affetmek, türk dil kurumuna göre "hoşgörü ile karşılamak", "bağışlamak", "birinin sorumluluğundaki bir görevden çıkmasına izin vermek" olarak tanımlanıyor. piderman "kin ve acıdan, kızgınlık ve intikam düşüncesinden vazgeçmek"; hargrave ise zarar veren bir kişiye ilişkin öfkenin sonlandırılması demiş.
affetmenin kendi içinde katmanları var; kendini affetme, başkalarını affetme, durumu affetme. bunları birbirinden ayrı düşünmek yanlış olur. ne yukarı doğru daralan bir piramit ne de nizami çizilmiş bir seksek çizgisi; ancak tertipsiz dahi olsa iç içe geçmiş daireler.
belen'in 2021'de kanser hastalarıyla yaptığı bir çalışmada, hastalığın kabulleniş evresindeyken hastaların çevresindeki kişilere kanserin son dönemine göre daha affedici davrandığı ve hissettiği ortaya koyulmuş. kabullenişte bu açılımı yaşamayı, her şeyin biteceği düzlemde ise bundan uzaklaşmayı nereden okuyabiliriz? zannımca, kanser hastası insanların kabulleniş evresinde anlamlandırma çabalarını bırakıp kavramları somutlaştırma eğiliminde olması ve insanların yaptığı hataları da bağlamında değerlendirip bir nedene bağlaması ile affetmek daha olası geliyordur, yoksa ilkel bir refleks midir? bunu yaşamadan bilemeyeceğiz elbette, umarım hiç bilmeyiz.
ferrell 2014'te palyatif yoğun bakımdaki hastalarla yaptığı bir çalışmada, yaşamın son dönemindeki hastaların yakınlarını affetme ile öfkeyi bırakma ve hayatın kısalığını anlamaya yönelik eğilimlerinin daha net olduğunu gözlemlemiş. anlatabilen, affedebilen hasta insanların ölürken daha huzurlu olduklarını ortaya koymuş.
yoğun bakım doktoruyken bizzat kendim de gözlemlemiştim bu duyguyu. ölüm korkusuyla veya ölümün yakın oluşuyla gelen anlatma isteği, affetme isteğiyle hayatın boşluklarını daha iyi sezebiliyorlardı hastalarım. bu yüzden son döneminde olduğunu bildiğim hastaların mutlaka yanına gider, elinden tutar ve halini hatrını sorarken konuşması, anlatması, çözülmesi için ona fırsatlar yaratırdım mümkün oldukça. bu da off the record olsun, bir doktor olarak söylüyorum, bazen bu konuşmaların damardan verdiğimiz onca ilaçtan daha faydalı geldiğine inanıyorum.
şimdiye kadar yazdıklarım daha çok hasta perspektifinden prehumous affetme üzerineydi. şimdi de posthumous affetme hakkında bir şeyler karalamak istiyorum.
affetmenin öznesi olmak nesnesi olmaktan çok daha zor. ancak ölüm gibi bir katalizörün varlığında bu tepkime hızlandıkça sonuca ulaşması daha olası. birini ölürken görmek, ölüme gidişini görmek veya öldüğü haberini almak. susuz kaldıkça çöl toprağı gibi çekilen deri, yorgunluktan tam açılamayan gözler, kapana sıkışmış bir fare gibi istemsizce immobil kalmak, beyaz bir çarşafa sığan koca hayat, kötülükler ve nefret... bunları görmek, bizi acıtan birinin bunları yaşadığını bilmek içimizi sinsi bir tanrı kompleksiyle dolduruyorsa, belki istemeden "oh olsun" diyorsak... bu bizi kötü bir insan yapar mı?
peki ya bu nefreti, hırsımızı bizim bir parçamız yaptıysak? birisi tarafından incinme bizi ayakta tutuyor, yaralarımızı cesaret rozeti gibi taşıyor olabiliriz. bu bizim affedememize, iyileşememize yol açıyor olabilir mi? o'nu affetmek, belki de yıllardır inşa ettiğimiz kişiliğin bir parçası olan "nefret"i de kesip atmamızı gerektirecek, bu da bizi affetmekten alıkoyuyordur belki.
o'nu affedersek, insanlara yeniden güvenebilmemiz gerekecek, yaşadıklarımızı öne sürüp kurmadığımız bağlar için onları suçlamıştık; affetmek, aslında bu suçları da azat etmemize neden olacak. kaçınma davranışı? belki...
tame impala'nın aynı adlı -bence en sert ve güzel şarkıları- eserlerinde kevin parker'ın yaşadığı açılımları görüyoruz. şarkı iki ayrı evreden oluşuyor, hesaplaşma-affediş. babasının ölümünden sonra o'nun için yazdığı şarkı ölüm sonrası affı için kağıda dökülmüş en net akışlardan.
"hiç bilemez miyim sandın? büyürken asla akıllanmayacağımı mı düşündün?"
"ve sen çukurlara bir okyanusu doldurabilirdin yapacağın herhangi bir açıklamayla hala zamanın varken, bir şansın da vardı ama sen tüm özürlerini mezara götürmeye karar verdin"
tüm bu yüzleşmenin, haykırışın arkasına ekliyor:
"sorun değil demek istiyorum sana sen de insansın en nihayetinde ve içinde şeytanlarının da olduğunu biliyorum benim de şeytanlarım var"
şarkının olduğu albümün kapağı ise bu sözler üzerine daha bir anlamlanıyor. kumlarla dolu bir oda, o kumların itilmesiyle oluşan tümsekler ve pencereden görünen mis gibi mavi hava. affetmek işte böyle hissettiriyor, kumların bir yere gittiği yok. hatta affettiğimizde -o kumları ittiğimizde- oluşturdukları tümsekler ayağımıza takılacak ancak pencereden gökyüzünü ancak böyle izleyebiliriz.
“bana söylediğin her kelimeye şüphesiz inanmıştım” ve “büyüdükçe herşeyi farkedeceğimi hiç mi düşünmedin?” sözleriyle kevin’in bir anlamda kendini yine de suçladığını düşünmekteyim. çünkü çocukken babasının ona söylediği herşeye inanmamış olsaydı, o zaman olan biteni sorgulamaya daha erken başlayabilirdi ve babasıyla olan hesaplaşması ölüm sonrasına kalmazdı. bence büyümeyle gelen olgunlaşma ile geçmişte anlatılan hikayelerin aslında farklı olduğunu farkediyor ve geçmişteki cehaleti ve saflığı yüzünden kevin burada kendini yine de suçluyor.
şarkının en güzel sözü bence şu: “süper kahramanların sıkıntılı zamanlarda hep birarada kaldığını düşünürdüm”