iz bırakan kitap cümleleri

''sordukları zaman, bana ne iş yaptığımı, evli olup olmadığımı, kocamın ne iş yaptığını, ana babamın ne olduklarını sordukları zaman, ne gibi koşullarda yaşadığımı, yanıtlarımı nasıl memnunlukla onayladıklarını yüzlerinde okuyorum. ve hepsine haykırmak istiyorum. onayladığınız yanıtlar yalnızca bir yüzey. ne düzenli bir iş, ne iyi bir konut, ne sizin medeni durum dediğiniz durumsuzluk, ne de başarılı bir birey olmak ya da sayılmak benim gerçeğim değil. bu kolay olgulara, siz bu düzeni böylesine saptadığınız için ben de eriştim. hem de hiç bir çaba harcamadan. belki de hiç istediğim gibi çalışmadan.istediğiniz düzeye erişmek o denli kolay ki… ama insanın gerçek yeteneğini, tüm yaşamını, kanını, aklını, varoluşunu verdiği iç dünyasının olgularının sizler için hiç bir değeri yok ki. bırakıyorsun insan onları kendisiyle birlikte gömsün. ama hayır, hiç değilse susarak hepsini yüzünüze haykırmak istiyorum.sizin düzeninizle, akıl anlayışınızla, namus anlayışınızla, başarı anlayışınızla bağdaşan hiç yönüm yok.aranızda dolaşmak için giyiniyorum, hem de iyi giyiniyorum. iyi giyinene iyi değer verdiğiniz için. içgüdülerimi hiç bir işte uygulamama izin vermediğiniz için.hiç bir çaba harcamadan bunları yapabiliyorum, bir şey yapıldı sanıyorsunuz.''

tezer özlü, '' yaşamın ucuna yolculuk''
"şimdi aramızda noksan olan şeyin ne olduğunu biliyorum." dedi. "bu eksiklik sana değil, bana ait...bende inanmak noksanmış... beni bu kadar çok sevdiğine bir türlü inanmadığım için sana aşık olmadığı zannediyormuşum... bunu şimdi anlıyorum. demek ki, insanlar benden inanmak kabiliyetini almışlar.... ama şimdi inanıyorum... sen beni inandırdın. seni seviyorum. deli gibi değil, gayet aklı başında olarak seviyorum... seni istiyorum...içimde müthiş bir arzu var... bir iyi olsam!"

(bkz: kürk mantolu madonna)
(bkz: sabahattin ali)
"bir gün gelir, dünyanın bir yerinde yıllarca senin haberin olmadan yaşamış birine, bütün hayatını anlatmak istersin." (bkz: murathan mungan)
baba aslan ve yavru aslan çok güzel oyunlar oynadılar, orman sıcacıktı, giysiye gerek yoktu, melih tam bir bardak kocaman aslan sütü içti. baba aslan daha çok içti. "babam çok güçlü benim" diye düşündü melih, "kocaman bir aslan o. tüyleri de var. benimde olacakmış" birbirlerine sarıldırlar hiç ayrılmayacakmış gibi. hiç üşümedi yavru aslan. baba aslan üşüyen yavrusunu hep ısıttı, hep öptü, hep kokladı, sabaha kadar.

bu gizli oyun "aslanlar arasında oynanan oyunlar gizlidir" demişti babası, iki sene daha sürdü. ama bir gün baba aslan geri dönmedi, anne aslan günlerce ağladı, yavru aslan ise çok üşüdü. baba aslanın verdiği oyuncak aslana sarıldı çaresizce, sıcak değildi bu oyuncak ama sarılacak başka kimse yoktu etrafta.
sorma bana "ne kadar seviyorsun" diye. o kadar işte! - tavanı kadar sokağın, dibi kadar cehennemin! (bkz: nazım hikmet ran)

asla aşk acısı çeken birine aşık olmayın; çünkü o kişi yaralıdır ve yarabandı olarakta sizi kullanır. (bkz: pablo neruda)

bakmayın insanların "beni çok sevecek birini arıyorum" demesine. büyük bir sevgiye maruz kalınca hepsi kaçacak delik arıyor! (bkz: bob marley)*

önce hayaller ölür, sonra insan. (bkz: william shakespeare)
gel ve sakin korkma. aydınlıkta ne varsa karanlıkta da o vardır.
o kadar aşıktım ki taşlı sopalı bir öğrenci eyleminde, elimde aşkımdan geberiyorum yazılı bir pankartla en önde yürüyebilirdim-gabriel garcia marquez-benim hüzünlü orospularım
"5 yaş insanın en olgun çağıdır, sonra çürüme başlar"

(bkz: alper kamu)
(bkz: oğullar ve rencide ruhlar)
(bkz: alper canıgüz)

* * *
şu hayatta insan en çok sevdiklerini acıtır. en derin yaralar ailede açılır, kabuk tutsa bile kanar hikaye, içten içe...
elif şafak
aldıklarını geri vereceksin, vermiş olduklarını aldığın zaman... aklından bir sayı tut/john verdon.
"gizlenmenin en iyi yolu çok görünmektir aslında. tıp kı kasadaki kız gibi.. onu herkes görür ama hiç kimse tanımaz."
üç aynalı kırk oda - murathan mungan
"unuttuğum hiçbir şey hatırlanmaya değmiyordu." foe-coetzee
1918 yılının ekim ayında vuruldu. bütün cephe boyunca öyle sakin, hareketsiz bir gündü ki!... o günkü ordu bildirisini bir tek cümleye sığdırabildiler: "batı cephesinde yeni bir şey yok".

batı cephesinde yeni bir şey yok - erich maria remarque
"kayıp! bir altın saat
altmış elmas dakikası vardı
bulana ödül adanmıyor
çünkü geri gelmemek üzere gitti!"

yolculuk - katherine mansfield
dünya hassas kalpler için cehennem gibidir.
suç ve ceza - fyodor dostoyevski
“önümde yürüme, seni takip edemeyebilirim. arkamda yürüme, sana yol gösteremeyebilirim. sadece yanımda yürü ve dostum ol…”

(bkz: albert camus)
(bkz: baş kaldıran insan)
"dünyada hiçbir gerçeği söylemek kadar zor ve dalkavukluk yapmak kadar kolay bir şey yoktur."

* *

"önde mi koşuyorsun? bir çoban mısın? yoksa bir istisna mı? bir kaçak olarak üçüncü olasılık da bu. vicdan sorusu.
gerçekçi misin? yoksa yalnızca bir oyuncu mu? bir temsilci? yoksa temsil edilenin kendisi mi? sonuç olarak bir oyuncunun taklidinden başka bir şey değilsin. ikinci vicdan sorusu.
bakıp duran biri misiniz? yoksa işe koyulan mı? yoksa kafasını çevirip giden mi? üçüncü vicdan sorusu.
birlikte yürümek mi istiyorsun? önde gitmek mi? yoksa tek başına çekip gitmek mi? kişi ne istediğini ve istediği gerçeğini bilmeli. dördüncü vicdan sorusu."

* *

"işler yolunda gitmiyorsa mazi denilen şey bir enkazdır ve hatıraların da son kullanma tarihleri vardır. küflenirler, kokuşurlar, bozulurlar. mezunlar derneğine pilav yemeye gidenlerin çoğunun halinin vaktinin yerinde olması tesadüf olamaz. ancak şimdiki halinden memnunsan geçmişi hatırlatacak organizasyonlardan keyif alırsın. hatta geçmişin ne kadar boktan olursa, aldığın keyif de o kadar artar. işler yolunda gitmiyorsa hiçbir yere de gidemezsin. ardında bırakacak bir şey yokken kim gidebilir? hiçbir yere doğru uzun bir yürüyüş... bunu kim göze alabilir?"

"insan, zamanını durdurmak istediği yere aittir."

* *
maruz görün cümleden ziyade kitabı yayınlıyorum ama okuyun bende gerçekten iz bıraktı çünkü. aşkın gözyaşları kitabından:

eni ne huzuru arayanlara, ne huzuru bulanlara, ne de huzurdan kaçanlara sordum. güneşin sıcaklığını en iyi kim anlatabilir? sıcaktan düşüp bayılan mı? hayır, onun aşkı zayıftır. güneşe yolculuk yapan mı? o da değil, gitse gitse nereye kadar gidebilir ki? gölgeye sığınanlara ise güneşi hiç sormamalı…

aşk mabedim… efendim… söyler misin? nedir bu çektiğim acıların manası? bu ayrılığın esrarengizliği yüreğime saldığın alevlerin lavlaşması içinse yeterince erimedim mi ateş toplarında? öyle yandım ki;

sen yandıkça, ben yanayım!

sen dondukça, ben de donayım!

yine kehkeşânlara kaçarak mı özleteceksin kendini… özlemlerim, boşluğa atılan kuru karanfiller gibi sere serpe dağılıyor harayellerin, acının koynunda… içime güneş doğmaz oldu artık sen gittin gideli… göklere seninle buruç edecektim hâlbuki… saçlarıma aklar düşmeye başlamış, sırf bu aşkın ceremesinden… serencame gökkubbeye niyaz edecek ve merhamet isteyecek kapılar dahi yüzüme kapanıyor. sendedir bu boz bulanık sellere kapılan ömrümün mihrap ve minberi… salâlar benim için okunuyor artık… gözyaşım seccademde buğulanıyor her seher vakti, ama ne sesin geliyor artık uzaklardan, ne de nefesin…
ezanlar okunur günbegün ve içli içli… ama alnımı, alnına değdirmedikçe huzura ermeyecek bir çağıldama örseliyor şakaklarımı… alnımda sanki dağıstanlı atlılar… ve ellerim titriyor zaman zaman… bu divaneliğin ağır tütsüsünü… ve omuzlarım çökeliyor seni düşündükçe… unutma, şah eserin olan ben, gün geçtikçe artık viraneye dönüyorum… ama sen hâlâ bana dönmüyorsun!.. muradım; rabbü’l Âlemin; bu sevdanın kadrini ve kıymetini kimseye muhtaç etmesin…

düşüncelerim, ipliği kopan tesbih taneleri gibi dağılıveriyor sensiz… şimdi gözyaşlarımdan inci yapmak isterdim sana… keşke yanımda olsaydın… kelimelerim şelâleleşiyor ne zaman sana dair bir şeyler yazmaya kalksam… yanan alnım, müşfik avuçlarına ne kadar da muhtaç bilemezsin… beni ne kadar ateşe versen de, hiçbir hatıramız küllenemez, bunu bilesin… zümrüd-ü anka gibi kendi külümden doğar ve katar katar turnalar gibi yine kanat vurarak yine revan olurum yollarına…

gözlerimde bir mahmurluk, sensiz uykularımda arda kalan… sinemde yumru yumru yutkunamadığım bir sıkıntı… nefeslerim yetmez oluyor artık şu garip canıma… ve ben gözlerimi tavana mıhlamış, bir tek seni düşünüyorum… alnımda boncuk boncuk soğuk terler… kulağım işitmez oldu artık, sesinden gayri her ne var ise şu âlemde… göz kapaklarım tutulmuş, hayalin perdelenmesin diye… artık gözyaşlarımda hasretlik tuzu bile kalmadı acılarımı ılık ılık dindirecek…

kanım donuyor… bir de üşümedir işliyor ruhuma apansız… sıcağın yok ki yanımda… ve ardından sabah oluyor, yine bin bir eza ve cefa ile kahroluyorum işte! o ayrılıktan kahroluyorum… biliyorsun, hünkârım sensin… sevgilim ve mabedim… (sensin). muradım; yedi göğün mevlâsı; bizi, bu kahırdan azat edesin…

kelebekler senin yüzünün değdiği bahçelere yayıyor kanatlarını. şu dar göğsümün kazasından çıkmaya çalışıyorum. sonsuz genişliklerin sırrı iki dudağının arasında saklı. bir kelâm söyle ne olur! her hecenin tınısında duymak istiyorum. rüzgarlar savursun beni, yağmurların hepsi alnıma düşsün, taşların hepsi göğsüme düşsün. senin ayaklarını öpen kocaman bir dağ olayım. çöller savrulsun, dağlar aradan çekilsin, yokuşlar ve inişler bitsin ki yürüğün yollara toz olayım. çöldeyim, susuzum. kuyularda yusuf’um. sözlerin bana züleyhâ. ateşlerde ibrahim’im. gözlerin ban derya. sancılar içinde meryem’im. bakışın ban isa. yaralar içinde eyyub’um. hasretin bana şifa. ölüler içinde bir ölüyüm. ellerin bana musalla.

ey kalbimizde olan nur! gel didinmelerimin ve arzumun sonu gel. hayatımızın senin elinde olduğunu biliyorsun. hayatı, kullarını sıkıntı yapma gel. ey aşk! ey maşuk! engelleri aş ve inadı bırak da gel. ey hüdhüdlerin sahibi olan süleyman! lütfedip de bizi aramak üzere gel.

ruhlar senin kaybolmandan ötürü inleyip feryat etmedeler; miadını doldur da gel. ayıplarını ört, iyilikleri saç. cömert olanların âdeti de böyledir gel. farsça 'gel’ nasıl derler? 'biya’mı? ya gel veya bizim davetimize hak ver de gel. geleceğin zaman muradımız ne de açılır. gelmeyeceğin zaman da muradımız ne kesat olur; gel. ey arabın kürşadı! ey iran’ın kubad’ı! kalbimi hatıranla fethedersin gel. içim sana gel deyicidir. ey varlığından olacak olan varlık, gel.

gittin ya. kalsan ne güzel olurdu, gitmişin neye yarar? sen gittin ama bak senle ilgili olan bir şey bende. sessizlik bende. gittin. heyhat! pervane’ye döndü narin yüreğim sensizliğinde.

her yalnız aşık değildir; ama her yanmış aşkın kuyusunda yalnızdır. ateşinden değil ateşsizliğinden yanmışım diyorum. ey aşkın sesi, nefesi gel bir an evvel. dinsin artık kıyametin gürültüsü…
‎''ağlamak iyi geldi, gözyaşlarının yüreği yatıştıran bir sihri olmalıydı. ağladıkça açıldım, ağladıkça rahatladım, ağladıkça yapmam gerekeni hatırladım. ''

(bkz: bab-ı esrar)
(bkz: ahmet ümit)
açlık oyunları serisinin ikinci kitabı olan ateşi yakalamak kitabında "alevler içindeki kız" olarak nitelendirilen ve isyanın simgesi olan katniss'in katıldığı ikinci açlık oyunları'nda suyla kaplı arenaya çıktığında sarf ettiği cümle :

" ı can only form one clear thought.
this is no place for a girl on fire. "
  • /
  • 2