insanevladi

Durum: 222 - 0 - 0 - 0 - 14.06.2016 22:12

Puan: 3200 - Sözlük Kezbanı

12 yıl önce kayıt oldu. 3.Nesil Yazar.

aşağı mahallede 3 liraya 5 liraya erkeklere gülümseyen erkek modeli
  • /
  • 12

seni sectim pikachu

ben seni kardeşim olarak görüyorum

bana söylense "oysa her an domalıp, bana kendini s*ktirmek istediğinden emindim. çok şaşırdım." diye tepki verebileceğim en dangalak cümlelerden biridir.

iki erkek arasında kalmak

aslında ikisininde doğru adam olmadığını gösteren durumdur. ikisiyle de yeni bir şey inşa edilmez. canınız sıkılına kadar döndüre döndüre takılın ikisiyle de.

pençe bar

sadri alışık sokak no.36 (otuz altı)'da açılmış yeni ayı inidir.

son zamanlarda istanbul'da açılan/kapanan mekanları artık takip edemediğimden kısaca kapanan yeni ekoo'nun mekanı / aquarius sauna'nın karşısı diye tarif edebilirim yerini.

28 mart cumartesi akşamı hepinizin growlrına bir shout düştüğüne eminim. shoutta "28 nisan cumartesi" akşamı sadri alışık sokak "no.30"da, 2-5 nisan'da gerçekleşecek bear fest öncesi bi ısınma partisinden bahsediyordu. isınma partisini duyuran shoutta verilen adres ve tarih bilgileri yanlış olmasına rağmen, biraz şansımı zorladım ve gidip gördüm.

istanbul'un tam anlamıyla ilk ve tek ayı barı bearphorus kapandığından beri, bir de üstüne tekyön'ün ayı bar konseptinden iyice çıkmasından sonra şehirde bir ayı bar eksikliği gözle görülür şekilde hissediliyordu. bearphorus gibi fikir, konsept ve uygulama olarak çok başarılı (ama ne yazık ki hitap ettiği müşteri sayısı kısıtlı olan) bir işletmenin ardından yeni açılacak bir mekanın öncekinden çok daha iyi olması gerektiği düşüncesiyle kendimi pençe bar'ın önünde buldum. kapıda mekanın işletmecilerinden biriyle ayaküstü sohbet ettim. mekan için çok heyecanlı olduğu belliydi.

mekana girdikten sonra solda bir kapıdan daha geçiyorsunuz. solda ufak bir vestiyer var. tekrar sağa döndüğümde ise disko topunun renkli ışıkları altındaki cenneti göreceğimi sanarken kendimi bir pavyonda buldum. ciddi anlamda bir pavyon. mekanın bir ayı bar konseptiyle hiçbir alakası yok ya da deneysel çalışmışlar, bilemiyorum. yaldızlı sütunlar, kartonpiyerler, bordolar, tavanda damalı bi kaç bi şey, sağ taraftaki barın arkasında üç tane kocaman bakıra boyanmış ve pırlanta şeritlerle süslenmiş çıplak kadın figürü ve barın sonuna oturmuş, daha doğrusu zorla oturtulmuş gibi duran keyifsiz bir amca, arka taraflara doğru damalı bir dans pisti, sol tarafta kokusuna acil müdahale edilmesi gereken bir tuvalet. acaba bir an kylie'nin aphrodite turundaki sahnesinden mi etkilenmişler diye düşündüm. hani böyle düşündülerse harika bir fikir ama uygulamada sınıfta kalmışlar.

tamam, işin şakası bu, ayı haftasından önce mekanı apar topar açmak zorunda kaldıklarından içeride dekorasyon adına pek bir şey yapamadıklarından eski mekanın konseptini değiştirmeye zaman bulamamışlar. ama en azından kocaman bear bayrakları hazırlayıp, bir kaç duvara germelerine (özellikle barın arkasına, o figürleri hatırladıkça hala gözlerim acıyor) mazaret değil.

bir ayı bar denince aklıma 80lerin disko parçaları, 90ların türkçe popları, 2000lerin yabancı pop hitleri, günümüzün commercial house, pop, r&b ve rock dans mixleri, popüler bakkal müziklerinin profesyonel eller değmiş versiyonları geliyor. pençe bar'da duyduklarımın bunlarla hiç alakası yoktu. nerede leş şarkının leş miksi varsa onlar çalıyordu. işin aslında tam olarak çalınması gereken müzikler çalıyordu. içeride eğlenenler çalan müziklerden gayet hoşnuttu. ama hiç değilse bi madonna, bi kylie, bi britney, gaga, cher olmalıydı çalanlar müzikler arasında. tabi bunu da zamanla yoluna koyacaklarını düşünüyorum.

sonuçta pençe bar hoş bir oluşum içinde, umarım bol kazançlar kazanıp, kalıcı olurlar.

glee

20 mart 2015 tarihinde ekranlara veda etmiştir.

final bölümünde pek çok konuya açıklık getirildi ama asla beni benden alan bir final değildi. dizinin neredeyse tüm bölümleri efsane niteliğinde olduğundan da final bölümünün böyle olması diziye bakış açımı değiştirmedi.

lgbti temalı diziler

buffy the vampire slayer'ı unutmayalım. lezbiyen wiccalar tara ve willow'un aşkına 3 sezon, willow ve potansiyel avcı kennedy ile fingirdeşmesine ise son sezonda yer verilmiştir.

gay değil sikiciyim

hala "ben sikiciyim, ama gey değilim." diyenler var mı? gey olmak erkeklik vasıflarından vazgeçmek değildir. gey olmak, kimsenin adamlığını sorgulatan bir sıfat değil, sadece yatağa kimle girmek istediğin ile alakalı bir sıfattır. sen bir yatağa bir erkekle girmeyi uygun görebiliyorsan, bu seni gey yapar, ha kadınlarla da yatağa girebiliyorsan bu da seni biseksüel yapar, ama asla seni "amsalak sikici" yapmaz.

gey olmak anormal değil, sadece sık karşılaşılan bir durum değil. türkiye'nin %7'sinin eşcinsel olduğu tahmin ediliyor mesela. normalsin. bir hemcinsini arzulaman tamamen normal bir durum. hayvanlara bakın. eşcinsel hayvanlara. kazlara, kuğulara, köpeklere, ayılara, su aygırlarına, koyunlara... bir iradeleri olmadığı halde bir hemcinsini arzulayabiliyorlar.

niye ahmet, mehmet gözlerini kapatıp, düşündüğünde bi erkekle beraber olmayı aklının ucundan bile geçirmiyor da, sen alternatif olarak bir erkeği de becerebileceğini düşünüyorsun? lütfen kendi karmaşana kılıf uydurma. kendi iyiliğin icin. tekrar ediyorum, geylik senin erkekliğinle, adamlığınla alakalı bir şey değildir, geylik yatağa kimle girmek istediğinle alakalıdır. hepsi, hepiniz geysiniz. ve tekrar soruyorum, sen yatağa kimle girmek istiyorsun?

pegasus airlines

yemek servisleri okul kantini keşmekeşi tadında olan ve business ya da comfort class koltukları dahi olmayan havayolu şirketi. ama diğer firmalara göre daha yoğun çalışmalarına rağmen kabin görevlilerinin hiç bir falsosunu görmedim. hep güler yüzlüler.

bugün sevişmeyeceğim donu

sevişmeyi planladığı günlerde giyilenden daha özel bir iççamaşırı olması gereken don. "şu anda 75 viagram almış etkisi yaratacak bir iççamaşırı giyiyorum, ama benim için hiç biriniz onu görecek kadar iyi değilsiniz!" diyebilmeli insan kendine, o donu giydiğinde. self respect!

e-disco.net

artık üye girişi bile yapılamayan, adminius'un bile unuttuğu forum.

aileye açılmak

size ilham vermesi dileğiyle...

annem yıllarca "oğlum ibne" endişesi ile yaşadı... annemin bu tavrı artık canıma tak etmişti. ben senin evladınım, erkek, kız, gey, lezbiyen, biseksüel, trans ya da interseks olmam ne farkeder? sen beni doğurmuşsun, ama allah kaderimi böyle yazmış. her evlat bir sürprizdir, ben de böyle bi hediyeyim, üstelik değiştirme kartımda yok, rahmine de geri sokamazsın, oğlunu olduğu gibi kabul etmeyi bırak, minnet etmelisin.
yıllardır anneme bunu anlatmaya çalışıyorum: "senin içselleştirdiğin bir evlat var, bi de sahip olduğun bir evlat var. artık bu ikisini ayır. ayarlarımla oynama. dengemi bozma. benim hayatımda her şey yolunda. sırtım dik, anlım pek. mutluyum. işimdeyim, gücümdeyim. işimde, sosyal çevremde güzel anılıyorum. gördüğün gibi yanlış bir şey yok hayatımda.". yıllardır anlatıyorum, bir iki gün dalgalı denizsiz geçiyor, ardından sil baştan. "niye onu giydin, niye bunu yaptın, sen narsistsin, sen bencilsin, sen öylesin, sen böylesin, sen sıfırsın, sen hayal kırıklığısın..."
artık yetmişti. tahammül seviyem artık dayanamıyordu. yalnız kaldığım her an müziği son sese açıp, çığlık çığlığa ağlıyordum. arabayla boğaziçi köprüsünden geçerken, arabayı sağa çekip, atlamayı bile düşündüm. ve zurnanın zırt dediği an, o an oldu benim için. bir sorunum vardı ve üstesinden tek başıma gelemiyordum. ertesi gün, haftalar öncesinden alınmış bir randevum vardı.
annemle aramızı düzeltmek için aile terapisi almaya karar vermiştik. ama o kadar berbat haldeydim ki, annemin suratını bile görmek istemiyordum. yapılacak tek doğru şey vardı, terapiye yalnız gitmek. tek başıma, kendim için!
gece beni yıllardır hayatta sapasağlam durmam için yıllardır destekleyen, en can dostum, hatta can yoldaşım, arkadaşımda kaldım. ertesi gün oldu, ablamda benimle gelmek istedi. beraber gittik. psikoterapistin karşısına tüm gece ağlamaktan mosmor gözlerle çıktım. ve terapist sordu, neden burdasın? ben eşcinselim ama bu sebepten dolayı burada değilim. annemle olan problemlerimden dolayı buradayım dedim ve yarım saat içinde hayatımda olup biten her şeyi özetle anlattım. ardından ablamla yalnız konuştu. terapist ikimizi de karşısına aldı ve "bu adam tamamen normal, aklı başında, zeki, farkındalığı herkesten yüksek, düzgün bir adam. sizin bu adamla ne alıp, veremediğiniz var?" dedi. saygısız ablam, karşısında türkiye?nin en iyi uzmanı olduğunu göz ardı edip, ama?larıyla defalarca adamın sözünü kesip, benim aslında yanlış yaptığımı anlatmaya çalıştı. terapistim artık dayanamayıp ablama, bu çok faşist bir yaklaşım, sen bir faşistsin, yetişkin bir adamın bireylik haklarını elinden alamazsın diye çıkıştı. ayrıca bir anne olduğunu, bu şekilde çocuk büyütemeyeceğini, başka bir zaman kendisiyle başbaşa görüşmek istediğini ekledi. seansımız bittiğinde terapistim "buraya annenle değil, tek başına gelmekle en iyi kararı vermişsin. anneni artık unut. anlattıklarına göre annenle aranın düzelme şansı yok. seni kurtarmaya bakalım." dedi.
ilk terapinin sonunda biraz da olsa rahat nefes alıp verebilmeye başlamıştım.
ama ablam. ah o ablam. terapinin sonunda bir uzmana bok atmaya başlamakla kalmayıp, o kadar affedilmez, ipe sapa gelmez şeyler yaptı ki, başta ben olmak üzere, can dostlarım ve terapistim şok içinde izledik. en yakın kız arkadaşıma, "kardeşim seni seviyor, seninle evlenmek istiyor." demesi üzerine bardak taştı. o gece onu gırtlaklamak istedim. kendime hakim oldum. bunu yapabildiğim için kendimi ayrıca kutluyorum. o günden beri de ne suratını gördüm, ne sesini duydum. bir daha da allah ona benim suratımı görmeyi nasip etmesin, adımı ağzına dahi alamasın inşallah. ona karşı öfkem ve nefretim bu kadar fazla. jedi olsam, çoktan karanlık tarafa geçip, darth vader olmuştum.
ablamla köprüleri böylece atmıştık. yakında iş dolayısıyla yurt dışına çıkacaktım, aylarca dönmeyecektim. yıllardır her yurt dışına çıktığımda koca bir bavul taşımaktan artık sıkılmıştım. dananın kuyruğu ya kopacak, ya da 3. dünya savaşı çıkacaktı.
hakkımdaki gerçekleri, yaşadıklarımı ve özellikle "kendi hatalarını" anneme anlatmam gerekiyordu. üstelik bunları terapistim "annen sağır olmuş, hiçbir şey duymaz. kaç, kendini kurtar o aileden." demesine rağmen yapmalıydım. ben olabileceğim en mükemmel evlat, en dört dörtlük bir adam olmaya çalışırken, onun bunları görmezden gelip, sadece benim götümün derdine düşmesinden dolayı sahip olduğum ama asla anlatmadığım asıl öfkemin nedenini anneme açıklamalıydım. bunu doğru bir şekilde yapabilmemin tek şartı vardı. sakin olmak. hiç sahip olamayacağımı düşündüğüm dinginlik ve sakinlikte olmak.
aslında bu sefer o evden bir daha dönmemek üzere ayrılacaktım. sessiz sedasız. bir yolculuğa çıkacak ve bi yerlerde bir ailemin olduğunu unutacaktım. bavulumu son dakikaya kadar hazırlamamıştım. planlanladığım annem evde yokken, bavulumu hazırlayıp, kimseyle vedalaşmadan havaalanına gitmekti. bavulumu hazırladım. henüz bu evi tamamen terk etmeye hazır olmadığımı hissettim. gözüm arkada kalmamalıydı. bu evde yaşadıklarım bir mutlu sona bağlanmalıydı. yıllarca içimde yanan ateş, bir anda kor haline geldi ve söndü. yüzümde bir tebessüm oluştu, elim telefona uzandı, annemi aradım. "ben gidiyorum, gel."... gitmeme bi kaç saat vardı, annem karşımdaydı, ben ise tamamen hafiflemiş. içim huzur doluydu. birazdan yıllarca konuşmaktan kaçtığım, sonuçlarından korktuğum her şeyi konuşacaktım.
olaylar nerden, nereye, nasıl geldi, çocukluğumdan itibaren olan biten her şeyi anlatmaya başladım. inkar etti, sen şizofren olmuşsun dedi, bunların hiçbiri olmadı, aklın oyun oynuyor sana dedi. eskiden olsa ve bunları duysam hiddetlenirdim. ama o an iç huzurumu koruyabildim. yaşananların hepsinin gerçek olduğunu, şahitlerine ve suçlularına kadar verdim. bana bunu niye yapıyorsun dedi. kalbi yerinden fırlayacak gibi çarpıyordu, terlemeye başladı, bayılmak üzereydi. anne dedim, sana bi şey olduğu yok, olan bana oldu hep, sen kocanın ardından ağlarken, ben çocukluğumda bunlarla uğraşıyordum, şimdi karşımda hiç acıtasyon yapma dedim. neden anlatmadın dedi. evde ablam bazı şeylerden haberdarken ve üstüne üstük beni hizmetçisi gibi kullanmak için bildikleriyle sanki ben suçluymuşum gibi tehdit ederken nasıl anlatabilirdim dedim. beyninden vurulmuşa döndü. yapabileceğim bir şey yoktu. 20 küsür yıldır ben bunlarla uğraştım, tek başıma, al birazda sen uğraş, ben artık yoruldum dedim. gördüğün gibi beni erkek olmakla bi problemim yok, ki olsa da ne olur? ben sadece senin çocuğunum, oyuncağın değil. ve ben sadece bir adamla yaşayacağım bir beraberlikten mutluluk duyan bir adamım dedim. söyleyecek hiçbir sözü yoktu. kartlar açık oynanınca zamanında yerine getiremediği sorumluluklarından dolayı, tüm annelik haklarını kaybetmişti. bundan sonra kararlarım, bedenim, hiçbir şeyin üstünde söz hakkı olmadığını, olamayacağını, tüm bu yaşadıklarına rağmen, bu adamın bu noktaya kendi başına gelmesinden kendine iyi krediler çıkaramayacağını, aslında hiçbir zaman gerçek anlamda yanımda olmadığını farketti. bunu anlıyordu. pişmanlığı gözlerinden okunuyordu.
artık gitme zamanı gelmişti, geriye 4 duvar arasında bir kadını, binlerce düşünceyle bırakıyordum. odama gittim, kitaplıktan "benim çocuğum" belgeselini aldım, çalışma masamın üstüne koydum ve üstüne izlemesi gerektiğini yazan bir not bıraktım ve odamın kapısını kapattım. bunun anneme yardımcı olacağını düşündüm.
hafiflemiş bavulumu aşağı indirdik. annem taksi çağırdı. gözleri yaşlı. vedalaştık. arkamdan su döktü.

-nereye abi?
-atatürk havaalanı.

şimdi her telefonla konuşmamızda "göreceksin, en büyük destekçin ben olacağım. seni döndüğünde çok güzel bi hayat bekliyor. söz veriyorum." diyor, günah çıkarmaya çalışıyor, bazen keşke ile başlayan bir cümle kurmaya yelteniyor, ama hemen ardından "keşke" yok diyor, bundan sonra yapabileceklerimize bakalım diyor. tabi ben lafa değil, icraata bakarım.
57 yaşında bi kadından şimdiye kadar bir anne olarak yapmadığı her şeyi telafi etmesini beklemiyorum tabiki de ama bu yükten kurtulmak var ya, işte bu paha biçilemez. :)

ayı sözlük

zaman zaman gay sosyal ağlardan sıkılanların bir araya gelip yeni bir date sitesi anlayışı ile kurduğunu düşündüğüm sözlük.

kılı seven ayısına katlanır

kılsızı böyleyse, kesinlikle katlanılır.

ilsiz

ayı sözlük itiraf

sözlük, bugün cümleleri toparlayamıyorum, ne twitter da, ne de sözlükte yazdığım hiçbir şey keyif vermiyor, hatta olmadı sanki lan bu diye canıma sıkmama neden oluyor. bugün cuma, acaba gece hayatına mı aksam?

planetromeo

an itibariyle 10.000 kişi profilimi ziyaret etmiş olup, benim hala bekar olmama üzülsem mi, sevinsem mi, karar veremediğim durum.

hermafrodit bülent

anneler, babalar ne yazık ki doğacak evlatlarına daha doğmadan çok büyük bir misyon yüklüyorlar. erkekse şeref, kızsa namus... konunun özü ise "her evlat bir sürprizdir."... ana rahminden ne çıkarsa, kabul edilmelidir, kız, erkek, hermafrodit, gay, lezbiyen, trans, farketmez.

bülent'e yaptıklarından, hissettirdiklerinden dolayı gün yüzü göremez inşallah o baba!

allah hepimizi böyle anne, babalardan korusun.

ayı sözlük itiraf

lavman yapmadan kendini s*ktirenlerden tiksiniyorum be ayısözlük. nasıl bi saygısızlıktır bu. iki cinsel haz yaşayacağız diye ne çektik be. hadi spontane bi buluşma olur, önceden hazırlanamamışsındır eyvallah. ama evine davet ettiğin misafirde böyle karşılanmaz ki.

eski sevgili ile olan mesajlaşmaları okumak

böyle boş işlerle uğraşacağınıza, kırın dizinizi de iki sure ezberleyin dedirttiren bi durum.

viva forever

artık türkiye'de tamamen unutulduğunu düşündüğüm spice girls'ün son zamanlarda gittiğim mekan, avm ya da restoranlarda tekrar duymaya başladığım gelmiş geçmiş en beğenilen slow şarkısı. geri halliwell'in mayıs 1998'de gruptan ayrılması sonucu klibi animasyon olarak çekilmek zorunda kalınmıştır ve grubun 2. albümü olan spice world'ten çıkan son teklisidir.

ayrıca mamma mia!'nın yapımcıları tarafından yaratılan ve spice girls şarkılarından oluşan müzikalin de ismidir. müzikal uzun yıllardır hala kapalı gişe olarak ingilterede sahnelenmektedir.

burlesque

baştan sona akan, bir solukta izlenebilecek, son yıllarda ortaya çıkan en iyi hollywood yapımı müzikal.
  • /
  • 12
Henüz bir favori entry yok.

Toplam entry sayısı: 222

sevişirken söylenmesi hoş olmayan şeyler

-zevk alıyor musun?

özgüven eksikliği yaşayan her partnerden duyabileceğiniz bir cümle. böyle amatörleri yatakta bırakıp, kaçın.

aileye açılmak

size ilham vermesi dileğiyle...

annem yıllarca "oğlum ibne" endişesi ile yaşadı... annemin bu tavrı artık canıma tak etmişti. ben senin evladınım, erkek, kız, gey, lezbiyen, biseksüel, trans ya da interseks olmam ne farkeder? sen beni doğurmuşsun, ama allah kaderimi böyle yazmış. her evlat bir sürprizdir, ben de böyle bi hediyeyim, üstelik değiştirme kartımda yok, rahmine de geri sokamazsın, oğlunu olduğu gibi kabul etmeyi bırak, minnet etmelisin.
yıllardır anneme bunu anlatmaya çalışıyorum: "senin içselleştirdiğin bir evlat var, bi de sahip olduğun bir evlat var. artık bu ikisini ayır. ayarlarımla oynama. dengemi bozma. benim hayatımda her şey yolunda. sırtım dik, anlım pek. mutluyum. işimdeyim, gücümdeyim. işimde, sosyal çevremde güzel anılıyorum. gördüğün gibi yanlış bir şey yok hayatımda.". yıllardır anlatıyorum, bir iki gün dalgalı denizsiz geçiyor, ardından sil baştan. "niye onu giydin, niye bunu yaptın, sen narsistsin, sen bencilsin, sen öylesin, sen böylesin, sen sıfırsın, sen hayal kırıklığısın..."
artık yetmişti. tahammül seviyem artık dayanamıyordu. yalnız kaldığım her an müziği son sese açıp, çığlık çığlığa ağlıyordum. arabayla boğaziçi köprüsünden geçerken, arabayı sağa çekip, atlamayı bile düşündüm. ve zurnanın zırt dediği an, o an oldu benim için. bir sorunum vardı ve üstesinden tek başıma gelemiyordum. ertesi gün, haftalar öncesinden alınmış bir randevum vardı.
annemle aramızı düzeltmek için aile terapisi almaya karar vermiştik. ama o kadar berbat haldeydim ki, annemin suratını bile görmek istemiyordum. yapılacak tek doğru şey vardı, terapiye yalnız gitmek. tek başıma, kendim için!
gece beni yıllardır hayatta sapasağlam durmam için yıllardır destekleyen, en can dostum, hatta can yoldaşım, arkadaşımda kaldım. ertesi gün oldu, ablamda benimle gelmek istedi. beraber gittik. psikoterapistin karşısına tüm gece ağlamaktan mosmor gözlerle çıktım. ve terapist sordu, neden burdasın? ben eşcinselim ama bu sebepten dolayı burada değilim. annemle olan problemlerimden dolayı buradayım dedim ve yarım saat içinde hayatımda olup biten her şeyi özetle anlattım. ardından ablamla yalnız konuştu. terapist ikimizi de karşısına aldı ve "bu adam tamamen normal, aklı başında, zeki, farkındalığı herkesten yüksek, düzgün bir adam. sizin bu adamla ne alıp, veremediğiniz var?" dedi. saygısız ablam, karşısında türkiye?nin en iyi uzmanı olduğunu göz ardı edip, ama?larıyla defalarca adamın sözünü kesip, benim aslında yanlış yaptığımı anlatmaya çalıştı. terapistim artık dayanamayıp ablama, bu çok faşist bir yaklaşım, sen bir faşistsin, yetişkin bir adamın bireylik haklarını elinden alamazsın diye çıkıştı. ayrıca bir anne olduğunu, bu şekilde çocuk büyütemeyeceğini, başka bir zaman kendisiyle başbaşa görüşmek istediğini ekledi. seansımız bittiğinde terapistim "buraya annenle değil, tek başına gelmekle en iyi kararı vermişsin. anneni artık unut. anlattıklarına göre annenle aranın düzelme şansı yok. seni kurtarmaya bakalım." dedi.
ilk terapinin sonunda biraz da olsa rahat nefes alıp verebilmeye başlamıştım.
ama ablam. ah o ablam. terapinin sonunda bir uzmana bok atmaya başlamakla kalmayıp, o kadar affedilmez, ipe sapa gelmez şeyler yaptı ki, başta ben olmak üzere, can dostlarım ve terapistim şok içinde izledik. en yakın kız arkadaşıma, "kardeşim seni seviyor, seninle evlenmek istiyor." demesi üzerine bardak taştı. o gece onu gırtlaklamak istedim. kendime hakim oldum. bunu yapabildiğim için kendimi ayrıca kutluyorum. o günden beri de ne suratını gördüm, ne sesini duydum. bir daha da allah ona benim suratımı görmeyi nasip etmesin, adımı ağzına dahi alamasın inşallah. ona karşı öfkem ve nefretim bu kadar fazla. jedi olsam, çoktan karanlık tarafa geçip, darth vader olmuştum.
ablamla köprüleri böylece atmıştık. yakında iş dolayısıyla yurt dışına çıkacaktım, aylarca dönmeyecektim. yıllardır her yurt dışına çıktığımda koca bir bavul taşımaktan artık sıkılmıştım. dananın kuyruğu ya kopacak, ya da 3. dünya savaşı çıkacaktı.
hakkımdaki gerçekleri, yaşadıklarımı ve özellikle "kendi hatalarını" anneme anlatmam gerekiyordu. üstelik bunları terapistim "annen sağır olmuş, hiçbir şey duymaz. kaç, kendini kurtar o aileden." demesine rağmen yapmalıydım. ben olabileceğim en mükemmel evlat, en dört dörtlük bir adam olmaya çalışırken, onun bunları görmezden gelip, sadece benim götümün derdine düşmesinden dolayı sahip olduğum ama asla anlatmadığım asıl öfkemin nedenini anneme açıklamalıydım. bunu doğru bir şekilde yapabilmemin tek şartı vardı. sakin olmak. hiç sahip olamayacağımı düşündüğüm dinginlik ve sakinlikte olmak.
aslında bu sefer o evden bir daha dönmemek üzere ayrılacaktım. sessiz sedasız. bir yolculuğa çıkacak ve bi yerlerde bir ailemin olduğunu unutacaktım. bavulumu son dakikaya kadar hazırlamamıştım. planlanladığım annem evde yokken, bavulumu hazırlayıp, kimseyle vedalaşmadan havaalanına gitmekti. bavulumu hazırladım. henüz bu evi tamamen terk etmeye hazır olmadığımı hissettim. gözüm arkada kalmamalıydı. bu evde yaşadıklarım bir mutlu sona bağlanmalıydı. yıllarca içimde yanan ateş, bir anda kor haline geldi ve söndü. yüzümde bir tebessüm oluştu, elim telefona uzandı, annemi aradım. "ben gidiyorum, gel."... gitmeme bi kaç saat vardı, annem karşımdaydı, ben ise tamamen hafiflemiş. içim huzur doluydu. birazdan yıllarca konuşmaktan kaçtığım, sonuçlarından korktuğum her şeyi konuşacaktım.
olaylar nerden, nereye, nasıl geldi, çocukluğumdan itibaren olan biten her şeyi anlatmaya başladım. inkar etti, sen şizofren olmuşsun dedi, bunların hiçbiri olmadı, aklın oyun oynuyor sana dedi. eskiden olsa ve bunları duysam hiddetlenirdim. ama o an iç huzurumu koruyabildim. yaşananların hepsinin gerçek olduğunu, şahitlerine ve suçlularına kadar verdim. bana bunu niye yapıyorsun dedi. kalbi yerinden fırlayacak gibi çarpıyordu, terlemeye başladı, bayılmak üzereydi. anne dedim, sana bi şey olduğu yok, olan bana oldu hep, sen kocanın ardından ağlarken, ben çocukluğumda bunlarla uğraşıyordum, şimdi karşımda hiç acıtasyon yapma dedim. neden anlatmadın dedi. evde ablam bazı şeylerden haberdarken ve üstüne üstük beni hizmetçisi gibi kullanmak için bildikleriyle sanki ben suçluymuşum gibi tehdit ederken nasıl anlatabilirdim dedim. beyninden vurulmuşa döndü. yapabileceğim bir şey yoktu. 20 küsür yıldır ben bunlarla uğraştım, tek başıma, al birazda sen uğraş, ben artık yoruldum dedim. gördüğün gibi beni erkek olmakla bi problemim yok, ki olsa da ne olur? ben sadece senin çocuğunum, oyuncağın değil. ve ben sadece bir adamla yaşayacağım bir beraberlikten mutluluk duyan bir adamım dedim. söyleyecek hiçbir sözü yoktu. kartlar açık oynanınca zamanında yerine getiremediği sorumluluklarından dolayı, tüm annelik haklarını kaybetmişti. bundan sonra kararlarım, bedenim, hiçbir şeyin üstünde söz hakkı olmadığını, olamayacağını, tüm bu yaşadıklarına rağmen, bu adamın bu noktaya kendi başına gelmesinden kendine iyi krediler çıkaramayacağını, aslında hiçbir zaman gerçek anlamda yanımda olmadığını farketti. bunu anlıyordu. pişmanlığı gözlerinden okunuyordu.
artık gitme zamanı gelmişti, geriye 4 duvar arasında bir kadını, binlerce düşünceyle bırakıyordum. odama gittim, kitaplıktan "benim çocuğum" belgeselini aldım, çalışma masamın üstüne koydum ve üstüne izlemesi gerektiğini yazan bir not bıraktım ve odamın kapısını kapattım. bunun anneme yardımcı olacağını düşündüm.
hafiflemiş bavulumu aşağı indirdik. annem taksi çağırdı. gözleri yaşlı. vedalaştık. arkamdan su döktü.

-nereye abi?
-atatürk havaalanı.

şimdi her telefonla konuşmamızda "göreceksin, en büyük destekçin ben olacağım. seni döndüğünde çok güzel bi hayat bekliyor. söz veriyorum." diyor, günah çıkarmaya çalışıyor, bazen keşke ile başlayan bir cümle kurmaya yelteniyor, ama hemen ardından "keşke" yok diyor, bundan sonra yapabileceklerimize bakalım diyor. tabi ben lafa değil, icraata bakarım.
57 yaşında bi kadından şimdiye kadar bir anne olarak yapmadığı her şeyi telafi etmesini beklemiyorum tabiki de ama bu yükten kurtulmak var ya, işte bu paha biçilemez. :)

aileye açılmak

size ilham vermesi dileğiyle...

annem yıllarca "oğlum ibne" endişesi ile yaşadı... annemin bu tavrı artık canıma tak etmişti. ben senin evladınım, erkek, kız, gey, lezbiyen, biseksüel, trans ya da interseks olmam ne farkeder? sen beni doğurmuşsun, ama allah kaderimi böyle yazmış. her evlat bir sürprizdir, ben de böyle bi hediyeyim, üstelik değiştirme kartımda yok, rahmine de geri sokamazsın, oğlunu olduğu gibi kabul etmeyi bırak, minnet etmelisin.
yıllardır anneme bunu anlatmaya çalışıyorum: "senin içselleştirdiğin bir evlat var, bi de sahip olduğun bir evlat var. artık bu ikisini ayır. ayarlarımla oynama. dengemi bozma. benim hayatımda her şey yolunda. sırtım dik, anlım pek. mutluyum. işimdeyim, gücümdeyim. işimde, sosyal çevremde güzel anılıyorum. gördüğün gibi yanlış bir şey yok hayatımda.". yıllardır anlatıyorum, bir iki gün dalgalı denizsiz geçiyor, ardından sil baştan. "niye onu giydin, niye bunu yaptın, sen narsistsin, sen bencilsin, sen öylesin, sen böylesin, sen sıfırsın, sen hayal kırıklığısın..."
artık yetmişti. tahammül seviyem artık dayanamıyordu. yalnız kaldığım her an müziği son sese açıp, çığlık çığlığa ağlıyordum. arabayla boğaziçi köprüsünden geçerken, arabayı sağa çekip, atlamayı bile düşündüm. ve zurnanın zırt dediği an, o an oldu benim için. bir sorunum vardı ve üstesinden tek başıma gelemiyordum. ertesi gün, haftalar öncesinden alınmış bir randevum vardı.
annemle aramızı düzeltmek için aile terapisi almaya karar vermiştik. ama o kadar berbat haldeydim ki, annemin suratını bile görmek istemiyordum. yapılacak tek doğru şey vardı, terapiye yalnız gitmek. tek başıma, kendim için!
gece beni yıllardır hayatta sapasağlam durmam için yıllardır destekleyen, en can dostum, hatta can yoldaşım, arkadaşımda kaldım. ertesi gün oldu, ablamda benimle gelmek istedi. beraber gittik. psikoterapistin karşısına tüm gece ağlamaktan mosmor gözlerle çıktım. ve terapist sordu, neden burdasın? ben eşcinselim ama bu sebepten dolayı burada değilim. annemle olan problemlerimden dolayı buradayım dedim ve yarım saat içinde hayatımda olup biten her şeyi özetle anlattım. ardından ablamla yalnız konuştu. terapist ikimizi de karşısına aldı ve "bu adam tamamen normal, aklı başında, zeki, farkındalığı herkesten yüksek, düzgün bir adam. sizin bu adamla ne alıp, veremediğiniz var?" dedi. saygısız ablam, karşısında türkiye?nin en iyi uzmanı olduğunu göz ardı edip, ama?larıyla defalarca adamın sözünü kesip, benim aslında yanlış yaptığımı anlatmaya çalıştı. terapistim artık dayanamayıp ablama, bu çok faşist bir yaklaşım, sen bir faşistsin, yetişkin bir adamın bireylik haklarını elinden alamazsın diye çıkıştı. ayrıca bir anne olduğunu, bu şekilde çocuk büyütemeyeceğini, başka bir zaman kendisiyle başbaşa görüşmek istediğini ekledi. seansımız bittiğinde terapistim "buraya annenle değil, tek başına gelmekle en iyi kararı vermişsin. anneni artık unut. anlattıklarına göre annenle aranın düzelme şansı yok. seni kurtarmaya bakalım." dedi.
ilk terapinin sonunda biraz da olsa rahat nefes alıp verebilmeye başlamıştım.
ama ablam. ah o ablam. terapinin sonunda bir uzmana bok atmaya başlamakla kalmayıp, o kadar affedilmez, ipe sapa gelmez şeyler yaptı ki, başta ben olmak üzere, can dostlarım ve terapistim şok içinde izledik. en yakın kız arkadaşıma, "kardeşim seni seviyor, seninle evlenmek istiyor." demesi üzerine bardak taştı. o gece onu gırtlaklamak istedim. kendime hakim oldum. bunu yapabildiğim için kendimi ayrıca kutluyorum. o günden beri de ne suratını gördüm, ne sesini duydum. bir daha da allah ona benim suratımı görmeyi nasip etmesin, adımı ağzına dahi alamasın inşallah. ona karşı öfkem ve nefretim bu kadar fazla. jedi olsam, çoktan karanlık tarafa geçip, darth vader olmuştum.
ablamla köprüleri böylece atmıştık. yakında iş dolayısıyla yurt dışına çıkacaktım, aylarca dönmeyecektim. yıllardır her yurt dışına çıktığımda koca bir bavul taşımaktan artık sıkılmıştım. dananın kuyruğu ya kopacak, ya da 3. dünya savaşı çıkacaktı.
hakkımdaki gerçekleri, yaşadıklarımı ve özellikle "kendi hatalarını" anneme anlatmam gerekiyordu. üstelik bunları terapistim "annen sağır olmuş, hiçbir şey duymaz. kaç, kendini kurtar o aileden." demesine rağmen yapmalıydım. ben olabileceğim en mükemmel evlat, en dört dörtlük bir adam olmaya çalışırken, onun bunları görmezden gelip, sadece benim götümün derdine düşmesinden dolayı sahip olduğum ama asla anlatmadığım asıl öfkemin nedenini anneme açıklamalıydım. bunu doğru bir şekilde yapabilmemin tek şartı vardı. sakin olmak. hiç sahip olamayacağımı düşündüğüm dinginlik ve sakinlikte olmak.
aslında bu sefer o evden bir daha dönmemek üzere ayrılacaktım. sessiz sedasız. bir yolculuğa çıkacak ve bi yerlerde bir ailemin olduğunu unutacaktım. bavulumu son dakikaya kadar hazırlamamıştım. planlanladığım annem evde yokken, bavulumu hazırlayıp, kimseyle vedalaşmadan havaalanına gitmekti. bavulumu hazırladım. henüz bu evi tamamen terk etmeye hazır olmadığımı hissettim. gözüm arkada kalmamalıydı. bu evde yaşadıklarım bir mutlu sona bağlanmalıydı. yıllarca içimde yanan ateş, bir anda kor haline geldi ve söndü. yüzümde bir tebessüm oluştu, elim telefona uzandı, annemi aradım. "ben gidiyorum, gel."... gitmeme bi kaç saat vardı, annem karşımdaydı, ben ise tamamen hafiflemiş. içim huzur doluydu. birazdan yıllarca konuşmaktan kaçtığım, sonuçlarından korktuğum her şeyi konuşacaktım.
olaylar nerden, nereye, nasıl geldi, çocukluğumdan itibaren olan biten her şeyi anlatmaya başladım. inkar etti, sen şizofren olmuşsun dedi, bunların hiçbiri olmadı, aklın oyun oynuyor sana dedi. eskiden olsa ve bunları duysam hiddetlenirdim. ama o an iç huzurumu koruyabildim. yaşananların hepsinin gerçek olduğunu, şahitlerine ve suçlularına kadar verdim. bana bunu niye yapıyorsun dedi. kalbi yerinden fırlayacak gibi çarpıyordu, terlemeye başladı, bayılmak üzereydi. anne dedim, sana bi şey olduğu yok, olan bana oldu hep, sen kocanın ardından ağlarken, ben çocukluğumda bunlarla uğraşıyordum, şimdi karşımda hiç acıtasyon yapma dedim. neden anlatmadın dedi. evde ablam bazı şeylerden haberdarken ve üstüne üstük beni hizmetçisi gibi kullanmak için bildikleriyle sanki ben suçluymuşum gibi tehdit ederken nasıl anlatabilirdim dedim. beyninden vurulmuşa döndü. yapabileceğim bir şey yoktu. 20 küsür yıldır ben bunlarla uğraştım, tek başıma, al birazda sen uğraş, ben artık yoruldum dedim. gördüğün gibi beni erkek olmakla bi problemim yok, ki olsa da ne olur? ben sadece senin çocuğunum, oyuncağın değil. ve ben sadece bir adamla yaşayacağım bir beraberlikten mutluluk duyan bir adamım dedim. söyleyecek hiçbir sözü yoktu. kartlar açık oynanınca zamanında yerine getiremediği sorumluluklarından dolayı, tüm annelik haklarını kaybetmişti. bundan sonra kararlarım, bedenim, hiçbir şeyin üstünde söz hakkı olmadığını, olamayacağını, tüm bu yaşadıklarına rağmen, bu adamın bu noktaya kendi başına gelmesinden kendine iyi krediler çıkaramayacağını, aslında hiçbir zaman gerçek anlamda yanımda olmadığını farketti. bunu anlıyordu. pişmanlığı gözlerinden okunuyordu.
artık gitme zamanı gelmişti, geriye 4 duvar arasında bir kadını, binlerce düşünceyle bırakıyordum. odama gittim, kitaplıktan "benim çocuğum" belgeselini aldım, çalışma masamın üstüne koydum ve üstüne izlemesi gerektiğini yazan bir not bıraktım ve odamın kapısını kapattım. bunun anneme yardımcı olacağını düşündüm.
hafiflemiş bavulumu aşağı indirdik. annem taksi çağırdı. gözleri yaşlı. vedalaştık. arkamdan su döktü.

-nereye abi?
-atatürk havaalanı.

şimdi her telefonla konuşmamızda "göreceksin, en büyük destekçin ben olacağım. seni döndüğünde çok güzel bi hayat bekliyor. söz veriyorum." diyor, günah çıkarmaya çalışıyor, bazen keşke ile başlayan bir cümle kurmaya yelteniyor, ama hemen ardından "keşke" yok diyor, bundan sonra yapabileceklerimize bakalım diyor. tabi ben lafa değil, icraata bakarım.
57 yaşında bi kadından şimdiye kadar bir anne olarak yapmadığı her şeyi telafi etmesini beklemiyorum tabiki de ama bu yükten kurtulmak var ya, işte bu paha biçilemez. :)

ülkem geylerinin avam merakı

sen 2 üniversite oku, genel kültür diye konser, sinema, kitap ne varsa hepsini sindir, şık olayım diye her ay bütün moda dergilerini arşınla, ayılıktan çıkmayayım ama yine de derli toplu olayım diye spor salonuna git, bir tane sıradışı spor yap, ondan sonra tüm iyi tipler daha da sahte diesel pantolonlu, daha da sahte airmax ayakkabılı üçer beşer gruplar halinde gezen maksimum meslek yüksek okul mezunu (o da en iyi ihtimalle) heteroseksüellere baksın. resmen intihar sebebi.

ayı sözlük

istanbul burnumda tüterken, hangi hamam açık, hangi hamam kapalı diye googlelarken bulduğum sözlük. bir kaç başlığa bakayım dedim, mizah gayet yerinde. genel olarak sığır zihniyetli, düşük profilli ayıların olduğu bir ülkede, mizahtan anlayan ayıların da olduğunu görmek beni şaşırttı. nerdeymişsiniz siz yıllardır? nerelerde saklanmışsınız? yoksa kolay av olmak için yıllarca kezban rolüne mi büründünüz? beni mi kandırdınız? ne çektim ben de...

firuzağa hamamı

istanbul'a döndüğüm de ilk evime, ailemi görmeye mi gitsem, yoksa firuzağa hamamına gidip tüm hamama versem mi diye ikilemde kalmama sebep veren hamamdır. bir bir kapanan erotik sinemalardan sonra varlıklarını öğrenip, keşfetmem hızır gibi yetişmiştir imdadıma. kahrolsun içimdeki outdoor sevgisi.

ayı sözlük itiraf

sırf sana benziyor diye, dün gece bir adamla yattım. şaka lan şaka, benzemiyordu. adam taştı. sen kimsin ki lan? tabi adamdan bana övgüler, methiyeler. 41 yaşında adam, senin yanında sünepe gibi kaldım, olamaz böyle şey dedi. hayat bana güzel.

ps. 27 yaşındayım.

azerbaycan

eziklikleri, içten pazarlıkları, 5 kuruş etmeyen akılları, köylü kurnazlıkları, algı kapalılıkları, görgüsüzlükleri vs. gibi tüm sıfatları milletinin büyük çoğunluğunca barındırılan, acınası ülke.

sevişirken söylenmesi hoş olmayan şeyler

-zevk alıyor musun?

özgüven eksikliği yaşayan her partnerden duyabileceğiniz bir cümle. böyle amatörleri yatakta bırakıp, kaçın.

aşık olunan kişinin uzakta olması

yıllardır öğrenemedi şu gay milleti, "long distance relationship never works!". aç grindr, growlr'ı da, komşularından kapakla bi tane a benim kezbanım.

ülkem geylerinin avam merakı

sen 2 üniversite oku, genel kültür diye konser, sinema, kitap ne varsa hepsini sindir, şık olayım diye her ay bütün moda dergilerini arşınla, ayılıktan çıkmayayım ama yine de derli toplu olayım diye spor salonuna git, bir tane sıradışı spor yap, ondan sonra tüm iyi tipler daha da sahte diesel pantolonlu, daha da sahte airmax ayakkabılı üçer beşer gruplar halinde gezen maksimum meslek yüksek okul mezunu (o da en iyi ihtimalle) heteroseksüellere baksın. resmen intihar sebebi.

planetromeo

an itibariyle 10.000 kişi profilimi ziyaret etmiş olup, benim hala bekar olmama üzülsem mi, sevinsem mi, karar veremediğim durum.
Henüz takip ettiği biri yok.