ahhh endamına, işvesine, cilvesine, nazına, niyazına, sonsuz gullümüne öldüğüm! efendim kendisi dünyaya zembille inmiş, cennete düşen ilk makyajsız güzellik tanesidir! ayrıca bu akşam ki eylül cansın misafirhanesi yardım gecesini sunacaktır. en son şişli belediyesi hıdırellez şenliğini sunmuş yıkıp geçmişti. sahnesine, kendisine, şahane fiziğine, mükemmel kıvrımlarına bayılıyorum sözlük. biricik matmazelimiz o bizim sevin, öpün, pamuklara sarın, takip de kalın anacııığm.
inanılır gibi olmasa da psikoloji bölümü öğrencilerinden bir homofobik öğrenci yine psikoloji bölümünden bir arkadaşımıza sınava giriş sırasında homofobik söylemler ve tacizde bulunmuş. "tipine bak lan ibne", "konuşman ve varlığın beni rahatsız ediyor" gibi sözlü tacizlerle daha da ileri gitmiştir. bu yüzden de ulaşabildiğimiz bütün haber kuruluşlarına ulaşıp bu homofobik tutumları reklam etmeye yemin etmiş oluşumumuz bugün kampüste bir de farkındalık ve dahası görünürlük eylemi başlattı. homofobi ve transfobiye karşı herkesi pembe ya da mor giymeye davet eden eylemimiz gün itibarı ile gerçekleşmiştir ve öğretim görevlisinden, dekanına, bölüm başkanından, çalışanına, öğrencisine kadar herkes tarafından desteklenmiş, mükemmel bir tepki doğmuştur. aynı zamanda eylem bütün destekçilerin okulun çeşitli bölümlerinde fotoğraflar çekilerek "alışın buradayız!", "gitmiyoruz!" sloganlı paylaşımlarıyla da devam etmekte!
bir kere daha gördük ve göreceğiz ki; ne yanlışız, ne de yalnız!
unutmayın ses çıkarmadıkça susturulup, görünür olmadıkça yok oluruz!
üstteki yazarın korkup boş geçtiği her şeye bulaşmış ve sonuna kadar gitmiş biri olarak (hatta buna en muhalif ve öteki kanalda canlı yayına çıkmayı da ekleyerek) diyorum ki;
kadıköy'ün en güzel mekanlarından biridir. işletmecisi bir tanecik dostum dünyanın belki de en homohobik heterolarındandır. kapısında asılı olan gökkuşağı bayrağından ve 2015 lgbti+ onur haftası sokak partisine ev sahipliği yapmasından ne kadar içten içimizden bir yer olduğu da bellidir. sözlükten bir çok yazarı bir çok kez götürmüş, nice gullümler yapmış olduğum mekandır. aslında nehiryeli de önermiş bir mahle zirvesi mi yapsak ne?
dünyanın en tatlı insanı. kadıköy mahle rakı gecelerinin vazgeçilmez ismi. çok sağlam içen içtiği zaman da çok sağlam konuşan adamdır bir defasında rakı içerken bana; "ne yazık ki dünyaya dümdüz gelmiş bir adamım, fizyolojik olarak tam bir hetero olsam da ruhum tam bir gay" diyerek gönülleri feth edendir. kardeş türküler'in feryalciğim ile bir tanesidir. yeni projelerini de severek takip etmekteyimdir. kadıköy'ün en öteki keli öperim çok çok seni.
çok sevdiğim canımdan öte bir arkadaşımın ileri evrede pankreas kanseri olduğu haberi ile sarsıldım. daha 26 yaşında gencecik bir can be. ne yaşadı ne gördü be bu dünyada. ne istedi de olmadı, ne hayalleri gerçekleşti, hangisi yarım kaldı, kimi sevdi de canını yaktı, hayatının aşkı sevdiği insan belki de dünyada onu en çok üzen insan mıydı? vs. vs. böyle böyle düşünceler aklımdan çıkmıyor... çıkamıyor... mahvoldum. sevdiğim kim varsa gidiyor, ölüyor sözlük... ben olanca enerjim ve neşemle sevdiklerimi mutlu, güler yüzlü tutmaya uğraşsam da, şebeklik yapıp onları biraz olsun bu boktan dünyada güldürmeye çalışsam da onlar ölüyorlar, bir bir eksiliyorlar... çaresizim elimden dahası, fazlası bir şey gelmiyor... benim canım o sözlük daha hiçbir şey yaşamadı ne gördü ki... ölüm en acı gerçek ötesi yalan bunu ezberledim artık... yeter...
dün akşamki cemil topuzlu açık hava sahnesi konserinde söyleyince uzun zamandır dinlemediğimi fark ettiğim müthiş şebnem ferah şarkısıdır. bu şarkıyı yazdığı dönemde nejat işler ile olan ilişkisinin ardından hislerini döktüğü şarkı olarak dedikodular da çıkmıştı. kendisi de dün akşam konseri izlemeye gelen davetliler arasındaki boşanma arifesinde olan demet şener ile sürekli göz kontağı kurarak bu şarkıyı söylemiş ve şarkı bitiminde eyvallah tarzında bir hareket yapmıştır. ay resmen dedikodu kazanı gibi entaaağğrii oldu ayol. vehasıl-ı kelam her ne olursa olsun efsaneler efsanesi bir şarkıdır... sözü müziği bilekleri dikine kestiresidir efendim.
bu akşam sanki hiç ayrılmamışız gibi hissetmek istedim en sevdiğin kot pantolonumla en sevdiğin lacivert tişörtümü giydim güzel bir akşam yemeği hazırladım beraber aldığımız mumları yaktım şarap açtım bir sana bir bana iki kadeh çıkardım
sevgilim ve dostum babam oğlum arkadaşım aşkım herşeyimdin sen
çok zaman geçti gitti ikimizden özür dilerim seni üzdüysem sadece dinle hiçbir şey düşünmeden şimdi bunlar geldi içimden bu akşam seni çok özledim bütün şarabı tek başıma içtim kırgınlığım bile geçti kalmadı şimdi bunlar geldi içimden
bu akşam sanki hiç beni kırmamışsın gibi hissetmek istedim en son tatilimizi düşündüm ayrılmadan yirmi gün önce dünyanın en güzel şehirlerinden birinde yürüdük kilometrelerce iz bıraktık kaldırımlarda otelde caddelerde
sevgilim ve dostum babam oğlum arkadaşım aşkım herşeyimdin sen
çok zaman geçti gitti ikimizden özür dilerim seni üzdüysem sadece dinle hiçbir şey düşünmeden şimdi bunlar geldi içimden bu akşam seni çok özledim bütün şarabı tek başıma içtim kırgınlığım bile geçti kalmadı şimdi bunlar geldi içimden
bu akşam sanki hiç aldatmamışsın gibi hissetmek istedim uyurken bile özlerdik birbirimizi delicesine düşündüm durdum sordum anlamadım beraber yaptığımız şeyleri andım seni son kez özledim ve bu şarkıyı yazdım
her konuda her şeyi konuşabileceğiniz dünyanın en dolu insanlarından biridir. ve terzi yamağıdır o! modacı değil! beş yıl önce bir öğrenci evinde kendisi ile tanışıp uzun uzun konuşmuştuk mütevazılığı o ortama iki dakikada uyumu inanılmaz. çok severim. benzeşen ve ayrışan bir çok yanımıza rağmen derya deniz bir insandır efendim. aynı zamanda ikimiz de tam anlamıyla birer kıbrıs aşığı olmamızdan mütevellit daha çok severim kendisini! son zamanları en güzel şekilde özetlediği toplamda 12 sayfalık dev röportajını gün itibarı ile okuduktan sonra bir kez daha ne kadar fikirlerime tercüman olmuş barbie! helal kız sana dedim! bokunda boğul türkiye! manşet cümleli efsaneler efsanesi röportajı için;
beni çok iyi tanıyan ve gayet de açık olduğum iki heteroseksüel kadın ev arkadaşım var. bu zamana kadar hep yalnız yaşamış biri olarak dünyanın en güzel şeyi bu insanlarla aynı evde yaşamak diyebilirim. tabii bunda yılların vermiş olduğu samimiyet ve zerre homofobik olmayan geniş vizyonlarının da katkısı büyüktür efendim. ben şanslı olanlardım ama ondan eminim bak.
tv8'de yayınlanan aramızda kalmasın isimli programda "yorumcu ve eleştirmen" olarak bulunan funda özkalyoncuoğlu kişisinin türk edebiyat tarihinin mihenk taşı denilebilecek eserlerden olan sabahattin ali'nin kürk mantolu madonna'sına yapmış olduğu yorumlar ile ağzım beş karış açık kalmıştır. hayır bilmiyorsun bari sus! sıçtın bari sıvama! işte bu kadın ve türevleri tam da herbokolog dediğimiz tanıma uyan kişilerdir. ayrıca kendisinin sergilemiş olduğu tavır psikolojide dunning-kruger etkisi olarak geçmektedir ve ne yazık ki toplumsal acı gerçeğimizdir.
izlerken başkasının yerine utanmak isteyenler için olay yeri;
son zamanlarda dinlediğim en iyi proje albümü olan harun kolçak'ın çeyrek asır albümündeki efsane yeniden düzenlemedir. o kadar da çok beğenmediğim tan taşçı mevzu bahis şarkıdaki performansı ile deyimi yerindeyse öttürmüştür. aman allahım o nasıl okumak! harun kolçak ile nasıl bir uyum yakalamak! müthiş olmuş efendim kesinlikle! olmuş diyor! on üzerinden puanlar biçemiyoruz o derece!
benim açılma hikayem çok çok ilginç olmuştu. ailem bir şekilde ajanlıkla bunu öğrenmişti fakat aldığım olumsuz tepki çok gariptir ki şuydu; böyle bir şeyi neden bizden saklıyorsun, biz senin aileniz her şekilde yanındayız, aptal mısın sen neden bizden saklıyorsun diye daha çok sinirlerimi bozmuşlardı. aradan aylar geçince inanın herkes alışıyor o kriz bir şekilde aşılıyor.(tabii benim ailem kabullenip sağlıklı biçimde bunu aşan tipe örnek) şimdi annem yüzümün gülüşünden anlıyor, sevgilimle barışık mıyım?, ayrı mıyım?, kavgalı mıyım? diye. hatta son günlerde aramızda geçen bomba muhabbet;
"ay ona mı üzülüyorsun oğlum, yavrum be! bir senin güzelliğine bak bir de şu adama, haşlanmış yumurta gibi! üzme kendini sen en iyilerini bulursun!" *
yine de şu var ailenin bireyi kabulu ve anlayış göstermesi çok önemliyken aynı şekilde açılmamanız da bence bir sorun çıkarmaz. yani illa ki bilmek zorunda değiller. eğer bu sosyal ilişkilere zarar verecek derecede ailede bir bozulma yaratacaksa en iyisi açılmamaktır. ayrıca kimse kusura bakmasın ama evladını her şekilde kucaklayamayan aile, aile değildir! siz onları reddedin, kendi hayatınızı kurun, dostlarınız, sevdikleriniz, aşklarınızla kendi ailenizi kendiniz kurun! unutmayın açık ya da gizli; ne yanlışız, ne de yalnız!
ben çocuğumun doğumundan sonra yemin ediyorum disipline girmiş bir kadın olarak, sen kimsin beni yargılıyorsun? sen kimsin? sana bir tavsiyem, yazık o git kızına sahip çık önce. inşallah allah seni kızınla terbiye etmesin. inşallah allah seni, o geride bıraktığın karınla terbiye etmesin. sen çok alçak bir adamsın, çok alçak. insanlara belden aşağı vuracak kadar. senin akıl hocalarını da biliyorum. senin akıl hocaların, kendi karılarının çektiği pornolara baksın. hepsini çıkarırım! oğlum ayağınızı denk alacaksınız. herkes ayağını denk alacak! öyle kolay değil bu memlekette ahkam kesicem, beni hükümet..seni hükü kim koruyor? hangi hükümet o, hangi hükümet seni koruyor! kim?? herkesten hesabını sorarım. kimse bana bu konuda konuşamaz. dört dörtlük yaşayan, bu memlekette çalışıp, köpek gibi çalışıp kraliçe gibi yaşamaya çalışan, evladını ailesini en iyi derecede yaşatmaya çalışan, aslan gibi vergisini veren, yardımlarını yapan. ne yaptınız ulan siz? ne yaptınız! nerde ne yaptın! pis! yediği kapıya pisleyen şerefsiz adam. onu bile bir adamlık sayıyorsun, o bile bir adamlık değil. git intihar et be. yediğim kaba pislemem be ne olursa olsun. git ulan kendini as. asarım kendimi, öyle bir kadınım biliyor musunuz? ekmek yediysem, o insanlar ne olursa olsun, beni ilgilendirmez arkadaş. görmedim bilmiyorum derim be!
benim yirmi yaşındaki evladıma sen kimsin? sen onu üzebilir misin? ben onun tırnağına taş değdirir miyim? hele senin gibi bir soytarıya. soytarı. sende evlat mevhumu olsa çocuğunu barlardan, seninki kız çocuğu bi de. git çocuğunu barlardan topla. git geride bıraktığın karına sahip çık. ben aslan gibi ortadayım bak. aslanım be. valla. senden daha adamım. bi de sen kadınlarla uğraşıyorsun. çok üzülüyorum, hayır ne gibi bir sorunun var, bir sorunun var senin? var, hep kadınlarla. bu adamın ilk bana kini nasıl başladı bana anlatıyorum. bu adamın aramızda geçen bir şeye kadar (anlatmıyor, orada fark edip susuyor) hepsi elimde!
bi de bu hükümetin adını kullanıyorsun bu hükümet hangi hükümet kim bu başka bir hükümet daha mı var? başka benim bilmediğim bir hükümet mi var? direkt hükümet diyor! gene yazmış 'hükümetim var arkamda, bizim ne var arkamızda! benim kimse yok kardeşim arkamda, kimse yok. gel ulan, gel! böyle bir şey var mı ya? bir tane adam çıkacak onun karısına kızına çoluğuna çocuğuna namusuna her şeyine laf atacak, biz de onun bulunduğu ortamda ay dur bulaşmayayım da bana da bunu demesin. diyorsan de hadi git! hadi git lan! git de! senin karının memeleri sen yanındayken ekrandan ağzımıza giriyordu? bulun o görüntüleri. buldururum hepsini! hepsi var. yazık o kadıncağıza da yazık. evine geldim bir kahve içtim diye bu kadar sustum, pislik. popstarda sen çıktın gülşen'e olan aşkını ilan ettin. sonra da gülşene dedin ki, bu kadar türk halkının önünde evliyim ama seviyorum ne yapayım dedin, sonra da kadına dedin ki gülşenin üstünden dozer geçti dedin reha muhtar için. yazık. midem bulanıyor benim. midem bulanıyor.
ben hiçbir ayrılığımın arkasından konuşmadım. hiçbiri de benimle ilgili konuşmadı. çünkü ben gerçekten kimseye kötülük yapmadım, yapmam da. hep iyiliğim dokunmuştur, hep. çünkü ruhum öyle değil benim ya. kimseye zarar veremem, vermedim. hayatım boyu vermedim. vermedim. iki üç tane bunun gibidir konuşan. onlar da zaten benle kafayı yediler. bu kadaaaaaar yılların içerisinde ne mutlu sedanıza ki iki tane üç tane, soytarı üç taneyi geçmez (eliyle iki yapıyor) dikkat edin. üç soytarıdır bu. en fazla iki soytarıdır konuşan. iki tane soytarı. işlerine baksalar belki de yol alacaklar. bunlar soytarı. bunlara prim vermeyiniz. bunların yazdığı söylediği her şey yalan. erol köse, karşındayım, bir kadın olarak. hiçbir adam senin karşına dikilemedi, ben dikiliyorum ulan. gel konuşalım, gel. gidip başka yerlerde soytarılık yapma. sen zaten soytarısın, seni türk halkı soytarı olarak tanıdı. soytarı olarak tanıdı? e soytarısın, devam ettiriyorsun. ben doktorum diyorsun beni ezmeye çalışıyorsun kültürsüzlükle. ben senin okuduğun üniversitenin beş tanesini bitirdim burda be. ben gecekondu çocuğuyum, ordan geliyorum. benim evimin tuvaleti dışarıdaydı. kurban olurum. kurban ol bütün gecekondu çocuklarına. bütün orda yaşayanlara kurban ol sen kurban ol!'
sabah şen şakrak vaziyette kahkahalar atarak uyandım hatta sözlüğe girip entry bile yazdım kendimce komikli.
yarım saat sonra çok üzücü bir haber aldım. dünya başıma falan yıkılmadı önce ama içim cız etti. annemin haberi verirken kurduğu o cümle ve sonrasında yaşananlar belki şu an yerle bir etti beni. annemin "ah tek kaldı anacığı, ölmüş garibim, ah benim çileli eminim" cümlesi bambaşka bir yere dokundu nedense içimde. iki ev ötemizde oturuyorlardı mehmet emin ve annesi şadiye teyze. hayatları gibi evleri de müstakildi. yoksullardı, bir emekli maaşı vardı şadiye teyzenin kocasından kalan. kimseye muhtaç değillerdi kendi kendilerine de yetiyorlardı ama biz aile olarak ve mahalleli sürekli yardım etmeye kendi çapımızda bir şeyler yapmaya çalışırdık. şadiye teyzenin küçük oğluydu mehmet emin. şizofreni tanısı almıştı uzun süre önce bunun yanında kalp rahatsızlığı/dolaşım problemleri ve midesinde rahatsızlıklar vardı. bağırıyordu acıdan gece gündüz. ameliyat ettirdik bir süre iyi geldi ama sonrasında da dolaşım problemleri yüzünden tutunamadı. bugün öldü. şadiye teyzenin büyük oğlu da ameliyatta ölmüştü. apar topar cenaze evine gittik hepi topu altı yedi kişiydik. şadiye teyze 1.45 boylarında minyon, dünyanın el kadar en tatlı teyzelerinden. küçücük elleriyle dokunmuş tabuta belki de aklında acısı, bundan sonraki yalnızlığının korkusu var. babanla abine selam söyle emin bayramda hepiniz birliktesiniz bak emin derken hayır ağlamayacağım dedim dişlerimi sıkmaktan ağzım ağrıyor şu an. günlük hayatta böyle şeyleri görmezden gelen haberlerde kötü haberleri hiç izlemeyen ben burun buruna geldim bugün şadiye teyzenin çaresiz gerçekliği ile. mezarlıklar müdürlüğüne gittik kimsesiz diye yazmışlar ilk olarak adını ikinci cızlama oldu içimde, gözlerim doldu, yediremedim! hayır dedim kimsesiz değil benim kardeşim oluyor! işlemleri babam halletmek için kaldı mahalleden üç kişi, ben, tabutta emin cenaze arabası ile günlük hayatımda hiç uğramadığım yere geldik. camiye. imam sordu cenaze sahibi kim? kimseden çıt yok! benden daha yakın pek tanıyan da yoktu emin'i. öyle ya emin şizofren, akıldan eksik, o farklı, başka o! kimse öyle sahiplenmek istemez! ölüsünü bile! neyse, benim dedim sahibi, benim akrabam! o zaman başında durun cenazenin dedi! peki dedim. bekledim. öğlen namazına girdi yanımdaki üç kişi, oradaki cemaatten bir kaç amca da. biz kaldık bahçede; tabut, içinde emin ve ben üçümüz!
o an anladım ki emin aslında benim en iyi dostum olabilecekken koca bir ömürde o fırsatı kaçırmışım! başkalığımız, o mahalledeki başkalarına hep "tuhaf" gelişimiz, itilmişliğimiz hatta başkalarının gözünde bir zavallı oluşumuz! bizi en çok bağlayan şeyler olabilirmiş! yer yer sadece bakışırdık sen yaşarken, camdan bazen acın olduğunda ölüyorum diye bağırırdın, duyar ah ne acı der geçerdim. bugün seninle yer yer o konuşmadığım günlerin ve zaman zaman sana sadece acımaktan başka elimden hiçbir şey gelmeyişinin acısını biraz olsa da çıkartmaya çalıştım. cenaze namazında dört kişiydik emin. ben hiç inanmayan biri olarak sana içten şekilde iyi şeyler diledim bugün. ellerimle gömdüm. üzerine kürekle toprak attım emin.
belki beni hiç tanımadın o kadar çok. hiç oturup saatlerce konuşmadık. belki ne çektiğini, derdini, acılarını, sevinçlerini sana hiç soramadım ama bugün kendimce bir şeyler yapmaya çalıştım emin. annenin kollarımda bayılması, emini götürmeyin ben onsuz ne yaparım diye ağlaması hala kulaklarımda! beni affet emin! bir gün olsun seni yok saydıysam, haline acıdıysam ve sana insanca davranıp iyilik yapamadıysam beni ne olur affet! ve dilerim ki eğer varsa gittiğin bir yer ve orada bir şeyler...
rahat uyu... yalnızlığımız belki de lüksümüzdü... boş ver sen rahat uyu...
ülkenin en geniş gay porno arşivine sahip tsk'nin solo kategorilerdeki arşiv eksiğini gidermeye yönelik bir girişim de olabilir. hani şaşırtmaz yani.
edit: şu yazdığım şeyi eksileyen ibnelerin zavallılığından daha zavallı bir durum yoktur herhalde. ulan sizi obje yerine bile koymayan, doğanız gereği var olan benliğinizi her fırsatta aşağılayan. heteroseksüel bir insana kursa kan çıkacak (yine heteronormatif ahlaktan ötürü tabii) cümleyi hiç düşünmeden kurup "bize sikilirken bir videonu getir belgele" diyen kurumun yardakçılığını yapmaya ne meraklısınız be. gurursuzsunuz. onursuzsunuz hatta üzgünüm.
bazen çok severek seçtiğim ve yaptığım mesleğimin ağır geldiğini hissediyorum sözlük. deliye vurmak, hayatın her anından, her yaşantıdan mizah çıkarmak ve en kötü görünen şeylerden bile yaşanacak değerli yanlar bulmak benim hayattaki misyonum olarak belirlediğim şeydir ama bazen olmuyor. bireysel ya da çevresel koşulların etkisi ile bazen insan aşırı yoğunlaşır ya bugün sanırım öyle günlerden biri. çocukluk döneminde çocukluk şizofrenisi tanısı almış 29 yaşında bir danışanım ile seansım vardı bugün. annesi hakkında iş yerimdeki çalışanlardan bir kaç şey duymuştum ama kendim görmek istedim. danışanım annesi ile geldiğinde annesinin danışanıma olan tavrı, o bir an önce kurtulmak ister hali, o insan yerine bile koymayışı ve çocuğu hakkında bana yapmış olduğu uyarılar beni dehşete düşürdü. sanki çocuğundan değil, bir eşyadan, objeden, gereksiz bir ayrıntıdan bahsediyordu. biliyorum özel gereksinimli bireylerle yaşamak çok zor. bunun bir yerde farkındayım, o annenin de görev ve sorumluluklarından sıyrılmak isteyişini, bir yerde bezginliğini, birey olarak gereksinimlerini anlıyorum ama danışanımın bunların hepsinden aşırı derecede etkilendiğini bildiği halde buna devam etmesi çok yaralayıcı. seans boyunca danışanım sevilmediğinden, içinde bir acısı olduğundan, değersiz hissettiğinden bahsetti durdu. hiç susturmadım. hiç müdahale etmedim. belki de istediği gibi, bir birey olarak, özgürce ilk defa anlattı, anlattı, anlattı dakikalarca... o an şunu fark ettim o kadar benziyordu ki aslında hayatın karşısındaki itilmişliğimiz ve birilerinin, yedi kat yabancının ya da en yakınlarımız, ailemiz, arkadaşlarımız, eş, dostun izin verdiği kadar kendimiz oluşumuz... bitmesin istedi, bitmesin istedim o seans... keşke anlatsaydık saatlerce, günlerce... hafifleseydik biraz. haykırsak, bağırsak, bir kere daha sizin lütfettiğiniz hayatı değil hakkımız olan hayatı yaşamak istiyoruz diye... keşke...
ablamın bilişimci arkadaşları sayesinde bütün yazışmalarımı ip üzerinden tüm veri aktarımlarımı denetlettirerek belgelerle aile meclisinde gay olduğumu kanıtlama gecesiydi sözlük. buna hakkı yoktu, evet özel hayata müdahaleydi ama "artık sen de rahatla biz de ve biz de seni destekliyoruz, yanındayız" demek için bunu yaptığını söyledi. kaldı ki garip olan şuydu annem ve babamın biz zaten biliyorduk sana sorup emin olmak istedik tavrı inanılmaz garip ama bir o kadar rahatlatıcı geldi. bugünden itibaren resmi olarak ailesine açık bir eşcinselim ve çok garip bir his. yılın en uzun gecesiydi hakikaten. çok değişik bir his ilk kez bu evde kendimi kendim gibi hissedip ailemin beni "gerçek" ben olduğum için sahiplendiğini ve sevdiğini anladım.
silopi'de polisin katlettigi mehmet hıdır tanboğa henüz 17 yaşındaydı! çocuktu! mehmet hıdır tanboğa yaralı halde hastaneye götürülürken, polisler tarafından hastane önünde katledildi!!! 16'sındaki erdal gibi o da çocuktu! derdiniz, meseleniz umurumda değil! çocuklar katlediliyor! yahu 17 yaşındaki çocuk öldü! çocuk öldü! çocuk ulan! çocuk!