wagaman

Durum: 285 - 0 - 0 - 0 - 06.02.2023 03:50

Puan: 5102 - Sözlük Kezbanı

14 yıl önce kayıt oldu. 1.Nesil Yazar.

Henüz bio girmemiş.
  • /
  • 15

ayı sözlük gay pride zirvesi 2015

katılmayacağım, nedeni ise okulumun sosyal politikalar forumu ve bağımsız trans insiyatifi pride komitesince yadsındığı içindir.

bağımsız trans insiyatifi şöyle bir açıklama yapmıştır ve tamamen olmasa da çoğu noktada hemfikiriz...

türkiye'de yıllardır bir avuç marjinal azınlığın tekelinde bulunan lgbti mücadelesi ne yazık ki yerinde saymakta, bu kitleye yönelik hak ihlalleri ise azalmak bir yana giderek artmaktadır. üstelik, avrupa birliği, çeşitli avrupa büyük elçilikleri, dünya bankası vb uluslararası örgüt ve devletlerin maddi desteklerine ve bu destek sayesinde giderek sayıları artan derneklere rağmen. peki bu dernek enflasyonu ve maddi desteklere karşın, neden bir adım öne çıkamıyoruz ? lgbti bireyler hak ettikleri onurlu yaşamı bir türlü elde edemedikleri gibi, buna karşın bir takım odaklarca geliştirilen nefret söylemleri günden güne neden artmakta ? can alıcı soru da bu zaten.
türkiye'de lgbti denilen kitle, farklı cinsel kimlik ve eğilimlerine karşın, sosyo-kültürel ve aidiyet anlamında ülkenin genel nüfusundan farklı bir yerde değil. kısacası genel anlamda türkiyeli vatandaşların bir izdüşümünden ibaret aslında. ancak bu gerçeğe rağmen lgbti mücadeleyi resmi ve uluslararası alanda tekeline almış olan dernek ve oluşumlar, ısrarla bu gerçeği göz ardı edip, "marjinal" siyasette devam etmektedir. bir noktadan sonra kürt siyasetinin bu tuzağın farkına varıp araya bir set çekmesi dikkatlerden kaçmazken, genel anlamda da türkiye toplumu ve siyasetinin de benzer bir önlem almasının vakti geldi de geçiyor. sistem ve derneklerin yıkıcı siyaseti arasında sıkışıp kalan lgbti tabandan artık isyan sesleri yükseliyor. özellikle trans bireyler arasında yoğun olarak görülen bu itiraz ve talepler, onur yürüyüşü tartışmalarıyla zirveye ulaşmış durumda.
türkiye'de transfobi yok!
kim ne derse desin bu ülkede batı'da geçmişte ve günümüzde yaşandığı ve algılandığı anlamda bir "transfobi" yoktur! türkiye'de iş alanlarında ayrımcılığa uğrayan, dışlanan translar ve lgbti bireylerin birtakım sorunları vardır ki, bunlar da, halktan değil tamamen sistemden kaynaklanmaktadır. zeki müren'in devlet töreniyle uğurlandığı, bülent ersoy'un muhafazakar urfalı kadınlar tarafından neredeyse kutsandığı, ihsan hala'nın ege'nin bir köyünde tavuk besleyerek yaşadığı bir ülkede kimse bize transfobiden dem vurmasın! elbette ayıplama var, elbette dışlama var; ama bunlar da kesinlikle fobi düzeyinde değildir. 12 eylül darbesi ideolojisinin her alandaki baskıcı tekçi zihniyetinden kaynaklanan sorunlarımız var sadece. bu sorunlar darbe rejimi ve onun uzantısı politikaların trans bireyleri seks işçiliğine ve kaderine terk etmesiyle oluşan sorunlardır. dikkat edilirse öldürülen trans bireylerin neredeyse tamamı ya müşterileri ya da sevgilileri tarafından öldürülmekte ya da çalışma alanlarının yarattığı etkenler nedeni ile hayatlarını kaybetmekteler.
amaçları bizi gettolara sürmek
bugün o çok yücelttiğimiz ab'de bile -ki orada kazanılan haklar elbette bizim için de örnektir ve değerlidir- elde edilen evlilik hakkına rağmen lgbti bireyler toplumsal yaşamdan izole olmuş gettolaşmışlardır. oysa türkiye'de her şeye rağmen henüz bu tür bir gettolaşmaya mahkum edilmiş sayılmayız. ancak bu derneklerin yanlış siyaseti sayesinde korkarız ki, giderek o yöne doğru itilmekteyiz.
bu ülkede lgbti mücadelesini tekelinde bulunduran dernekler, şunu o oryantalist beyinlerinize sokun:
türkiye lgbti mücadelesi;
ezilen kürt lgbti bireyin de mücadelesidir ama kürt mücadelesi değildir.
dışlanan inançsız lgbti'nin de mücadelesidir ama ateizm mücadelesi değildir.
her türlü yerleşik yanlış dini algıları yıkma mücadelesidir, ama din karşıtı bir mücadele değildir.
ahlakçı bir mücadele değildir, ama "kendi toplumunun ahlak değerlerine saygılı bir mücadeledir. bu açıdan bakıldığında lgbti mücadele ahlakçı değil, ahlaklı bir mücadeledir.
ve en önemlisi, bu mücadele, göt-kıç açma, alakasız eylemlerde öpüşme mücadelesi değil, uludere'de suçsuz yere bombalanan gençlerin, soma'da yer altında ölüme terk edilen madenci işçinin, tecavüz edilip hunharca öldürülen özgecanlar'ın da mücadelesidir aynı zamanda.
biz toplumumuzla didişmenin değil, uzlaşmanın mücadelesini veriyoruz. biz bir savaş veriyorsak bu sistemledir, toplumla değil.
onur yürüyüşüne katılmıyoruz!
işte o yüzdendir ki, söz konusu derneklerin ve güdümlerindeki komitenin düzenlediği bu seneki 6. trans onur yürüyüşüne katılmadık. üstelik yürüyüşü erteleme veya her zamankinden farklı bir atmosferde düzenleme noktasındaki tüm ısrarlarımız da ne yazık ki, yine dikkate alınmadı. üzülerek gördük ki, transların neredeyse hiç katılmadığı bu yürüyüşü de tahmin ettiğimiz gibi yine yakışıksız bir takım şovlara teslim ettiler. toplumun içinde bulunduğu "manevi iklim" bir yana, bizim asıl mücadelemizi bile gölgede bırakacak görüntülere yer verdiler. böyle davranarak, hem eşcinsel ve trans bireylere yönelik sürekli nefret dili kullanan bir takım basın organlarının ellerine bulunmaz kozlar verdiler, hem de ne yazık ki toplum nezdinde antipati toplamamıza neden oldular. onur yürüyüşüne külotla katıldılar, yetmedi üstüne bir de "külotsuz parti" düzenlediler.
işte bu sebeplerden dolayı önümüzdeki pazar gerçekleştirilecek olan büyük lgbti onur yürüyüşüne de katılmıyoruz. yürüyüşü düzenleyen ve derneklerden bağımsız hareket edemeyen komiteye, önümüzdeki sene bizim de önerilerimizi dikkate almadığı taktirde, yine katılmayacağımızı buradan duyuruyoruz.
unutmayın, biz yoksak, çok eksiksiniz!

bağımsız trans insiyatifi



sevil atasoy

kesinlikle akademik bir söylem. dinleyiniz lütfen. yaşam hakkına dair ve lgbti hakları konusunda aşkın cümleler duyacaksınız.



sevil atasoy, kriminalist

"doğa, eşcinsel davranışı defaatle gösteren bir sistem" diyen prof. dr. sevil atasoy, lgbti hakları konusunda yaptığı konuşmada ülkemizin ve bireyler olarak hepimizin tek tek alması gereken çok yol olduğunu belirtiyor. sadece eksik yasaları değil, zihniyetimizi değiştirmemiz gerektiğini anlatırken, bizden de bir ricası var: herkesin yaşama ve istediğini sevme hakkını kabullenip bunu diğer insanlara anlatmamız.
prof. dr. sevil atasoy, alman lisesi ve istanbul üniversitesi kimya fakültesi'nden mezun oldu, biyokimya alanında uzmanlık ve tıp bilimleri doktorası yaptı. cerrahpaşa tıp fakültesi'nde öğretim üyeliğinin yanı sıra, 1980-1993 arasında adalet bakanlığı adli tıp kurumu kimyasal tahliller ihtisas dairesi başkanlığını, istanbul üniversitesi adli tıp enstitüsü'nün 1987-2005 yılları arasında müdürlüğünü yürüttü ve 2009'a kadar öğretim üyeliğini sürdürdü.

2005-2009 arası, hürriyet gazetesinde haftalık adli bilim yazıları kaleme aldı. 2005-2010 arasında birleşmiş milletler uluslararası uyuşturucu kontrol kurulu'nun başkanlığını üstlendi. ayrıca, mağduriyet projesi'nin yürütücüsü, kanıt adlı televizyon programının konsept sahibi ve hikâye danışmanı, teşvikiye laboratuvarı, ıfss ve s. atasoy-ekinci danışmanlık şirketlerinin sahibidir. halen üsküdar üniversitesi rektör yardımcısı ve suç önleme merkezi müdürü olarak görev yapmaktadır.

orhan pamuk

kara kitap yayımlandığında doğanlar şimdi yirmi beş yaşındalar. o günlerde genç olanlar ise orta yaşı geçti, geçiyor. yirmi beşinci yılı için yapılan özel baskı kara kitap’ı ilk defa okuyacak gençler için de, nicedir okunacaklar listesinde bekletenler için de güzel bir fırsat yarattı. ama asıl tadı “yeniden” okuyanlar çıkaracak. çünkü kara kitap tek okumayla üzerinden geçip gidebileceğiniz bir roman değil. bir çiçek dürbününü her sallayışta yeni şekillere bürünmesi gibi kara kitap da her okumada yeni hayaller, düşünceler açıyor önümüze. bu romanı hem bir an önce okumak hem de dönem dönem yeniden okumak gerek. size bunun için en az yirmi beş neden sıralayabilirim:
1
edebiyatımızda pek az roman tekrar okunacak güçte ve zenginliktedir. bu tür kitaplar hakkında konuşurken “ilk okuduğumda…” diye kurulur cümleler, çünkü aradan bir süre geçtikten sonra yeniden okuma isteği uyandırırlar, tüketilemezler. bunlara zaten “klasik” diyoruz. kara kitap türk edebiyatının klasiğidir ve calvino’nun da dediği gibi “klasikler, insanların, hiçbir zaman 'okuyorum’ demedikleri, genellikle 'yeniden okuyorum’ dedikleri kitaplardır.” kara kitap’ı yeniden okumaya zaten ilk okumanın sonunda karar vermişsinizdir.
2
kara kitap’ın parçalı yapısı sadece yeni okumalar için değil “seçilmiş” okumalar için de elverişlidir. bir senfonide daha çok sevdiğiniz bölümünü tek başına dinleyebilmeniz gibi, kara kitap’ı da tadı damağınızda kalan bir bölümünden okuyabilirsiniz. bir gün “boğazın suları çekildiği zaman”da dolaşmak için, bir başka gün melih amca’nın mankenler galerisini gezmek için alabilirsiniz elinize. bu defa önemli olan romanı kavrama çabası değil, kelimelerin zihninizde yarattığı büyüleyici resmi tekrar seyretme isteğidir.
3
kara kitap okurunu kendine hapsetmez, aksine başka okumalara yönlendirir. öncelikle doğu’nun büyük kültürüne açar. şart değildir ama kara kitap’tan daha yoğun tat alabilmeniz için örneğin hüsn ü aşk’ı, mantıku’t-tayr’ı da okumanız, binbir gece masalları ve muhayyelat’ı da elden geçirmeniz iyi olur. bu demektir ki, bu kitaplarla kuracağınız her okuma deneyimi dönüp dolaşıp yolunuzu yeniden kara kitap’a getirecek, okumanızı tazeleyecektir.
4
bu anlamda kara kitap, türk romanının eve dönüşüdür. benim çok önemsediğim bir yönü de budur. kendisini muhayyelat yazarı aziz efendi’nin torunu olarak gören orhan pamuk, çağdaş romanı türkçenin yüzlerce yıllık hikâye geleneğine büyük bir ustalıkla bağlar. kara kitap’tan sonra romancılar dededen kalma sandığı karıştırmaya daha büyük bir cesaret gösterdiler. bu dönüştürücü gücü bile kara kitap’ı edebiyatımızın en önemli romanlarından biri yapmaya yeter. kitabını, new york’ta bir üniversite kütüphanesinde mesnevi’yi, hüsn ü aşk’ı ve benzerlerini okurken kurgulayan pamuk, kendisinden yaklaşık yüz yıl önce paris kütüphanelerinde divan şiirini keşfeden yahya kemal gibi geleneksel hikâyeyi keşfetmiş ve yine onun şiire yaptığı gibi bu kaynağı yenileyerek türk romanında bir dönem başlatmıştır.
5
kara kitap, hikâyeye övgüdür. nâmık kemal ve ahmet midhatların pozitivist batı romanını yerleştirmek için anlatı dünyasından söküp atmak istedikleri geleneksel hikâyeye itibarını iade eden ilk “edebi metin”dir. gerçekçi ve öğretici olmaya şartlanmış romancıların güdümündeki okur için büyülü bir bahçeye çıkmak gibidir. içinden atamadığı olağanüstü hikâye dinleme ihtiyacını “yüksek edebiyat” içinde rahatça giderebilen okur, suçluluk duygusundan da arınır böylece. bunun içindir ki sonunu bildiğimiz halde tekrarlatmaktan bıkmadığımız çocukluk masalları gibi, satır satır bildiğimiz kara kitap’ı da okumaktan bıkmayız.
6
kara kitap çıktığı günlerde yazarı sık sık okumak ile panayır ve eğlence kelimeleri arasında ilişki kurmuş olabilir ama çok da kulak asmamak gerek söylediklerine. uzun okuma yolculuğunun sonunda sadece iyi edebiyatın hazzıyla dolmayacak, aynı zamanda yaşadığınız topluma ve kendinize dair nice durum üzerine düşüncelere dalacaksınız. kara kitap’ı okumak, hayata dair sorular uyandıran bir sürece katılmaktır. pamuk’un bütün kitaplarında ama öncelikle kara kitap’ta kurcaladığı konular arasında, doğu batı kültürlerinin bir karmaşa içinde gündelik hayatımıza yansıması da vardır. bu tür sorunlar çağlar içinde bizimle birlikte yol aldıkça, kara kitap da yeniden okunabilme potansiyelini koruyacaktır.
7
kara kitap, okurunu sadece doğu’nun değil dünya kültürünün büyük anlatıları arasında da dolaştırır. attar’dan dostoyevski’ye, şeyh galib’den dante’ye kadar dünyanın “edebiyat” denilen ortak bir coğrafyası olduğunu hatırlatan kara kitap’ı bu özel coğrafyanın defalarca dolaşabileceğiniz zenginlikteki bir ülkesi gibi de düşünebilirsiniz.
8
kara kitap için kullanılabilecek bir niteleme de “büyük roman”dır. büyük roman dediğimde, yazıldığı edebiyatta romanı dönüştüren, ele aldığı konuya yeni bir boyut kazandıran, ait olduğu dilin anlatım olanaklarını geliştiren, yararlandığı kültürel kaynakları yeni bir işleyişle güncelleyen, farklı dillerin edebi metinleriyle konuşan, çok katmanlı kitapları düşünüyorum. bu romanlar aynı zamanda yazarın edebiyatçı kimliğinin de damgası olurlar. bana göre huzur ve tutunamayanlar’dan sonra kara kitap da türkçenin daima başucunda duracak “büyük roman”larından biridir.
9
kara kitap, anlattığı ile anlatma biçimi arasındaki eşsiz uyumla da ayrı bir okuma tadı verir. pamuk’un paramparça, grotesk ve karanlık bir dünyada çıkış yolu arayan bireyi anlatırken kurduğu parçalı yapı, dolambaçlı dil ve kapalı atmosfer göz kamaştırıcıdır. geçmişle güncelin arasına sıkışmış istanbul sokaklarını arşınlayan galib’in yaşadığı kültürel kimlik ve varoluşsal anlam sorunları aslında tam da türkiye’nin ruhunu yansıtmaktadır. içerik, dil ve kurgudaki bu çarpıcı bütünleşmeleri zevkle tatmak için dahi kitap tekrar tekrar okunabilir.
10
kara kitap’ın çok katmanlı yapısı tek okumayla ele geçirilemeyecek kadar zengindir. en dikkatli okurlar bile kışkırtıcı bir kazı alanı gibi önünde duran metni yeniden dolaşma ihtiyacı duyarlar. bu defa suları çekilmiş boğaz’ın dibindeki balçıkta yürürcesine dikkatle yol alınmalıdır. zamanın adeta fantastik bir dizilişle yan yana getirdiği değerli, bayağı, eski, yeni yığın yığın nesnenin arasındaki bağları nasıl ustaca gösteriyorsa yazar, okur da romandaki bütün unsurların birbiriyle ilişkisini aynı dikkatle görebilmeli, yorumlayabilmelidir. bu da ancak yazma sürecinde metni defalarca kurup bozan yazar gibi, okurun da gözünü kara kitap üzerinden defalarca geçirerek edineceği bir okuma ustalığı gerektirir.
11
bütün büyük romanlar böyledir ama kara kitap’ın iyi okuru yazara dönüştüren gücü üzerinde de ayrıca durmak gerekir. okumanın yazmak kadar ciddi bir eylem olduğunu ve güçlü yazarların ancak büyük okurlardan çıkabileceğini kanıtlayan kara kitap’ı okuduktan sonra kaleme sarılan yazarlar, ilerisi için iyi bir araştırma konusudur. kara kitap bu yönüyle bir yaratıcı yazarlık kursuna benzer ve iyi yazmak için iyi kitapları tekrar tekrar okumak gerektiğini söyleyenlerin her zaman liste başında yer alacaktır.
12
kara kitap okuruna zevk verir, düşündürür, yetiştirir ama sevecen bir metin değildir hiç. adı gibi karanlıktır. metnin merkezini hemen kavramaya hevesli okuru oynak ve akışkan yapısıyla tedirgin edebilir. bir kısım okur ise cıva gibi başka tarafa kaydıkça kendisini de peşinden sürükleyen bu belirsizliğin ardında sürüklenmekten keyif duyacaktır. bu anlamda kara kitap okurunu klasik bir sona ulaştırmaz, kurduğu labirentten çıkarmaz ama daha değerli bir kazanç sağlar sonunda. okur, mantıku’t-tayr’ın kuşları gibi onca gayreti boşuna göstermemiş olduğunu anlar. kısacası kara kitap, menzili olmadığını bildiğiniz halde tekrar çıkmaya can atacağınız maceralı bir yolculuğa benzer.
13
buna göre (ve bana göre) kara kitap’ın okuruna hayatla ilgili fısıldadığı en etkileyici cümle romanın sonundadır: tek teselli yazıdır. orhan pamuk, yazarak o teselliye ne kadar yaklaşmışsa biz de okuyarak onunla aynı çizgiye çıkar, bize sunduğu teselliden payımızı alırız. sadece bu teselli payı bile kara kitap’ı tekrar okutacak güçtedir. hayat kafanızı karıştığında bir köşeye çekilip neyse ki iyi kitaplar var, yazı var, edebiyat var demek için de yeniden okunabilir kara kitap.
14
bu madde biraz “seçmeci” olacak ama doğrusu da budur: kara kitap’ı en çok istanbul tutkunları sevmiştir, sevecektir. merkezine bir şehri yerleştiren romanların sayılı iyi örneklerindendir kara kitap. şehirle romanın yapısı arasındaki benzerlik ise hayranlık verir. istanbul’un dolambaçlı, sürprizli, nerede çıkmaza dönüşeceği, nerede birden bire ana yola bağlanacağı bilinmeyen ara yollarında dolaşır gibi okursunuz kitabı. okumak bir yürüyüşe dönüşür kara kitap’ta. her şeye rağmen büyüleyici istanbul’u arşınlamaktan nasıl bıkmazsak kimi yerde istanbul gibi zorlayıcı bir metne dönüşen kara kitap’ı da tekrar tekrar okumaktan bıkmayız.
15
söz konusu istanbul ise kara kitap’ı yeniden okumak için bir başka önemli neden pamuk’un şehirle kurduğu ilişkiyi anlattığı kitabı olacaktır. kara kitap’tan sonra yayımlanan istanbul/hatıralar ve şehir’de pamuk, istanbul’un kişiliğinde ve edebiyatındaki etkisini uzun uzun anlatır. bu demektir ki kara kitap, bu kitapla arasındaki bağları keşfetmek için de ayrıca okunmalıdır.
16
ve bu ikili etkileşim, doğrudan doğruya huzur ile beş şehir arasındaki ilişkiyi düşündürüyor bana. kara kitap bağlamında tanpınar ve pamuk’un anlattığı istanbulları karşılaştırmak da çoğu edebiyat tutkununun aslında tadını çoktan çıkardığı bir başka okuma deneyimi olacaktır.
17
tanpınar demişken listeye bu konuda iki madde daha eklemek isterim, çünkü bana göre pamuk’un tanpınar’la nasıl konuştuğunun izini sürebilmek için kara kitap’ın kilit metni saydığım “boğazın suları çekildiği zaman” adlı köşe yazısı ile tanpınar’ın “lodosa sise ve lüfere dair” adlı gazete yazısını karşılıklı okumak gerek. türkçede boğaz için yazılmış en etkileyici metinlerden olan bu iki yazıda tanpınar’ın renkli, aydınlık boğaz’ı pamuk’un kaleminde ışıkları söndürülmüş, suyu çekilmiş bir çamur yığınına dönüşür. bizi bir aynanın sırlı yüzü ile karanlık arka yüzeyi arasında bırakan bu iki metin, yazarların benzer ve farklı yönlerini yorumlamak için çok verimli bir fırsat yaratır.
18
kara kitap’ı huzur’la birlikte yeniden okuma isteği uyandıran bir başka tema, aynı şekilde bir zıtlık ilişkisine dayanır. öyle sanıyorum ki birbirinden bu kadar farklı söyleyişlerle bu kadar derinden konuşan iki roman daha yoktur türkçede. pamuk, kara kitap’ta tanpınar’ın istanbul'unu kendi çağına, diline, edebiyat anlayışına büyük bir özgünlükle çevirmiştir. mümtaz’la galib arasındaki benzerlik ile hüsn ü aşk’ı kullanma yöntemleri bile başlı başına bir inceleme konusu olacak kadar önemlidir. ama asıl dikkate değer olan, kara kitap’ın mümtaz’daki bütünlük ve saflık arayışına kapkara bir cevap vermesidir. kara kitap, kişinin ne yaparsa yapsın tamlığa ve saflığa kavuşamayacağını söyler. huzur’un sonunda mümtaz’ın bir kabus gibi fark ettiği, hayatın paramparça ve karmaşık bir süreç olduğu gerçeği kara kitap’ta gelip tam kalbine yerleşir galib’in.
19
kara kitap’ı yeniden okumanız için bir neden de edebiyat sosyolojisiyle ilgilidir. türk edebiyatında pek az roman edebiyat çevrelerini birbirine katacak kadar geniş çaplı bir tartışmanın konusu olmuştur. bu tartışma metinlerinden ayrı bir kitap yayımlandığını da düşünürsek, kara kitap’a kayıtsız kalmak imkansızlaşır. romanı bir defa kendiniz için okuduysanız, bir defa da hakkındaki eleştirileri yeniden gözden geçirmek için okumalısınız demektir.
20
kara kitap tartışmalarının önemli bir ekseni postmodernizmdir. yazarı ister kabul etsin, ister çoğunlukla yaptığı gibi reddetsin, kara kitap, çağın etkin edebiyat kuramı postmodernizmin içinden yazılmıştır ve bu kuramı türkçede örnekleyen en yetkin romanlardan biridir. üstelik kitapta “borges’in, calvino’nun, amerikan postmodernizminin de etkisi” olduğunu bizzat yazarın kendisi söyler. kara kitap’ı postmodern tekniklerin nasıl kullanıldığını usta işi bir örnek üzerinden görmek için de tekrar elinize alabilirsiniz.

21
bir dilde bu tür romanlar ancak birkaç tane yazılabilir desem abartmış olmam sanırım. yazarı dahi kara kitap’ı nasıl kaleme aldığına şaşırır bazen. “belki de kitabın başarısının sırrı da bu. kitabı yazarken ne yaptığım bana da karanlıktı. hâlâ da öyle” diyor pamuk. hiç kuşkusuz türk edebiyatının ağır yazarlarından /tezli romanlarından sıkılmış okuru için kara kitap’ı çekici kılan noktalardan biri de pamuk’un kitabıyla kurduğu bu ilişki biçimi olsa gerektir.
22
kara kitap, pamuk külliyatının “kara kutu”sudur, bizzat yazarının “kendi sesimi bulduğum romanım” dediği kitaptır. kara kitap’ı bütün romanlarını birbirine bağlayan 'kilit taşı’na da benzetebiliriz. her büyük romancının kendisini temsil eden sesini, üslubunu, dünyasını yansıtan böyle tipik bir romanı vardır. pamuk ilk romanından itibaren dokuz roman boyunca aynı temaları çoğaltarak, derinleştirerek yazmaktadır ve kara kitap giderek genişleyen bu yapının temel direğidir. demem o ki, orhan pamuk okudum diyebilmek için, başka ne okumuş olursanız olun, kara kitap’ı mutlaka ve hatta yeniden okumalısınız. daha doğrusu her yeni orhan pamuk kitabında dönüp tekrar kara kitap’a da bakmalısınız.
23
sadece romanları değil, pamuk’un saf ve düşünceli romancı adlı kitabını da daha iyi anlamak için tekrar okunabilir kara kitap. yazarın roman türünde neyi neden nasıl yaptığını açık seçik gösteren bu metnin kılavuzluğunda kara kitap biraz daha aydınlanacaktır. saf ve düşünceli romancı’da bizi mutfağına sokan pamuk, özellikle romanlarla teorik açıdan ilgilenenlerin kara kitap’dan alacağı zevki ikiye katlayacaktır.
24
kara kitap’ı yeniden okumanız için çok keyifli bir neden daha var: darmin hadzibegoviç’in hazırladığı kara kitap’ın sırları. neleri kaçırdığınızı, nelerin farkına vararak, tadını çıkara çıkara okuduğunuzu görmek için önce kara kitap’ın sırları’nı ardından kara kitap’ı yeniden okumak gerekir. tıpkı dvd’lerdeki “film arkası”nın filmi yeniden izleme isteği uyandırması gibi, romanın nasıl oluştuğunu anlatan bu çalışma da okuru yeniden kara kitap’a döndürecek ilginç bilgilerle doludur.

25
kara kitap’ı okumak veya “yeniden okumak” için belki de en temel neden, orhan pamuk’a niçin nobel ödülü verildiğini anlamak olacaktır. ödül gerekçesi sanki sadece kara kitap düşünülerek kurulmuş gibidir. “şehrin melankolik ruhunun izlerini sürerken birbirleriyle çatışan ve iç içe geçen kültürlerin yeni simgelerini bulmuştur” cümlesinin pamuk külliyatındaki tam karşılığı kara kitap’tır. romanı benim gibi çok sevebilir ya da sadece beğenebilirsiniz ama her insaflı okur, kara kitap’ı elinden bıraktıktan sonra pamuk’a gelişigüzel yöneltilen eleştirilerin önünde taş gibi bir metnin durduğunu ve edebiyat dışı ölçütlerle bu gerçeğin değiştirilemeyeceğini görecektir.


*

berlin

doğduğum şehirdir, gerek stili gerekse dokusu çoğu avrupa başkentinden oldukça farklıdır. alman geleneğinin dışavurumudur ve haliyle de dünyanın en önemli kültür merkezlerinden biridir.

ayı sözlük yazarlarının kişisel yetenekleri

çok fena yalnız kalırım

nokia

sloganı gibi insanları bağladığı falan yoktur *

the corner book coffee

bir süredir hayatımdaki en önemli yerlerden biriydi ve bu hafta kapanış kokteyli ile kepenk kapatacak butik kitabevi... hiç beklemediğim kitapları bulmuş, anıları hatırlatmış ve cidden elindeki öykü kitabını okurken gözleri ışıldayan insanları tanımama neden olmuş unutulmaz mekan. yayımcılık sektörüne ilişkin son açıklaması ve neden olduramadıklarına dair çarpıcı bir açıklama yapmışlar:

... peki neden olmadı? ülkemizde kitap okunma oranları çok düşük diye başlamayacağım. suçu kimseye de atmayacağım. zor bir sektör, köşe başları tutulmuş. ciddi tekelleşme var. rekabet kurallarının hepsi ihlal ediliyor. en büyük dağıtımcının, perakende mağazaları var. internet üzerinden en büyük iki satış sitesi de onlara ait. tesadüfe bakın ki yayınevleri de var. yani sattığın her kitapta rakibine para kazandırıp, kendi bacağına sıkıyorsun. zira bütün şartları onlar belirliyor. adam sana sattığı fiyata nerdeyse perakende satıyor. sen de bununla rekabet etmeye çalışıyorsun. söyleşilerimize gelen konuklarımızın bir kısmı bile onlardan alışveriş ediyor, çünkü daha ucuzlar. hani dans edip müzik kesilince boş bulduğun sandalyeye oturduğun oyun vardır ya ona benziyor durumumuz. tek farkı rakip sandalyeden kalkmıyor. müzik kesiliyor. sandalyeye otururum sanıyorsun, ama...

porno izlemeyen insan

aşk denince akla gelenler

eğer;
o’nu hatırladıkça başı göğe ermişçesine
ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz...
ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla
o hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz...
ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin...
o’nunlayken pervaneleşen yelkovanlar
o’nsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine bir akrep kadar hain...
sınıfta büroda yolda yatakta içiniz içinize sığmıyor
o’ndan söz edilince yüzünüz sizden habersiz
mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor mahcup somurtuyor ya da muzip sırıtıyorsa
ve o her durduğunuz yerde duruyor
her baktığınız yerden size bakıyor
siz keyiflendikçe gülüp
hüzünlendikçe ağlıyorsa...
dünyanın en güzel yeri o’nun yaşadığı yer
en güzel kokusu bedenindeki ter
en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse...
hayat o’nunla güzel ve onsuz müptezelse...
elmalar pembe kiremitler pembe gökyüzü yeryüzü o’nun yüzü pembeyse
kışlar ilkbaharsa yazlar ilkbahar güzler ilkbahar...
her şiirde anlatılan o’ysa...
her filmin kahramanı o...
her roman o’ndan söz ediyor
her çiçek o’nu açıyorsa...
bir anlık ayrılık bir ömür gibi geliyor
ve gider gitmez
özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa
iştahınız kapanıyor iştahınız açılıyor iştahınız şaşırıyorsa...
iştahınız
hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa...
eliniz telefonda yaşıyor
işaret parmağınızla ha bire o’nu tuşluyor
dara düştüğünüzde kapıyı çalanın o olduğunu adınız gibi biliyorsanız...
mütemadi bir sarhoşluk halinde her çalan telefona o diye atlıyor
vitrindeki her giysiyi o’na yakıştırıyor
konuşan birini dinlerken "keşke o anlatsa" diye iç geçiriyorsanız...
kokusu burnunuzdan
sureti gözünüzden sesi kulağınızdan
teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü...
özlemi
sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu...
hem kimseler duymasın hem cümlealem bilsin istiyorsanız...
o’nsuz geceler ıssız sokaklar öksüzse...
ayrılık ölüme
vuslat sehere denkse...
gamze gamze tebessüm de onun içinse
alev alev öfke de;
bunca tavır bunca sabır ve nihayetsiz kahır
hep o’nun yüzü suyu hürmetine...
uğruna ödenmeyecek bedel gidilmeyecek yol vazgeçilmeyecek konfor yoksa...
dışarıda yer yerinden oynuyor ve "içeri"de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa
nedensiz küsüyor
sebepsiz affediyorsanız
ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız...
kaybetme korkusu kavuşma sevincinden ağır basıyorsa
ve aşk gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim...
gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı
bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa...

her gidişte ayaklarınız "geri dön" diye yalpalıyorsa
ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız
sabırsız sınırsız doyumsuz bir tutkuyla...

"çok yaşa"yın ve de "siz de görün"üz.

günün sözü

"katı olan her şey buharlaşıyor, kutsal olan her şey dünyevileşiyor ve en sonunda insanlar yaşamın gerçek koşullarıyla ve diğer insanlarla ilişkileriyle yüzleşmeye zorlanıyor. modern burjuva toplumu, böylesine kudretli üretim ve mübadele araçlarını bir araya getirmiş olan bu toplum, yer altı güçlerini kontrol edemez bir büyücüye benziyor."

karl marx

günün sözü

"evrenin sırlarını keşfetmek isterseniz; enerji, frekans ve titreşim cinsinden düşünün."

nikola tesla

gece okunan şiirler



aklımın dur dediği yerlerde duramadım


söylenmemiş sevgilerde açılmamış şarapların tadı var
geceler senden önceydi
şafağı gördüm sende
tutkulu duyguların yansıyan ışığıydı parlayan gözlerinde
yasaklar davet gibi çağırdı
olmazlara
her zaman hep sana yöneldi
duygularım
aklımın dur dediği yerlerde
duramadım
yasaklar davet gibi çağırdı
olmazlara
çıkmazlar sokağında hep seni sabahladım
olmazı olur sandım
yoruldu umutlarım tutku,
duygularımın yansıyan ışığıdır
parlayan gözlerimde…

yıldız kenter

muse

son drones albümü bir öncekinden kesinlikle daha iyi dediğim albümlerindendir.

aşk denince akla gelenler

aşkı öldürdüm, öldürdüler... sevgi daha mantıklı geliyor artık.

hatasını kabul etmeyen insan modeli


modern kültür’ün ana tiplerinden biri de hem de daha popüler olanı rousseau’nun devrimlere itilmiş, bütün sosyalist sallantılarda ortaya çıkmış ; tıpkı atina’nın altındaki ihtiyar typhon gibi kımıldayan insanıdır. daha yüksekten bakan kastlardan zorlanmış, amansız zenginlikten ezilmiş, rahipler tarafından ve fena eğitimden bozulmuş, geleneğin gülünç alışkanlıklarından dolayı kendi kendisinden utanan insandır. zavallılığında '’kutsal doğaya sığınır. birden bire bu doğanın epikurus’un herhangi bir tanrısı kadar kendisinden uzak olduğunu duyar. duaları ona ulaşmaz. o doğaya aykırı olanın karmakarışık boşluğuna öylesine derin batmıştır ki… bu iki tip yine aynı yüzyılda marx’ın '’yabancılaşmış insan’’ dediği modern insanın iki tiplemesidir. 19. yüzyılın modern insanı çökmüş insandır. bunun yanında koyu dindar, öte dünyacı bitkin insan yer alır. çökmüş modern insanın özellikleri arasında kayıtsız şartsız söz dinleme, mekanik etkinlik, hemen karar vermeyi ve bir şey yapmayı gerektirebilecek şeylerden ve insanlardan uzak durma pasiflik yer alır. etkinlik gibi görünen herşey ancak tepki göstermedir. bu tepkiyi ise , kendi ahlakının değer yargılarına aykırı düşenlere gösterir ancak. pasif olduğu kadar kurnazdır da. o çarpık ruhludur, düşünmesi saklı köşeleri, dolambaçlı yolları sever… susmakta, unutmamakta, beklemekte, önlem olarak kendini küçültmede , alçaltmada ustadır. kendini koruma konusunda hiç açık vermez. o geçindiği şey olan insandır. sıradan insan şimdi de kendisi için hep başkalarının kanaatini bekler ilk önce; sonra da içgüdüsüyle bu kanaate boyun eğer.
dinin suları kabarıyor ve arkalarında bataklıklar, suyu durgun göller bırakıyor. milletler birbirlerinden düşmanca ayrılıyor ve birbirlerini parçalamak istiyorlar. bilimler her ölçünün dışında, kör bir laisser faire anlayışından dağılıyor. kültürlü sınıflar ve devletler son derece hor görülmeye değer bir sermaye birikimiyle mesafe kat ediyor. dünya daha fazla dünya hiç olmamıştı. bilme ihtiyacı dahası açlığı duymadan, eğitim sırasında kilo kilo bilgiyle doldurulan modern insanda sindirme gücü ve yoğurabilirlik yoktur. sonunda modern insan masaldaki gibi arada sırada düzenli olarak bedeninde boğuk bir ses çıkaran bir sürü sindirilemeyen bilgi taşlarını kendisiyle birlikte dolaştırır. bu boğuk ses çıkarma ana özelliğini ele verir. dışı olmayan bir için, içi olmayan bir dışın garip zıtlığıdır. modern insanın dışı ortadan kaldırıldığında söz gelişi ünvanı alındığında elimiz boşluğa değer. modern insan gibi bizde de sindirme gücü olmadığı gibi yaratıcılığa da yer yoktur…*

ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar

adagio in g minor (albinoni)

türkiye'li olmak üzerine bir önizleme

bilgi, belirli bir niteliğe sahip yetkin yorumculara ve temsilcilere gerek duyar. güç elitlerinin ortaya çıkış nedeni de budur. böylece güç elitleri evrensel markasıyla hegomanyasını dayatmakta, hakim bir kültür dahası uygarlık oluşturmaktadır. 'bilmek’ dünya’nın bizim için yararlı bir hal almasını sağladığı gibi ayrıca güç ve denetimi de sağlamaktadır. hem mantık hem sınıflandırmalarımız dünya’yı denetleyip egemen olma ihtiyacımızdan kaynaklanmaktadır (1). bu açıdan güç elitleri çağımız yurttaşlarına gösterenin olmadığı bir göstergeler dünyasının medya tüketicileri haline sokmaya çalışmaktadır. böylece küreselleşme kavramının altında batı tipi serbest piyasa ekonomisi ve demokrasi tarzının biçimlediği kültürün tüm dünyayı tek biçimlemesi düşüncesi yatmaktadır. '… dördüncü bin yılın tarihçileri miladi tarihin ikinci bin yılına doğru batı medeniyet’inin çağdaşları üzerindeki etkisinin insanlığın birleşmesi yolundaki ilk adım olduğunda birleşeceklerdir.’ diyen a. toynbee aslında hakim bir kültürün inşasının öncülerindendi ve kaçırdığı en önemli nokta hiçbir ulusun yaşam biçiminin diğerinden daha temel, dolayısıyla daha vazgeçilmez ve daha üstün olmadığını teslim edememiş olmasıdır. gelenekselleşmiş yani bildiğimiz anlamdaki ulus devletlerin vadesi çoktan dolmuş ve artık ulusal düzeyden çok güdülenmiş hakim uygarlık meselesine dönüşmüştür.

insan ve topluma ilişkin bütün genel düşünce sistemleri pratik bir etki kazandıkları zaman tasarlanmış sonuçlara yol açar ve doktrin ile pratik arasındaki mesafenin kapatılması hiçbir yerde siyasal yaşamdaki kadar zor değildir (3). insan kendi hayatını yönlendirmede söz sahibi olmaktan uzak düştükçe sürüleşmiş ve tepkisizleşmiştir. kendine yapılan haksızlıklara tepki üretmeyen insan, siyaset gibi bir aracı hiç kullanamaz hale gelmiştir. bunun sonucunu, toplumsal pratiklerin gerçek bilincinden şu veya bu ölçüde uzaklaşması olarak belirtebiliriz. yani birey bu sürecin sonucunda toplumsal gerçeklerine yabancılaşmıştır.

modernleşmenin, eski olanın tasviyesi biçiminde özetlenebilecek bir pratikle hayata geçirildiğini öne süren modernite kuramcıları daha ileri giderek daha yeni olanın daha iyi olduğu gibi temelsiz bir görüşü de benimsemektedirler (4). modernleşmenin doğası gereği iki unsur daha da belirgin hale gelmiştir. bunlardan ilki bilimsel çalışmayı bütün geleneksel dünya anlayışlarının üzerine çıkarması iken diğeriyse modernleşmenin bir pozitivizm olarak okunmasının aydınlanma sonrası çağa denk gelmesidir.

dalga dalga yayılan ve kendisi de kimi dalgalardan oluşan modernitenin her bir dalgasının politik bir karşılığı vardır. machiavelli’nin başlattığı ilk dalga hobbes ve locke aracılığıyla liberalizmin ifadesi olur. ikinci dalga rousseau’nun başlattığı dalga ki kant ve hegel aracılığıyla komünizme varır. üçüncü dalga olarak nitelendirebileceğimizse, nietzsche ve heidegger ile faşizme gider (5). bilimin batı’da yükselişi karmaşık bir süreç içermiş; sanayi devrimi, bilimsel devrim, rönesans, reform ve aydınlanma cağı’nı kapsayan bir süreç sonucunda gerçekleşmiştir. mustafa kemal’in oluşturduğu düşünce sistemi modernist çizgiler içerir. çağdaş bir toplum elde etmek için yazısından, üniversitesine, hukukundan müziğine, dinsel yaşamdan, kadın-erkek ilişkilerine kadar birçok değişimin mimarı olunmuştur. bir ideolojiye dayanmanın donup kalmakla aynı anlama geleceğini söyleyen mustafa kemal ortaya keskin çizgilerle belirlenmiş bir ideoloji koymaktan kaçınmıştır.

türkiye’nin modernleşmeden batılılaşmayı anladığı ve özellikle 19. yüzyılda batılılaşma anlayışının temelde bir tehdit olarak algılanan batı ile mücadeleye dayandığı görülür. sonuçta 19. yüzyılda ortaya konan tüm politikalar ve projelerin tamamına yakını batı’nın, devlet’in varlığını ve bütünlüğünü tehdit ettiği bilincinden hareket eder. dönemin düşünsel ortamında batı kendisinden korku, endişe ve kuşku duyulan şey haline gelmiştir. dramatik olarak sevr antlaşması’nın mimarı da bu duyguların haklılığını ispat edecek nitelikteydi.

günümüzdeyse farklı siyasal kimliklerde batı’yı ve batılıları genelleme eğilimi vardır. bu kimliklerin çoğu, batılı toplumların farklı ilgi ve ideolojilere sahip gruplardan oluşan çoğulcu topluluklar olduğunu anlamada başarısız olmuşlardır. öte yandan türkiye’deki apolitik alt ve orta sınıflar için ab, daha modern daha konforlu ve kaliteli bir hayat beklentisini sembolize ederken, daha alt sınıflar için ab yaşam koşullarını iyileştirmenin ve yoksulluktan kurtulmanın biricik yoludur. siyasal kültüre sahip olan orta sınıflar için ise ab, daha kaliteli tüketim imkanlarının yanı sıra daha demokratik ve özgürleştirilmiş siyasi bir ortam olarak algılanmaktadır.

ab entegrasyonu süreci türkiye’nin iki yüzyıllık uygarlaşma sürecinin en somut, en nihai ve kaçınılmaz bir halkası olarak algılanmıştır. türkiye’nin modernleşmesi süreciyle ab entegrasyonu süreci birbirine bağımlı süreçler olarak algılamak, modernleşme olgusunu, somut bazı ekonomik ve siyasal beklentileri karşılamanın pragmatik bir yolu haline getirmekte ve aynı zamanda entegrasyon sürecinde problemler yaşandıkça batı dışı modernlik arayışlarını güçlendirmektedir. böylece muasır medeniyete ulaşmak için yerine getirilmesi gereken reformlar ve yenilikler, mentalite dönüşümünü getirmesi gereken anlayış farklılaşması yerine, kısa vadeli somu amaçlara ulaşmanın basit formaliteleri olarak algılanmaktadır. ayrıca türk modernleşmesi ve batılılaşması devletin baskın karakterine bağlı bir süreçtir. bu çok önemli reformasyonun dönüm noktasında yurttaş toplum ve onun bireyi belirleyici olamadı. toplumun ve bireyin bu süreçten dışlanması günümüzde türkiye’nin ab entegrasyonu sürecinde birtakım kimlik problemleri yaşamasının da en temel nedenidir. eğer bireyi ve toplumu sürecin içerisine almayarak, farkındalığın gelişmesi engellenirse sonuca varılamayacağı kesindir. '’türkiye’’li kimliğinin ayırt edici özelliklerinin hassasiyetle korunduğu bir politik zeminde uygarlaşma süreci daha anlamlı olacaktır.

kaynakça

(1) f. nietzsche, böyle buyurdu zerdüşt

(2) dilek imançer, doğu batı dergisi 23. sayı/kimikler

(3) john gray, post-liberalizm siyasal düşünce incelemeleri

(4) andrew davison, türkiye’de sekülarizm ve modernlik

(5) leo strauss, politika felsefesi nedir?


*

demokrasi

kimlik; kimlikleyen ve kimliklenenin bileşimidir. kimlikleyen daima sosyal birimlerdir. hiçbir birey kimliklenme sürecini salt bireysel yeti ve kazanımlarıyla gerçekleştirmez. insan ve topluma ilişkin bütün genel düşünce sistemleri pratik bir etki kazandıkları zaman tasarlanmış sonuçlara yol açar. doktrin ile pratik arasındaki mesafenin kapatılması hiçbir yerde siyasal yaşamdaki kadar zor değildir (1).

kapitalist üretim tarzı, üreticilerin üretim araçlarından kopmasını öngörür. bu üretim özel mülkiyet kurumu aracılığıyla mülksüzleştirilmesi anlamına gelir. kapitalizm, bunları merkeze alan çeşitli görüngülere bürünebilmiştir ve bu görünümler temel olarak demokrasi olarak adlandırılır. demokrasiyi kısaca özgür, genel ve eşit oy mekanizmasıyla halkın temsilinin sağlanması olarak tanımlayabiliriz.

temsili sistem, birilerin başkaları adına konuşmasını yasallaştırmış ve bu zamanla kişilerin dinleyici daha sonra ise sadece oy atıcı konuma getirmiştir. insanlar kendi hayatlarını yönlendirmede söz sahibi olmaktan uzak düştükçe sürüleşmiş ve tepkisizleşmişlerdir. kendine yapılan haksızlıklara refleks üretmeyen insan, siyaset gibi bir aracı hiç kullanamaz hale elmiştir.

partiler kişisel dahası sınıfsal çıkarları merkeze almış durumdadırlar. bu partiler kitlelerin siyasetten uzaklaşması ve bir partyi seçerken programları değil de kişileri merkeze almalarını getirmiştir. yönetmeye aday kişilerse, ne kadar cafcaflı propoganda yaparsa o kadar tutulur hale gelmiştir. partilerin kimliksizleşmesi, belli grupların çıkarlarını temsil eder hale gelmesi sonucu ve bunun bu şekilde kabul edilebilir olması anlık bir olay değil, kitlelerin politikadan uzaklaş(tırıl)masıyla birlikte olmuştur.

1- john gray, post-liberalizm. (s. 85)


*

nihat doğan

aman tengrim dedirtip klonlarını sözlüğe mi salmış ne yapmış *

akp

en çok oy kazanan parti olarak seçimden çıksa da son dört yılda seçmen sayısı üç milyondan fazla erimiştir. kurucu üyelerinden ak saraydaki reisi cumhur eline kuranı alıp meydana indiyse de bu hızlı çözülmeyi durduramamıştır. fikir babası erbakan da çöküşe geçtiğinde anti semitik söylemlere sarılmıştı ve bundan sonra daha fevri bir siyaset bekliyorum *
  • /
  • 15

ayısözlük 2023 birinci istanbul zirvesi

tek kelime ile efsoydu benim için. kimse gelmeyince yalnız kaderimin elinden tuttum, ve karşıya altınplaka gittim. hiç şaşmaz çok dans ettim, çok eğlendim. bir sürü hetero adamla tanıştım. bir ikisine alıktım. 13e doğru yoruldum, çıkıp bir şeyker tıkındım. o sırada grindrdan avusturyalı seksi bir elemanla konuşmaya başladım, anlaştık da. önce sikiş sonra raks ettik. avrupalı sevmem ama efendi, oryantalist olmayan biri çıktı. sabaha doğru da evime vardım. bunların hepsini siz gelmeyen orospulara borçluyum. evet hem üzüldüm hem de mutlu oldum. teşekkür ederim.

ayılıkla uzaktan yakından alakası olmayan yazar

ben sözlüğe en son gireli bi bin sene kadar olmuş. * bu gece durduk yere aklıma sözlük geldi niyeyse.

"hele hele yazar olduğum zamanlar neler yazmışım, bakayim kendimden utanacak mıyım:((" diye kontrol ederken bir cümlem dikkatimi çekti.

neden bu cümle ile bir tekrar hoş buldum başlığı açmayayım ki dedim... ayı sözlükteyim ama ayı tipolojisine beden kitle endeksi dahil uymuyorum. kıllarım azıcık. sakalım bile çıkmıyor ayol :(((

kim ayı kim değil çıksın ortaya kardeşim. anonimiz zaten.

deprem gündemi’nin kaygı bozukluğunu tetiklemesi

çok acı şeyler yaşıyoruz milletçe. sorumlulardan sebeplerinden bahsetmeyeceğim çünkü söylenecek çok şey var.
değinmek istediğim nokta; hali hazırda mental rahatsızlıkları bulunan,gündemle birlikte tetiklenen veya yaşananlar akabinde geliştiren kişiler için durumun vehameti. psikolojik rahatsızlıklar ülkemizde çok da önemsenmiyor malumunuz. 99 depremini yaşamış olanlar, yakınlarını kaybeden veya enkaz altından kurtulan pek çok kişi şuan ekran başında anksiyete,panik atak gibi rahatsızlıklarla savaşıyorlar. keza deprem bölgesinde yakınları bulunan,yakınlarını kaybeden veya depremzedeler de aynı şekilde. türk psikologlar derneğinin instagram profilinde, konuyla ilgili psikolojik destek çalışmasına rastladım. eğer televizyonda izledikleriniz,sosyal medyada karşınıza çıkan görsel ve videolar sizi tetikliyorsa,deprem bölgelerinde yaşıyorsanız, yaşananlardan az ya da çok bir şekilde etkilendiğinizi düşünüyorsanız lütfen ivedi şekilde psikolojik destek isteyin yetkililerden. “insanlar ölüyor, tek dert bu mu?” diye düşünmeyin. psikolojik sağlığınız, aynı zamanda fiziksel sağlığınızı da etkileyen bir faktördür ve kesinlikle göz ardı edilmemesi gerekir.

nonteist eşcinsellerin müslüman eşcinselleri hor görmesi

kimse kusura bakmasın müslümanım diyorsan islamiyetin getirmiş olduğu ve şahsa yüklediği tüm sorumlulukları üstlenip o yaşam stiline bürünmen gerek sen dini görevlerini ve yasaklarını yerine getirmiyorsan müslümanım deme buda bi saçmalık , bu görüşüm sadee islamiyet adına değil tüm dinler adına bişeyi tam yapmıyorsanız ben buyum demeyin .

Toplam entry sayısı: 285

vegan

sol siyasetin aşamaları olduğunu elbet hepiniz biliyorsunuzdur... benim evrimimin son halkası vegan olmak oldu. on beş yıl kadar önce sosyal demokratım derdim sonra sosyalistim dedim. devam eden sürede radikal sola ve anarşiye vardım. artık yeşilciyim ve hayvan sömürüsünü red etmenin olmazsa olmaz bir gereklilik olduğunu anladım. etik meselelerden devşirdim vegan olmayı. uzun uzun okumalar yaptım. tıp, biyoloji, ekonomi, siyaset, insan ve hayvan hakları, tarım politikaları ve etik gibi disiplinlerin son vardığı nokta vegan yaşam günümüz için en barışçıl ve doğaya en az zarar veren yaşam şeklidir. vegan bir insanın neden olduğu karbon salınımı yıllık bazda etobur birine göre yedi kat daha az. insan bedeni vegan bir kökenden evrimleşti diyen ortak bir genelleme hakim. aslında savaşçı insan doğası, ki bu özümüzde olmayan bir doğadır, ortak atalarımızın etobur beslenmeye başlaması ile şekillenmiştir. bir de avcılık yapmadan ve çiğ et yiyemeyen tek etobur insan türüdür ve bu yine doğal beslenmemiz olmadığı fikrini doğruluyor.

sevil atasoy

kesinlikle akademik bir söylem. dinleyiniz lütfen. yaşam hakkına dair ve lgbti hakları konusunda aşkın cümleler duyacaksınız.



sevil atasoy, kriminalist

"doğa, eşcinsel davranışı defaatle gösteren bir sistem" diyen prof. dr. sevil atasoy, lgbti hakları konusunda yaptığı konuşmada ülkemizin ve bireyler olarak hepimizin tek tek alması gereken çok yol olduğunu belirtiyor. sadece eksik yasaları değil, zihniyetimizi değiştirmemiz gerektiğini anlatırken, bizden de bir ricası var: herkesin yaşama ve istediğini sevme hakkını kabullenip bunu diğer insanlara anlatmamız.
prof. dr. sevil atasoy, alman lisesi ve istanbul üniversitesi kimya fakültesi'nden mezun oldu, biyokimya alanında uzmanlık ve tıp bilimleri doktorası yaptı. cerrahpaşa tıp fakültesi'nde öğretim üyeliğinin yanı sıra, 1980-1993 arasında adalet bakanlığı adli tıp kurumu kimyasal tahliller ihtisas dairesi başkanlığını, istanbul üniversitesi adli tıp enstitüsü'nün 1987-2005 yılları arasında müdürlüğünü yürüttü ve 2009'a kadar öğretim üyeliğini sürdürdü.

2005-2009 arası, hürriyet gazetesinde haftalık adli bilim yazıları kaleme aldı. 2005-2010 arasında birleşmiş milletler uluslararası uyuşturucu kontrol kurulu'nun başkanlığını üstlendi. ayrıca, mağduriyet projesi'nin yürütücüsü, kanıt adlı televizyon programının konsept sahibi ve hikâye danışmanı, teşvikiye laboratuvarı, ıfss ve s. atasoy-ekinci danışmanlık şirketlerinin sahibidir. halen üsküdar üniversitesi rektör yardımcısı ve suç önleme merkezi müdürü olarak görev yapmaktadır.

nazım hikmet ran

dünyası dünyam varlığı bir şenlik benim için...sanırım sanatının suyunu hayatım boyunca yudum yudum içeceğim. nazim'dan bir alıntı olunca o günüm başka bir şey oluyor. en çok ümidini seviyorum. doğrularına olan inancı veya siyasi değeri hiç ön planda olmadı benim için...

babaanne

hayatımı şekllendiren en önemli idolüm. herşeyim, zenginlğim.

dışarıdayken aniden gelen zevk suyu

uyaran birşeyler varmış demek ki sulandın kardeş...

homofobiye karşı sokakta soyunan çift

brezilya için belki güzel bir eylemdir ama sadece eylemdir... neyi değiştirir ki bu eylem? verilere göre hala brezilya'da her dakika bir lgbti bireyi nefretle öldürülüyor ve birisi çıkıp bunu malzeme yaparak resimler çekmiş kış ortası soğuk işlek bir caddede. vurucu ve etkili bir haber ama brezilya bu küçük eylemle kendi gerçeklerini keşfedip ne kadar ilerler orası belli. bunu istiklal'deki 2015 pride' daki rezillikle nasıl bağdaştırılır bilemedim hani tam da hürriyet.com.tr vari alakasız bir haber alakasız bir üslupla sunulmuş. net olarak belirtmek istediğim şey şu : genel olarak kabul görmek ve yasal bir kazanım elde etmek için soyunarak savaşacaksak bunun sonucu sadece daha fazla nefret uyandırıp daha çok ölüme sebep olmak olur. nitekim bu yılki pride sonrası hepimiz bunu gördük yaşıyoruz. brezilya farklı bir ülke, şartları ve sonuçları da farklı elbette. ne de olsa daha ileri bir demokrasidir bizden. ama türkiye olarak resme bakıldığında ve benzeri bir kaç demokraside de olduğu gibi haklar savaşarak değil siyasetçilerin o yasal hakkı veya özgürlüğü vermesinden doğacak rantı ve oylara yansıması ile gerçeklik buluyor. örnek olarak kürt siyasi hareketinin filizlenmesi ilerlemesi ve nihayetinde iktidarın bundan bir şekilde faydalanmayı bilmesi diyebilirim. ortada bir savaşın zaferi değil siyasilerin ayak oyunları var. lgbti de türkiye'de büyük olasılıkla bu şekilde haklar kazanacaktır yani akademik ilerleme şemaları bunu öngörüyor ve bu bağlamda kıyımlar olmadan yaşayabilmek için akılcı davranmamız lazım herkesin de bu konu da sorumluluğu var... dahası öngörüleri değil de sonuçlarına bakalım lgbti hakları cumhuriyet tarihinde hiç gündeme gelmedi ve gelemiyor olmasının bir nedeni de lgbti üstünden para veya imtiyaz kazanan kesimdir, nihayetinde sonuca giden değil muhalif olan bir yapı var. konuyu dağıtmadan türkiye gerçeklerine muhafazakar yapıya eğilmeden girişimler ancak daha çok nefretle sonuçlanır. doktrini bilmek adına kabul görmek için sevilmek yani uslu çocuk rolünü oynamak değil akılcı hamleler yapmak lazım diyorum. gerçek aktivizm olsa olsa kopyala yapıştır ithal mantıkla değil kendi toplum gerçeklerine uygun alternatif akılcı çözüm getirici tavırlarla olur.

türk eşcinselliğindeki aktiflik pasiflik paradoksu

koşullanma meraklısı fikir babalarımızdan mı gelir yoksa şark kafasından mı kaynaklanır bilinmez? nihayetinde bu vardır ve aşılması gerekir.

not: fikir babası heteroseksist bir tanım oldu analara selam olsun

european equality gala

sözlüğün hakkettiği bir davettir, göz ardı edilmiyormuşuz kimi iç mihrak ayı cemiyetlerine rağmen dedirtti... sevindirdi haliyle

edit : o iç mihrak derken türkiye'deki bir kısım sözlük dışındaki birilerini ima ettim, sözlükteki bir yazar veya yazarları değil.

ne kadar sallarsan salla dona düşer son damla

sisyphos tanrılara karşı suç işlemiş kişidir, onlarla boy ölçüşmeye giriştiği için de ölüler ülkesinde korkunç bir cezaya çarpılır. dona düşen son damla da bunu tam karşılar... ne kadar uğraşsa da sisyphos o kayayı bir türlü tepeye çokaramamıştır. odysseus'dan küçük bir alıntıda şöyle anlatır:

sisyphos'u gördüm, korkunç işkenceler çekerken;

yakalamış iki avucuyla kocaman bir kayayı,
ve kollarıyla, bacaklarıyla dayanmıştı kayaya,

habire itiyordu onu bir tepeye doğru,
işte kaya tepeye vardı, varacak, işte tamam,
ama tepeye varmasına tam bir parmak kala,
bir güç itiyordu onu tepeden gerisin geri,
aşağıya kadar yuvarlanıyordu yeniden baş belası kaya,
o da yeniden itiyordu kayayı tekmil kaslarını gere gere,
kopan toz toprak habire aşarken başının üstünden,
o da habire itiyordu kayayı aşarken başınınüstünden,
o da habire itiyordu kayayı, kan ter içinde.

insan yaşamının anlamsızlığı içinde insan onurunun gene de, dış etkenlerin anlamsızlığına, koşulların kaçınılmaz baskısına karşın zorunlu olan yükü bile bile taşımayı anlatır bu hikaye... sisyphos'un bu korkunç işkenceden herşeye karşın bir zevk duyduğunu, bilincin verdiği sevinçle bir çeşit mutluluğa, umutsuzluğun mutluluğuna erişebileceğini anlatır... bu yüzden ne kadar sallarsan salla dona düşer son damla yani bile bile ladestir bu...

seks hayatınızı iki kelime ile anlatın

selahattin demirtaş

eski terörist olsa bile yeni türkiye'nin en önemli siyasetçilerinden biri olması önümüzdeki iki yıl içindeki performansına bakar, hesaplarıma göre 80 darbesinden sonra ilk defa sol kesim ( chp-hdp oylarının toplam ) bu kadar yükseldi.

pkk'nın diyarbakır'a terörist heykeli dikmesi

normalleşme halleridir, o heykeli dikilenler de türkiye cumhuriyeti vatandaşı idi hatırlatırım.

nihat doğan

aman tengrim dedirtip klonlarını sözlüğe mi salmış ne yapmış *

bir insanı tanımak

insan kendini bile tam tanıyamazken gereksiz uğraştır, tanımak yerine niyetini bilmek daha faydalı olabilir. saçmalayın kaçıp gitmiyorsa ışık var demek *

her gördüğü ayıyı koli sanmak

vardır böyleleri ve itina ila düşündürür... neden masum insanları sabun yapmışlar ki bunlar varken dedirtir. hayatı zorlaştırırlar çünkü çoğunluk olduklarında yatmasanız bile herkesle düşüp kalkmış kabul edilirsiniz.