o şarkıyı tanımadan önce tamda anlattığı gibiydi her şey, ama her şey. şunu düşünün; bir bahçedesiniz, mevsim yaz. hayatınızdaki tüm yolcuları; oturup hasbihal edenleri, kalbinizi kıranları, boğazınızda yumru kalmış sevdaları, tenini koklamak istediğiniz adamları/kadınları, dostlarınızın ihanetleri, ikiyüzlüleri, ailenizin bencilliklerini, kendinizin en çokta kendinizin, kendinize yaptığınız haksızlıklıkları, attığınız yalanları. şimdi o bahçeye geri dönün tüm bunları o yaşa kadar yaşadığınızı düşünün ve o sahnenin en büyük, tarumar eden detayı ise, yalnızsınız. ya da olması gerekenler, uzakta.. kaçınılmaz bir detay değil mi yalnızlık? mutlaka olması gerekiyor hikayelerde, ama şuna inanın yaş aldıkça o yalnızlıkta güzelleşiyor. her neyse.. işte bu şarkı bana hep o geçmiş zaman da o masanın başında otururken, tüm dostlar dağılmışken ve mevsimde yaz iken ahşap masanın üzerinde de bir kadeh şarap yalnızlığıma, gelip geçenlere içeceğimi düşünürüm. ha hava da biraz serin, içiniz üşüyor, sırtınızda da turuncu bir ceket.
telefonda kutladım olsun buradan da yedi cihana duyuracağım. kendileri doğmuştur bugün, can dost o.. gamzelerinin derinliği kadar mutlu ol yeni yaşında. iyi ki doğdun xalo
yıllar yıllaaar sonra giriş yaptım, girmeden önce duygulandığım ne arkadaşlıkların dostluklara dönüştüğü, ne güzel anların içinde olduğum zamanlar ve daha niceleri. duygulandırdın gece gece be sözlük.
uzun süredir ağlamayan bu ayı bünyeyi ağlatabilmeyi başarmış şarkıdır. hani bir yere çarpar, acısını ilk birkaç dakika hissetmezsiniz ya, sonra derin bir acı duyup, acıdan ağlarsınız. şarkının yarattığı his bu işte. fena acıtıyor.
"lakin hayat fışkırır damarlarımızdan onca şeye rağmen doyasıya ölesiye ve biz bir yandan yüzü kızaran insan hayvan gibi atlarız avımızın üstüne hem katil hem kurban"
rahatım, uzun süredir kafamın etini yiyen fikri en sonunda yaptım. bu, verilmiş gizli bir sözdü kendime. keşke dememek için, aklımda yer etmemesi için. rahatladım, oh.
uzun süredir izlemeyi ertelediğim/unuttuğum kült filmdir. (bkz: inception) filminden sonra bana çok pis ters köşe yaptıran. gerek düzeni eleştiren, sistemi yeren, bizleri kınayan, alışılmış yaşamın içinde bizi sokup sokup çıkaran çok güzel bir film.
- - - - spoiler - - -
mobilya alırsın. ve kendine aldığın bu kanepenin ihtiyacın olan son mobilya olduğunu söylersin. kanepeyi aldıktan sonra, ne olursa olsun kanepe problemini çözdüğün için birkaç yıl için tatmin olmuşsundur. sonra uygun bir yemek takımı. sonra en mükemmel yatak. perdeler. halılar.
sonra güzel yuvana kısılır kalırsın, sahip olduğun şeyler, sana sahip olmaya başlar.
uzun süre uzaktım sözlükten, kasti olarak evet evet. bu kararımın ne kadar doğru olduğunu yazarların halen daha aynı kafada; ergen, şımarık, bir tarafları kalkmış, yazar oldum diye bir nağmeler, egosal düzenin üzerine kurulan sistem, yapılan yorumlar, pohpohlanmak isteyen şahıs/şahıslar, kendi içinde çelişen ayrımcı bir platform, başlıklar felan. sözlük eski zamanlarda bıraktığım aynı sözlük değilsin. bil istedim. lafı üzerine alınmak isteyenlerde alınabilir. gocunmuyorum. bye.
ege bölgesi olarak toplansak diye başlayıp toplanamayan /gelemeyen /çekinen /gelmekte kararsız olan /gittiğinde yazarların yiyeceğini düşünen şehirdir efendim.
tesadüf eseri okuduğum bir yazıda istanbul da yaşayanlar izmir'i sakinliği sebebi ile tercih ettikleri için, izmir hızlı bir şekilde istanbullu göçüne maruz kalmış, bu rakam 2015 de 16 bin 129 kişi olarak belirtilmiş. diyorum ki; gelmeyin yer kalmadı burada.
''bir büyük sır söyleyeceğim sana kapıları ört ölmek sevmekten daha kolaydır bundandır yaşamanın sancılarına yönelmem sevgilim.'' diye biten çok sevdiğim bir (bkz: louis aragon) şiiridir.
1 yıl boyunca evinin balkonundan çektiği fotoğraflar yapı kredi sanatta sergileniyor. seçkiler arasında çokta albenisi olan görseller göremedim. birara taksime gidende gezilir artık. gezmek için son gün 27 nisan 2019
ne çok isterdim sözlük; babamla yaşayamadığım her fırsatı oğlumla oğlumla dedim, hep erkek çocuğum olsun isterdim- gerçekleştirebilmeyi. en basit anları dahi, zevkli hale getirebilen o mucize şeyle; dünyaya yeniden doğmuş gibi çocuklaşarak, huysuzlaşarak, mızıkçılık yaparak yaşamayı. çok hassasım bu konuda sözlük, tanıyamadım pek fazla ben babamı.
derler ya, parça parça hatırlanır işte öyle; bana arka odadan sataştığını duyar gibim halen daha hababam sınıfı başladı gel izleyelim hadi bende çocuk aklımla gitmezdim yanına. markete giderken onu koşullandırırdım baba çubuk kraker ve negro alacağız değil mi? o koskocaman cüssesiyle güler ve alırız ama fazla şey istemeyeceksin derdi, sesimi çıkarmaz, onun yanından yürürdüm. sanki korktuğum bir şeyler varda, onun haberi olmaksızın, beni koruyacağını düşünerek sırnaşırdım yanına, çocukluk işte. sonra o gece geldi çattı -pazar günlerini daha bir sevemez oldum o günden sonra- karşımda yığılıp kaldı o koskocaman adam ne olduğunu anlayamadan, idrak edemeden evde bir telaf, kalabalık bir güruh sonrası ise hissiz bir çocuk yüreği. hayatımda ki tek pişmanlığım onu o kapıdan çıkarırlarken ya bir daha göremezsem, son kez öpsem babamı, çıkarmayın kapıdan dedim. ama duymadılar, ambulans sesi çoktan mahalleyi baskısı altına almıştı.
gittiler
bende balkondan ona bakıyordum, vedalaştığımı bilseydim koşmaz mıydım arkasından. babam, yoktu artık. beni koruyacak kimse yoktu, bir baba-oğul görsem hep yüreğim burkulur. muhabbetini duysam o ortamdan gitmemek için zor tutarım kendimi.
sonra sonra anladım ki; yazarın dediği doğruydu;
işte bende ölüyorum, bir an önce ölmek istiyorum. babamın ardından başlayan bu ikinci hayatın bana neler getireceğini tam kestiremeden. belki de en zor ölümü yaşıyorum. bedenimin yarısını kaybetmiş, bir mucize; geri gel diye bekliyorum. gelmiyorsun, gelmeyeceksin bunu bilmek istemiyorum. kemiklerimi kırarcasına sımsıkı sarılmanı, öpmeni, kokunu, o güzel saçlarının tek bir telini rüyalarımda arıyorum. ve artık öğreniyorum; -öğreneli ve kavrayalı çok uzun yıllar oldu- babanın oğluna öğrettiği en son şeyin babasızlık olduğunu. ve yeniden doğuyorum. babasız bir hayata gözlerimi açıyorum; sensiz, yarım ve olgun..
kırmızı fasulye, baklagiller familyasına aittir ve genelde kırmızı renkte yetişir. tıpkı böbrek şeklinde olan kırmızı fasulye, birçok vitamin ve mineraller bakımından zengin içeriğe sahiptir. et yemeyenler tarafından sıkça tüketilen kırmızı fasulyenin besleyici özelliği de oldukça yüksektir. *
halen daha bıraktığın gibi hatırlıyorum seni. farklı olan; daha çok büyüdüm, farklı gelen; senin evladın olduğum için gururluyum, farklı algıladığım; senin ismin geçtiği zaman, "baba" kelimesinin hecelerini işittiğim an artık daha az yaralanıyorum. alışılıyor baba, hayat herşeyi alıştırıyor insana, fakat onbir yıl önce bıraktığın, seni çok seven küçük oğlunum.
kafada şekillenen, sorgusuz sualsiz tek anlamı oymuşçasına "terörist" tanımına yerleşen halk topluluğu. medeniyetsiz oldukları iddiası, medeniyeti sorgulatır bir halktır kürtler. medeniyetin doğduğu topraklarda bin yıllarca ikamet etmiş fakat gelinen noktada belleği zayıf olanların "medeniyetsiz!" ithamlarına maruz kalmışlardır. öyle bir milletiz ki; televizyon, gazete, sosyal ağlarda at gözlüklerimiz varmışçasına öylesine görmeye tahammül edemiyoruz ki bizden olmayan bir ötekini görmeye nefret söylemlerimiz hazır; o kürt çünkü; ülkeyi bölecekler ve kendi devletlerini kuracaklar. o kürt çünkü; pkk örgütlerine destek veriyor. akla kazınan şeyler, birçok nedeni sıralanabilir pekala. haklarında uyanan nefretin nasıl olup da bunca büyüdüğüne anlam veremediğim, veremeyeceğimdir. uyanın artık! bu safsatalar çok geride kaldı. eğer birşeyler yapabileceksen yap. lafla peynir gemisi yürümez söz konusu sadece kürtlük değil, unutma ki sende bir ötekisin. senin; aşağıladığın, yaşama hakkının olmadığını, hiçbir hukuki hakkın tanınmadığı yerde yaşıyorsun. aynı onlar gibi.
ne çok isterdim sözlük; babamla yaşayamadığım her fırsatı oğlumla oğlumla dedim, hep erkek çocuğum olsun isterdim- gerçekleştirebilmeyi. en basit anları dahi, zevkli hale getirebilen o mucize şeyle; dünyaya yeniden doğmuş gibi çocuklaşarak, huysuzlaşarak, mızıkçılık yaparak yaşamayı. çok hassasım bu konuda sözlük, tanıyamadım pek fazla ben babamı.
derler ya, parça parça hatırlanır işte öyle; bana arka odadan sataştığını duyar gibim halen daha hababam sınıfı başladı gel izleyelim hadi bende çocuk aklımla gitmezdim yanına. markete giderken onu koşullandırırdım baba çubuk kraker ve negro alacağız değil mi? o koskocaman cüssesiyle güler ve alırız ama fazla şey istemeyeceksin derdi, sesimi çıkarmaz, onun yanından yürürdüm. sanki korktuğum bir şeyler varda, onun haberi olmaksızın, beni koruyacağını düşünerek sırnaşırdım yanına, çocukluk işte. sonra o gece geldi çattı -pazar günlerini daha bir sevemez oldum o günden sonra- karşımda yığılıp kaldı o koskocaman adam ne olduğunu anlayamadan, idrak edemeden evde bir telaf, kalabalık bir güruh sonrası ise hissiz bir çocuk yüreği. hayatımda ki tek pişmanlığım onu o kapıdan çıkarırlarken ya bir daha göremezsem, son kez öpsem babamı, çıkarmayın kapıdan dedim. ama duymadılar, ambulans sesi çoktan mahalleyi baskısı altına almıştı.
gittiler
bende balkondan ona bakıyordum, vedalaştığımı bilseydim koşmaz mıydım arkasından. babam, yoktu artık. beni koruyacak kimse yoktu, bir baba-oğul görsem hep yüreğim burkulur. muhabbetini duysam o ortamdan gitmemek için zor tutarım kendimi.
sonra sonra anladım ki; yazarın dediği doğruydu;
işte bende ölüyorum, bir an önce ölmek istiyorum. babamın ardından başlayan bu ikinci hayatın bana neler getireceğini tam kestiremeden. belki de en zor ölümü yaşıyorum. bedenimin yarısını kaybetmiş, bir mucize; geri gel diye bekliyorum. gelmiyorsun, gelmeyeceksin bunu bilmek istemiyorum. kemiklerimi kırarcasına sımsıkı sarılmanı, öpmeni, kokunu, o güzel saçlarının tek bir telini rüyalarımda arıyorum. ve artık öğreniyorum; -öğreneli ve kavrayalı çok uzun yıllar oldu- babanın oğluna öğrettiği en son şeyin babasızlık olduğunu. ve yeniden doğuyorum. babasız bir hayata gözlerimi açıyorum; sensiz, yarım ve olgun..
sözlük, amaç çizgisinden saparak daha başka şeylere yönelip, bir araç muamelesi görmesi üzerine bir süredir entry girmememe sebep olan, doğal akış sürecimdir. son zamanlarda özgür bir platform olmasının hiçbir yansımasını göremediğim ve benim gibi düşünen onca yazarın da aynı düşünce de olduğunu düşünüyorum. sözüm ona; yaptıklarımı göz önüne sermekten çekince duymuyorum. bunu gizleyip örtbas etmekte hatasını bilmez kişilerin yapabileceği bir davranıştır. bir şekilde, eski enerjisini kaybeden sözlüğe birer atıfıımdır illegal sözlerim. sözlük kendi kurallarından bahsederken; kurallara uyulmaması, yazarların * başka zaaflarını gidermek ve bunlara çözüm yolu olarak sözlüğü mekan bellemekte bir etkendir.
1-karamsarlık, kişinin kendi penceresinden baktığı dünya ile alakalı. her pencere farklı bir duygunun tasarımı, ve bu tasarımı önceden nasıl ele aldığında ilişkili de biraz.
2-kendimden yola çıkarak bunu açıklamaya çalışayım; fil hafızası derler ya öyle bir hafızaya sahibim. kişi, olay, mekan farketmeksizin çoğu şeyi hatırlarım. bunun ne işe yaradığını bilmiyorum, ya da hafızamın neden bu denli geçmişteki şeyi, bana hatırlattığını bilemiyorum. kindarlık değil bence. eğer bu hafızanın hatırlattıklarını karşı tarafa öc alırcasına, planlı ve kumpas kurar gibi pusuda bekler gibi zamanını bekliyorsan kindarsındır. ben hatırladıklarımı unuturum çoğu zaman, o kişiyi gördüğüm zaman hep hatırlarım ve kendime göre de, savunma mekanizması yaratırım ya da bir önlem. kötü olmadım hiçbir zaman, çoğu zaman kötülük kindarlığı doğurur.
her zaman kendine söylediğin ve her seferinde inandığın en iyi yalanın nedir?