bazı şarkıların bizdeki hikayeleri

yazacağım entry için uygun başlık bulamayıp kendi hür irademle açtığım çok içime sinmeyen bir başlık oldu. beni yalnız bırakmayıp entari gireceğinizi düşünerek başlıyorum kafa ütülemeye.

bundan yaklaşık 17 yıl öncesi kendimi tanımaya başladığım tabi bunu kendime söylerken dahi içimde fırtınalar kopan, iç sesimi dinlemeye dahi tahammülü olmayan bir xalo. abim üniversite öğrencisi o vakitler( kaymakam olacak derlerdi ipsiz sapsız olmayı seçti. gerçi bu adama ilçeyi versen iki güne satar parayı da türlü yollarla iki saate yerdi isabet olmuş ol(a)maması). konuyu dağıttım devam edeyim. o ara bilgisayarımız var ama bilirsiniz o dönem masa üstü bilgisayar'a devlet nişan'ı gibi bakılırdı. monitöre kılıflar mı dersin kasaya özel localar mı.. abim tipik üniversite öğrencisi kafası; sayısız foto albümleri gereksiz nice sanatçı, şarkıcı klasörleri. sonra bir klasör ilişti gözüme "üniversite arkadaşlar!" ulan dedim bunun arkadaşlarından ne cacık olur ne işler çeviriyor bu komünist. girdim klasöre; birkaç fakir öğrenci sofrası, kadınlı erkekli piknik fotoları, amfi de ders arası fotoları. sonra bir video... yerde oturmuş; dalgalı saçları, gözlerinin mahmurluğu uykudan yeni uyanmış olmasına delalet. videonun çekildiği kameraya çok az bakıyor ama o her bakışı attığında benim içimde orman. ama öyle orman değil yeşilin her tonu. öyle serin, öyle gür, öyle hayat.. elinde gitarı çalacak mı acaba demeye kalmadan gitar teli ses buluyor benim içimde yine bir senfoni. sonra o gür sesiyle lirik bir tarzda yormadan çağlamadan okuyor şarkıyı. "deriko saçın örmezler, deriko saçın örmezler.
seni de bana vermezler, seni de bana vermezler. deriko kaşlar kara deriko gözler ela." günlerce izledim dinledim.. beni sana keşke verseler diye hayıflandım durdum. "deriko saçın iki kat, deriko saçın iki kat.
kes birini bana sat, kes birini bana sat" sonra kendi içimde deriko diye bir düşman hısmım oldu. ee örgüleri var hemide iki kat. kim lan bu deriko çok mu güzel acaba. diye söylendim durdum günlerce. şuan o gitar çalan nerede ne yapıyor bilmiyorum derikoyu hala çok severim dinlerim henüz kimse onun gibi söyleyemedi.
yukarıdaki hikaye çok güzel. benimki biraz hüzünlü ama entriyi okuyunca direk aklıma geleni yazıyorum. bazı insanlar vardır böyle ilk tanıştığınızda sanki yıllarca vakit geçirebilirmişsiniz gibi olur. size birşey söyler ve söylediği sanki sizin nişanınızdır artık. güzel olan şeylerden çok derin yaralar da çıkar ya öyle bir şeyler. gözgöze yaptığımız muhabbet hala olduğu gibi duruyor içimde. öyle etkilenmiştim ki sonraki görüşümde heyecandan selam vermeye utanmıştım. bir süre sonra gitti zaten. görmedim bir daha. o gitti ben de o nişanın acısıyla kaldım. çay sözü vardı bana. "hatta senin için yemek yapacağım". öldüğünü öğrendim sonra. acıma eşlik eden şarkıyı buldum. dinleyince bir tek o gelir aklıma. bir de tanıştığımız şehirde bir yıldıza yazmıştım onu. istanbul'da da görür müyüm diye düşünüyorum. ölmüş biri için, bazen unutulduğuna acı çekilen, her anımsamadaysa geçirilen kısacık vaktin değeri acıyla geri gelen, yıldızlara benzetilen bir insan için ;
o şarkıyı tanımadan önce tamda anlattığı gibiydi her şey, ama her şey.
şunu düşünün; bir bahçedesiniz, mevsim yaz. hayatınızdaki tüm yolcuları; oturup hasbihal edenleri, kalbinizi kıranları, boğazınızda yumru kalmış sevdaları, tenini koklamak istediğiniz adamları/kadınları, dostlarınızın ihanetleri, ikiyüzlüleri, ailenizin bencilliklerini, kendinizin en çokta kendinizin, kendinize yaptığınız haksızlıklıkları, attığınız yalanları. şimdi o bahçeye geri dönün tüm bunları o yaşa kadar yaşadığınızı düşünün ve o sahnenin en büyük, tarumar eden detayı ise, yalnızsınız. ya da olması gerekenler, uzakta.. kaçınılmaz bir detay değil mi yalnızlık? mutlaka olması gerekiyor hikayelerde, ama şuna inanın yaş aldıkça o yalnızlıkta güzelleşiyor. her neyse.. işte bu şarkı bana hep o geçmiş zaman da o masanın başında otururken, tüm dostlar dağılmışken ve mevsimde yaz iken ahşap masanın üzerinde de bir kadeh şarap yalnızlığıma, gelip geçenlere içeceğimi düşünürüm. ha hava da biraz serin, içiniz üşüyor, sırtınızda da turuncu bir ceket.