gerçek islam ışığa tutunca anlaşılabilir mi

çok zor bir soru!
zurnanın zart dediği delik!
ya da islam dünyasının bam teli!
bir heterodoks mezhep üyesi olarak, ortodoks islama kıyasla kendi felsefemizi bile bazen "zamanı geçmiş", "geri kalmış", "uygunsuz ve uyumsuz", "ilkelce" gibi terimlerle yorumladığıma göre, kendimi nasıl konumlandıracağımı ben de şaşırıyorum.
kurban kesme veya bir hayvan bedenini kurban etme, sanırım islam dininin tüm mezheplerinde yaygın biçimde benimsenmiş bir ibadet yöntemi (hakka ulaşma yolu).
diğer yandan zamanlamasının, uygulanışının ve eşlik eden törensel etkinliklerin, mezheplere göre farklılaşabildiğini görüyoruz.
örneğin, biz, bir yıl içerisinde onlarca defa bayram kutlamaları (yılın farklı dönemlerine dağılmış biçimde) yaparak, her defasında etli yemekler ve namazlar eşliğinde törenler yaparız. kitap aynı kitap, peygamber aynı, allah aynı!

tüm bunların felsefi yorumunu, evrensel düşünme kurallarına ve ahlak anlayışına göre günlerce veya aylarca tartışıp konuşmak mümkün ve bunlar zamanında defalarca yapılmış ve yazılmış ve anlatılmış. bize kalan, bunları okuyarak, bu tartışmaların sonuçlarını yeni düzeylere taşıyıp, vargılara ve yargılara ulaşmak ve yeni analizler üreterek kararlar almak. ben, bireysel olarak kendimi hiçbir dini kimliğe layık görmesem de, kendi mezhebimin yolunu bir kültürel kimlik ve yerel değer olarak görüp destekliyorum. ancak, islam dininin genel değerlendirmesi söz konusu olduğunda, maalesef aynı gönülden ve içten tutumu gösteremiyorum. neden? çünkü, "hangi islam?" sorusu suratıma çarpıyor!

bu konuda birşeyler okuyanlarımız bilirler. her islam ülkesinin kendi değerleriyle harmanlanan çok farklı islam uygulamaları söz konusu.
son yıllarda anadolu milletine dayatılan islam modeli ise, arabistan civarında yaygın olan ve emevi-abbasi dayatmalarını içeren vahabi-selefi denilen felsefedir.
yine son yıllarda, islamı kendince yorumlayan bu yarımadada pazarlanan daha dindar-kindar bir yurttaşlık modeli olup, islamın militer ve agresif yönünü pompalamaktadır. nitekim, günümüz islam şeriatı uygulamaları, "hristiyanlığın gözünün döndüğü engizisyon dönemi" infazlarını hatırlatan, allah adına hüküm verip o güçle baskı, şiddet ve ölüm dağıtan bir vahşet felsefesine dönüşmüştür. öyle ki, o hep karalanan (oysa arap uygarlığının en yüksek ürünlerini sunduğu dönemleri kapsayan) "cahiliyye" döneminde bile, daha fazla "insaniye", "vicdaniye" ve "ahlakiye" mevcut idi.

turan dursun, muazzez ilmiye çığ ve ilhan arsel gibi araştırmacı biliminsanlarının derleyip yazdığı eserlere baktığınızda, islamı tek başına suçlamak yerine, kökenlerinin ve beslendiği kaynakların tanınması ve anlaşılması daha kolaydır. hiç şüphesiz islam felsefesi, doğup yükseldiği dönemin en ileri düşünce ürünlerinin bir meyvesi ve sonucu idi. çünkü, insan uygarlıklarında felsefe ve dinler, birbirlerinden beslenerek, birikimli ve ardışık yükselmektedir. bugün, dinler tarihini okuyan herkes, elini vicdanına koyduğunda görmektedir ki, roma ne kadar pagan ise, hristiyanlık o kadar yahudiliğe dayanır, yüksek mısır ve kıpti uygarlıkları yahudiliğe ne kadar etki etmişse, islam da o kadar mazda ve vedadan etkinlenmiştir! tüm dinler kolkola ve omuzomuza ilerleyerek birbirlerini beslemiş ve bir üst aşamaya taşımıştır. bunu hem bilinçli hem de istemsiz etkileşimlerle ister istemez yapmışlardır. çünkü, insanoğlu, hiç tahmin etmediği kadar birbirinin parçası olup, sürekli olarak dış dünyayla iletişim halindedir ve düşüncelerimiz ve hayallerimiz, kıçımızı yırtsak da atalarımızın genetik ve enerjik izlerini getirmektedir.

bu noktada, islamı değerlendirirken, tüm kitaplı dinlerin kökenlerini, toplumsal ve dönemsel konumlarını, yorumlarını ve gerçek tanrı ile bağlantısını toptan düşünüp değerlendirmek gerekir. bir kitap, bir düşünce sistemi, bir felsefe geleneği, belli bir dönemin, o dönemin koşullarının ve ihtiyaçlarının çocuğudur, meyvesidir! bu koşullar ve ihtiyaçlar ortadan kalktığında sırıtır, işlevsizleşir ve hatta komikleşir veya canavarlaşır! bu durum, o düşünce sisteminin dönemsel mükemmelliğini ve tarihsel işlevselliğini yok edemez! fakat, bu boyuttaki görevinin sona erdiğini veya yeniden yaratılmasını sağlayacak reformlarla canlandırılması gerektiğini gösterir. buna itiraz edenler, kutsallık ve tanrısal emir bahanelerine sığınırken, burada olup bitmekte olan herşeyin, o'nun iradesi ve bilgisi dahilinde olduğunu unutmamalıdır. insanoğlu, tanrısal varlıkla iletişim halinde olduğuna göre, farklı istekler ve farklı yaklaşma biçimlerinin nedenlerine değil, sonuçlarına bakmak daha işlevsel ve vicdani kararların verilmesini sağlayacaktır. farklı kavgalardan ve yorumlardan elde edilen sonuçlar daha çok acıya, savaşa, kana, ölüme, açlığa,...vb. yol açıyorsa, insanlık, tanrısal varlıktan veya allahtan uzaklaştığını görebilecek ve kavrayabilecek akıl ve mantığa sahiptir!

dolayısıyla, recep ihsan eliaçık gibi din adamlarının çoğalması, belki de içinde boğulmakta olduğumuz karanlık dönemin iyice dibe vurduğunun bir göstergesidir ve bir çıkış ışığı olabileceğini göstermektedir. unutulmamalıdır ki, insana çare olacak herşey yine insan aklından çıkacaktır! akıl, bir tanrısal ürün olduğuna göre, akıldan doğan vicdan, ahlak ve felsefe gibi ürünleri de reddetmek maymunluktur. bence akıldan korkanların yeri, allahın yanı veya sembolik cennetlerde huriler değildir. olsa olsa akılsız ve duygusuzlara özgü ve tanrısal varlığın bile güldüğü zavallıca bir hayvanlar diyarıdır.

sonuç olarak, aslında, o latince deyişte olduğu gibi, güneş altında söylenmemiş ve yazılmamış bir şey kalmamıştır. bize düşen, aklın ve evrensel kardeşliğin felsefesini zaten yazmış olan atalarımızın (ki anadolu'nun ve mezopotamyanın bu konudaki mirası da zengindir) özüne bakmaktır. muhtaç olduğumuz kudret, vallahi de billahi de geçmişimizde ve damarlarımızdaki genetik akılda yatmaktadır!

eğer, dönemsel işlevini tamamlamış islami yorumları, atalarımızın gönül ve akıl ışığına tutabilme cesaretini gösterirsek, gördüğümüzden korkmayıp gereğini yapabilmek de bir insanlık borcu olacaktır...
2 Entry Daha