dersim olayı

katliamda kadın ve çocuklardan oluşan yaklaşık 100 kişinin aynı konağa sokularak üzerlerine yağdırılan mermi sonucu öldürülenlerden kurtulan 3 çocuktan birinin oğlu olan gazeteci yavuz semerci katliamın yaşandığı yılı "ağlayacak anaların da öldürüldüğü yıl.
yani ağlayacak ana kalmadığından ağlama derdinin olmadığı ve kimsenin üzülmediği yıl..." olarak tanımlıyor.
1937 yılında devletin "cumhuriyet’in imar ve ıslah programına muhalefet eden" dersim'e devlet otoritesini yerleştirmek için çıkan "isyanı" acı bir şekilde bastırmıştır. 1926 yılında, dönemin elazığ valisi cemal bey (bardakçı) tarafından hükümetin izniyle içlerinde seyit rıza'nın da olduğu, bölge halkının bir kısmı toprak verilir ve elazığ'a yerleştirilir. cemal bey' in çorum'a tayin edilmesinden bir süre sonra bu insanlara verilen topraklar ellerinden alınır ve dersim'e tekrar gönderilir. bölgede çıkan ayaklanmalar için ismet inönü'nün de aralarında bulunduğu birçok bürokrat bölgede analizler yapmıştır. bunlardan birisi elazığ valisi cemal bey hazırladığı raporda dersimlilerin kırım ve sürgünden çok korktuklarını, birkaç aşiret lideri dışında insanların fakirlikten çırpındığını, yağmanın sebebinin fakirlik olduğunu ve insanların bu yüzden silahlandığını belirtmiş. ayrıca ciddi bir eğitim ve idealist bir kadro ile yerleşmiş batıl inançların temizleneceğini bölge halkının itaatkar olduğunu ve bir iki askeri kuvvetle bölgenin silahtan arınacağını söylemişse de devlet mağaralara zehirli gaz salıp çocukları bile öldürme yoluna gitmiştir. belki de bugün doğunun yaşadığı sorunların tohunları o dönemde ekildi. bana kalırsa bu harekat etnik ve dini açıdan homojen bir devlet yaratma planının bir parçasıdır. şark ıslahat planının amacını da inönü "vazifemiz, türk vatanı içinde bulunanları mutlaka türk yapmaktır. türklüğe ve türkçülüğe muhalefet edecek unsurları kesip atacağız. vatana hizmet edeceklerde arayacağımız nitelikler her şeyden evvel o adamın türk ve türkçü olmasıdır." şeklinde formüle etmiştir.

kürt ve alevi sorununun meclisten özür çıkmadan ve tazminat ödenmeden çözüme ulaşacağına inanmıyorum.
yavuz semerci'nin muhteşem yazısı için:
https://m.bianet.org/biamag/toplum/11845...
ermenileri yolda kaybettik.
dersimliler kendi kendine yok oluverdiler.
rumları türklerle takas ettik (bu arada mallarını yağmaladık)
yahudiler kendileri kaçtı.
"1906 sayımına göre, türkiye'nin bugünkü sınırlan
içindeki nüfus, takriben 15 milyondu ve bu nüfusun %10'u rum, %7'si ermeni, %11'i museviydi."
kaynak:paradigmanın iflası - fikret başkaya

şu an türkiyenin % 28'ini farklı dinlere mensup vatandaşların oluşturduğunu hayal etsenize. o çoğulculuğun bize kazandırabileceği zenginliği. bunu elimizin tersiyle itmeyi seçmişiz. neden peki? öldürdük, yolda kaybettik veya kendileri kaçtı. sebebinden ziyade beraber yaşamayı beceremediğimiz gerçeği ile yüzleşmemiz gerekiyor bence.
bizim ülkede bir vakaya "olay" dendi mi aslında ne olduğu konuyu az çok bilenler tarafından anlaşılır. özellikle alttan alta "birlik ve beraberlik" propagandası da varsa her şey çok açıktır. bu durumda sağcısından solcusuna ezici çoğunluk hemen "olay" sözcüğünü ekleyiverir. burada olay sözcüğü aslında faili belli değildir, ne olduğunu bilemiyoruz, nasıl olmuş belli değil, iç ve dış mihraklar vs. anlamına gelecek şekilde bir örtbas etme, kafa karıştırma amacını taşımaktadır. ayrıca sorumluluk almamak için de bolca, cehalet kaynaklı, komplo teorileri de havada uçuşur. gazetelerde, kitaplarda, televizyonlarda bahsi geçen en popüler (!) "olaylar"dan bazıları: "ermeni olayları", "1909 adana olayları", "1993 sivas olayları", "1978 maraş olayları"dır.

bu konuda hazırlanmış belgesellerden biri için (bkz:dersimin kayıp kızları)