cuma günü öğleden sonra
kadıköy'de, kahrolası
istanbul'un
asya yakası'nda yani karşı tarafta bana göre, bir işim vardı.
bir saat içinde de dönecektim. bu gibi durumlarda hep
vapuru tercih ederim, bilirsin. trafikte boğulmadan, denizde boğulma olasılığını barındırdığından olsa gerek!
her zamanki gibi
beşiktaş'taki kadıköy iskelesine geldim ve 15:15
vapuruna bindim.
o hatta otuz dakikada bir vapur çalışır. yani 16:15'le dönecektim, ki öyle de yaptım.
giderken oturduğum üst katta cam kenarındaki yerimin tam karşısına bir kız oturdu. kız, sana çok benziyordu. bir dergi çıkarıp okumaya başladı. bense çaktırmadan kızı inceleyip durdum. yirmi dakika kadar sürüyor ya vapurun diğer iskeleye varması, yanaşma süreci dahil, işte o süre balın aktığı gibi aktı kaşıktan.
arada, camdan dışarı bakmak için, dergisinden kısa süreli ayrılıyordu kız. o sıralar, onu incelediğim anlaşılmasın diye başka yönlere baktım,
göz teması kurmamaya dikkat ettim. hiç
huyum değildir böyle şeyler; kız sana benzemese,
dünya güzeli olsa umurumda olmazdı sevgilim.
elbette fiziksel bir benzerlikten bir halt çıkmaz fakat sanki karşımdakini senmişsin gibi hayal etmek
dahi bir nevi
hal-i pürmelale daldırıyordu beni.
iskeleye yanaşmasına az bir süre kala vapurun, yerimden kalktım, açılacak kapının (modern vapurlardandı)
yakınında durdum. küçük bir çanta taşıyordum. çantama bir şeyin süründüğünü hissedip (
yankesici endişesi ile) başımı çevirdim.
rulo haline getirip elinde tuttuğu dergisinin, kasten veya tesadüfen (burasından emin olamadım) sürtündüğünü gördüm az evvel karşımda oturan kızın.
başka bir yöne bakıyordu...
vapurun yanaşmasıyla yolcular dağılmaya başladı.
metro hattının oradan, karşı yola geçmem gerekiyordu. kırmızı yandığından, ki uzun süreli yanar ışıklar orada, biraz bekleyecektim. sağa sola bakınırken bir
sigara yakmaya yeltendim; nereden geldiyse, o kız
peydah oluverdi dibimde! bozuntuya vermedim; yeşil yandı. hızlı adımlarla gideceğim yere doğru yürümeye başladım.
kız geride kalmıştı...
zaman geçti, bir
resmi dairedeki basit işim bitti, dönüş yolundaydım.
kadıköy'deki beşiktaş iskelesine geldim. 16:15 vapurunun kalkmasına bir-iki dakika kalmıştı.
turnikeden geçtim, vapura bindim. bu kez çok kalabalıktı. hemen yer bulamadım. eski vapurlardandı üstelik.
daha sonra bir yer bulup iliştim.
akordeon ve
gitar çalan
çalgıcılar vardı etrafta...
para toplayan bir küçük kızın uzattığı bardağa tüm
bozukluklarımı attım; beş-altı lira civarında olmalı. çantamdan okunacak bir şey çıkaracaktım ki, caydım, sıkılıyordum. bu kez para toplayan o küçük kızı izlemeye başladım. iki oturma yeri çaprazımda, 15:15 vapurundaki kız oturuyordu! küçük kız, kendisine yaklaştığında, sana benzeyen o kız, bana bakarak, küçük kıza para verdi; sanırım benim kadar bozukluk attı o bardağa...
gözlerimi ondan kaçırdım! gözlüğümü temizler gibi yaptım ve uyukluyormuş havası yaratıp, ortamdan kendimi yalıttım!
korktum çünkü. o kızın benimle bir şekilde
frekansı tutuyormuş gibi geldi. hatta, biraz daha fazlası...
yakınlaşıp, yanaşıp bir şekilde
temas kurabilirdim ve reddedilmeyecektim büyük olasılıkla.
kaçtım. vapur yanaşır yanaşmaz, bulduğum boş bir
taksiye atlayıp, bu
kabusun içinden kaçtım!
geriye, seninle paylaşması kaldı. onu da yaptım!
*
(bkz:
vapur)