tim kruger
hayırlı evlat
ana babasına ileri yaşlarında destek olan kişi sanırım. babamın son ameliyatinda yanında oldum, iki hafta yanlarında kaldım. babamı sağ salim çıkardık hastaneden. yaşlanınca insanlar bir gariban kalıyorlar. anne babamın bankacılık ve edevlet işlemleriyle, cep telefonu problemleriyle, vergi fatura ödemeleriyle falan ben uğraşıyorum uzunca bir süredir. son bir kaç yıldır yurtdisina tatillere götürüyorum. bu son yanlarında bulunusumda da babamın eskiyen cep telefonunu yeniledim, evin de temizliği kolaylaşsın diye
şarjlı dikey süpürge aldım, sonra da evi bütün dolapları sifonyerleri çeke çeke bir güzel temizledim. evleri çöp evden hallice, annem herseyi biriktiriyor. evde geçirdiğim süre boyunca gizli gizli torba torba eşya da attım, eski gazeteler, kağıtlar, torbalar, plastik kutular, kavanozlar, tarihi geçmiş ilaçlar, neler neler. bozulmuş bir iki eşyayı tamir ettim, kaplaması kalkmış mobilyaları yapıştırdım, böyle ot bok bir dünya iş yaptım. ayrılırken pek çok dualarını aldım. kendi yaşamımı pek amaçsız buluyorum ama en azından anne babama sahip çıkıyorum, bu biraz kendimi iyi hissettiriyor.
hayırlı evlat kategorisine giriyorum sanırım. babam diyor kaç kişinin evladı ana babasıyla bu kadar ilgileniyor diye. öte yandan bu hayırlı evlatlık işi de şans işi anne baba için. abim kendisine faydası olmayan hiç bir işe karışmaz mesela. ayrıca ben de evli çocuklu biri olsaydım veya ne bileyim zamanında yurt dışına falan taşınmış olsaydım tüm bunları nasıl yapacaktım. bu son olayda bunları düşündüm. hayat olasiliklara atılan zarlar gerçekten.
bu arada garip olan şu ki, babamı gayet sevsem de anneme beni her zaman ihmal ettiğinden, hiç zaman ayirmadigindan, sıkıntım olduğunu söylediğimde hep başından attığından (kendisi de bitmeyen depresyonda olduğundan duygusal sorun duymaya katlanamıyor) dolayı hala çılgın öfke duymaktayim, o öfke hiç geçmedi. hala anneme sarılamıyorum yıllardır. buna rağmen gene de her işlerine de koşuyorum. böyle de oluyormuş demek.
yılbaşı partisi
yılbaşı temalı partiler sezonunu bu sene için dün kendi evimde verdiğim parti ile açtım. konsept olarak önce yiyip içices, sonra da noel temalı romantik komedi izleyip (netflix'te bir milyon tane bu temalı film var) geyik yapacağız olarak belirledik. bu yılbaşı/noel ruhunun getirdiği çok tatlı bir atmosfer var. dışarısı soğuk ve karanlıkken, sıcak bir ortamda (tercihen şömineli), yanıp sönen şerit ışıklarla süslenmiş noel ağacı yanında noel şarkıları playlisti açıp, yemek, sıcak şarap, tarçınlı cookieler falan yapmak, insanların giydiği komikli taçlarla kazaklarla falan çok çok çok sevimli ve sıcak bir ortam oluşuyor. bunun keyfi gerçekten bambaşka ve çok sıcacık. batı ülkelerinin en sevdiğim şeyi bu christmas kafası olabilir.
şimdi bugün de bir mekanda bizim kulübün yılbaşı partisine gidicem. yarın derneğimizin yılbaşı partisi, sonra gerçek yılbaşında bir arkadaşın evinde yılbaşı partisine giderek, yılbaşı partisi olayının bu sene bokunu çıkaracağım gibi gözüküyor. ama şikayet etmiyorum.
bu arada filmi tabii ki de izleyemedik, yarısında muhabbet çok daha tatlı geldi, bıraktık ister istemez. izlediğimiz film de
holidate diye birşeydi, fena değil, izlenebilir birşey.
doktor sevgili
ya ilk tanıştığınızda işlerini anlattıklarında çok havalı geliyorlar. "üretra kanalında sıkışma olduğundan ona ek yapmak için hastanın ağzından kanal aldık, onu üretra kanalına diktik" falan diyor (tabii burada başka tıbbi terimler de kullandı da hatırlamıyorum o kadarını, daha havalıydı ama o terimlerle). yani adamın ağzından damar alıp sikine takmışlar, ohara diyorsun. sen ne yapıyorsun diye sorunca da ezik ezik "işte mail cevapladım, sıkıcı bir iki toplantıya katıldım, not aldım... neyse sen üretra kanalını anlatmaya devam et" diyorsun. o da anlatıyor valla, işlerinden konuşmayı seviyorlar. zaten doktorluk mesleği bıraksan hayatının bütün alanlarını kaplayabilecek bir meslek. nöbeti bitmiyor, acili bitmiyor, akşam çalan telefonu bitmiyor. gerçekten sevgili olması zor oluyor maalesef. ama o ilk tanıştığındaki hava yok mu, vallahi çok etkileyici oluyor. o üretra kanalını anlattığı zamanı unutamıyorum. sabaha kadar dinlerim gibi gelmişti. adamın ağzından kanal alıp sikine takmışlar lan, oha, nasıl yapıyorsunuz yaw öyle şeyleri???
gözlüklü erkeklerin çok seksi olması
gözlük bir entelektüel hava katıyor mu, bence katıyor. sapyoseksuel taraflarımı gıdıklıyor mu bu durum, valla hem de nasıl. hem gözlüklü hem yakışıklıysa, işte o zaman dans! (gözleri yıldız yildiz smiley)
muhafazakar isimli gay
muhammed isimli ve feminen halleri belli olan bir geyle tanışmıştım. tabii ki utanılacak bir şey değil, sonuçta kendin seçemiyorsun ismini. öte yandan ilk tanıştığımızda bana da biraz talihsiz bir durum gibi gelmişti. sonra alışıyorsun. zaten muhammed olsa ne bartu olsa ne, gene aynı adam. asıl problem bence çocuğuna muhammed ismini koyan bir aileye doğmuş bir gey olmak olabilir.
sürekli bir müzisyeni dinlemek
benim teenage zamanlarımda yaptığım şeydi. bir müzisyene/şarkıcıya/gruba sardırır, aylarca sabahtan akşama kadar onu dinlerdim. aynı şarkıları, döne döne, arka arkaya, yatıp kalkıp, allah ne verdiyse. mesela böyle bir
abba dönemim vardı, uzunca bir süre etrafımdaki herkesin kafasını siktim bunların şarkılarıyla. neyse sonra yıllllaaaaaardır başıma gelmedi bu durum ya, öyle çok sevip de kafayı yedirtecek kimse çıkmadıydı bin yıldır. günümüzün
streaming ve
playlistification dünyasında zaten o kadar kolay ki başka birinin şarkısına geçmek, sıkılınca başka başka diyarlara yelken açmak, çok kimsenin de yaptığını zannetmiyorum.
öte yandan gel gör ki, aradan yıllar sonra bu sene
taylor swift'i keşfettim (evet mağaramda internet çekmiyordu). "kimmiş lan bu kadın herkesin dilinde öööle, bir-iki şarkısını dinleyeyim bakayım" diye başladığım yolculuk sonucunda son 6 aydır falan bu kadını dinliyorum. iyice ergen genç kızlara bağladım. yakında pencereden çıkıp "teylııııııırrr, gel bul beni gıııızzzz" diye bağıracak noktaya gelicem. büyülü müdür nedir, nasıl şarkılar lan bunlar. daha 4. albümüne geçtim hem, hiç dinlemediğim bir sürü albümü var daha. vallahi bu kadının stadyumları neden doldurduğunu anladım.
instagram'dan tanışmak
dating uygulamalari yerine bu şekilde tanışmak da bazılarının tercih ettiği yöntemmiş. gmag gibi hesapların paylaşımlarının altında bol miktarda görülebiliyor.
dating uygulamasına para vermek
giderek yayginlastigini öğrendiğim eylem. dating uygulamaları pek çok şeyi paralı hale getirmiş ve iş "para verirseniz sizin profilinize daha uyacak tipleri karşınıza çıkarırız" ya da "para vermezseniz karşınıza çekici tipleri çıkarmayız"a kadar varmış. uzun süredir dating uygulaması kullanmadığım için tam dinamiklere hakim değilim ama konu çok ilgimi çektiği için takip ediyorum. bu dediklerim sadece straight uygulamalar için de geçerli olabilir. az buz para değil, tinder'in aylık premium üyeliği 500 liraya geliyormuş.
zamanında sevgiliyi bedavaya yapmışız, gene şanslıymışiz dedim, ehehe
lover
taylor swift'in 2019 tarihli albümü. bu aralar bunu dinliyorum. albümle aynı adlı şarkısı çoooook romantik ulan. çiçekler, böceklerrr... gözlerimden kalpler çıkıyor vallahi.
dans kursu
ben bunlara hayatımın iki ayrı döneminde gittim. ilki salsa ikincisi swing idi. bir kere eşli danslarda erkek olmak zor çünkü bütün dansı senin yönetmen bekleniyor, o yüzden sorumluluk sende hep. bu da beni sıktı. ayrıca öğrendiğin hareketler çok çabuk bitiyor, bir şarkıda bile aynı hareketi on-on beş defa yineliyorsun ki, bana fenalıklar geliyor aynı şeyleri yapıp durmaktan.
ayrıca latin danslarında erkeklerin de kalçalarını kıvırararak dansetmeleri gerekiyor ki kalas gibi gözükmesinler. bende de o kalça kıvırmalarını yapacak göt yok maalesef, o nedenle çok sıkıcı gözüküyorum.
bu kalça kıvırması olmasın diye latin dansı yerine ikincisinde amerikan dansı olan swing deneyeyim dedim. eh o biraz daha iyiydi, bir seneden fazla gittim kursa, ama o dans etme zevkini bir türlü alamadım. çok mu mühendis kafası var bende nedir, sanki makine yönetir gibi dans ediyorum, o ritme bir kendimi kaptıramıyorum. millet su gibi akarak dansediyor, ben sanki makine kolu çeviriyorum. en sonunda bana göre değil herhalde bu iş deyip bıraktım. o dans gecelerinde kendimi o kadar awkward hissediyordum ki anlatamam.
bu dans kursu işini çok mantıklı buluyorum ama. hem beden hareketi, hem gece yaşamı, hem sosyallik, hepsi bir arada. bence muhteşem bir şey bu dans işi. çok medeni, çok klas, hem de uzun yıllar yapabileceğin ve ekipman gerektirmeyen bir hobi. ayrıca dans edebilen erkek klas bir şey, kadınlar bayılıyor. ama işte mayanda olması lazım galiba ya.
şimdi bir de hip hop, k-pop gibi bireysel danslar mı denesem diyorum. bir hip hop deneme dersine gittim de, eşli danslardan çok daha zor buldum zira oldukça karmaşık bir hareket seti yapıyorsun, aklında tutması bile iş. bakalım, belki evde kendim youtube'lardan öğrenicem, öyle bir heveslerim var. çok umudum yok gerçi.
dans kursu
heteroseksüel bireylerin sevgili bulmak için kullanabilecekleri güzel bir ortam olduğunu düşünürdüm de yakın zamanda tanıştığım bir kadın arkadaşım bu kurslardan adam bulmanın da zor olduğunu, gelenlerin çok genç olduğunu ve genelde kadın nüfusunun erkeklerden fazla olması sebebiyle pek de şans olmadığını söyledi. bilemedim tabii.
arkadaş edinmek
yaş ilerledikçe daha zorlaşan bir şey olduğu doğru. sosyal ortamlara girmeniz gerekiyor, insanlarla zaman geçirmek gerekiyor, enerji gerekiyor. dolayısıyla bir yatırım. biraz da güven sorunu oluyor.
geçen haftasonu istanbul'a gittik ve yurtdışından gelen arkadaşlarımızı gezdirdik. onlardan birinin türk bir arkadaşı varmış, onu da çağırdı. gelen kız çok hoşsohbet birisi. kıza kanım ısınınca ankara'ya da beklerim dedim. telefonlarımızı aldık birbirimizin. sonra eve dönünce bu kızla ilişkim orada kalmasın, nasıl bunla arkadaş kalabilirim diye düşündüm. en iyisi mesaj yazıp teklifi yinelemek dedim. sevgili kişisi "ya çok da tanımadığın bir insanı haftasonu evine davet etmek mantıklı mı? istanbul'a gittiğimizde gene ararız" dedi ama bu pek iyi bir fikir gelmedi. kimbilir ne zaman bir daha istanbul'a gidices de işimiz olmayacak da, bunu arayacağız da, bu da boş olacak da, gelecek de vs. istanbul zaten berbat bir yer birisiyle buluşma planlamak için, kimse kimseyle görüşmüyor gözlemlediğim kadarıyla, herkes üşeniyor. ki haklılar. ayrıca kız olan o, erkek olan biziz, biz değil onun çekinecek daha çok nedeni olur, biz davetimizi yapalım gene diye düşündüm.
neyse sevgili kişisini dinlemeyip, onu da hiç karıştırmadan yazdım mesajı, gayet sıcak şekilde. çooooooooooooooooook sıcak bir cevap geldi bana. pek sevindim. öte yandan tabii öyle bir akşam geçirdiğin birisinin başka bir şehirdeki evine kalmaya gelmek de çok kolay verilecek bir karar değil. neyse bakalım ne olacak.
iyi seksin sırları
neyi sevip neyi sevmediğin, partnerinden ne yapmasını istediğin gibi konularda karşılıklı iletişim içinde olmak.
hüseyin rahmi gürpınar
rahmetli çok güzel dantel örermiş, yaptığı reçeller de pek meşhurmuş adada derler. hikayeleri acayip matraktır bu amcanın, mahalle kadınlarının yaşantısını komik bir dille anlatır,
iyi seksin sırları
amacı çok iyi performans çıkarmak yerine karşılıklı keyif almak üzerine kurmak.
uzak mesafe ilişkisi
valla yıllardır yürüttüğüm ilişki türü. ilk başta aynı şehirdeydik, o nedenle temelimiz sağlam. sonra ayrı şehirlere düştük iş nedeniyle. istenirse her haftasonu gidilebilecek bir mesafede ama her haftasonu gitmek gelmek de yorucu olabiliyor. bir de ikimizin de bazı haftasonları yapacak başka bir işi oluyor. gene de ayda minimum bir-iki haftasonu görüşüyoruz. onun dışında her gün mutlaka telefon görüşmesi. bu herhalde ilişkiyi sürdürebilmek için en önemli şey. 7 yıldır babamın hastalığı nedeniyle iki-üç ay fiziksel olarak görüşemediğimiz oldu ama telefonla hiç görüşmediğimiz bir gün bile olmadı. tabii bu ilişkinin temelinde ciddi bir güven ve sevginin bulunması lazım. bu şekilde gidiyor valla, yakın zamanda bir araya gelebilecek gibi de gözükmüyoruz. belki böyle olması da iyi, arada sürekli bir özlem de oluyor, ilişki hızlı tüketilmiyor. bilmiyorum, her ilişki çok biricik dinamiklerle şekilleniyor. sana uyan başkasına uymaz. iki tarafın da ekonomik ve sosyal olarak belli bir rahatlık düzeyinde olması elzem bence. ayrıca ikimiz de tek yaşıyoruz, birimizden biri ailesi yanında olsa gene zor olurdu herhalde. ikimiz de bu ilişkinin ikimize çok iyi geldiğinin bilincindeyiz, o yüzden de koruyoruz. bir de ikimiz de öyle gözü dışarıda, seks yapmazsa ölecek tipler değiliz, işinde gücünde, belli bir yaşa gelmiş, hayatta ne istediğini iyi kötü çözmüş, evcimen tipleriz. bu nedenle zaten aramızda bir güven ortamı var. gelecekten ne beklemeliyim pek bilmiyorum ama şu zamana kadar götürdük işte, halimden memnunum. ideal dünyalarda yaşamıyoruz, herşey mükemmel olmazsa olmaz diyen biri de değilim. iyi ki böyle sevgi dolu bir ilişkim var diye yatıp kalkıp dua ediyorum aslına bakarsanız. düzgün, kafanın anlaştığı, seni seven, güvendiğin bir insan bulmak kolay değil, hatta bayağı şans. bunun çok bilincindeyim, o nedenle çok özen gösteriyorum bu ilişkiye. allah nazarlardan saklasın bizi.
taylor swift
çok geç keşfettim ben bu kadını, orada burada duyuyordum ama ben katy perry'ciydim, buna hiç bakmamıştim niyeyse. nevsin mengu'nun bunla ilgili yaptığı program sayesinde ilgimi çekti, kimmiş ya bu kadın bir dinleyeyim dedim. deyiş o deyiş, müziği beni o kadar hızla kendine çekti ki, yani çok hızlı şekilde vuruldum. gerçekten büyülü olduğunu düşünmeye başladım bu kadının şarkılarının. çok fazla albümü var, ben yavaş sindirebiliyorum, 1989 albümünü üç ay falan döndür döndür dinledim, bayıldım o albüme. sonra reputation'i keşfettim, onu bir üç ay falan dinledim. sonra midnights, şimdi de lover. dün ilk defa bir cafede oturmuş kitap okurken "the man" sarkisi çaldı. yemin ederim şarkı sonunda ağlıyordum, gözlerimden yaş boşandı. bu böyle beni duygulandiran, sabahtan akşama loopa aldıran kaçıncı şarkısı oldu bilemiyorum, dün akşamdan beri 300 defa falan dinledim üst üste galiba. doyamadım şarkıya. daha dinlemediğim kaç albümü var bir de bu kadının, önümüzdeki bir iki yıl daha keşfetmeye devam edicem gözüküyor. müthiş birseymis bu kadın, ayrıca röportajlarini falan izliyorum, ayrı hayran kalıyorum kadının edasına, samimiyetine, tatlılığına. çok duygusal bağ geliştirdim bu kadınla aramda, oldum yani bu yaşta bir swiftie. ne koyuyor bu şarkılara bu kadın nasıl yapıyor bilmiyorum, büyülü gibi ama. büyüksün taylor, saçının teline zarar gelmesin.
geylerin şehir merkezinde yaşamayı tercih etmesi
muhteşem bilimsel analizlerim sonucu vardığım tespit. gözlemlerime göre ailesiyle yaşamayan gey bireylerin ekseriyeti şehrin çeperlerinde değil de, daha kolay sosyalleşebilecekleri şehir merkezi tarafındaki semtlerde oturmayı tercih ediyorlar. hetero ve evli olanlar ise "ooh rahat rahat izole izole yaşayalım, şehir merkezi iğrenç, öyykk" diyerek şehrin çeperlerindeki sikimsonik otkent, bokköy adlı sitelere taşınıyorlar.
kurak günler
saçmalar saçması bir filmdi. özellikle genç savcı bey'in saçma sapan şekilde habire kıraç bir arazideki göle yüzmeye gitmesi, gelenin geçenin de adamı cıbıl cıbıl izlemesi falan hiç olacak iş değildi. öte yandan savcı bey daş gibin yumurta gibin bir çocuktu ve film boyunca bol bol vücudunu izlediğimiz için filmden keyif almadım diyemeyeceğim. ağzımın suyu aka aka bitirdim filmi. sonu da saçma ötesiydi tabii de, türk filmlerinden çok bir şey beklemiyorum ben açıkcası.