banshee

başrollerini antony starr * ve ivana milicevic * paylaştığı bir hırsızın şeriflik maceralarının anlatıldığı dizi. *
başrollerini antony starr * ve ivana milicevic * paylaştığı bir hırsızın şeriflik maceralarının anlatıldığı dizi. *
başrollerini antony starr * ve ivana milicevic * paylaştığı bir hırsızın şeriflik maceralarının anlatıldığı dizi. *
başrollerini antony starr * ve ivana milicevic * paylaştığı bir hırsızın şeriflik maceralarının anlatıldığı dizi. *
başrollerini antony starr * ve ivana milicevic * paylaştığı bir hırsızın şeriflik maceralarının anlatıldığı dizi. *
başrollerini antony starr * ve ivana milicevic * paylaştığı bir hırsızın şeriflik maceralarının anlatıldığı dizi. *
galler bölgesindekilerin inançlarına göre, inleyerek ve çığlık atarak müjde verdiğine inanılan dişi varlık.
bir hafta önce kafamda beliren "aksiyon, şiddet ve dövüşen kadınlar istiyorum!" cümlesi ve youtube'da daha önce izlediğim bir iki sahnesi sayesinde başlayıp ilk sezonunu az önce bitirdiğim dizidir.
banshee adında önemsiz sayılabilen bir amerikan kasabasında geçiyor. kız arkadaşıyla yaptığı büyük bir soygun sonucunda yakalanan hırsızımız kendini feda edip kızın kaçmasını sağlıyor ve on beş yıl hapis yatıyor. çıktıktan sonra sevgilisini banshee adlı bir kasabada buluyor fakat işler pek de beklediği gibi gitmiyor.
dizinin çizgi romanvari bir hikayesi var. geri kalan her şeyde de bu hava hakim. kötü adamlar gayet tipik, kasaba ayrı bir kafada ve karakterler fazla "karakter". aksiyon sahnelerinin şiddet dozu oldukça yüksek, buna rağmen çekimler yüzünden gayet gerçekçi duruyor.
şimdilik ihtiyacımı karşılıyor gibi dizi. şu an 4. sezonunda, yetişir yetişmez buraları dolduracağım.
ikinci sezonunu az önce bitirdiğim dizi. jenerikte bir alan ball görüp duruyordum, nerden tanıdık geliyor, kimdi bu abi diye içim içimi yiyordu ki google denen bir şey olduğunu hatırladım. kendisi tabi ki true blood'ın ve six feet under'ın da yaratıcısı. zaten banshee'nin true blood benzerliği gözümden kaçmamıştı; dış dünyadan bağımsız garip bir kasaba, kasabaya gelen yabancının ardından gelişen olaylar, abartılı karakterler, eğlenceli klişeler ve lafayette'in asyalı versiyonu olan job. bu bilgiyi de edindikten sonra daha bi bağlandım diziye nedense. gerçi alan ball'u öğrenmesem bile 2. sezonun hakkaten aşmış bölümleri mevcuttu bağlanmam için. aşmaktan kasıt banshee ikinci kalite bir dizi. yani breaking bad, game of thrones* gibi diziler gibi birinci sınıf değil. ama bu sezonun bazı bölümleri, özellikle beşinci bölümü, hakkaten birinci sınıftı. işlediği konulardan, karakter derinliğinden sinematografiye kadar ağzımın açık kaldığı bölümler oldu. ve tüm bunların yanında o ucuz havasını da bozmadı tabi ki.

--- spoiler ---

lucas hood, gerçek ismini bilmiyoruz. muhtemelen dizi bitene kadar bilmeyeceğiz de. kendisini en çok tanıyan insan ana/carrie, o bile geçmişini bilmiyor. bir insan hem hırsız hem polis, hem gizemli hem açık sözlü olabilir mi? ve o güçlü duruşu bir yana gayet duygusal da. favori karakterim.

ana/carrie, eski ve yeni kimliğiyle durmadan çatışan bu abla ilk sezondaki "ailem için" bencilliklerine allahtan bu sezon devam etmiyor. birinci sezonun sonunda rabbit'i öldürmeyi nasıl beceremedi bu nasıl mallık desem de dizinin yapısını bilerek kestim sesimi. bir de olek ile bir dövüş sahnesi vardı dudak uçuklattı resmen.



kai proctor, kötü adamımız. banshee'nin suç babası. rabbit'i bile solladı bence bu hırsla. amiş geçmişinden kaçamıyor bir türlü, hatta en büyük yarası. bu sezon annesinin karşısında nasıl ağladığını da gördük dağ gibi adamın. sonu yakın gibi geliyor bana, hayırlısı.

rebecca, kai'ın yeğeni. ben bu kızı çözemiyorum. dayısından nefret ediyor, ama hala ona bağlı. adamın izinden gitmeye çalışıyor ama onun kadar kötü olamıyor. lucas hood'a karşı hassasiyeti de bundan dolayı herhalde. ikinci sezon finalinde longshadow'u öldürüp "i've got all the thunder i need" demesiyle sevgimi kazandı. banshee kadınlarından korkacaksın.

siobhan, polis kızımız. bence hood'la çok yakışıyorlar. kadın gereksiz duygusallaşmıyor ama çok soğuk da değil. hood buna açılırsa bence gelecekleri parlak. şiddet gördüğü eski kocasının ağzını burnunu kırdığı sahne harika. (arada carrie'nin hapis kavgası da var, ikisinin arasındaki senkronizasyona dikkat.)



--- spoiler ---

diziyi bitirsem de arada geri dönüp dövüş sahnelerini tekrar tekrar izlemeyi planlıyorum.
methini ofistekilerden duyduktan sonra 1,5-2 hafta içerisinde 4 sezonunu da detaylı bir biçimde izlediğim, abartıldığı kadar bulmadığım ama gerçekten epey iyi olan güzide yapım. bunda en çok da hikayenin ilk 1,5 sezondaki gidişatı ve çokçok ünlü olmayan oyuncularla karakteristik özellikleri belirgin iyi çizilmiş karakterlerin olmasının da payı büyük diye düşünüyorum. zaten açılışında alan ball'u görünce her şey anlam kazandı. sanırım reytingten falan değil dizi kendisi 4 sezon olarak yapılmış ve öyle bitmiş.

--- spoiler ---

dizi çok farklı bir hikayeyle başlamıyor ancak hikayenin gidişi, hood'un hood olması ve devamı diziyi güzel kılanlardan. ana'nın hayatına çökmek için gider gibi yapıp bir yandan hem onu hem kızını gözetmesi, üzerine de ciddi ciddi şerifliğe öyle böyle sarması falan epey tadındaydı. 2.sezonun ortasına kadarki gidişatı çokçok beğendim; hikaye, rabbit'in kızını bir affedip bir öldürmeye çalışması, ana'nın carrie olma çizgisinde gidip gelirken köklerine dönmesi gibi gibi. ama ne banshee imiş yani hood bir geldi allah allah ne kadar ipini koparan sapık/katil/suçlu varsa akın etti, adeta bir mysctic falls, bir bon temps falan.

aynı zamanda hikayeye amishleri katmaları ve bunu güzel yedirmeleri de hoş oldu, bir anlam kazandırdı ama kızılderili muhabbetlerinin falan artık çeşitliliğin sonu olduğunu düşündüm. bi yandan amishler bi yandan kızılderililer bi yandan proctor falan biraz fazla alt kollara ayrıştı gibi. kaldı kı, hikayenin başından beri köşeden gelen kızılderili faktörü 3.sezonda tavan yaptı, ama koca kötü chayton'ın da iki silah darbesiyle ölmesi de biraz yavandı o kadar kovalamacadan sonra. kaldı ki, tüm sezonlar arasında bence en başarılı kötü adam kesinlike rabbit'ti her şeyiyle. son sezondaki seri katil hikayesini böyle güzel ve dolu dolu giden bir dizi için vasat buldum, sezon ortasında katili ortaya atıp 2 bölümde çözümlemek vs bu diziye yakışmadı. kaldı ki, finalde biraz buruktu.

uzun zamandır kadın popülasyonu en güzel/sağlam diziydi ayrıcana. ivana milicevic'i 2-3 yapımdan hatırlarken burada (özellikle de 3.sezondan sonra derileri çekip ''nikita'ya bağlamasıyla'') epey tuttum, ilk başlarda köşede gibi duran siobhan sezonlar ilerledikçe devleşti (ayrıca da harcandı), rebecca sürpriz yumurta gibi zaten, böyle bir güzellik öyle bir ifadesizlik yok. ama favorim kesinlikle nola'ydı. burton'la araçtaki dövüş sahnesi kanımca dizideki en iyi dövüş sahnesiydi:



hood'u hiç sevemedim, sürekli bir her şeyi dümdüz edip gitme olgusu fazlasıya kopuk geldi zaman zaman. eliza dushku'yu görünce ekrana yapıştım, karakteri de bir o kadar sağlam gibi gözükse de biraz tırt çıktı diye düşünüyorum. brock dizinin en gereksiz karakteriydi, orijinal kadrodan herkes öldü bi bu yaşadı ironik bir şekilde. emmett belki de takımın en sağlam duruşuyken senaryo uğruna heybeye gitti, aynı şekilde siobhan'da öyle. şu dizideki en başarılı karakter job idi, zaten 4 sezonu sırf o, tepkileri ve korseleri için izledim diyebilirim. böyle bir oyunculuk, böyle bir tavır yok. ayrıca ''job's drag race'' diye bir spin off yapılırsa en ön sıralardan izleyeceğim.




dövüş sahnelerinin abartıldığı kadar iyi olduğunu düşünmüyorum, kötü değildi ama bana kalırsa agents of shield, nikita, alias vari performanslar daha etkileyici, buradakilerde biraz hep 3-5 köşeye savrulma, yumruklaşmalar, iki silah... gidiyor. kaldı ki, dizinin ana karakteri hood hemen hemen girdiği her kavgada dayak yedi(kendinden tıfıl olanları saymazsak), keza ana o kadar minik bir bad ass gezerken anca 3.sezonda kavga kazandığını gördük-ama silahşörlüğü dizinin en iyisiydi. kaldı ki, kilise sahnesini hatırlarsak bu konuda yine kimse job'ın eline su dökemezdi.


--- spoiler ---
bir güncelleme yapayım, çoktan bitirdim diziyi fakat son sezonunun sönüklüğünden herhalde dönüp entry girmek aklıma gelmedi demek ki.
üçüncü sezon en iyi sezonuydu dizinin. ayrı bir şey oldu bence nirvanaya ulaştı. soygun sahnesi hele dudak uçuklattı.
--- spoiler ---

-siobhan'un ölümü baya sarsmıştı beni. hood'un dehşete düşmüş ifadesi, çaresizliği, chayton'a yalvarması o kadar koymuştu ki... antony starr'ı tebrik etmek lazım hakkaten çok iyi oyuncu.
-nola'yı saçma bir şekilde harcadılar. ölmek için girdi sanki diziye kadın. tamam iyi öldü, iz bıraktı da biraz daha işlenmesi gerekiyordu. yazık oldu.
-rebecca ilk sezondan beri özenle işlenen bir karakterdi. tam zirveye ulaştı dedik, dördüncü sezonda bir baktık ölmüş. nasıl bir saçmalık anlamadım yani. gereksiz bir seri katil hikayesine döndü dizi. tamam yine dönseydi ama rebecca sonradan kaçırılsaydı en azından, öldüğüne birinci elden şahit olsaydık.
-burton ve proctor'ın sonu iyi bağlandı bence. ikisi de özgün karakterlerdi.
-adını unuttuğum eski nazi ve diğer naziler aşırı gereksizdi, bahsetmeye bile gerek yok.
-ana ve hood birleşseydi keşke bu kadar olayın sonunda. neyse önlerinde duran bir şey yok bunun olmaması için artık. bir gün belki.
*hood'un ismini öğrenemedik. internette birkaç teori dönüyor, antony starr twitter'da trolledi falan ama canon bir şey yok.

--- spoiler ---
vakti zamanında ben de izlemiştim. bana göre feci derecede underrated bir dizidir.