mimarlık

insanların yaşamasını kolaylaştırmak ve barınma, eğlenme, dinlenme, çalışma gibi eylemlerini sürdürebilmeleri için gerekli mekanları, estetik, işlevsel gereksinmeleri, teknik ve yönetsel zorunluluklarla bağdaştırarark inşa etme sanatıyla uğraşan kişiler.
beni stresle tanıştıran, hayatla savaştıran, kendimle dövüştüren, bilgisayarla yiyiştiren sövülesi.
en basit tanımıyla: mekan tasarlama sanatıdır.
adamı sigara ve kahve bağımlısı yapan meslek
mesleğim. bütün sanat ve tasarımla alakalı işler gibi (modacılık, grafik tasarım, kuaförlük vs) on numara klişe eşcinsel mesleği. her meslekten eşcinsel olsa da, muhtemelen eşcinsel bir mimar görülse "eh zaten mimar değil mi?" deniyor, birkaç kez tanıklık ettim. mimarların elbette apartman dairesinden bozma küçük bürolarda bütün gün başka apartman çizen gariban versiyonları da var da, bu dediğim daha çok kendini ağırdan satan, entel ortamlarda bulunan, bohem yaşayan havalı mimarlara daha çok.

mimarlığı çok isteyip okumaya başlayıp üniversitede 3. seneme geldiğimde bu stereotipi farkedip, bu durumdan, yani "gey zannedilmek"ten korkmuş, "ulan bile bile lades olmuşuz, zaten eşcinselim, bir de mimar olarak çıkarsam eşcinselliğim ayan beyan meydana çıkar, iyisi mi okulu bitirmeden bırakayım" diye ciddi şekilde düşündüğümü hatırlıyorum. o zamanlar en büyük korkum "gey zannedilmek"ti, zira öncesinde haklı olarak korkacak kadar zorbalığa maruz kalmıştım. neyse ki okulu bırakmayı bir tarafım yemedi de mezun oldum, şimdi hiç umurumda değil gey zannedilmek, ama bu noktaya gelmek çok uzun zaman aldı.

(bkz: içselleştirilmiş homofobi)
biraz hayatımı çalmıştır, keza o dönem cesaret edip takıldığım çocukla yurt dışına software development okumaya gitseydim izmir’de evli çocuklu takılıp kalmazdım. neyse kızımı seviyorum en azından, meslek de fena değil. sadece eski kararları düşününce kötü oluyor insan.