efemerid

Durum: 337 - 4 - 0 - 0 - 15.03.2025 01:10

Puan: 5558 - Sözlük Kezbanı

2 yıl önce kayıt oldu. 13.Nesil Yazar.

şahsi depo
  • /
  • 17

gevende

yıllar süren aradan sonra yeni şarkıları d ü ş 'ü yayınlamış grup. djivan gasparyan'ın freedom'ını adapte etmişler. kalem ahmet kenan bilgiç'te. trumpet elbette serkan emre çiftçi'de, canlı dinleme fırsatı bulduğum için kendimi şanslı hissettiğim adam, güzel adam. imzasını atmış.

danielle haim

haim grubunun gitaristi, davulcusu ve solisti, yetenek abidesi.

bon iver'in yeni albümlerine geri sayarken bugün çıkardıkları single'ları if only i could wait'e de konuk olmuş aynı zamanda. kendi verse'lerini yazmış, prodüksiyonda da dokunuşları var. çok yakışmış şarkıya.

ayrıca kuşlar justin vernon'la bir ilişki içerisindeler diyor, beynimin iki ayrı evreni bu şekilde birleşirse aşırı mutlu olurum, umarım doğrudur ehehe

haim

yeni albüm dönemlerini kendi deyimleriyle "single girl summer"ı albümden çıkan ilk şarkıları "relationships" ile duyuran r&b pop rock grubu.

albümde büyük risk alıp ariel rechtshaid ile çalışmayı bırakıp tamamen rostam'a yönelmişler. yeni era'larını sex and the city'nin los angeles versiyonu olarak tanımlıyorlar. aynı zamanda grup kurulurken en başta hayal ettikleri sound'a en çok yaklaştıkları albüm buymuş. merakla bekliyorum yeni albümü.

şarkıyı da çok beğendim, ariel'le harikalar yaratabilirlerdi ama rostam'la daha main pop'a yönelmelerini sevdim. ayrıca klipte drew starkey var... gerçekten aşırı azıyorum bu herife. kulağımız kadar gözümüz de doydu var olun kızlar.

" i think i'm in love, but i can't stand fuckin' relationships"

mayhem

albümün gaga'nın magnum opus'u olacağı söyleniyordu özellikle abracadabra'dan sonra çok heyecanlanmıştım ama pek aradığımı bulduğumu söyleyemem. abracadabra ve the beast albümün en iyi işleri. biraz daha üstüne çalışılsa daha patlayıcı sound'larla çıkabilirdi diye düşünüyorum. albümü biraz "acele edilmiş" buldum. track listing'e de bayıldığımı söyleyemeyeceğim, orada tam nokta atışı yapamayacağım bir sorun var sanki. arada sırıtan ve tam albüme yükselirken roller coster gibi sizi yere çakan how bad do u want me tüm akışı bozuyor. şarkı o kadar gaga değil ki, taylor'ın 1989 vault'larından fırlamış gibi. hatta reputation'daki gorgeous gibi tınıyor kulağa. keşke hiç konmasaydı ya da killah'dan sonraya eklenebilir disc-1 böyle bitebilirdi. ikinci yarıda böyle filler bir tümsek olması albüm adına hiç iyi değil.

yine de oldukça başarılı bir albüm. yılın en iyisi olur mu, olabilir. ama yolda bon iver, haim, lorde, frank ocean, perfume genius, phoebe bridgers varken oldukça zor işi, göreceğiz.

for emma, forever ago

gün itibarıyla 17.yılını doldurmuş bon iver'in debut albümü.

romeo.com'un seçim anketinde afd'nin birinci parti çıkması

bawer enfes yazmış yine, onun yazısına ek olarak sadece homonasyonalizm üzerinden okunmasıyla bir yanı eksik kalacak bir durum olduğunu düşünüyorum.

lgbti'lerin varlığını doğrudan hedef alan, ideal aile yapısının anne baba ve çocuklardan oluştuğunu söyleyip same seks evliliklere karşı olunacağını belirten, okullarda cinsel eğitim verilmesine karşı olan, trans çocuklar için "okullarda diğer çocuklar bu azınlıklardan nasıl korunacaklarını bilmiyor" demiş bir antiqueer başkana sahip parti.

jasbir puar'ı çok sever ve okurum, o da homonasyonalizmi iç, bölgesel ve küresel olmak üzere üç ölçekte işler yazılarında. yani sadece iç dinamizme değil bölgesel ve küresel etkilerin queer düşünceye ne kadar invaze olduğuna bakılmalı.

puar, abd'deki ulusalcı ideolojinin (özellikle 11 eylül sonrası dönemde) homonormatiflikle nasıl işbirliği yaptığını ve bu işbirliğinin vatansever ve kapsayıcı anlatılarla nasıl üretildiğini yazmıştı. sağcı popülist siyaset queer'liği kullanıyor ve ulusal kimliğe bağlılığın, ötekileştirmenin ve belirli grupların toplumdaki sorunlardan sorumlu tutulmasının önünü açıyor. bu da antiqueer bir partinin başkanını lgbt bireyler içinde bile birinci parti yapabiliyor.

islamofobi üzerinden tıpkı gazze'de yapıldığı gibi pinkwashing yapılıyor ve insanlar kendi benliklerini göremeyecek kadar körleştiriliyor. kadınları, çocukları ve eşcinselleri sözümona koruma çatısı altında oryantalist söylemler kullanılarak işgal ve baskı legalize ediliyor.

queer görüşünün içine sızan bu homonasyonalizm günümüzde politik bir kayma yaşadı ve homopopülizme ilerledi. ve biz bunu sadece izleyebiliyoruz. bu konuda bir tez okumuştum. james keith lotter şöyle diyordu, "korkulu sözümona vatansever egemen özneler, korku temelinde seçtiği liderleri yetkilendiriyor" yaşananları en iyi özetleyen şeylerden biri bu bence. cynthia weber'in queer uluslararası ilişkiler teorisi de buna benzer çıktıları içeriyordu, kitabında devletlerin ve liderlerin queerleri korku üzerinden yönlendirerek nasıl egemenlik yetkisi aldıklarını yazmıştı weber.

almanya'da yaşanan şeyin bir parçasının da nazilerce pompalanan korkunun bir tezahürü olduğunu düşünüyorum, bunu en iyi genç kuşak üzerinden yapabiliyorlar, zaten en çok oyu da gençlerden bu şekilde alıyorlar. beyaz gaylerin iktidarlar için bu kadar "işlevsel" olduğu başka bir dönem olmadı herhalde. ama bu beyaz gaylerin dışında, korkuyla sindirilmiş gaylere bir şekilde ulaşılabileceğini düşünüyorum, başka bir yol bilmiyorum. yazdıkça, okudukça, düşündükçe delirecek gibi oluyorum.

alttaki yazara soracaklarım var

buna tek bir cevap veremem ama biraz hile yaparak buna bir müzikal diyeceğim. londra'da izlediğim ve west end cast'ına hayran kaldığım "hadestown" müzikalinde dans etmek isterdim. spesifik bir sahne seçecek olsam way down hadestown olabilir.



alttaki yazar söyle bakalım, hayatta yapmam dediğin şeyleri yapma eşiğin kime gelince düşer ya da düşer mi? ailen için mi arkadaşların için mi yoksa partnerin için mi, hangisi için sınırların konusunda daha esneksin?

julien baker

18 nisanda country sanatçısı torres ile duo olarak send a prayer my way adlı albümlerini yayınlayacak sanatçı.

albümden ilk olarak sugar in the tank'i ve sylvia'yı duyduk. sugar in the tank başta olmak üzere iki şarkı da albüm için epey heyecanlandırdı. hatta öyle ki gidebileceğimden emin bile olmadan konserine bilet aldım. favori boygenius üyem julien'i canlı dinlememiştim hiç, bu ayıbımı kapatmam gerek.

kütüphanede ders çalışmak

anlık yaptığım eylem. adını bile doğru telaffuz edemediğim brutal bir binada, tarihi eser kabul edilen binlerce yıllık kitaplarla çevrili halde, kahve&küf kokusu arasındayım. ama beşevler'den milliye arkadaşlarla hızlıca yürüyüp bir yandan sandviç kemirdiğimiz günler kadar keyif vermiyor kesinlikle. o günlerin kıymetini bilememişiz.

lucy dacus

28 martta çıkaracağı yeni albümü "forever is a feeling"i duyurmuş indie rock sanatçısı. ilk single'ı ankles'ı da bugün yayınladı. şarkıyı çok sevdim, historian'ın yazımıyla home video'nun sound'unun güzel bir karışımı olmuş. tatlı da bir klip çekmişler, klibe havana rose liu eşlik etmiş. albüm için epey heyecanlıyım, perfume genius ile aynı gün çıkıyorlar.

perfume genius

28 martta yayınlayacağı yeni albümü glory'den ilk single it's a mirror'ı gün itibariyle yayınlamış sanatçı. yeni tarzına bayıldım.

it's a diamond, my whole life is
open just outside the door
it's a mirror down

vergessene pfade

neun welten'ın en koheziv albümü.

çeyrek yaş krizi

geçen sene 25'ken geçirdiğim ve yer yer hala izlerini görebildiğim durum.

bu konuda eğer ingilizceniz varsa phil stutz'ın the tools kitabını önerebilirim.

biraz özetlersem: stutz'ın bir piramidi var üç basamaklı. en alttaki basamak body: bedenini harekete geçirmek. spor yapamıyorsan da her gün yürüyüş yapmak bile iyi gelir. hantallaşmaya olabildiğince izin vermemek, eve kapanmamak.

ikinci basamağı "people": insanlarla iletişimini koparma, mutlaka dertlerini anlatabileceğin kişiler hayatında olsun. varsa sahip çık, yoksa bulmaya çalış.

üçüncü basamak ise "yourself": bilinçaltınla iletişim halinde olmak, gölge taraflarının farkında olmak ve o taraflarını hayata dahil etmek.

ayrıca stutz der ki mutlak gerçekliğin üç öğesi vardır ve bununla savaşmak yerine kabule geçmek gerekir: acı, belirsizlik, çaba. hayatın gerçekliğinde bu aşamaları kabullenmek zorundayız. belirsizlik içinde acı çekerek bile yaşıyorsak bu hayata dair çabamızı baltalamamalı. belirsizliğin ve acının olmadığı bir hayatın tasviri imkansız, böyle bir hayat yok, önemli olan şey çabayı devam ettirebilmek.

bir de inci dizisinden bahseder, hayatımızda yaptığımız her şey ipe inci dizmeye benzer der. gündüz uyanmaktan tut da işe gitmeye kadar. ve bu incileri bir şekilde dizmek zorundayız, bazısı şekilsiz bazısı diğerlerine göre orantısız olabilir. ama günün sonunda inciyi o ipe geçirmeliyiz, yoksa devamı gelmeyecek ve tıkanacak.

zihinsel labirentten de bahseder. başkalarının diktiği, başkalarını içeren ancak içinde senin kaybolduğun bir labirent. hayatta ne yaşamış olursak olalım belki fiziksel bir engel olabilir ailevi durumumuz olabilir maddi durum olabilir bunların hepsinin büyüyüp duvarlar haline gelmesine izin verirsek bir labirent oluşuyor ve biz labirentin içinde adalet arayışımızla kayboluyoruz. "bu benim başıma gelmemeliydi, daha iyi bir işim olmalıydı, bana böyle davrandılar ama onlar yeterince ceza çekmedi vs." gibi arayışlar sadece bizi zihnen tutsak eden şeyler. iyi tamam bunların hepsi çözülmeli peki şu an için beni içinde amansızca döndürmekten başka işe yarıyor mu, hayır. o zaman önüme bakmam gerekiyor. her gün çabayla incileri ipe dizmem gerekiyor.

bana bu kitap çok yardımcı olmuştu. bir de atomic habits var onun çevirisi de olması lazım, o da iyi gelmişti.

bir de geç kalmışlık derken aklıma tolstoy'un bisikleti geldi. tolstoy bisiklet sürmeyi çocuğunun kaybı sonrası yaşadığı depresif dönemde 67 yaşındayken öğrenmiş. hiçbir şey için geç değil.

sabaha bir şarkı bırak

virginia

indie rock grubu boys go to jupiter'ın taze çıkmış şarkısı.

all the people liked to say
that troubled girl had lost her way

frank ocean

frank'in godspeed'ini birçok sanatçı seslendirdi, ama benim favorim ve fikrimce en iyisi james blake'inki.

joni mitchell

ruh eşim olduğuna inandığım sanatçılardan biri. umarım paralel hayatlarımızdan birinde aynı masaya oturmuş, uzun uzun konuşmuş ve köz biberli humus kaşıklamışızdır, canım kadın.

" i've looked at clouds from both sides now
from up and down and still somehow
it's cloud illusions i recall
i really don't know clouds at all"

frederic chopin

john field hiç sevmezdi, şimdi bakınca ve ikisini çok seven de biri olarak keşke zamanında ahbaplık edebilselerdi diye düşünüyorum.

chopin gibi ya da en azından chopin kadar savaş, kıtlık, askeri nedenli zorunlu izolasyon görmedi field, bu yüzden chopin'inkiler kadar doyurucu hissettirmiyor bana müziği. ama keşke chopin'i zamanında düşmanı yerine bir öğrencisi gibi görebilseydi.

candide

içinde geçen

"yaşamı hâlâ seviyordum. bu gülünç zayıflığımız belki en vazgeçilmez düşkünlüklerimizden biridir. çünkü her zaman yere çalmak istediğimiz bir yükü sürekli taşımaya çalışmaktan, varlığımızdan dehşete düştüğümüz halde ona bağlanmaktan, kısacası bizi kemiren yılanı kalbimizi yiyinceye kadar okşamaktan daha budalaca bir şey olur mu?"

kısmına bayılıyorum. sanırım nietzsche de bu kısmı seviyordur, tüm hayatını böyle yaşadı adamcağız.

kedi

dünyanın en özel varlığı olabilirler, tüm dünya sırf onlar için yaratılmış tavırları boşa değil. bir tanrı olsam ve bir canlının merkezinde evren kursam kedi olurdu muhtemelen.

bende iki deli kardeş var. 7 yıldır benimleler, umarım sağlıklı şekilde en az bir o kadar yılları daha olur. bir tanesi sağır bu yüzden görme ve koklama duyusu arşta, o baş delimiz. diğeri de uysaldı yaşlandıkça ona benzeyip azıttı.

bilinçli her insanın sokaklar da bu denli canlarla doluyken mutlaka en az bir kedi tarafından köleleştirilmesi gerek. benim hayatım onlardan önce ve onlardan sonra diye ayrılıyor. müthişler. köpüşüm ve beni de hizaya getirip ipleri ele aldılar, hizmete hazırız.
  • /
  • 17

cesaret

bütün köprüleri yakanı değil belki ama, ayakları yere basanı lazım gelendir. yoksa, ne işimiz var şu kaç bucak dünyada?

flow

minnacık bütçesi ile milyon dolarlık hollywood animasyon filmlerini geride bırakarak bu yıl oscar ödülü alması aşırı mutlu etti.

lost soul

bakıyoruz; neler yazabiliriz diye...

ilk girimi 2011 yılında ağustos ayının 14'ünde akşam 5'te yazmışım ayı sözlük'e.
o günün üzerinden 5 yıldan fazla vakit geçmiş.

zaman, pekâlâ, hiç de acımadan patır patır ilerliyor işte.

ben, yeri geldiğinde, gayet duygusal bir insan olabiliyorum sanırım.
gerçi, bazı zamanlar oluyor, dünyanın bütün dertleri omuzlarıma birikmiş gibi hissediyorum
sonra
bazı zamanlar oluyor, dünyanın en huzurlu insanı benmişim gibi hissediyorum.

biz insanlar, bu girift ruh hâllerinden uzaklaşamıyoruz içinde yaşıyor olduğumuz dünya, dünyaya geldiğimiz zaman, zamanı harcadığımız olaylar hasebiyle.

son dönemde hem sözlük içre, hem de içinde yaşıyor olduğumuz ülke içinde olan bitenler beni ziyadesiyle etkilemiş durumda. bu yüzdendir ki uzunca bir süre kendimi soyutlamak niyetindeyim bazı mecralardan.
sözlük de bu mecralardan bir tanesi.

ülkenin içinde bulunduğu ahval dahilinde akıl sağlığımı korumanın en iyi yolu olarak bunu görüyorum:
kendimi müziklere, kitaplara ve filmlere hibe edeceğim.
"insanlardan buz gibi soğudum." diyor cahit külebi,
vardır bi' bildiği.

şu 5 yıl boyunca güzel insanlarla konuştum, güzel insanlarla tanıştım, çirkin insanların yazdıklarını okudum, çirkin insanlardan uzak durdum.
hali hazırda peyderpey konuşuyor/mesajlaşıyor olduğum iki-üç kişi var.

hayatım boyunca, franz kafka ile akıl ve ağız birliği etmişçesine, çevremde hep birkaç insan oldu zaten.
ne demiş: "huzur mu istiyorsun? az eşya, az insan."
şu iki-üç kişi benim için 5 yıl 3 ayın getirisidir; yüreğime basmış, özümsemişim.
kâfidir benim için.

"insan ne için yaşar?"
peki,
"insan ne için yazar?"

ilk sorunun cevabı nezdimde değişmekle beraber,
ikinci sorunun cevabı benim için bellidir:
hayat gailelerimden bir tanesi dünyaya bir iz bırakabilmektir.

o yüzden girilerimi silmiyorum.
burada kalsınlar, okunsunlar.

ingeborg bachmann şöyle yazar pek güzel bir şiirinde*:
"hiçbir şey gelmeyecek bundan böyle."

kapanışı güzel bir müzikle yapayım.

"like little puffs of smoke
we're here and then we're gone"



ayı sözlük'e yolunda başarılar dilerim.
güzel günler görmek dileğiyle.


*bu arada,
olur a iletişime geçmek isteyen yazar ya da okurlar olabilir.
mail adresi şudur:
_________________
[email protected]
_________________
istediğiniz herhangi bir şey hakkında yazabilirsiniz.
okumaktan keyif alırım.

güzel günlere...

ayı sözlük itiraf

gündelik yaşamın telaşı yeterince zorlarken uzun zaman sonra derinden yoruldum, bu öyle bir yorgunluk ki geçmişimden bugüne her şeyi teker teker önüme serdi. varoluşum bir yana üstüne yıllardır fiziksel bir rahatsızlıkla boğuşuyorum ki insan kendini cennetin krallığı filmindeki kudüs kralı baldwin gibi hissediyor. ötekiyim, bulunduğum her yerde çevremdeki herkesten daha başarılı olmak zorundayım, herkesten daha fazla çabalamak ve herkesin gözünde yine herkesten daha "iyi" bir insan olmak zorundayım, aksi halde ben "öteki" olanım, en ufak hatamda bu halim yüzüme çarpılacak ama aynı zamanda bu halimle karşısına çeşit çeşit engeller koyulanım. dışarıda kimsenin empati yapmasını da beklediğim yok, çünkü mümkün değil dahası yaşamı boyunca "düz" ve makbul varoluşa sahip insanların yaptığı basit tavsiyeler midemi bulandırıyor, ne de olsa "bekara karı boşamak kolay". yaşadığım süreçte her zaman daha iyisinin hayalini kurdum, özellikle daha iyi, adil ve merhametli bir dünya ancak gerçekte var olanı da biliyorum, kendimi sıklıkla karanlık bir ormanda kurtlarla koşturan birisi olarak hayal ediyorum, sürüden biriyim ama aynı zamanda değilim çünkü biliyorum ki yeterince zayıf düştüğüm anda ben bu kurtların akşam yemeği olurum. hangi ortama ve kimlerin yanına gidersem gideyim ben onlardan birisi değilim, daha çok orada olan ve sessizce etrafını seyreden biriyim. ve bazen düz normal bir insan gibi yaşamak istiyorum, ne zaman bu derece gevşesem ve kendimi diğerleri gibi hissetmeye kalksam başıma en kötü belalar geliyor adeta toplum bana kim olduğumu kafama vura vura anlatıyor, rezil kepaze oluyorum, ne zaman tüm bunların farkında olan birisi olarak ayağa kalksam bu seferde adeta ss subayı gibi bir tipe bürünüyorum ve olmaktan tiksindiğim kişiliğe bürünüyorum çünkü karşımda duran herkes potansiyel bir düşman olarak beliriyor. başta dediğim gibi yoruluyorum.

bon iver

calgary towers skinny love gibi güzellikleri yaşatanlardır

yazın bittiğinin anlaşıldığı anlar

kendimi bildim bileli yazların çoğunu çanakkale'de geçiririm, aynı zamanda haziran ayı hariç yaz mevsiminden nefret ettiğim için (antalya sıcakları...) bu durum işime de gelir. çanakkale'de ağustosun 15'i yaz 15'i kış derler, ağustosun ikinci yarısı sağlam bir yağmur başlar ve o yağmurlardan itibaren sabahları ve akşamları ceket giymeye başlarsın. işte o anı çok seviyorum, ortalık sessizleşir, toprak kokusu dört bir yanı sarar, böylece yeni bir hikaye başlar. tesadüf müdür bilemem yaz mevsimi kendimi en yorgun hissettiğim anlara denk gelir, o sonbahara doğru giriş anı da bu nedenle bir yandan dinlendiğimi hissettiğim diğer yandan da yeni bir umut diyerek hayal kurduğum anlara dönüşüyor.

yalnızlık

ne zaman nasıl başladı bilmiyorum ama kendimi bildim bileli içimde bir yerde vardı. çok defa kendimi tek başına bir halk, bir ülke gibi hissettim, kendine ait kökleri, gelenekleri ve ülküsü olan özgünlükleriyle var olagelmiş bir memleket. evim vatan oldu odaları da ayrı ayrı şehirler, sonra oradan da sürgün yedim ortaya bir tanrı çıktı bana ait, varlığını bilmesem de ibadet ettim, yaşam devam ediyor. bilmiyorum yalnızlık bitse uyum sağlar mıyım cidden? değer yargılarım dahi çevreyle bu kadar ayrışmış, sanırım yaşamın sonraki evreleri de kendimce bir orta nokta tutturmaya çalışırken geçecek.

hayırlı evlat

ana babasına ileri yaşlarında destek olan kişi sanırım. babamın son ameliyatinda yanında oldum, iki hafta yanlarında kaldım. babamı sağ salim çıkardık hastaneden. yaşlanınca insanlar bir gariban kalıyorlar. anne babamın bankacılık ve edevlet işlemleriyle, cep telefonu problemleriyle, vergi fatura ödemeleriyle falan ben uğraşıyorum uzunca bir süredir. son bir kaç yıldır yurtdisina tatillere götürüyorum. bu son yanlarında bulunusumda da babamın eskiyen cep telefonunu yeniledim, evin de temizliği kolaylaşsın diye şarjlı dikey süpürge aldım, sonra da evi bütün dolapları sifonyerleri çeke çeke bir güzel temizledim. evleri çöp evden hallice, annem herseyi biriktiriyor. evde geçirdiğim süre boyunca gizli gizli torba torba eşya da attım, eski gazeteler, kağıtlar, torbalar, plastik kutular, kavanozlar, tarihi geçmiş ilaçlar, neler neler. bozulmuş bir iki eşyayı tamir ettim, kaplaması kalkmış mobilyaları yapıştırdım, böyle ot bok bir dünya iş yaptım. ayrılırken pek çok dualarını aldım. kendi yaşamımı pek amaçsız buluyorum ama en azından anne babama sahip çıkıyorum, bu biraz kendimi iyi hissettiriyor.

hayırlı evlat kategorisine giriyorum sanırım. babam diyor kaç kişinin evladı ana babasıyla bu kadar ilgileniyor diye. öte yandan bu hayırlı evlatlık işi de şans işi anne baba için. abim kendisine faydası olmayan hiç bir işe karışmaz mesela. ayrıca ben de evli çocuklu biri olsaydım veya ne bileyim zamanında yurt dışına falan taşınmış olsaydım tüm bunları nasıl yapacaktım. bu son olayda bunları düşündüm. hayat olasiliklara atılan zarlar gerçekten.

bu arada garip olan şu ki, babamı gayet sevsem de anneme beni her zaman ihmal ettiğinden, hiç zaman ayirmadigindan, sıkıntım olduğunu söylediğimde hep başından attığından (kendisi de bitmeyen depresyonda olduğundan duygusal sorun duymaya katlanamıyor) dolayı hala çılgın öfke duymaktayim, o öfke hiç geçmedi. hala anneme sarılamıyorum yıllardır. buna rağmen gene de her işlerine de koşuyorum. böyle de oluyormuş demek.

bütün güzel çocuklar şüpheli

umay umayın 2003 yazında turuncu medya tarafından yayımlanan kitabı.

"inandığın herneyse yalnız onun için ölebilirsin. ama başkasının inançları için ölmeni kabul etmiyorum."

dele zaram

rûdekî* adında bir insan yaşamış şu yıldan bin sene önce**. klasik iran edebiyatının kurucusu olarak kabul ediliyor günümüzde. mesnevileri, gazelleri, kasideleri, rubaileri, şiirleri var günümüze değin ulaşan.

işte, o şiirlerinden bir tanesi dele zâram. türkçe şerhiyle "zavallı gönlüm" yani.
ilk olarak fereydoun farrokhzad*** tarafından müziklendiriliyor. çok zaman sonra mohsen namjoo abé'm kiosk grubuyla beraber tekrardan dillendiriyor.

şimdi...
fars dilinin güzelliği üzre birsürü şey yazabilirim de;
şu ahenge, şu güzelliğe bak hele:

"dele zârem, fegân kem kon
tu eşkez dîdegân kem kon
gam ô nâle ze can kem kon
..."


sesim pek güzel değildir -ne yazık ki.
hele böyle bir şarkıdır, bir türküdür söylemeyeyim; ben bile utanıyorum sesimden.
o derece yani.

ama, işte,
bazı zamanlar oluyor
tawûsê melek'ten diliyorum da
kendimden geçe geçe söyleyebilsem istiyorum.

"...
vay çe nâle hâ ke ez dil be râhet nemûdem men
behre-î ez an be ômrem, be coz hem nedîdem men
..."


bunu dinleyip dinleyip,
sohrab'ın, hâfız'ın, füruğ'un,
hayedeh'in, azam'ın, mohsen'in,
bahman'ın, abbas'ın, ibrahim'in****
yoluna düşesi geliyor insanın.



"
ey zavallı gönlüm, az feryat et
gözlerimden az gözyaşı dök
canıma az hüzün ve gözyaşı kat
ah, ne kadar ağladım yoluna gönülden
bu yüzdendir ki ömrümde kederden başka bir şeye sahip olmadım

beni öldürdü bakışın
yolunu gözlüyorum
senin ay yüzünü göreyim diye
benim secdegâhım, ay'ım, kâbe'm oldu yüzün
gönlüm senin lüle lüle saçlarının büklümünün esiri oldu

gel, biraz otur yanımda
canımdan oldum beklemekten seni, sevgilim
artık bitir küslüğü, ayrılığı
çünkü ağına düştüm ve gönül kuşu senin avın oldu
gönlüm senin için yanıyor ama sen habersizsin
ah, ciğerimi yakan ahım neden gönlünü etkilemiyor, güzel

gel kucağıma, gel ve gör, sensiz başıma ne geldi
ay tenlim, gümüş yüzlüm, gel ve gör, nemli gözlerimi

ey can, ey kadim sanem,
ey can, önceki gece
ey can, rüyama bir ay girdiğinde
ey can, haberdar oldu
ey can, kalbim, ay yüzlü'm,
ey can, senin yanıma geleceğinden.
ey can, bir gel,
ey can, bir gör.
ey can, endamın ne hoş ve ne tatlısın.
ey can, gönlümü
ey can, sen süslüyorsun
ey can, vefanla teselli et gönlümü.
"



mohsen namjoo ve kiosk düeti:



feridun ferruhzad:




*bazı yerlerde adı rüdeki veya rudaki ya da rudeki olarak da geçiyor.
**tam olarak milattan sonra 858-941 yılları arasında.
***feridun ferruhzad. füruğ ferruhzad'ın* erkek kardeşi.
**** sohrab sepehri, hâfız-ı şirâzi, füruğ ferruhzad, hayedeh, azam ali, mohsen namjoo, bahman ghobadi, abbas kiarostami, ebrahim golestan.

Toplam entry sayısı: 337

detrans pişmanlıkları

nefret suçuyla ifade özgürlüğünün ayrımını 2024 yılında yapamamak... bu neyin ahrazlığı böyle ya, yani orangutan bile öğrenirdi şimdiye kadar herhalde.
zaten sana laf anlatmaya çalışmak beyhude bir çaba, "homofobik eşcinselim" ne demek ya ahahah
sen homofobik değilsin, sen eşcinsellerden değil bizzat kendinden nefret ediyorsun. çünkü zihninin nasıl bir lağım çukuru olduğunu biliyorsun. kendine olan nefretin o kadar boğmuş ki seni başkasına yansıtarak nefes almaya çalışıyorsun. üstüne insanları idraksızlıkla suçluyorsun. o beğenmediğin lgbt dernekleri sayesinde kaç trans intihardan vazgeçti, kaç ailesinden ölümden kaçan lgbt çocuk yuva bulabildi, kaç öğrenci burs bulup dezavantajlı olduğu illerde okullarda okuyabiliyor farkında mısın? lgbt ortamından dışlanmış olmanı garip karşılaman asıl garip olan şey. çünkü sen içgörüsü sıfır olan bir herifsin. senin birini sevebilme ihtimalin yok, birinin seni sevebilme ihtimali yok, bir ortama dahil olabilme bir çarklının dişlisi olabilme ihtimalin yok. ve bu senin karakterinle, yalnızlığı sevmenle ya da seçmenle değil, bizzat karaktersizliğinle alakalı. insanlardan saygı görememiş olman senin zaten zerre saygı hak etmemendendir.
"heteroseksüeller bas bas bağırıyor mu" demen bile seni ele veriveriyor hemen. bugüne kadar saklanarak, kendini sevmeyerek ve hatta nefret ederek yaşamış olabilirsin. ama sana kötü bi haber, herkes senin gibi ezik ve sinmiş halde yaşamayı seçmiyor artık. insanlar kendilerini sevebiliyor ve kendilerini affedip tanıyabiliyorlar. umarım bu seviyeye ulaşırsın bir gün diyeceğim ama dediğim gibi içgörüsü sıfır bir herifsin, bir şempanzeye emek vermek daha net sonuçlar verir sendense.
ama işte senin gibiler için de mücadele edeceğiz. allah kahretsin ki sen ve senin gibileri de kapsamak zorundayız. ama birilerinin artık sizin yüzünüze yüzünüze çarpması gerekiyor gerçekleri. ve bunu yapmaktan hicap duymuyorum hiç. öğreneceksiniz, sike sike öğreneceksiniz.

erkeklerin bakılası yerleri

ilk defa veya uzun aradan sonra pasif oluyorsa eğer penetrasyon anındaki yüzleri... aşırı tatlı bir ifade oluyor izlemeye bayılıyorum. gerçi penetrasyona kadar çoktan parmaklamış oluyorum ben tabii ama penisin giriyor olması daha farklı hissettiriyor olmalı.
prostatına ilk değdiğimde zevkten dönen yalvarırmış gibi bakan gözleri, ben üstünde acımasızca devinirken onun aldığı tüm hazzı yüz hatlarında izleyebilmem, bir yandan altımda kıvranıp kaçmak isterken bir yandan da daha fazlası için sürtünmesi... erkeklerin her duygusunu vücudunun her santimiyle yaşamasına ve bu duygu selinin yüzde zuhur etmesine bayılıyorum, çok seviyorum, canım erkekler!

onlyfans

eylülün sonlarına doğru rus orta yaşlarda gayet hoş bir adam gelmişti istanbul'a. instagramda bir süredir like'laşıyorduk. açıkçası ilgimi de epey çekmişti. istanbul'a geldiğini haber verdiğinde çok heyecanlanmıştım, bildiğin rus ayısı bi tip, sarı uzun sakalları, kırışık göz çevresi ve kıllı bir vücut...
tabii hemen bilet bakıyorum hızlıca yanına uçabilmek için. kendisi otel tutmuş.
istanbul'a indi, otelde dinlenecek ben de sözde ankaradan yanına geleceğim. telefonda konuşuyoruz, bir anda benimle seksini kaydetmek istediğini ve ileride izlemek için bunu yapmak istediğini söyledi. ben tabii has anadolu çocuğu, yer mi bunları. biraz ağzını aradım ve onlyfans'e başladığını öğrendim. daha öncesinde de lafı geçmiş ve benim onlyfans'le hiç ilgilenmediğimi takip etmediğimi öğrenmişti. yani hiç haberim olmadan pornom yayılabilirdi. tabii ağzına sıçtım bunun, biletimi de yaktım. yalvardı, yüzünü buzlayacaktım dedi ama nafile. en son para teklifi yapınca iyice uyuz oldum. içimde ne varsa ingilizce bildiğim ne kadar küfür varsa ettim herife.
o defter kapanmıştı. dün twitter'da porno izleyeyim diye dolaşırken bir türk porno hesabı gördüm, bir onlyfans içerik üreticisi. biraz bakayım diye tıklar tıklamaz kabak gibi bizimkiyle olan pornosunun trailer'ını gördüm.
o reddettiğim sarışın rus ayısı bizim onlyfans'çıyı delmiş resmen. gerçekten güzel bir seksi kaçırmış oldum. tabii buzlanmış bile olsa seksimin bir yerlere yayılmasını istemem ama adamın penisi o kadar güzel ki... uncut, damarlı ve gayet kalın. dişimi doldururdu yani.
işte o an onlyfans'tan etimle kemiğimle nefret ettim. tek içimi ferahlatan şey bizim türkün de gayet iyi hakkını verniş olmasıydı, o yarrak öyle sürülmeliydi, gerekeni yapmış. ama
o rus ayısı benimdi, benim olabilirdi.
orada, bi rus ayısı var uzakta, o rus ayısı bizim ayımızdır diyemedim. neyse sağlık olsun, allah belanı versin onlyfans.

disney+

kemalist hükümet akp tarafından çarmıha gerilen platform, tüm muhalifler nasıl oluyor da chp'nin susup akp'nin bu kadar ses çıkardığını soruyor hatta içten içe akp'yi tebrik ediyor. yerel seçimlerde büyük hezimetin ayak sesleri şimdiden duyuluyor, tece'nin yeni yüzyılının ilk çeyreği biterken akp'nin elini güçlendiren şey mustafa kemal mi olacaktı, oldu valla.

senelik üyeliğimi yeniledim, neredeyse hiçbir şey izlemiyorum, helal-i hoş olsun. zengin bir içeriği var ve arşivinin orada bir yerde duruyor olması içimi rahatlatıyor. umarım akp'lilerin ve kemalistlerin elinde lağvedilmez.

islamcılar ve kemalistler en son lgbt konuşulurken el ele vermişti, şimdi de kemal için aynı saftalar, yürrüyün be bozkurtlar kim tutar sizi

yılda 200 film çeken porno yıldızının göt deliği

neden taktir ettiğimizi anlamadığım kişinin vücudunun sıradan bir parçasıdır. muhtemelen "dalga" geçen çoğu kişiden daha dardır, eğer bu yönden bakıyorsak.

ben bu yönden bakamıyorum. öncelikle, gay porno endüstrisinin kendi içindeki korkunçluklarını hesaba katmadan konuşulmaması gerekir bu konunun.
ki izlediğimiz çoğu seks sahnesi one shoot açıdan çekilmiyor. kişilerin yüzünü izlediğimiz sahnelerde penetrasyon olmadan oluyormuş gibi davranılıyor. hatta penetrasyon çoğu kez kamera hilesi ile mış gibi bile yapılıyor. sanıldığının aksine saatlerce götten sikilmiyorlar yani.

daha önceden gay porno oyuncusu olan ve sonradan piyasadan çekilmiş birinin konu hakkında bir videosunu izlemiştim. orada söylediği birkaç şey vardı;
öncelikle porno yapımcılarının ve yönetmenlerin ekseriyetinin ucuz ve kalitesiz insanlardan oluştuğu. çekimlere gelip porno starlarıyla dalga geçiyor, "fuck this faggot, suck this niggas dick" gibi direktifler veriyorlarmış, ki bu en basit kısmı.
porno starlarına yer tahsil edilmiyor ve özellikle night shoot'larda çekim yapılan yatakta uyumaları bekleniyormuş.
madde kullanmaları bekleniyormuş, bu çoğu zaman starların isteği dışında gerçekleşiyormuş.

çoğu stüdyonun anlaşmalarında özellikle pasif starların çekim dışında seks yapmaları kısıtlanıyor ve eğer çekim dışında bir birliktelikleri olursa ve bu kanıtlanırsa ödeyemeyecekleri para cezalarına çarptırılıyorlarmış.

daddy&son porn tarzı videolarda bir tarafı tamamen shave ederek, okul üniforması giydirerek, özellikle zayıf erkeklerden(örn: austin l young) seçerek resmen pedofil kişilere hizmet ediliyor. unutulmaması gereken bir şey daha var; daha geçen seneye kadar çoğu porno sitesinde amatör çekilen tecavüz videoları vardı. geçen sene bu twitter'da konuşulduğundan beri bu videolar temizleniyor, karışan olmadığında bu videolar duruyordu, hala da bazıları duruyor.

şimdilerde güzel bir ilişkisi olan ve bir porno yıldızı olarak kötü günler geçirmiş aaron'ın şöyle bir cümlesi var: "porno starıyken en popüler olan videomda aslında tecavüze uğruyordum" videosunu bırakıyorum.



nitekim bir başka porno yıldızı, tommy defendi. gay porno starıyken çektiği videoların hepsinde aslında ruhen yıkıldığını ve her şeyi para için yaptığından her çekim sonrası boş boş duvarı izleyip utandığını söylemişti. üstelik bunlar olurken daha cinsel kimliğini bile tam keşfedememişti. attığı bir imza yüzünden yıllarca istemediği seksler yaşadı. şu an eski hayatından oldukça farklı bir yaşantısı var. bir kadınla evli, iyileşmeye çalışıyor. bu süreci, farklı bir isim kullanarak, instagramdan paylaşıyor.

tabii ki bu başlığı buradan okumak overreading olarak görülebilir. ancak söylemeye çalıştığım şey, özellikle belli stüdyolara bağlı çalışan porno yıldızlarının, asıl dert etmemiz gereken yeri göt delikleri değil bilerek ve/veya umursanmayarak yıkılan benlikleri, ruhlarıdır. fabrikalarda canlı canlı deri yüzüp çanta yapan ve bu çantaları cafcaflı reklamlarla bize satan tilki avcılarıdır bu yapımcılar. ezcümle, slut shaming'e en son uğraması gereken kişilerdir zannımca.

detrans pişmanlıkları

nefret suçuyla ifade özgürlüğünün ayrımını 2024 yılında yapamamak... bu neyin ahrazlığı böyle ya, yani orangutan bile öğrenirdi şimdiye kadar herhalde.
zaten sana laf anlatmaya çalışmak beyhude bir çaba, "homofobik eşcinselim" ne demek ya ahahah
sen homofobik değilsin, sen eşcinsellerden değil bizzat kendinden nefret ediyorsun. çünkü zihninin nasıl bir lağım çukuru olduğunu biliyorsun. kendine olan nefretin o kadar boğmuş ki seni başkasına yansıtarak nefes almaya çalışıyorsun. üstüne insanları idraksızlıkla suçluyorsun. o beğenmediğin lgbt dernekleri sayesinde kaç trans intihardan vazgeçti, kaç ailesinden ölümden kaçan lgbt çocuk yuva bulabildi, kaç öğrenci burs bulup dezavantajlı olduğu illerde okullarda okuyabiliyor farkında mısın? lgbt ortamından dışlanmış olmanı garip karşılaman asıl garip olan şey. çünkü sen içgörüsü sıfır olan bir herifsin. senin birini sevebilme ihtimalin yok, birinin seni sevebilme ihtimali yok, bir ortama dahil olabilme bir çarklının dişlisi olabilme ihtimalin yok. ve bu senin karakterinle, yalnızlığı sevmenle ya da seçmenle değil, bizzat karaktersizliğinle alakalı. insanlardan saygı görememiş olman senin zaten zerre saygı hak etmemendendir.
"heteroseksüeller bas bas bağırıyor mu" demen bile seni ele veriveriyor hemen. bugüne kadar saklanarak, kendini sevmeyerek ve hatta nefret ederek yaşamış olabilirsin. ama sana kötü bi haber, herkes senin gibi ezik ve sinmiş halde yaşamayı seçmiyor artık. insanlar kendilerini sevebiliyor ve kendilerini affedip tanıyabiliyorlar. umarım bu seviyeye ulaşırsın bir gün diyeceğim ama dediğim gibi içgörüsü sıfır bir herifsin, bir şempanzeye emek vermek daha net sonuçlar verir sendense.
ama işte senin gibiler için de mücadele edeceğiz. allah kahretsin ki sen ve senin gibileri de kapsamak zorundayız. ama birilerinin artık sizin yüzünüze yüzünüze çarpması gerekiyor gerçekleri. ve bunu yapmaktan hicap duymuyorum hiç. öğreneceksiniz, sike sike öğreneceksiniz.

ilk anal seks

anal seks abartılıyor.
iki erkeğin birbirine en yakın olduğu, türlü duyguların eşlik etmesi gereken seksin aşamalarından biridir.
heteronormatif dayatmanın getirdiği anlayış üzerine yanlış yorumlanıp yanlış beklentilere sokabilir insanı. ilk seksinize gerdekmiş gibi davranmayın.
biri sizin içinize girecek, derinlerinizde bir parçasını gezdirecek. size zevk verecek, onun beyninin kimyasal dengesiyle oynuyor olacaksınız. siz de ona zevk vereceksiniz.
bu sevdiğiniz bir erkekle oluyorsa cennetvari bir deneyim olacak. aksiyonlarla değil duygularla düşüncelerle ilgilenmeye bakın.
sevgilinizi içinize alıyorsunuz, vücutlarınız birleşiyor, ayaklarınızı vücuduna sarıyorsunuz. gözleriniz birbirine kenetlenmiş. tüm bunlar olurken tabii ki acı da olacak, zorlanacaksınız da. ama tüm bunlar seksin bir parçası zaten. kimi günler penetrasyona bile gerek duymadan birbirinizi boşaltıyor olacaksınız.
her şeyin ilki zordur, bunu bu kadar önemseyip bundan korkup yıllarca kendini seksten uzak tutan insanlar var.
arkadaşlar seks penetrasyonun çok ötesinde beyninizin içinde olan bir şey. öyle olmasaydı mastürbasyon da yapamazdık. mastürbasyondan farklı olarak, artık yanınızda biri daha var. ve artık bu zevki iki kişi yaşıyorsunuz, bunu yaşarken de birbirinize yardımcı oluyorsunuz. bu kadar basit...
kendinizi germenize korkmanıza gerek yok. iyi temizlenin, iyi yağlanın yeter. gerisi beyninizde ve beyinizde.
bir de şu "sevdiğiniz insanla olmalı" kafasından çıkın, sevdiğiniz değil istediğiniz insanla olmalı.

prostat orgazmı

bir erkeğin ya da prostatı olan bir bireyin hayatı boyunca alacağı en maksimal zevktir, heteroseksüel erkeklerin bile rektal tuşe muayenesinde prostatlarını muayene ederken birkaç saniye süren muayenede sertleştiklerini gördüm. tr'de evli çiftler openminded olabilse hetero erkekler lavaj nedir bilse ve kadınlar haftada bir gün erkeklerini oyuncakla ya da parmakla sikse çok ciddi söylüyorum mutluluk kat sayısı arşa çıkar ülkede. zaten yattığım tüm evli erkeklerin aktif bile olsa o prostatlarını parmağımla mıncıklarım, bezlerini parmağımla sikerken hepsinin yüzünde salak bi "lan noluyoo oha" ifadesi oluyor, kilitleniyorlar, bunu izlemeye bayılıyorum ve zaten seks bir anda altıma geçmeleriyle devam ediyor, bir de bu evli erkeklerin bazısı sikilmeye "prostat masajı" adını takıp iç rahatlatıyor buna aşırı gülüyorum, tabii ben işime bakıyorum. avrupalı hetero erkekler buna daha çok açık ama maalesef pisler, ben her ne kadar ortadoğu insanını sevmesem de en azından temizlik konusunda daha öndeyiz, çoğu yatmadan önce benim karıları gibi olmadığımı biliyor ve özen göstermek zorunda olduklarından karılarına vermedikleri titizliği bana veriyorlar, vermek zorundalar. her neyse hayırlı forumlar, "prostat masajı" isteyen karısından gizli yorgan altında misafir odası koltuğunda el sikte sözlük gezen evli erkekler varsa yazın canlarım, tabii gayler de aynı şekilde, öpüldünüzzz.

disney+

kemalist hükümet akp tarafından çarmıha gerilen platform, tüm muhalifler nasıl oluyor da chp'nin susup akp'nin bu kadar ses çıkardığını soruyor hatta içten içe akp'yi tebrik ediyor. yerel seçimlerde büyük hezimetin ayak sesleri şimdiden duyuluyor, tece'nin yeni yüzyılının ilk çeyreği biterken akp'nin elini güçlendiren şey mustafa kemal mi olacaktı, oldu valla.

senelik üyeliğimi yeniledim, neredeyse hiçbir şey izlemiyorum, helal-i hoş olsun. zengin bir içeriği var ve arşivinin orada bir yerde duruyor olması içimi rahatlatıyor. umarım akp'lilerin ve kemalistlerin elinde lağvedilmez.

islamcılar ve kemalistler en son lgbt konuşulurken el ele vermişti, şimdi de kemal için aynı saftalar, yürrüyün be bozkurtlar kim tutar sizi

yılda 200 film çeken porno yıldızının göt deliği

neden taktir ettiğimizi anlamadığım kişinin vücudunun sıradan bir parçasıdır. muhtemelen "dalga" geçen çoğu kişiden daha dardır, eğer bu yönden bakıyorsak.

ben bu yönden bakamıyorum. öncelikle, gay porno endüstrisinin kendi içindeki korkunçluklarını hesaba katmadan konuşulmaması gerekir bu konunun.
ki izlediğimiz çoğu seks sahnesi one shoot açıdan çekilmiyor. kişilerin yüzünü izlediğimiz sahnelerde penetrasyon olmadan oluyormuş gibi davranılıyor. hatta penetrasyon çoğu kez kamera hilesi ile mış gibi bile yapılıyor. sanıldığının aksine saatlerce götten sikilmiyorlar yani.

daha önceden gay porno oyuncusu olan ve sonradan piyasadan çekilmiş birinin konu hakkında bir videosunu izlemiştim. orada söylediği birkaç şey vardı;
öncelikle porno yapımcılarının ve yönetmenlerin ekseriyetinin ucuz ve kalitesiz insanlardan oluştuğu. çekimlere gelip porno starlarıyla dalga geçiyor, "fuck this faggot, suck this niggas dick" gibi direktifler veriyorlarmış, ki bu en basit kısmı.
porno starlarına yer tahsil edilmiyor ve özellikle night shoot'larda çekim yapılan yatakta uyumaları bekleniyormuş.
madde kullanmaları bekleniyormuş, bu çoğu zaman starların isteği dışında gerçekleşiyormuş.

çoğu stüdyonun anlaşmalarında özellikle pasif starların çekim dışında seks yapmaları kısıtlanıyor ve eğer çekim dışında bir birliktelikleri olursa ve bu kanıtlanırsa ödeyemeyecekleri para cezalarına çarptırılıyorlarmış.

daddy&son porn tarzı videolarda bir tarafı tamamen shave ederek, okul üniforması giydirerek, özellikle zayıf erkeklerden(örn: austin l young) seçerek resmen pedofil kişilere hizmet ediliyor. unutulmaması gereken bir şey daha var; daha geçen seneye kadar çoğu porno sitesinde amatör çekilen tecavüz videoları vardı. geçen sene bu twitter'da konuşulduğundan beri bu videolar temizleniyor, karışan olmadığında bu videolar duruyordu, hala da bazıları duruyor.

şimdilerde güzel bir ilişkisi olan ve bir porno yıldızı olarak kötü günler geçirmiş aaron'ın şöyle bir cümlesi var: "porno starıyken en popüler olan videomda aslında tecavüze uğruyordum" videosunu bırakıyorum.



nitekim bir başka porno yıldızı, tommy defendi. gay porno starıyken çektiği videoların hepsinde aslında ruhen yıkıldığını ve her şeyi para için yaptığından her çekim sonrası boş boş duvarı izleyip utandığını söylemişti. üstelik bunlar olurken daha cinsel kimliğini bile tam keşfedememişti. attığı bir imza yüzünden yıllarca istemediği seksler yaşadı. şu an eski hayatından oldukça farklı bir yaşantısı var. bir kadınla evli, iyileşmeye çalışıyor. bu süreci, farklı bir isim kullanarak, instagramdan paylaşıyor.

tabii ki bu başlığı buradan okumak overreading olarak görülebilir. ancak söylemeye çalıştığım şey, özellikle belli stüdyolara bağlı çalışan porno yıldızlarının, asıl dert etmemiz gereken yeri göt delikleri değil bilerek ve/veya umursanmayarak yıkılan benlikleri, ruhlarıdır. fabrikalarda canlı canlı deri yüzüp çanta yapan ve bu çantaları cafcaflı reklamlarla bize satan tilki avcılarıdır bu yapımcılar. ezcümle, slut shaming'e en son uğraması gereken kişilerdir zannımca.

disney+

kemalist hükümet akp tarafından çarmıha gerilen platform, tüm muhalifler nasıl oluyor da chp'nin susup akp'nin bu kadar ses çıkardığını soruyor hatta içten içe akp'yi tebrik ediyor. yerel seçimlerde büyük hezimetin ayak sesleri şimdiden duyuluyor, tece'nin yeni yüzyılının ilk çeyreği biterken akp'nin elini güçlendiren şey mustafa kemal mi olacaktı, oldu valla.

senelik üyeliğimi yeniledim, neredeyse hiçbir şey izlemiyorum, helal-i hoş olsun. zengin bir içeriği var ve arşivinin orada bir yerde duruyor olması içimi rahatlatıyor. umarım akp'lilerin ve kemalistlerin elinde lağvedilmez.

islamcılar ve kemalistler en son lgbt konuşulurken el ele vermişti, şimdi de kemal için aynı saftalar, yürrüyün be bozkurtlar kim tutar sizi

ayı sözlük yazarlarının nicklerinin gizli anlamları

pek gizli bir anlamı yok, birkaç anlamı var.

1) çabucak okunan, ardından pek iz bırakmayan gündelik yazılar için kullanılıyormuş

2) senenin belli zamanlarında yeterli koşullar oluşursa yetişen kısa dönemli bitki

3) martin eden'in okuduğu bir şiir, aynı zamanda bu şiiri kim okusa kendi yazmakta olduğu şeyi yazmaktan vazgeçermiş.

yok öyle büyük bir neden, fonetiği de hoşuma gidince almış bulundum.

sekste sınır tanımam

bir aktif yalanıdır. 5 dakikayı bir saniye geçebilen aktif bunu yapıştırır hemen. sınır dediği şey boşalma eşiği muhtemelen.
prostatına masaj yaptırmaz, kendini kırbaçlatmaz, bağlatmaz, alta geçmek istemez, outdoor'da yoldan geçen kuştan korkar, ay onu yapamam ay bunu yapmasak olur mu... ama sorsan sınır tanımazdır, yersen.

pinkwashing

eskiden böyle çalkantılı dönemlerde, siyasi dengesizliklerde, katliamlarda, savaşlarda malum sözlüğe girmeme yazılanları okumama kuralı koymuştum kendime. anlaşılan aynı şeyi burada da yapmak lazım. çok fikir annecim...

frank ocean

"if you think about it it'll be over in no time
and that's life"