(bkz:ayı sözlük akademi) çalışmalarının gölgesinde kaldığını düşündüğümüz sendikamız aslında bir süredir faaliyetlerine devam ediyor. kısıtlı imkanlar ve pandeminin etkisiyle görünmez gibi olsak da buradayız varız!
yönetim kurulu, denetleme kurulu, disiplin kurulu ve başkanlar kurulu ile tam tekmil üyelerimizin hizmetindeyiz.
tüzük çalışmaları sert geçmişti, kan ter içinde kalmıştık bilenler bilir. bir nevi yağlı güreşti benim için hatırladıkça hem içim daralıyor hem gönlüm ferahlıyor. nasıl oluyorsa artık bu da oluyor işte.
organlarımızı (bkz:özdemir) ve (bkz:gamlı_baykuş) yoldaşlarımız açıklar. organlar deyince suyu gelenler var görüyorum; öyle organ değil relax.
bildiğiniz üzere akademi açıldı açılacak. gelecek projemiz huzurevi projesi. en güzel kuş tüyleri, en yumoşundan pamukları değerli misafirlerimiz için seçiyoruz. bir götü kuş tüyünde bir taşağı pamukta olacak.
bu bilgisayarı aldığım güne lanet olsun. starbucks'ta oturmam (doğrumu yazdım diye de google'a baktım düşünün yani), latte fatte çitipiti natte sevmem, dedikodu konusunda şu sıralar kısırım, gri renk ise hiç sevmem.
peki ne şeyime aldın derseniz. tamamen marka alışkanlığı. imac ile başlayan serüven macbook air ile devam etti ama yanlış oldu. önceki macbook'larımda oyun filan oynayabilirken bununla o işlere hiç giremiyorum. doğuran inek gibi bağırıp kızarıyor. macbook pro alacakmışız yanlış yapmışım. neyse işimizi şimdilik görüyor lakin 25 senelik apple serüvenimin sanırım sonuna bu bilgisayar ile geldik.
devamlı aklımdadan silikleşmeye doğru giden bir süreçteyim. eskiden her boktan onu hatrılarken şimdi onu direkt hatırlatması gerekenleri es geçiyorum. unutuyorum. ve biliyorum en olmadık yerde yine ortaya çıkıp bütün süreci berbat edecek.
ocak-temmuz ayları içinde ödenen ve mtv diye de bilinen haşırt dı vergilisus.
devamlı zam gelir, türü yani alındığı şekli sürekli değiştirilir. bazen motor hacmine göre sokarlar bazen yılına göre bazen de keyfine...
2 ya da 3 taksit olanağı var. lanet olsun niye bunları yazıyorum bilmiyorum. sanırım bugün mm'nin yolladığı gelir vergisi makbuzu beni çok incitti, örseledi...
ps, xbox vb. alamamış, kasalı pc'sinde age of empire (kankasından almıştır onu da) oynayandır. ben kendisini tanıyorum ama şimdi ifşa etmeyeyim. gelsin kendisi yazsın.
etçil bir canlı olduğum için küçüklükten beri ilk favori yemeğim döner olmuştur. dışarıda gözüm döner arar. pilav üstü tabi.
evde ise iyi bir salataya ekmek banıp yemek gibisi yoktur. tas kebabı, barbunya pilaki, bir iki de yöresel börek sevdiklerimin başında gelir.
gençliğimin baharında kıbrıs'taydım. lefkoşa'ya dair hatırladıklarım rauf denktaş'ın her an arabayla yanınızdan geçebilmesi (geçmişti insanlara el sallıyordu), başbakanı bir dükkan önnde otururken görmeniz (derviş eroğlu'nu iskemlede vatandaşla sohbet ederken görmüştüm), tarihi dokusu olan kıyıda köşede olan restoranlar ve eşkiya'yı ikinciye kıbrıs'ta izlediğim büyük tiyatro-sinema salonu. bir öğrenci için kıbrıs güzeldi. arkadaşlıklar da ha keza öyle. favorim girne olsa da tarihi dokusuyla merkezi olma hissini iyi veriyordu. tekrar sokaklarında amaçsızca dolaşmak isterim.
son dönem başkanlar arasında yemin töreni vs. en sönük geçen de bu amca oldu sanırım. nedenini biliyoruz. peruk coşturdu milleti falan filan. bakalım bizleri hangi maceralar bekliyor?
özdemir - (romanlardan karakter örnekleri ve psikoloğunun uzman görüşlerini birleştirerek borcun insan ilişkileri üzerindeki kötü etkisini uzun uzun anlatır sorduğunuza pişman olursunuz)
gamlı baykuş - (ikiletmeden verir ama geri istemeye utanır. gider başkasına der paramı vermiyor falan... gerer insanı)
ayimsi - (üstümde yok ama dur ben sana ayarlıycam bir yerlerden bana ıban at der sonra ses seda çıkmaz)
actual proof - (parayı vermeyeceği gibi bide sizi sigaraya puroya at yarışında alıştırır. gider annenizi babanızı döversiniz)
myjudas - (borçlar hukukuna göre senetsiz sepetsiz para vermek legal değil der senetle verir tahsilat günü gelmeden de profilinizi beğeni yağmuruna tutar. gözünüzü korkutur)
xalocum - (benim anna madrigalden alacağım var gel gidip dövüp alalım. sana helalinden on tl vericem der. bizim kimsede paramız kalmamıştır falan der. başınıza iş açar)
yalancılar yüzünden paylaşmak zorunda bırakıldım. daha önce de söylemiştim. ayı sevmiyorum ve değilim. kaymak gibi beyaz tenli bir twinkim. inanmayanlar için buraya sağdan sola doğru anna, xalocum,ben, özdemir, söyleyeceklerim varın fotoğrafını paylaşıyorum. miami beach'te avlamaya gitmiştik. fotoğrafı da actual daddy'e çektirdik. onun fotoğrafı kendi sayfasında duruyor merak edenler için.
edit: yanlış anlaşılmasın. benim de ayı arkadaşlarım var.
2 yada 3 yaşlarındaydım sanırım. annem evimizin salonunda ütü yapıyordu. normalde annem kovaya su doldurur, balkonda oyuncaklarımı suda yüzdürürdüm. o gün nedense etrafımda su yoktu. ben ise yerde kaplumbağa oyuncağım ile oynuyordum. birden bire evimizin salonunun her yerini su olarak düşündüm. ve kaplumbağamı ayağa kalkıp salonda dolaşarak yüzdürmüştüm.
bu anıyı hatırlama sebebim ise salonumuzun içinin her yerini su olarak düşünmem ve kaplumbağa oyuncağımı özgürce heryerde yüzdürebilmemdi.
çocukluğumu özlüyorum.
bugün, bağlı bulunduğum kurumda olduğum aşıdır. bahsini açtığım aşı bir ölü aşı olduğu için aşılama sonrası için daha az semptom oluşturur. kendi günlük pratiğimden izlediğim kadarıyla da hafif, lokal bir ağrı ve yine şiddetli olmayan baş ağrısı tariflenmiştir. (çince falan konuşmuyoruz veya garip yan etkilerle boğuşmuyoruz). bu aşının en büyük handikapı yan etkileri değil etki oluşturamaması olacak gibi gözüküyor. yani aşı olduktan sonra etkinliği düşük kalabilir veya hiç etkin olmayabilir. bunun da çözümü maskeye devam etmektir. bahsettiğim durumlar göz önünde bulununca gündemde sık karşılaştığımız aşı reddi mantıklı durmuyor dostlarım. umarım hem global çapta hem ülke çapında aşı temin ve tedariki konusunda sıkıntı yaşamadan işin altından kalkarız. ikinci dozum için de randevum oluşturuldu, bu süreci başlık altına yazarak dilimin döndüğünce deneyimlerimi size aktarmaya çalışırım.
'ben edep bilir, susarım. ilim bilir, dayarım' der mevlana. şems de 'dün akşam su dökmeye giderken öyle demiyordun' diye cevap vermiş. oradan geçen şeyh galip 'asıl eğlence, siz gittikten sonra başladı' demiş. (kaynak: götüm)
actual proof, konfor zonunun dışına çıkarak bizi threesome'a davet ediyor diye okudum. inşallah doğru okumuşumdur. çünkü boğazdaki evinin denize bakan penceresinde sevişmeyi özledim. özdemir de gelsin. neden olmasın. ben mevlana gibi openminded bir gayim. 'ne olursan ol yani...'
şimdiye kadar bana bulaşan herkesin ağzının payını gerek kirli çamaşırlarını ortaya çıkararak, gerekse kendi bilişsel çelişkilerini yüzlerine vurarak verdim.
(bkz:miacaba vs green apple) başlığına bakarsanız bu actual denen adamın da futbol müsabakası anlatır gibi 5 yıldır bu işi seve seve yaptığını, insanları birbirine düşürüp sonra kenara çekilip suratındaki şeytani gülümsemeyle çekirdeğini çitlediğini anlayacaksınız.
ben kimseye sataşmam ama sataşan olursa da cevap vermeyeceğim artık!!!
hayır bunların hepsini geçtim, ben farklı bir eleştiri yapmak istiyorum. misal diyorum birisi mesaj atıyor ve ben elektrik almıyorum, karşı taraf da bunu hak edecek kibar bir dille mesaj atmışsa ben de nezaket gereği “teşekkür ediyorum, ilgilenmiyorum.” şeklinde cevap veriyorum, gayet olması gerektiği gibi; lakin bazı kesim var “neden?” diye sorması yok mu insanı delirtecek bir şey gerçekten. karşı taraf sana düşüncesini söylemiş, hala ne diye üsteliyorsun yani, itici geliyor bu. ben tanışmak istediğim kişiye mesaj atarım, eğer cevap vermiyorsa belli ki kafasında kurguladığı erkek stereotipine uygun değilim der geçerim.
milli gazetede vereceği ilana karşılık habere sansür isteyen ve milli gazetenin de bunu tam sayfa ifşa etmesiyle başlayan olaylar başka bir boyut kazanmış.
devletin halka ucuz et dağıtmak için kullandığı kurumlardan biri olan bim. devletin ucuz ve kaliteli karkas etini alıp parçalayıp fahiş fiyatla iç pazara sürmüş, kendi mağazalarında ise daha ucuz ve kalitesiz inek eti satmış.
anıtkabir mimarlarından prof. emin onat anıtkabir'in nasıl meydana geldiğini ve nereden beslendiğini aşağıda anlatmış. yukarıdaki arkadaşın görüşü de kayda değer fakat beslendikleri tarihsel kuşakta mısır sanırım pek yok (bölge içinde olsa da). aşağıdaki bilgiye arkitera'da bulunan dilek özkan'ın yazısından ulaştım. tarih: 10 kasım 2009. ki bana kalırsa anıtkabir bir ion-yunan-roma tapınağının 20. yy'daki başarılı uyarlamasıdır. buyurun pro. emin onat'ın görüşünü okuyalım.
prof. emin onat şöyle açıkladı: “atatürk’ün başardığı devrimlerin en önemlilerinden biri, şüphe yok, bize geçmişin gerçek değerini göstermek olmuştur. osmanlı devri şereflerle dolu bir devir olmakla beraber, itiraf etmek gerekir ki skolastik ruhun hüküm sürdüğü kapalı bir âlemden ibaretti. gerçekte ise tarihimiz, bir zamanlar ziya gökalp’in “ümmet devri” dediği bir içe kapanmış medeniyetten ibared değildi. akdeniz milletlerinden bir çoğu gibi, tarihimiz binlerce yıl önceye gidiyor. sümerler’den ve hititler’den başlıyor ve orta asya’dan avrupa içlerine kadar birçok kavimlerin hayatlarına karışıyor. akdeniz medeniyetinin klasik geleneğinin en büyük köklerinden birini teşkil ediyordu. atatürk, bize bu zengin ve verimli tarih zevkini aşılarken, ufuklarımızı genişletti. bizi ortaçağdan kurtarmak için yapılmış hamlelerden en büyüğünü yaptı. gerçek geçmişimizin ortaçağ değil, dünya klasiklerinin ortak kaynaklarında olduğunu gösterdi. gerçek milliyetçiliğin, içe kapanmış bir ortaçağ gelenekçiliğinden asla kuvvet alamayacağını, onun yalnız ortak ve eski medeniyet köklerine inmekle canlanabileceğini anlattı. avrupalılaşmakla, medenileşmekle, millîleşmenin aynı şey olduğunu, bundan iyi hangi fikir ifade edebilirdi?
bunun içindir ki biz, türk milletinin skolastikten uyanma, ortaçağ’dan kurtulma yolunda yaptığı devrimin büyük önder için kurmak istediğimiz anıtın, onun getirdiği yeni ruhu ifade etmesini istedik. ata’nın anıtkabiri’ni, bir sultan veya veli türbesi ruhundan tamamen ayrı, yedibin yıllık bir medeniyetin, rasyonel çizgilerine dayanan klasik bir ruh içinde kurmak istedik.”
(bkz:ayı sözlük akademi) çalışmalarının gölgesinde kaldığını düşündüğümüz sendikamız aslında bir süredir faaliyetlerine devam ediyor. kısıtlı imkanlar ve pandeminin etkisiyle görünmez gibi olsak da buradayız varız!
yönetim kurulu, denetleme kurulu, disiplin kurulu ve başkanlar kurulu ile tam tekmil üyelerimizin hizmetindeyiz.
tüzük çalışmaları sert geçmişti, kan ter içinde kalmıştık bilenler bilir. bir nevi yağlı güreşti benim için hatırladıkça hem içim daralıyor hem gönlüm ferahlıyor. nasıl oluyorsa artık bu da oluyor işte.
organlarımızı (bkz:özdemir) ve (bkz:gamlı_baykuş) yoldaşlarımız açıklar. organlar deyince suyu gelenler var görüyorum; öyle organ değil relax.
korhan futacı ve kara orkestra'ya yasemin mori eşlik ediyor. seviyorum bu parçayı lakin babayı diyorum. aslında parça da size babayı diyor. kısmet diyoruz. yine buluşuruz.
yine buluşuruz günler geçer
aldıklarımız yeter
yine karmaşık geceler bekler beni
bekler bekler yine varoluş
dimdik yokuş yıldızlar ağlıyor kıyılar boyunca
dalgalarla avunuruz sığmıyor aklıma
çekip alsam seni ıssız rüyalarıma
günlerim sensiz düne düşüyor
yine buluşuruz yine amansız
kor ateşler cepheler bekler
zırhını parlatıyor zaman
delip geçmemi bekler
simsiyah atlar çekiyor arabamı
sapsarı ayçiçek tarlaları mızraklar deliyor
okyanus burada bitiyor
az kullanılmış, hiç horlanmamış, gün yüzü görmemiş cd'yim.
peruk var, topuklu kargoda kısmetse haftaya gelecek. makyaj malzemelerimizi ortak kullanacağım tercihen hiç dil bilmeyen az dilleyen arkadaşlar arıyorum.
bir entry'de anne olurken diğerinde baba olabiliyor. mutlaka 2 çocuğu var. şimdilik gay gibi göründüğü ve 18 cm alete sahip olduğu da söylenebilir. allah şifa versin. az pide bol su.
öncelikle şimdiden kendisine hayırlı teskereler diliyorum.
bence bundan sonraki tüm askerlik güncellemelerini bu başlık altına yapın. hem daha kolay olur, hem de ileride belki kitaba falan dönüştürmek isteyebilirsiniz. bazen düşünüyorum biz askerlik yaptıysak astral ne yapıyor, ya da astral'inki askerlikse biz ne bok yedik?
youtube'daki önerilen videolarda ido çıktı karşıma. 20-25 cm'den kendisine bakıyorum. 4 küsur milyon kişi izlemiş. bu 4 milyonun en az 500 - 1 milyon arası tekrara girmiştir. diyorum kendi kendime 'ulan toplu ölüm olması lazım şimdiye kadar. olsa duyardık yani'. 4 küsur milyon artı 1 ben mi olayım derken kendimi serdar ortaç'ta buluyorum. bunun izleyen sayısı beni daha ürkütüyor. dna'mdaki yapı taşları lise 2 fen bilgisiyle çatışıyor. ölüyorum ulan kurtarın beni.
not: lan mal bunun neyini beğenmedin? ido ya da serdar ortaç fanı mısın?
sinematografik açıdan değerlendirmek isterim öncelikle:
nuri bilge ceylan kareleri, tarantino zoom-in ve out'ları ile güzel görüntü verme telaşı içinde bir yapım oldu benim için. neden başta iki yönetmenden bahsediyorum. çünkü sizlere birebir o filmlerden kareleri bulabilirim. her neyse görüntü kullanımı açısından yönetmenin kafasında bazı çerçeveler olduğu aşikar. bu çerçeveleri oluştururken kurgucu ve görüntü yönetmeni de yardım edince bir başkadır çıkmış.eh bizim her işimiz de böyle salata gibi değil mi...
oyunculara lafım yok. hepsi bir şekilde kendilerini kanıtlamış kişiler. elbette burada nbc'nin bir zamanlar anadolu'da filminden esinlenildiği görülüyor. gerçi o film de etkilemiştir tabi birilerini. ben berkun oya'nın da yönetmenlikte büyük iddiaları olduğunu düşünmüyorum, eğer varsa daha özgün işlerini görmek isterim. şimdilik benzer sekanslarda benzer oyuncukluklarla devam eden diyaloglar gibi ilerliyor. eh o da bizim her türde yaptığımız problemlerden. bir iran filmi akıcılığı ya da hikaye anlatımı için daha çok var.
senaryoya gelecek olursam; genel olarak bende uyandırdığı his ve soru şu: hangimizin derdi yok ki? evet var da derdimiz bu mu! seküler laik kesime vuralım, taşralı köylünün mağduriyetinden nemalanalım. yetmez ama evet... eh yani sıktı artık diyorum çoğu zaman. sıktı diyorum da satıyor mübarek hikaye. berkun oya da sattığını biliyor. bazı karakterlerin reaksiyonlarında problemler olduğunu düşünüyorum filmde. kesin kanılarım olmakla beraber acaba mı dediğim şeyler de oldu. tüm karakterler sanki kendi dünyalarının uçlarında geziyorlar. olmaz demiyorum ama uçlardalar işte. en basitinden ruhiye tüm o buhranlı zamanlarında evde bu kadar rahat bırakılmazdı. veya evin küçük kızkardeşi psikiyatra giderken kendisi de eve hapsedilmezdi. her neyse dediğim gibi berkun oya satacak şeyi biliyor, nasıl satacağını da biliyor. fakat bildiği şeyler (hayatlardan kesitler) eksik gözleme ve dogmalara dayalı.
son olarak artık sekülere, laike, modern yaşama telaşında olup da son 20 yıldır ağzına sıçılan kesime de vurmasak mı ne yapsak! tamam karşı taraf büyük evet. tek dertliler büyük yığın da küçük yığının derdi skim sonik şeyler mi? bunun iyi düşünülmesi zaten varolan uçurumun ticari kaygılarla daha da derinleştirilmemesi gerekir. sevgiler.
not: eksileyen de hocanın dizideki yancısı ve köylüleridir.
şöyle bir ortamda chp taksimde miting yapabilip, seneler sonra trt'de kendine yer bulabiliyorsa; en azından saraya davet edilen diğer parti liderlerinin yanında yer almalıydı demirtaş.
not: eksi ve anlamsızlarınız için teşekkürler. tahammülsüzsünüz amk.