yasemin sabahları

gökyüzü bulut bulut uyanıyordu
tanrının büyük yalnızlığından
ağaçlar birer ses salkımıydı kuşların ağzında
ayın puslu cümlesinde evler okunaksız harflerdi
yasemin kokularından bir ışık sokaklarda
gittim denizin lacivert bahçesine oturdum
ölümün mü hecesiydim yaşamın mı bilmiyorum
arzuyla vazgeçiş canımda halkalanıyordu
ses değil sessizlik değil zaman değil mekân değil
ağzımda bir çocuktan kalma süt kokuları
kirpik ırmakları dil pınarları parmak yağmurları
kayaların masalını dinliyordum kumlardan
dağlar gecenin merhametinde çıkıyordu sabaha
ey yalnızlığın yaprak döken mahşeri
ayrılığın büyük harfiydi her şey
sen bir deniz kıyısında gonca zamandın
ben eski şarkılardan eskiydim kimsesizdim
içimde dünyanın bütün akşamları
tuttum ağzının sabahına sözler söyledim
ey güzelliğin ölümden büyük yaşama gücü
yalnız ölenler unutur birbirini
seni sevmeye yeni başladım..

(bkz: şükrü erbaş )