genelde barda, meyhanede alkol alınan ortamlarda daha rahatça işerken yanınızdaki pisuvardakiyle gözgöze geldiğiniz an saçma bir samimiyet buhranıyla başınızı eğdiniz andır.
cinsiyet rolleri yönünden "protohomofili" bir sosyal medya alanına göre değerlendirirsek, öncelikli olarak "hanımefendi" sözcüğüne dokunmak gerekir, ki bu da bizi yine feodal alternifli kelimelere götürür, "hanımefendi" kendi içerisinde "erkek gibi kadın" anlamını taşır. burada da toplumsal anlamda ne denli şekilci, bağnaz ve takıntılı olduğumuz sonucuna götürür. çünkü zaten "şekil" itibariyle azınlık durumuna düşürülmenin, deşifre edilmenin binbir türlü varyasyonunu eşcinsel kimliğimizle birebir savurmaya/savunmaya çalıştığımız şu günlerde bir "hanımefendi" hakimin/savcının başındaki örtüyle örtüştürmek oldukça manidar. unutmayalım ki "themis"inde gözleri bağlı, velevki o gözbağını çözüp başına bağladı. *
iki gay hapse düşer. ikisi de gizli, birbirlerinden haberleri yok. zamanla libido tavan yapar. ikiside düzdürme derdinde. en sonunda biri dayanamaz; + sana bir soru soracağım şimdi, bilirsen sen beni, bilemezsen ben seni zükücem. - (sevinerek) sor, peki. + damda gezer miyav miyav der - timsaaah.. + bildin...
alman düşünürlerden. yahudi olması, l. ve ll. dünya paylaşım savaşlarına şahit olması sebebiyle genel anlamda kitapları özgürlük, otorite, iktidar gibi baskın güçleri eleştirileri üzerinedir, ki bunu daha çok bir olumsuzlama olarak ele almak gerekir. çevrilen eserleri;
geçmişle gelecek arasında totaliterizmin kökenleri rahel varnhagen: bir yahudi kadının hayatı insanlık durumu
önce çok takmamaya çalışırsınız. her şeyin düzeleceğine dair bir umudunuz hala vardır çünkü. aslında bu umut ayrıldıktan sonra da devam edecektir. oysa hiç bir şeyin artık eskisi gibi olamayacağını, biraraya gelemeyeceğinizi biliyorsunuzdur. kitapların hiç bir anlamı kalmaz. ya da filmlerin ya da şarkıların. çünkü dinlediğiniz, okudğunuz ve izlediğiniz süre boyunca kendinizi bir karakterle özdeşleştirip ağlak modda trajedinizi büyütmek için her şeyi yaparsınız. sürekli feysbukunu takip edip, telefonunuzun sesini kıstıktan sonra sürekli bakıp durursunuz. et yığını gibi hissedersiniz çünkü yaşadığınız mekanın/ülkenin ortamının bir tür kasaphane olduğunun farkındasınızdır öyle ya da böyle. mungan şiirlerine tutunursunuz. arkadaşlarınızla vakit geçirmeye çalışırsınız. hepsi size en olmaz şebekliklerini yaparlar. müstehzi bi tavırla gülersiniz zoraki. bir süre sonra hayata kendinizi kaptırıp genelgeçer işlere yoğunlaşmaya çalışırsınız; yaparsınızda. ama bir an gelir, ayı radyoda bir şarkı çalar, durursunuz o an, dünya durur, her şey durur ve düşünürsünüz hayatınızdan nasıl teğet çizip gittiğini o kişinin ve artık siz de eksilmiş yüreğinizle yaşamayı anlamlandırmak için başka çareler bulmanız gerektiğini anlarsınız. anladığınız anda süreci doldurmuşsunuzdur.
kıldan, tüyden nem kaparak, armutun sapında üzümün çöpünde derinlikli manalar bularak ilk belirtilerini gösteren genel anlamda kadınlara atfedilen, gay ortamında genelinde pasif eşcinsellerin dramaqueen liğe geçiş döneminde az, geçildiğinde iyileşmesi imkansıza yakın tribal hastalık.
iki gay hapse düşer. ikisi de gizli, birbirlerinden haberleri yok. zamanla libido tavan yapar. ikiside düzdürme derdinde. en sonunda biri dayanamaz; + sana bir soru soracağım şimdi, bilirsen sen beni, bilemezsen ben seni zükücem. - (sevinerek) sor, peki. + damda gezer miyav miyav der - timsaaah.. + bildin...
2001 yılı başrolünü jake gyllenhaal ın oynadığı fantastik ama bir o kadar da hayata dair alt metni olan güzel film. filmin muhteşem soundtrackı; mad world..
özellikle gay barlarda ya da belirli bir yaş grubunu ya da jenerasyonu içine alan, ne söylediğini ve hatta hangi dilde bile konuştuklarını anlamadığım ve bu sırada bir gitarın akortunu yaparken çıkan sesi andıran tek telin tınlayışını sürekli kulağımda hissettiren güruha söylenebilecek en iyi söz sanırım.
ve bir daha seni de göremeyeceğim diğerleri gibi.. anımsamadan başka hiçbirşey kalmayacak geride yine kavrulacak gönlüm hasretle her seferinde söz verdiğim gibi kendime artık ağlamak yok diyeceğim yatağıma gömülmüş ağlarken..
başrol oyuncusu bi defa çok gay. yani devran çağların erkek hallerini anımsatıyor. hetero bi ilişkiye yabancılaştırıyor insan görünce. ayrıca birçok sahnenin çekim şekli apartılmış. fight club ve requiem for a dream filmlerini izleyenler "siktir ln" moduna girmiştir kesin. kamera açısını ya da kullanılış biçimine eyvallah. ama duygular da aynı be arkadaş. (merdivenden iniş, eve kapanıştaki aynı şeylerin sürekli tekrarı) senaryo ise aids yönünden zaten zıçılmış bi hadise. "nasıl bi konu buluruz daha önce yapılmayan ve ucuza mal olacak" diye çıkan bi senaryo belliki. aşk! çok suni. metazoriyle şekillenmiş gibi, adamın acısının inandırıcılığı yok yani. evde arkadaşınızla bira içerken ses yapsın mantığıyla götünüzle izleyeceğiniz bir film.
1- bir eşcinsel arkadaşı vasıtasıyla merakından hayvanat bahçesine gider gibi cebinde fıstıkla giden kız 2- hiç bir barda o kadar rahat davranamayacağını ve ilgi çekemeyeceğini anlayan ortayaş üzeri kadınlar 3- delik arayan tiplere delik olma heveslisi kadınlar 4- fahişeler