yazarların hatırladıkları en eski anıları

4-5 yaşlarında delikli taşları köpek yapıp oynamam. bir de o taşları bağlar sürükleye sürükleye gezdirirdim.
7-8 yaşlarındaki köy hayatım geliyor. tavuklarımız vardı ve bir adet buzağı, bahçede çalışan ekme dikme işleri yapan ve bu hayvanlara çobanlık yapan ben. sonra adı nurşen olan bu buzağıyı 4 saat süren bir yolculuğun ardından köyden şehre yürüyerek götürmüştük, o yorgunluğu hiç unutamıyorum.
hepsi birbirine geçik sadece okuldan önce ve sonra diye ayırabilirim ama yine karman çorman. yani bulması çoook zor olan anıdır.
hatırladığım anılarda yaşım kaç tam olarak bilmiyorum ama 6 yaşımdan önce olduğu kesin. 6 yaşında okula başladığım için ve bu anılarımda okula gitmediğimden yüzde yüz emin olduğum için büyük ihtimal 4 ya da 5 yaşındayım.
bizim orada yaz aylarında çocuklar tavandan sarkıtılan salıncaklarda yatarlardı ben de bir gün uyuyorum orada. ablam geldi beni almaya çalışıyordu tutamadı pat diye yere düştüm. kafamdaki acıyı ve hunharca ağlayışımı hala hatırlıyorum.
mahallede arkadaşlarımla deterjanlı suya kesilmiş hortum koyup baloncuk çıkarırdık. bir gün şakasına arkadaşımın yüzüne balon üfleyip ondan kaçmaya çalışmıştım. kaçarken ayağım bir yere takıldı. paatt. bütün deterjanlı su gözüme dolmuştu. *
annem beni ayaklarında sallarken kendi kendime ninni söyler uyurdum. o an ne kadar mutlu ve huzurlu olduğumu kelimelerle anlatamam.
annem artık büyüdün çıkar o emziği dediğinde sırf emziği vermemek için dişimle kopardığımı ve ardından salak gibi ağladığımı hatırlıyorum. *
üç yaşımda nevşehir'de yaşarken sabahın köründe kalkıp playstation oynamam ve anneme yakalanıp azar işitmem. bundan öncesi yok.
teyzem bana sayma fasulyesi almıştı. ben de içinde "kola rengi" olanlarını ayırmıştım ve onlara özel ilgi göstermiştim. kutuda en az bulunanlar onlardı çünkü.
4-5 yaşlarımdayken arı kovanına elimi sokmuştum, kaçarken yere düşüp ısırgan otlarının saldırısına uğrayıp kaşımı yarmıştım. doktora götürüldüğümde de iğnelerden korkup doktora tükürüp kaçmaya çalışmıştım. bu da böyle bir anımdı işte
ilkokul 1 veya 2'ydi.. okul servisi nedense evin onunden degil de sokagin basindan aliyordu beni.. ben de evden oraya kadar yururdum kendimden buyuk çanta sirtimda, annem de camdan bakardi ben servise binene kadar.. mahalle de kopek dolu..

bir sabah ne olmussa biraz geç kalmistim; servis gelmis duruyor sokagin basinda.. yaka paça paldir kuldur çiktim evden servise dogru kosuyorum yetiseyim diye.. o kopekler pesime takilmasin mi.. onde aglaya aglaya ciyak ciyak kosan ben, arkada 7-8 tane havlaya havlaya kosan it, annem camda beline kadar çikmis feryat figan.. mahalle birbirine girdi sabahin 7'sinde.. servisteki liseli abiler indiler falan.. zar zor yetisip onlarin arkasina saklanmistim.. onlar höt möyt diye kopekleri kovmuslar ve beni servise bindirmislerdi.. okula kadar agla agla içim çikmisti..
sanırım ya 11 yada 12 yaşındayım. müstakil bi evde gül gibi geçinip gidiyoruz. o zamanlar bizim peder hayvancılıkla uğraşıyor anne ise kümesteki hayvanlarıyla.
kümes dediysem de küçük bir şey aklınıza gelmesin. kaz , hindi, tavuk, horoz, ördek ne ararsan var. bende tabii yavrularıyla oynamayı çok seviyorum özellikle kaz yavrularını apayrı seviyordum
gel zaman git zaman kuluçka dönemi bitti bütün yumurtalar çatladı bahçemiz yavrularla doldu taştı. ama sadece bi kaz yumurtası öyle kala kaldı açılmadı yavru ortalıkta yok. annem biraz bekle oda çatlar deyip dururdu. nedense bende o yumurtayla inanılmaz bağ oluşmaya başladı her saat başında bekliyorum yavru çıkar falan diye. sonra çocukluk aklım yumurtayı biraz kırıp yardım edeyim dedim ve planladığım gibi yavru içindeydi. hemen anneme koştum olayı anlattım o da bana bunu yaptığın için yavru tam gelişmemiş olabilir dedi. bendeki vicdan azabı hat safada. annemle birlikte yavruyu yumurtasından çıkarttık. sonuç olarak yavru tam gelişmediği için yürüyemiyordu ve bi bozukluk vardı ne ise tam hatırlamıyorum onu. eve aldık küçük bi koliyle yatağımın yanına koyduk. geldi geçti zaman anlatamayacak derece de bağlandım o yavruya sanki en yakın arkadaşım dostum gibi. okuldan döndükten sonra onunla oynuyorum. yemini suyunu veriyorum. sanki gerçek bi insan gibi konuşuyorum hatta ismini de misaki koymuştum o zamanlar yayınlanan bi tsubasa çizgi dizisindeki karekterden esinlenerek
bi kaç hafta öyle devam etti ve sanırım bendeki bağlanma duygusu ona da yansıdı. beni gördüğü an hemen sürünerek yanıma koşardı. acayip eğlendiğimi ve mutlu olduğumu hatırlıyorum
sonra bi gün uyurken annem beni uyandırdı ve şu adını söyleyemediğim yavru öldü dedi. hemen yataktan fırladım ve yanına gittim. en iyi dostumun yanına
şunu söylemeliyim ki hayatım boyunca bu kadar ağlamadım ve sanırım hayatım boyunca da bu kadar ağlayamayacağım.
en son hatırladığım anım ise onu bi çukura gömüp üstüne ağlayarak toprak atmam.

nedense hep kendimi o yavruya benzetiyorum. yanlış zamanda yanlış yerde yanlış hayatta yaşıyormuş gibi
olması gereken yerde birinin bi küçük katkısı nedeniyle yanlışlıkları yaşıyor gibi hissediyorum
aradan geçen onca zamana rağmen sanırım hala en iyi dostum o...
hatırlayıp hatırlayıp shame walk yaptırtır.

balkondan su balonu attığım kadın gerizekalı kardeşimin kapıyı açması üzerine evi mi basmadı?
herkesin önünde artistlik olsun diye bisikletle kum tepesinde takla mı atmadım?
arka bahçedeki kedilerin üzerine balkondan işemeye çalışırken müdür yardımcısı komşumuza mı yakalanmadım?
yeni maaşını almış babamın cebindeki tüm paraları mı yakmadım?

oy dağlar.
hiçbirisi yağmurun altında klibine uygun bir şekilde bu akşam ölürüm'ü söylerken anneye yakalanmak kadar trajikomik değildir.
ben küçükken çok fenaydım. cortland'in yazdıklarını okuyunca küçükken kendisi ile ruh ikizi olabilirmişiz ve iyi ki denk gelmemişiz.

saymakla bitmez ama (sadece 4-6 yaş arasını yazıyorum gerisini siz düşünün);
komşumuzun 50 yaşında yıllarca çalışıp ilk kez sahip olduğu ve her gün yıkadığı arabasının tam tepesine beşinci kattan ağır demir ızgara atmam. *
aynı komşumuzun koltuklarını çok gizli bir deney sırasında yakmam.
35640 kere alıp başımı gitmem ve tüm mahallenin alarma geçip saatlerce beni araması.
balkondan gelip geçene su, yumurta, erik, kartopu, iğneli tüf tüf, yanan kağıt atmam.
anaokulunda kızın tekini kendimle birlikte dolapa kilitleyip oynaşmam (iki kere anaokulundan atıldım).

ama bilin ki hep iyi niyetimden.
ben 5 veya 6 yaşında olduğum zamanlardaydı, kanepede amuda kalkardım.yumuşak falan ya, kafamı götümüzü koyduğumuz yere/götümü de kafamızı koyduğumuz yere yaslardım, öylece dururdum biraz.hatta beynime aşırı kan gittiğinden olsa gerek "galiba ben büyüyünce peygamber olcam lan!" diye düşünürdüm, baya baya inandığım da oldu bu fikre...bir gün yine dışarda çocuklar almamışlar beni oyuna, eve gidiyom.lan aksilik işte, içerde de kimse yok; hani bi koyu kahve-bi sütlü kahve, bi koyu kahve-bi sütlü kahve kareleri olan, nerdeyse de her eve bi dönem alınmış-kullanılmış kanepeler vardı. aynısının zengin evinde olanına "koltuk takımı" diyolardı, filmlerde bile çıkıyo bazen.neyse işte öyle bişey de bizde vardı, bi girdim içeri; ulan zalım nasıl günaha davet ediyo beni...koştum-koştum kafayı koyup ayakları yukarı sallıacam, amuda kalkcam, g*tü kaldıramadım mı nolduysa bi anda ok gibi saplandım g*t yeriyle sırt yerinin kesiştiği noktaya...
öyle 'ben bu işi kafaya koydum, illaha olcak' diye bişey yok. işin içinde şans faktörü var, zamanlama var, bilmem ne var.var oğlu var!kafaya koymak yetmiyo, ben bizzat kafanın kendisini koydum yine olmadı! başkan bak şimdi kırk5 dereceyle kanepeye saplı duruyorum ama yemin içerim anamdan emdiğim süt burnumdan geldi; gözüm karardı, başım döndü, midem bulandı, "ölüyom!" desem bi bardak su verecek kimse yok, ne dikilebiliyom ne de geri inebiliyom...kanepe nasıl eskimişse o döşemeyle süngerin hemen arkasında bi de kalın bi tahta varmış, ben kafayı oraya vurmuşum meğer...o yaştaki bi çocuk kafasını öyle sert bişeye vurduğunda kafa tasında şekil bozukluğu olur mu bilmiyom ama yemin içerim ki benim kafa orda yamuldu...ya rabb, öyle bi ağrı daha yok yani...
o günden sonra ben bi daha hiç amuda kalkmadım, aklımın ucundan bile geçirmedim!zaten son peygamberin çoktan gönderildiğini de öğrendiğimden beri "bi evliyalık var sanki bende" diye düşünmüyor değilim hani, en azından veli değilsem bile çok iyi bi insanım lan, cennet garanti gibi bişey...

neyse işte hayata bakışımızı değiştiren anlar var; kafayı koyduğum gün anladım kafaya koymakla olmuyor, biçok değişkeni de hesaplamak gerek/accık oluruna bırakmak/bekleyip görmek gerek falan...
evde saklambaç oynarken, karyolanın altındaki rulo halindeki halının arkasına saklanıp yine de bulunmak. nasıl bulunduğumu sorduğumda 6. his denilerek kandırılırdım. yeni yeni anlıyorum meğerse beni bulana kadar oldu mu? oldu mu? diye sorarlarmış.
efem ben iq fazlası bulunan bir çocuk olduğumdan devlet okuluna kabul edilmem zor oldu ve sonrasında 3.sınıfta artık özel eğitim ile birlikte okulda kalabileceğim söylendi...
bostancı'da bir özel eğitim merkezi vardı,zihinsel sorunu veya buna benzer psikolojik veya fiziksel sorunu olan çocukların gittiği bir merkez vardı...annem bana ilk normal olman için derya ablayla ders çalışman lazım yoksa yine öğretmenin kızışıcak diyerek bu mekana götürürdü ve karşısında möhteşem portakallı oralet yapan bi' amca vardı . neyse dikkatinizi verin bişey anlatıyorum..
bir ay sonunda derya'nın turuncu saçları,0.9 kahverengi rotringi ve cidden 0-1 yaş grubu oyuncaklar(evet sıkıntıdan hepsiyle oynuyordum) ile sıkılarak geçirdiğim vakit sonunda derya'ya dışarıda konuşamayan,düzgün yürüyemeyen çocuklar gibi olmadığımı ve artık "farklı" sayılmaktan usandığımı anlattığımda hatunun gözlerinin dolmasını ve yıllar sonra annemle konuşurken derya'nın aslında türkiye'de benim ve ailemin(hatta tanıdığım çoğu insanın) özel çocuklarla ilgilenebilinecek okullara paramızın yetmeyeceği ama fazla ışık saçtığımı o yüzden bana acidiği ve üzüldüğü için gözlerinin dolduğunu söyledi.
neden bunu yazdım?
derya fak yu demek için... saçları çok güzeldi ama bir de tee 2003'te turuncu saç yapmak marvelous .
bir özeti burada;

http://homojen.ayisozluk.com/ayi-sozluk-yazarlarinin-cocukluk-anilari/
4-5 yaşlarındayken annemle yaşımı tartışmam o 4 derken ben 5 diye tutturmuştum.
3-4 yaşındayken televizyon kumandasını iki elimle direksiyon tutuyor gibi tutup kendi etrafımda dönmüştüm. neyin kafasıydı ben de bilmiyorum lvknlknrvlwrşrnvşrwl
  • /
  • 4