yetersizbakiye

Durum: 19 - 0 - 0 - 0 - 23.12.2016 12:21

Puan: 242 - Sözlük Kezbanı

8 yıl önce kayıt oldu. 6.Nesil Yazar.

Henüz bio girmemiş.

zübük

türkiye'de siyasetin nasıl yapıldığını, halkın ise bu siyaset adı altında çevirilen dolaplara nasıl aldandığını anlatan güzel bir aziz nesin kitabı.

tek eşlilik

bana kalırsa belirli bir süre sürdürülebilecek sonra da çeşitli nedenlerden ötürü biten bir durum. hele ki ortalamanın üstünde biriyseniz ve özellikle gayseniz tek eşliliği sürdürmek daha da zor. insan doğasında tek eşlilik olduğuna pek inanmıyorum. sosyal yaşantımızın, kültür ve medeniyetimizin bir sonucu bence tek eşli hayatın tercih edilmesi.

mevlüt mert altıntaş

polisin amacı büyükelçiyi bir an önce bu katilin elinden kurtarmak ve hastaneye yetiştirmek. orada katili ikna etmek için yeterli zaman yok, kaybedilecek her dakika büyükelçinin aleyhine işliyor. o sebeple saldırganın bertaraf edilip büyükelçinin derhal hastaneye götürülmesi için acele edilmesi gayet mantıklı. sonuçta burada amaç büyükelçiyi kurtarmak, daha sonra saldırının detaylarını öğrenmek. vakit kaybetmemek için bu katilin öldürülmesi gerekmiş ve öldürmüşler. dün cnn'de prof. dr. mesut hakkı caşın da saldırganın diri ele geçirimesi gerektiğini, elektiriğin kesilerek saldırganın oyalanması gerektiğini filan söyledi demek ki bunlar oturduğunuz yerden masa başında söyleyerek olmuyor. ülkenin profları bile cahil cahil konuşup duruyor ya sinirimden kuduruyorum.

19 aralık 2016 rusya büyükelçisi suikasti

çağdaş sanatlar merkezi'nde bir kaç ay önce bir etkinliğe katılmıştım. olayı duyunca bir garip hissettim kendimi. her iki ülkenin sağduyulu açıklamalar yapması olumlu bir yaklaşım. sikilme meraklıları istediklerini bu sefer alamayacak. yok efendim putin bizi sikecek, rusya bize girecek, gazımızı kesecekler falan filan. rusya'yı kendilerine benzetiyor gerizekalılar.
saldırının amacının türk-rus ilişkilerini bozmak ve bu ülkelere başka mesajlar vermek olduğu herkesin malumu. saldırının arkasında abd ve bu ülkeyle bağlantılı bir takım güçler olduğunu düşünüyorum. umarım bu tarz intihar saldırısı tarzında tertiplenmiş suikastler devam etmez.

17 aralık 2016 kayseri patlaması

yine beylik laflar, yine milli birlik ve beraberlik vurgusu, yine iç ve dış mihraklar, yine kınamalar, yine lanetler, yine paylaşılan acılar ve üzüntüler, yine ölümler, acılar, travmalar yine, yine, yine... değişen bir şey yok ve olacak gibi değil; hesap veren yok, verecek gibi değil. hiçbir kutsal kalmadı gözümde artık. hiçbir şey insan hayatından, bir canlının hayatından kutsal değil. elbette can sağlığı için önce yaşadığımız ülkenin güvenliği de önemli ancak bu şekilde mi. çapsız, vizyonsuz, ahlaksız yöneticiler yüzünden bu durumdayız. maden önüne geçemiyorsunuz çekip gidin. eğer bu yaşananları engellemek istemiyorsanız zaten hainsiniz ve meşruiyetiniz yok. birileri artık bunu çözmeli yoksa bunlar toplumu yavaş yavaş çözecek.

iş yerinde gizlenmek zorunda kalmak

özellikle devlet kurumlarında çalışan eşcinsellerin yapması gereken. aslında eşcinsellere hoşgörülü olabileceğini düşündüğünüz bazı kuruluşlarda bile o rahatlık yok ve yakın zamanda olacak gibi de değil. maskeyle yaşamaya, rol oynamaya devam.

sünnet olmayan erkek

estetik görünümden bahsedeceksek ereksiyon halinde zaten sünnetli penis ile sünnetsiz penis arasında çok da görüntü farkı olmuyor. eee eresksiyon halinde olmayanı ben ne yapayım :) sonuçta sünnetsiz penis az biraz daha iyi görünüyor. sünnetsiz biriyle seks yapmadım ancak sünnetsiz bir penisi sıvazlamıştım. sünnetli penisten çok da farklı değil bence. sağlık vb konulara gelirsek sünnetsiz penis hakkında söylenenler birer saçmalık. insanın dünyaya geliş şekli o. neden doğal olan kabul edilmiyor ve ona zarar veriliyor. sünnet doğal olanın bozulması değil mi. ben sünnetsiz bir penisin mikrop yuvası filan olduğuna inanmıyorum.

10 aralık 2016 beşiktaş patlaması

bunun da önce lanetlenen, biraz gündemde kalan ve sonra unutulan bir olay olmamasını dilerim. gerçi bizler normal günlük hayatımıza devam etmek zorundayız. unutmaması gerekenler halkın güvenliğinden sorumlu kurumlar ve kişiler. sorumlulukları çok ağır. bu yüzden onlara her türlü destek verilmeli, onların da kendi güvenliği için bütün önlemler alınmalı. gerçi terör o kadar sinsi, o kadar alçak ki önlem almak da yetmiyor bazen. ancak sınırları delik deşik, radikal örgütlere sempati duyan ve onları destekleyen insanların arttığı, rahat edebildiği, bu tarz her olaydan sonra hep güvenlik zaafiyetlerinden bahsedilen, çok sayıda terör örgütünün hedefinde yer alan, travmalarla yaşamaya alıştırılmış, eğitimsiz türkiye'de ne kadar önlem alınabilecek ki. şerefsizler dışarıda değil, içerideler, her yerdeler. kim verecek giden canların hesabını, kim verecek onca yaralanan insanın hesabını ?

homofobiyle mücadele

oldukça zorlu, yürek isteyen ve elzem bir iştir. özellikle bizimki gibi okulların cahil yetiştirdiği, geleneksel değerlerin içinin boşaldığı, aşındığı; modern değerlerin benimsenemediği bir toplumda bu çok daha zor. bu işi halledilmesi gereken yerler okullar. öğrencilere eşcinselliğin doğuştan gelen, normal bir durum olduğunu ve modern bir bireyin homofobik olamayacağını sezdirmek gerek. daha okula adımını atar atmaz ona insanın ve diğer canlıların değerli olduklarını ve insanın onlardan üstün, onları istediği gibi kullanabilecek bir canlı olmadığını anlatabilmek gerek. onlara sanatı sevdirmek gerek. işte bizim için ütopya niteliğinde bu eğitimi verebilirsek en iyi mücadele verilmiş olur. öteki türlü biraz boşa kürek çekmek gibi.

mütevazı

bazılarının eziklikle karıştırtığı güzel bir özelliktir. dolu başak eğik durur. şahsen öğrendikçe ne kadar eksik olduğumu görüyorum ve bu da beni daha fazla mütevazı olmaya itiyor. doğal olan bu gibi geliyor bana.

memurun ölümü

çehov'un son derece kısa ama bir o kadar sarsıcı, etkileyici, derinlikli öyküsü. zaten usta edebiyatçılar roman yazmaktansa iyi öyküler yazmayı daha zor, daha ustalık ve yetenek gerektiren bir iş olarak görmüşlerdir hep. daha az sözcükle daha fazla şey anlatmak herkesin harcı değildir. zamanla, piştikçe hem sade hem de bir o kadar derin olabilir insan. öyküde yazı işlerinde memur olan ivan dimirtiç çerviakov'un tiyatroda oyun izlerken hapşırır.

hapşırdıktan sonra kimseyi rahatsız edip etmediğini anlamak için etrafına bakar ve ulaştırma bakanlığında görevli general brizjalov'un hapşırarak üstünü kirlettiğini farkeder ve "benim amirim değil ama ne farkeder?" diyerek generalden özür diler. ancak çerviakov'un ruhunun derinliklerine işleyen memur zihniyeti yakasını bırakmaz. hangi ruh haliyle olduğunu pek çok memurun anlayabileceği bir şekilde generali kızdırdığını ve kendisini affettirmesi gerektiğine saplantılı bir şekilde inanır. en sonunda da bu dertten ölüverir. bu öykü sadece memur amir ilişkisi değil, ana-baba ve çocuk ilişkisi, hoca-öğrenci ilişkisi, patron- çalışan ilişkisi gibi pek çok yerde karşımıza çıkan bir durumu ortaya koyuyor.

karizma

sosyal medyada, özellikle facebook'ta insanların lüzumsuzca sarfettikleri sözcük. herkes karizma zaten. tipsiz mi bir kişi olsun karizma, mal gibi mi çıkmış, olsun canım karizması yeter, kaşlarını çatıp sikindirik ağır abi pozları mı vermiş, biri karizma mı dedi vs. vs. artık bu sözcükten iğrendim yeminle. yani samimiyetsizlik bir yandan, pek çok kavramı başka sözcük yokmuş gibi tek bir sözcükle ifade etmeye çalışma başka bir yandan. memleket karizma cenneti. pehhhh.

nil göncü

afyon dinar'da çekilen, metin erksan'ın yönettiği kuyu filminde hayati hamzaoğlu ile başrolü paylaşan ve 19 yaşında bağırsak düğümlenmesi sonucu hayatını kaybeden aktrist. kuyu göncü'nün ilk filmidir. necip sarıcı'ya göre sinema tarihinde bir film boyunca çekilebilecek en büyük çileyi çekmiş oyuncudur. bir boğulma sahnesi için 6 saat suda kalmış. menderes ırmağına girdiğinde ise bütün vücuduna sülükler yapışmış. bütün yaşadıklarına rağmen ağzını açıp tek kelime bile etmemiş.

nereden mi biliyorum? ayfer tunç'un "ömür diyorlar buna"adlı söyleşi tarzında yazılan insan hikayelerinden. adını hiç duymadığım bu çok erken göçüp gitmiş yetenek ilgimi çekti. hayat işte, ünlü bir sinema yıldızı olabilecekken daha 19 yaşında göçüp gidebiliyor insan. ve her insan ayrı bir hikaye, ayrı bir dünya. yeterince güzel anlatılsa hepimizin hayatı bir roman, bir hikâye değil mi ki?

başkalarının hayatı

das leben der andern. alman yapımı inanılmaz bir film. doğu alman gizli servisi stasi rejim karşıtı olduğundan şüphelenilen oyun yazarı georg dreyman'ı gizlice dinlemeye başlar. bu dinleme işininin başında yüzbaşı gerd wiesler vardır. ancak gerd "iyi bir insan"dır. georg dreyman ile onun tiyatro oyuncusu karısı christa maria'yı gizlice dinlerken kendini onların hayatlarının içinde bulur. yüzbaşı wiesler zaman geçtikçe görevinin dışına çıkar ve bu çifti rejime karşı korumaya başlar. elbette sanatçı çiftimizin bu koruyucu melekten haberleri yoktur. filmin bitmesiyle gözyaşlarımı tutamadım. olağanüstü, insan ruhunun derinliklerine inen, çarpıcı bir film. sanatın, insanlığın, iyiliğin bütün baskılara rağmen yaşamaya devam edeceğini haykıran bir film.

hiv

eğitimli ya da eğitimsiz pek çok kişinin hâla hakkıda çok şey bilmediği, cahil cahil konuştuğu virüs.

kerimcan durmaz

geleceğimizin teminatı !! olan gençlerin yaptıklarına bakın hele. ahlaksızlığın bini bir para bunlarda bir de kalkmış millete ahlak dersi veriyorlar akılları sıra. bu ülkenin çok temel bir ahlak problemi var. bir de eğitim herkesin malumu. evrensel ahlak ilkeleriyle, doğru şekilde tasarlanmış çağdaş bir eğitimle ancak azalabilir bunlar.

internetten sevgili yapmak

güzel bir çalışma. ben okuyup cevapladım. ancak likert tarzı anket sorularını cevaplamak zor oldu benim için. örneğim "tamamen yanlış, oldukça yanlış, oldukça doğru, tamamen doğru" katagorileri arasında ayırım yapmakta zorlandım. oldukça yanlış kategorisi çok kulak tırmalayıcı ve havada kalan bir kategori olmuş. diğer bir mesele ise 9'lu likert tipi soruların yanıtlanmasının zor olması. evet bu şekilde daha hassas ölçüm yapılıyor ancak bu tip maddelere verilecek cevaplar bence kişilerin durumlarını tam yansıtmıyor. off amma gevezelik yaptım :)

29 kasım 2016 adana öğrenci yurdu yangını

öğrencilerin medeni şekilde barınabileceği yurtlar yapmayan onları karanlığa, cemaatlere, tarikatlere ve ölüme mahkum edenler sorumludur bundan. bu toplumu cahil bırakan, onu aydınlatmayanlar sorumludur.

ayfer tunç

aziz bey hadisesi adlı öykü kitabında yer alan öyküler oldukça dokunaklı. sıradan insanların bize çok tanıdık gelen o sıradan hayatlarını sıradışı bir şekilde anlatır ayfer tunç. öykü kahramanları yılların, hayatın ve insanların karşısında yıpranmış kişilerdir. her biri de hazin bir sonla veda eder.

aziz bey hadisesi adlı öyküde istanbul'da başlayan ve beyrut'ta sona eren hazin bir aşk anlatılır. istanbul'da maryam'a aşık olan aziz bey aşkının beyrut'a taşınmasıyla yıkılır. sürekli mektuplaşırlar. maryam aziz beyi beyrut'a çağırır durur. ancak aziz bey maryam'ı tanıyamamıştır. tunç^'un ifadeleriyle " aziz bey biraz dikkat etseydi, incecik pembe kağıtlara özentili bir yazıyla, sola eğik biçimde, y'lerin kuyrukları yuvarlatılarak ve i'lerin üzerine minik daireler konularak yazılmış bu cevabi mektuplarda aslonanın aşk değil, bırakılıp gidilenin haline duyulan doymak bilmez bir merak olduğunu görebilirdi. aşık olmayan bir göz, filmlerden, romanlardan edinilmiş bu basmakalıp satırları okusa, maryam'ın da aşkın kendisinden değil, ardında bıraktığı yıkıntıdan haz alan kadınlardan olduğunu kolayca anlayabilirdi. ama aziz bey bunu hiç anlayamadı. maryam nasıl ardında bıraktığı virane aıktan haz alan kadınlardansa, aziz bey de kendisine tutulamayacak kadın olmayacağına inanan erkeklerdendi."

çok tanıdık çok çarpıcıdır bu saptamalar. tunç'un gözlem gücünün, insan psikolojisini nasıl derinlemesine düşündüğünün bir kanıtı bu yazdıkları. aziz bey ailesini terk edip aşkı uğruna beyrut'a gider. maryam'ı bulur ancak bir kaç buluşma sonra maryam ortadan kaybolur. aziz bey bekler bekler ancak maryam ortaya çıkmaz. işte o zaman aşkının tek taraflı olduğunu anlar. beyrut'ta eğlence yerlerinde tambur çalıp geçinir. sonra istanbul'a dönüp tambur çalmaya devam eder. yağmurlu bir günde sokakta veda eder dünyaya.

gerçekten çarpıcı, akıcı ve yalın bir öykü. kitabın diğer öyküleri aziz bey hadisesi kadar hacimli değildir. soğuk geçen bir kış adlı öyküde ise yaşlı ve yalnız semavi beyin iç hesaplaşmaları, geçmişe dönük pişmanlıkları ortaya dökülür. soğuk havanın ve yorgun geçen yılların iliklerini dondurduğu semavi bey sıcak bir hamamda son uykusuna yatar.

kar yolcusu adlı öyküde ise yıllar süren yalnızlığını şans eseri bir kadının evine sığınmak zorunda kalmasıyla dindiren eşber'in nasıl değiştiği, bu kıymetli hediyeyi kaybetmemek için neler yaptığı anlatılır. eşber hayatının bu en büyük fırsatını kaçırmamak için tehlikeli bir oyuna girişir ve sonunda açık açık söylenmese de kurtlara yem olduğu anlaşılır.

mikail'in kalbi durdu adlı öyküde ise evli ve çocuklu mikail'in semiramis adlı kadına duyduğu takıntılı aşk anlatılır. kitabın kadın hikayeleri yüzünden adlı öyküsündeki adam ile mikail biraz birbirlerine benzer. evli ancak karılarını sevmeyen, yeni heyecanlar arayan adamlar. mikail ölür, diğer kahraman ise karısının intihar etmesine sebep olur. bu iki öykü toplumumuzaki bazı erkekleri çok güzel analiz eden metinlerdir kanımca.
Henüz bir favori entry yok.

Toplam entry sayısı: 19

hiv

eğitimli ya da eğitimsiz pek çok kişinin hâla hakkıda çok şey bilmediği, cahil cahil konuştuğu virüs.

kerimcan durmaz

geleceğimizin teminatı !! olan gençlerin yaptıklarına bakın hele. ahlaksızlığın bini bir para bunlarda bir de kalkmış millete ahlak dersi veriyorlar akılları sıra. bu ülkenin çok temel bir ahlak problemi var. bir de eğitim herkesin malumu. evrensel ahlak ilkeleriyle, doğru şekilde tasarlanmış çağdaş bir eğitimle ancak azalabilir bunlar.

nil göncü

afyon dinar'da çekilen, metin erksan'ın yönettiği kuyu filminde hayati hamzaoğlu ile başrolü paylaşan ve 19 yaşında bağırsak düğümlenmesi sonucu hayatını kaybeden aktrist. kuyu göncü'nün ilk filmidir. necip sarıcı'ya göre sinema tarihinde bir film boyunca çekilebilecek en büyük çileyi çekmiş oyuncudur. bir boğulma sahnesi için 6 saat suda kalmış. menderes ırmağına girdiğinde ise bütün vücuduna sülükler yapışmış. bütün yaşadıklarına rağmen ağzını açıp tek kelime bile etmemiş.

nereden mi biliyorum? ayfer tunç'un "ömür diyorlar buna"adlı söyleşi tarzında yazılan insan hikayelerinden. adını hiç duymadığım bu çok erken göçüp gitmiş yetenek ilgimi çekti. hayat işte, ünlü bir sinema yıldızı olabilecekken daha 19 yaşında göçüp gidebiliyor insan. ve her insan ayrı bir hikaye, ayrı bir dünya. yeterince güzel anlatılsa hepimizin hayatı bir roman, bir hikâye değil mi ki?

mütevazı

bazılarının eziklikle karıştırtığı güzel bir özelliktir. dolu başak eğik durur. şahsen öğrendikçe ne kadar eksik olduğumu görüyorum ve bu da beni daha fazla mütevazı olmaya itiyor. doğal olan bu gibi geliyor bana.

iş yerinde gizlenmek zorunda kalmak

özellikle devlet kurumlarında çalışan eşcinsellerin yapması gereken. aslında eşcinsellere hoşgörülü olabileceğini düşündüğünüz bazı kuruluşlarda bile o rahatlık yok ve yakın zamanda olacak gibi de değil. maskeyle yaşamaya, rol oynamaya devam.

mevlüt mert altıntaş

polisin amacı büyükelçiyi bir an önce bu katilin elinden kurtarmak ve hastaneye yetiştirmek. orada katili ikna etmek için yeterli zaman yok, kaybedilecek her dakika büyükelçinin aleyhine işliyor. o sebeple saldırganın bertaraf edilip büyükelçinin derhal hastaneye götürülmesi için acele edilmesi gayet mantıklı. sonuçta burada amaç büyükelçiyi kurtarmak, daha sonra saldırının detaylarını öğrenmek. vakit kaybetmemek için bu katilin öldürülmesi gerekmiş ve öldürmüşler. dün cnn'de prof. dr. mesut hakkı caşın da saldırganın diri ele geçirimesi gerektiğini, elektiriğin kesilerek saldırganın oyalanması gerektiğini filan söyledi demek ki bunlar oturduğunuz yerden masa başında söyleyerek olmuyor. ülkenin profları bile cahil cahil konuşup duruyor ya sinirimden kuduruyorum.
Henüz takip ettiği biri yok.
Henüz takip eden biri yok.