yaşamak

yaşam... hayat... hep dolambaçlı bir yol gibi gördüm onu önümde kıvrılıp duran, bazen de küçük bir tepe serinliğinde geldi gözüme aşağıdaki şehirde olan biteni seyredebildiğim; insanların yaşadığı yer, ışığın küçük dokunuşlarıyla renklendirdiği karnaval alanının küçük bir minyatürüne benziyor çoğu zaman buradan baktığımda, şimdi kendimi otların arasında koşup duran, çiçeklerin ve buralarda yuvalanmış sayısız börtü böceğin arasında nefes alırken gördüğüm eski çocukluğuma bakarken yakalıyorum; o ve ben varız sadece; otlar, tepeyi renk cümbüşünün içerisine hapseden çiçek öbekleri, ağaç dalları arasında huzurlu sesi ve yumuşak dokunuşlarıyla yaprakları okşayan rüzgar, ağustos böceklerinin o gıptayla dinlediğim eğlenceli şenliklerini bölmekten korkarcasına ağır, hantal nefeslerle soluyan ben, tüm bunların arasında kapalı bir geleceğin tortulu rüyasına uyumuş olan çocukluğum; bir de yalnızlığımız geziniyor onunla benim... ben, o ve yalnızlığımız...

korkular basmış dört bir yanımı, eğri oturuyor doğru konuşmuyorum; işte; dünya, bildiğim dünya... yaşıyor, yaşatıyor ve ayırıyor, ayrılıyorum... kör bıçaklarla saldırmaya yeltendiğim acımasız geçmişimle karşı karşıya kaldığım şu dakikaların serinliğini hissederken sırtım ben yine terler atıyorum içimden boşalırmışcasına.

yaşadım diyebilmem için tüm duyguları en ayrıntılı karmaşıklığına kadar tatmış olmam gerektiğini düşünüyorum; hem aynı duyguyu farklı anlarda duyumsadığında benzer acıları, öfkeleri, sevinçleri yada heyecanları mı hissettiğini sanıyorsun sen... her duygu yaşadığın ana, boyuta ve kişiye özel; hayatı ve yaşamı benzersiz kılan da bu değil midir zaten...
zülfü livaneli'nin en beğendiğim şarkısı. şarkı yaşamayı tanımlıyor mu bilemem ama müziği yaşamın tanımı gibi.