saplantı

çok ama çok karmaşık bir olgu.
hakkında yapılacak her tanım, bir odanın içine anahtar deliğinden bakmak gibi olur. hiçbiri bu durumu tam olarak açıklayamaz; sadece hepsi farklı bir bakış açısı olabilir. çünkü saplantı duyulan şeyler değişken, ona karşı hissedilen duygunun yoğunluğu da değişken. bazıların zamanla insan kurtulabiliyor, bazılarından hiçbir zaman kurtulamıyor.
kimileri saplantılarıyla yaşayıp,ondan besleniyor.
misal monet... adam ömrünün son otuz yılını sadece japon köprüsü ve nilüfer çiçeği tablosu yaparak geçirmiş keza paul cazanne;adam saint victoire dağına resmen aşık olmuş,her açıdan onlarca tablosunu yapmış.

tabi saplantı her zaman bu kadar masum değil; özellikle cinsel saplantılar.* cinsel obsesyon hastalarının durumu içlerinde en kritik olanı. duydukları saplantılar onları kendilerine karşı mahcup ediyor. e bu da devamında bir değersizlik hissi getiriyor. yetmiyor, üzerine birde vicdan azabı çekiyorlar.
saplantı öylesine kuvvetli ki, kendi ailesinden olan kişilerin bile cinsel organlarına bakmaktan, birkaç saniye bile olsa seks düşünmekten kendilerini alıkoyamıyorlar. ardından gelen sorular; “ben parafili miyim,sapık mıyım,niye en sevdiğim insanların bile orasına burasını bakıp cinsellik düşünüyorum?” gibi sorularla kendilerini yiyip bitiriyorlar.

gelelim kendi saplantıma. aslında bundan huzursuz değilim, çünkü, biliyorum ki, her insanda az yada çok ölüm saplantısı var. buna tam olarak ölüm korkusu denebilir mi emin değilim. bazılarımızda bu saplantı haline geliyor, yaptığımız her hareketin,davranışın ve tepkinin gerisinde bu saplantı var. çoğu zaman farkında bile değiliz ama amigdala denen o tedirgin edici şeytan, verdiğimiz en mantıklı kararın veya tepkinin bile arkasında.
aklıma gelen iki örnek, bu iki örneğin ilk bakışta ölüm saplantısıyla bir ilgisi yok gibi gelebilir ama kendimce nedenlerini açıklayacağım...

1-) tarih 6 şubat 1887 ve ilk materyalistlerimizden beşir fuat, bilinçli bir tercihle intihar eder. yalnız bu sıradan bir intihar değildir, çünkü, o ölümünü iki yıl önceden planlamış ve intiharını an be an defterine kaydetmiştir. bilimsel bir çalışma gibidir onun intiharı.
2-) charlotte corday, fransız devriminde jakobenlerin lideri marat’ın katilidir kendisi.
giyotinle idama mahkum edilir. tam idama doğru götürülürken kalabalığın arasından biri bu kadına aşık olur. adamın adı adam lux, ilk ve son görüşte aşktır bu. hem romantik hem trajik. lux, aşkının kellesinin gittiğini görür ve sonradan kendisi de idama mahkum olmak için kasten jakobenler aleyhine ve marat’ın katili carday’i öven yazılar yazar. eh, nihayetinde onun da kellesi gider.
evet, ilk bakışta yaptığı çok soylu bir davranış gibi gözükse de, bana kalırsa işin aslı öyle değildir. çünkü o da, corday’i görüp aşık olmadan önce intiharı düşünmektedir. arkadaşına gönderdiği mektupta; jirodenler’in düşmesini kabullenemediğinden ve intihar planlarından bahseder. corday’i gördükten sonrada onun gibi ölmek ister.

iki örnekte de ölümü somutlaştırma var. muhtemel bir korku da olabilir. her ikisi de ölüme bir anlam yükler, bir amaçları vardır. biri bilimsel bir çalışma olarak görürken, diğeri ulvi bir amaç. ama planlıdır ölüm ve bana göre, saplantının üzerine giydirilmiş bir kamuflaj vardır. ve yine bana göre ortak nokta bu; burada bir saplantı var. başta da dediğim gibi, ölüm saplantısı, ölüm korkusuyla yan yana.

dipçik not: hiçbir eğitimim olmadığı için,üsteki tespitte sıçmış olmam çok doğaldır.
düşünceleri savamama hali, hastalık. böyle bir arkadaşa denk gelmiştim, ufak bir rahatsız edici durumla karşılaştığında düşünmekten kafayı yerdi. kötü bir durum tabi...

(bkz: obsesif kompulsif kişilk bozukluğu )