cebimdeki yabancı

bu akşam izledim sonunda. açıkçası ben pek zevk almadım. hatta bazen tepki bile veremedim. öyle boş boş bakmak zorunda kaldım ekrana. şok etti beni. ha alttan verilmek istenen mesaja elbette olumlu yaklaşım gösterilebilir, lakin eşcinsel kimliğini açıkça beyan etmiş bir yapımcıdan, lgbti camiasına çok yakın olan bir yönetmenden daha münasip bir senaryo ve replikler beklerdim. yani salonda izleyen insanları, zaten toplumun bakış açısı böyle deyip umursamayarak güldürmek amacıyla bu tarz cümleler kurulmamalıydı. başka türlü yazılsaydı replikler ya da senaryo, daha dramatik hale getirebilirdi belki filmi ama en azından seyircinin tepkisinin kahkahalarla ölçülmesine engel olurdu. velhasıl aslında büyük bir merak ve heyecanla gittim filme ama beklediğimi alamadım.

yorumumun bundan sonrası filme dair ayrıntılar içereceğinden, henüz filmi izlememiş ve zirve yapacak olan arkadaşlar için sakıncalı olacaktır. şimdiden söyleyeyim sonra üzülmeyin.

 spoiler!
şimdi filmin başında karakterlerin ilişkileri hakkında kısa ipuçları veriliyor. kerem ile esra evli, iki çocuklu ve kerem'in annesi ile birlikte yaşıyorlar. yaklaşık 10-15 yıllık bir evlilikleri var ve bir kaç önemli sırrı paylaşıyorlar. sinan ile tuba henüz 1 yıllık evliler. ilişkileri de bir o kadar taze. çocuk yapamaya hevesli genç bir çift. metin ile banu da evli ve bir kız çocukları var. 18 yaşında bir ergen. kız babasına çok düşkün, lakin bu düşkünlüğü annesine olan öfkesinden de kaynaklanıyor sanırım. asıl konumuz ise suavi. kendisi gizli bir eşcinsel. faruk isminde bir erkek arkadaşı var. filmin ilerleyen dakikalarında bolca bahsi geçiyor. efendim konuya gelecek olursak, bunlar bir kanlı ay tutulması gecesinde biraraya geliyorlar. yemekler yapılıyor. misafirler geliyor. ayak üstü dedikodular yapılıyor. ve suavi’nin yeni kız arkadaşı hakkında bir sürü tahmin ve beklentiler doğuyor ortamda. neyse masaya geçiliyor ve sohbet esnasında işte telefonlarımızın hayatımızı nasıl ele geçirdiğinden ve nasıl en gizli, en mahrem şeylerimizi bu küçük kutunun içinde sakladığımızdan bahsediliyor. banu bir oyun teklifinde bulunuyor. herkes telefonunu masaya koyacak ve bu gece gelen tüm aramalar, mesajlar, konuşmalar herkes tarafından öğrenilecek. fazlaca detaya girmek istemiyorum. çünkü eleştirmek istediğim noktayı kaçırmak istemem. gelelim o noktaya. şimdi suavi ile kerem bir balkon konuşması sırasında kerem’in gizli şekilde görüştüğü yirmili yaşlarda bir kızdan bahsediyorlar ve konunun açığa çıkmaması adına kerem, suavi’ye telefonları değiştirme teklifinde bulunuyor. e tabi suavi de salak değil elbet. teklifi reddediyor. gelgelelim kerem bir şekilde telefonları masada değiştiriyor. sonra çat telefonda bir mesaj. “faruk: nasılsın?” o noktadan itibaren başlıyor zaten gerilim. kerem bir şekilde konuyu işyerinde “yumuşak” bir arkadaş var. bana asılıyordu. ben reddettim. lakin herif bana yanık, diyerek geçiştirmeye çalışıyor ama kimse yemiyor. o noktadan sonra suavi delirmeye başlıyor, hafiften geriliyor da. çünkü kerem’in eşi esra konuyu didiklemeye başlıyor ve olay arkadaşlar arasında çirkin laflarla bezenmeye başlıyor. bu noktadan itibaren herkesin ağzında “ibne, top, topoş” kelimeleri dolaşmaya başlıyor. özellikle filmin sonuna doğru suavi’nin de deyimiyle “ tophooooşşşşşşşşhhhh” p harfi üzerinde bir baskı, ş harfiyle nefes verilir gibi uzatmalar. bu repliği özellikle metin karakteri üstüne basa basa söylüyor ki iyice irite edici olsun. hatta sinan karakteri o kadar ileri gidiyor ki bir ara kerem’in yanında otururken aniden kalkıyor ve tiksinmeye başlıyor. böyle iğrenç triplere falan giriyor. sen bana bunu nasıl söylemezsinler falan havada uçuşuyor.


beni rahatsız eden nokta da tam bu nokta. tüm bu olanlar perdede cereyan ederken, salondaki izleyicinin bu kelimeler kullanılarak tepkisine kahkahalarla, alay edercesine, zaten toplum buna bu şekilde alışkın olduğundan zihniyetiyle yaklaşılmış olması.

bir filmde illa ki komedi unsuru olarak bir eşcinselin kullanılması, eşcinselin hayatının didik didik edilmesi, “ilginç” kelimeler kullanılarak aşağılanması mı gerekiyor? yani cidden italya gibi bir ülkede yaşayan kendini aydın, entelektüel sinema yazarı ve ayrıca eşcinsel bir evlilik yapmış olan bir insanın filminde bu tarz kelimelerin kullanılması bence kusura bakmayın ama gerçek tabirle şerefsizliktir. ikiyüzlülüktür. toplum buna alışkın biz bu şekilde yapalım, filmdeki gerilimi eşcinsel karakter üzerinden yumuşatıp ortamı kahkahaya boğalım zihniyeti ile yaklaşılmış olması cidden yapımcı için karaktersizliktir. ayrıca eşcinsel bireylere de hakarettir.

sanki hetero ilişkilerde ki aldatılma unsurları çok normalmiş gibi algılanması ve trajedi gibi bakılıp, o gözle izlenmesi aşırı normal bir davranış gibi sergilenmiyor mu deliriyorum. ulan asıl travma bu noktada ama sen kalkıp izleyiciye ben bu travmayı eşcinsel karakter üzerinden alaycı şekilde yumuşatırım dersen iş o raddeden sonra çirkinliğe bulanıyor.

evet filme gittim. çok isteyerek ve merakla gittim ama malesef böyle bir tabloyla karşılaştığım için çok üzüldüm. belki alttan verilmek istenen mesaj farklıydı ve aslında güzel de bir mesajdı ama bu şekilde eşcinsel bir bireyin film içinde aşağılanarak perdeye yansıtılması hiç mi hiç hoş değildi. kısaca eğer yanımda olsaydı o perdeyi de, film makarasını da, cdsini de, dvdsini de götüne sokup sokup çıkarırdım.

rezillik resmen. filme gidip gördükten sonra benimle aynı düşünceleri paylaşmayacak olan arkadaşlarım olabilirler. aslında orda şunu demek istemiş, şu anlatılmak istenmiş, yanlış düşünmüşsün diyenler de olabilir.

kusura bakmayın eğer toplum içinde var olma savaşı veriyorsak buna bizimle aynı kaderi yaşayan lakin yurt dışında olan hemcinslerimizin bizleri kendi ülkemizde aşağılamasına izin veremeyiz, vermemeliyiz. lanet olsun verdiğim paraya da, yönetmenine de, yapımcısına da, o aşağılayıcı replikleri okuyan ve oynayan oyunculara da.