balık sesi

pınar karababa kayalıgil’in mercan rumuzuyla 10. kadın kadına öykü yarışması’nda yer alan öyküsü.

--- spoiler---

bir kadın bir kadını buldu.

kuytuda değil, köşede değil, ne çeyiz hazırlarken ne bir çeyrek altına kek yerken… mutfakta ya da yüklükte değil; dallara, parmaklıklara çaput asarken değil. güpegündüz. kalabalığın içinde. herkesler yalnız iken ama hiç kimsenin de buyruğu kendi başına değil iken, onlar, birbirini bir başlarına buldular. bir sokağın ortasında durdular. işine giden gelen bir sürü erkek ve kadın balık sürüsü gibi geçti iki kadının yanından, görmediler, işleri devam etsin de balıklar gibi suskun aksınlar sokaklardan, ne gam. oysa mahalleli gördü, hem de güpegündüz gördü: iki kadın duruyor bir sokağın ortasında.

teyzeler balkonlardan, amcalar dükkânlardan, kahvelerden bir boyun uzatımlık dışarı çıktılar. komşu komşuya, berber çaycıya, bakkal üst katın sepetine haber verdi. kahvede masanın üstüne bırakılmış semaverden çay doldurmayı unuttu masadakiler. çocuklar birdirbir tebeşirlerini ve atlama iplerini alıp mahallenin kıyısına taşındı. kedilerse, dikkatli, yalnızca bir kez geçirdiler patilerini kulaklarından. dirsek dirseğe, göz kaşa, kaş komşunun kaşına vurdu, teyzelerden biri duramadı sordu sonunda:

_ kızım bu senin kimin?

kadınlardan biri:

_ biz birbirimizi bulduk, dedi.

_ biz ona ahretlik deriz, dedi teyzeler.

_ yok, dedi, diğer kadın, biz öyle demeyiz.

teyzeler dudak büktü, amcalar kulak kesildi:

_ besleme desek yaşı büyük, halayık desek, halayık mı kaldı?

boyunlar iyice uzadı kadınlara, çocuklar az daha çekildi, kediler patilerinin önüne baktı küçük parmaklarını ayıra ayıra. iki kadın da bakıştı:

_ biz birbirimizi bulduk, ötesi yok!, deyiverdi kadınlardan biri.

amcalar sokağa adım attılar:

_ biz ona “birbirimizi bildik” deriz ve siz sizi bilemezsiniz!

_ biliriz, dedi kadınlar garipseyerek amcaların bilip de bilmezliğini ve der demez göğün sırrı çatladı, okşanlar, sevgiler, dilberler, sevdalar yağdı feryat figan. gönüller, yosmalar, leylalar, buseler döküldü. yere kadın damlaları vurunca patladı mürüvvetler, mahallede kimse kimseyi duyamaz oldu.

“kıyamet mi kopuyor?” diye bağırarak teyzeler, sokağa döküldüler, evine kimi döndü kimi dönmedi. amcalar, dükkânların kapısını mühürlediler, “böyle günde bereket kaçar!” ve kepenklerin gümbürtüsünden bir an sustu yağmurun sesi, sonra geri geldi. amcalar, kahve önü masalarını darmadağın, semaveri başıboş bırakıp kaçıştı. kimi eve yollandı kimi bir hikmet buldu, ıslak ceketi başına çekip kuytusu köşesi kalmamış sokağı adımladı. çocukları eve çektiler, eve dönen de oldu, dönmeyip duvarlara “biliriz” yazan da. onlar yazadursun, kediler huzursuz, patilerini yaladı.

böyle oldu mahalleyi sel basması. gök denizle birleşti. her ikisi kavuşunca sudan çıktı iki balık ve ağır kuyrucuklarını sürükleyip ıslak taşlarda, biraz da pullarını döke saça, sokağın ortasına vardı. yerin kuru yüzüne ilk ayak bastıkları günün bu kadar ıslak olmasından söylendiler bir parça:

_ nerede canım o eski su yolları? sular denize kavuşmak için vardır, bizi deryayla karşılamak için değil.

bakındılar, silkindiler, yolun ortasında duran iki kadına doğru seyrelttiler. tam “sizden mi çıktı bu gürültü yoksa mahalleden mi?”, diyeceklerdi, sokakta balık sürüsü gibi geçen beyler arasından bu pullu varlıklara ilgiyi esirgemeyenler oldu, şemsiyeler çekildi, sırtlar dikleşti. balıklar baktı ıslak ve aldırmaz:

_ şemsiyeler, dedi birinci balık, bir yerde unutulmak içindir, boşuna yanınızda gezdirmeyin.

_ değil mi, dedi ikinci balık, hem biz bu havaya kapılıp geldik, yağmasa iyiydi belki ama çıkar mıydık yağmasa? belki çıkmazdık, başımız suyun altında yaşardık, ve susmanın ağırlığını, siz ne kadar bilirsiniz bilmem, ama biz iyi biliriz.

_ ötesini de bilmez miyiz?, diye sordu beylere bakmadan birinci balık, beyler çoktan sırtını dönmüş akıyordu işlerine şemsiyeler kolda asılı ve küskün. baş salladı diğer balık ve sakin sakin:

_ biliriz, diye çınladı.

çınlayınca gümbürtü kesildi mahalleden.

kuyrukları gibi uzundu sesleri, çıngıraklı ve keyifli. her pulunda bir çıngırtı, bir yokuşu, hem de uzun upuzun bir yokuşu, çıngırdayarak tırmanan koca kuyruklu bir balık gibiydi sesi. ses titredikçe yere düşmüş adlar çarpa çarpa bölündü, bağır çağır harmanlandı. sokağın ortasındaki iki kadın ve oradan buradan ahali bir baktı ki adlar çarpışıp kavuştukça oküller, sesmalar, diylalar, sevbuseler doğdu. kadının adı diğer kadına çarptı karıştı, bakakaldılar adlarına. balıklar biten yağmurun son suyunu silkine silkine atıp:

_ hah, işte şimdi bildiniz birbirinizi, diye yaklaştılar kadınlara.

birinci balık kahveye vardı yavaş yavaş, devrilmiş taburelerden birini çekti, kıvrıldı. kadınlar şaşkın, peşinden gidip masaya yerleştiler. “ne büyük heyecan yaşamış mahalle” deyip hayretle semaverden çay doldurdu ikinci balık.

kadınlardan biri, hala aklı yeni adında ve hem mutlu hem fırtına yorgunu:

_ bilmezsiniz, bu göğün sırrı kolay çatlamadı, dedi.

_ biz yerin etrafında yaşarız, dedi birinci balık, yağmur yoktur suda ama böylesi bir fırtına da kaçırılacak gibi değildi. bir kaçırsak belki hep suskun kalırdık.

_ sahi, dedi, kadınlardan diğeri, biz balıklar sessiz sanırdık, sizse fırtınayı susturdunuz.

gülümsedi balıklar.

_ balıkların da kutlayacak şeyleri vardır, dedi ikinci balık.

_ unutmazlarsa eğer, dedi ikincisi ve sokaktan süzülen sulara baktı dalgın.

_ karaya çıkan balıklar ne unutur ne susar, dedi birincisi ve ağzı diğer balığın ağzını kapadı.

bakıştı kadınlar.

_ ve karaya çıkıp unutmayan balıklar birbirini sevmeyi bilir, dedi kadınlardan biri. baktı diğer kadın:

_ balıkların sesi kadar neşeli bu, dedi, güldüler çıngır çındır. biri diğerini öptü, harmanlanmış adlar çınladı.

“biliriz” yazmaktan tebeşiri biten çocuklar yeni duvarlar ve renkli tebeşirler aramaya çıktılar.

kedilerse bir daha göğün sırlanmayacağından emin, en az on kez geçirdiler patilerini kulaklarından.

--- spoiler ---