başlamasıyla beraber saat başına düşen vıcık vıcık, iyilik muskası kamu spotlarının yüzde bir milyon arttığı aydır. bununla beraber oruç tutarken koku koklasam, dişimi fırçalasam, sakız çiğnesem... gibi yılların eskitemediği akıl kanırtan sorularla ister istemez muhattap olunan bir aydır. aslında nefsin kontrolünü, sabrı güçlendirmeyi amaçlayan; açlıkla beraber eşitlik duygusunu pekiştirmesi ve bununla birlikte adil olunması beklenen bir müslüman ibadetide olsa, zaman geçtikçe nesli tükenen bu tarz duyguların ve meziyetlerin olması da ayrıca tezattır.
kışı bir başka olan islam geleneği. eylülde ramazan yaşadığını hatırlayan bir jenerasyondan geliyorsanız, atılan top sesini, bomboş sokakları, pide kokan fırınları anımsamanız zor olmayacaktır. ilerleyen zamandan mı yabancılaşan toplumdan mı ya da çirkinliği sınır tanımayan egemenlerden mi bilmiyorum ama kötülüklerin bahanesi değildi önceleri. gezi zamanı kurulan 'yeryüzü sofraları'nı hatırlatmak isterim. böyle bir harekete vesile olmuş, bizlere kabahatin ramazanda olmadığını hatırlatmıştı o insanlar. insanın çirkinliği ile boy ölçüşemez hiç bir din...
bir de yeri gelmişken murat menteş'in anlatımını örneklemek isterim. katıldığı 'taraflı' bir programda olması gereken ramazanı anlatıyor;
ramazan'ın verdiği huzuru hiç bir şeye değişmem . lakin şu susuzluk yok mu ? allah'ım . yemin ediyorum . hayatım film şeridi gibi gözümün önünden geçiyor. bir de sabah 7 de kalktığımı ve işe gittiğimi düşünün . 13 buçuk saat oruç tutuyorum . geliyorum ve proje çalışması yapıyorum . seneye bitirme ödevi için ama terahiv namazlarına bu sene gidemiyorum be . ona vicdan yaptım .
aslında 12 ay olmalı. gece saat 01:00 de kadınların rahat rahat yalnız başında dolaştıklarını gördüm ve bu beni çok mutlu etti. sonra anladım ki ramazan ayı olduğu için sahura kadar böyleymiş. 12 aya yayılmasını diliyorum. açlık nelere kadir.