacak dalı yok bu kitabın. konsun ki bir bedeni olsun. ama yok.

elif şafak'ın kitabı yazarken neler düşündüğünü kestiremiyorum elbette. onlarca soru işareti, onlarca "neden?, nasıl?, buraya nasıl geldik ki?, eee?" ve bilimum soru işareti ile biten birsürü cümle ile kalıveriyorsunuz öylece. bunu kasıtlı yaptığını düşünmek istemiyorum. zira böyle bir kitabı bunca gereksiz soruyla, ucu açıklıklarla doldurmak pek akil kârı bir iş değil.
elif şafak'ın okuduğum pinhandan sonra 2. kitabı. beğenmiştim çok. dilini de severim yazar'ın. kitabı okurken işaretlediğim yer ise beni benden almıştı;

"-dünyayi gezip görmek isterdim.
- boşversene, benim için ben neredeysem dünya oradadır.
- ah, anlıyorum; kainatin bu kadar küçük olduğunu mu sanıyorsun?
- hayır, sadece ben bu kadar büyüğüm." (syf. 158)