pembe highlighter

Durum: 20 - 0 - 0 - 0 - 24.01.2024 20:18

Puan: 248 - Sözlük Kezbanı

6 ay önce kayıt oldu. 13.Nesil Yazar.

Önemli bulduğu şeylerin üstünü pembe fosforlu kalemle çizmeyi seven bir kişi. { she/her }

flowers are blooming in antarctica

iklim krizinin kritik bir boyuta ulaşması, zenginlerin gittikçe zenginleşmesi ve yoksulluğun tehlikeli boyutlara gelmesi ile tüm dünyaya artık zamanın geldiğini bildiren ve bizi elit sınıfa karşı bir ayaklanmaya çağıran devrim sloganı.

bu isyanı tetikleyen unsur (bardağı taşıran son damla da diyebiliriz), yakın zamanda ortaya atılan; antarktika'da çiçeklerin açmaya başladığı, dolayısıyla da ekosistemin çöküp dünyanın sonunun gelmesinin an meselsi olduğu iddiasıdır.

1989 taylor's version

şarkılardan style ve shake it off’a ısınamadığım ama wildest dreams ve i know places’e de bayıldığım yeni ama aynı zamanda da eski taylor swift albümü.

roma imparatorluğu

şu sıralar popüler kültürde ‘akıldan çıkmayan şey’ anlamıyla kullanılıyor.

örneğin benim roma imparatorluğum, rosalind franklin’in hayatının çalışmasının watson&crick tarafından çalınmasıdır.

bu terimin çıkış hikayesi de sanırım erkeklerin düzenli olarak roma imparatorluğunu düşünmesiymiş.

it'll pass

- i love you.
+ it'll pass.

fleabag'in en popüler sahnelerinden biri, aynı zamanda da en kalp kıran.

mun

açılımı model united nations olan; genellikle de lise çağındaki gençlerin takım elbise/ kalem etek giyip, süslenip farklı okullardaki konferanslara katılmasına olanak sağlayan lise (bazen de üniversite) oluşumudur.

birleşmiş milletler meclisi sürecini izleyerek belirlenmiş olan ajanda konusu üzerinde bir çözüm üretmeyi amaçlar mun. komite adı verilen ve üye sayısı değişen bu konferansın alt gruplarının pek çok çeşidi bulunur; eco-soc'ta çevre , security council'de güvenlik , sochum'da insan hakları, disec'te silahsızlandırma konuşulur ve bu liste böyle uzayıp gider.

komite bir chair ve bir co-chair ile yönetilir. bu chair'lar konuşma sırasını belirler, delegelere söz verir ve point of information'lara yani sorulan sorulara cevap verir.

delegeler; delegesi oldukları ülkenin politik duruşuna göre konuşma yapmak, oy kullanmak ve reso yazıp imzalamak zorundadırlar. örneğin lgbt+ hakları ile ilgili olan bir komitede suudi arabistan'ın delegeliği size verilmişse her ne kadar kişisel görüşünüz destekler biçimde olsa da desteklemeyen bir tutum sergilenmelidir. bu yüzden konferans boyunca delegeler i (ben) dili değil, we (biz) dili kullanırlar. ayrıca her söz başlarken, honorable chairs and follow delegates demek de bir nevi adettendir.

komitenin sonlarına doğru, ki genelde iki-üç gün sürer, delegeler aralarında gruplaşarak reso'larını yani resolution paper'larını yazarlar. bir komiteden en az iki reso çıkma zorunluluğu vardır. genellikle çin, suudi arabistan, katar ve burma bir grubun; hollanda, isviçre ve almanya da diğer grubun başını çeker ama delege sayısı fazlaysa bu iki polar grup da aralarında bölünerek 3-4'e kadar bile çıkabilir ortaya konan reso sayısı. her ne kadar resolar bu grubun delegelerinin ortak işi olması gerekse de macbook'u olan delege ve onun etrafına toplanmış bir-iki ilgili delege çoğu işi halledip main submitter/ co-submitter olur ve kendi arasında muhabbete dalmış diğer delegelere de signatory olmak ve resonun geçmesi için oy vermek düşer.

ın favor oy sayısı against oy sayısından fazla olan resolar geçer ve bir komiteden birden fazla reso geçmesi nadir ama olasıdır. hiçbir resonun geçmemesi durumunda ise komite iptal olur.

kısacası eğlenceli ve o genç haliyle insana sanki dünyaları değiştirebilirmiş gibi hissettiren bir oluşum. halbuki modern family dizisinde jay prichett'ın da dediği gibi ' gerçek birleşmiş milletler bile bir fark yaratmıyor. '

lisede iki yıl yapmıştım; düzenli olarak delege olmuş, okulun konferansında da chair'lık makamına erişince ayrı bir havalara girmiştim. şimdi bakınca çok önemli gelmiyor tabii ama o zaman için bir numaralı övünç kaynağım olmuştu.

bir siyaset bağımlısı olarak beni çok içine çekmişti mun. hem toplum önünde konuştura konuştura sosyal fobimi baltalamıştı hem de karşıt görüşte olduğum delegelerin konuşmalarındaki açıklarını araya araya ve bana yöneltilen soruları hızlı bir şekilde cevaplaya cevaplaya istemsizce tartışma potansiyelimi de aşırı derecede geliştirmişti. evde annemle babamla tartışırken bir süre susup düşünme arası verdiklerini bile bilirim dmncmdmn

uzun lafın kısası önünüze bir deneyimleme fırsatı çıkarsa bence kaçırılmaması gerekir. yeni insanlar tanıyıp güzel anılar biriktirmek için ideal bir yol. bana iki yıl fazlasıyla yetti ama; fazla kaçıran arkadaşlarım da var, kendileri şu anda uluslararası ilişkiler okuyor.

gaslighting

a : gaslighting ne demek?
b : biliyorsun ne demek olduğunu, niye soruyorsun?
a : hayır bilmiyorum, ne demek?
b : saçmalama, biliyorsun tabii ki!
a : bilmiyorum ya!
b : bildiğini biliyorum, zorlama.
a : ulan gerçekten biliyor muyum acaba?

tam olarak budur.

sizi anlatan bir taylor swift şarkısı

mirrorball.
ilk dinlediğimde hüngür hüngür ağlamam da bu yüzdendi sanırım.

i’ve never been a natural; all i do is try, try, try, diyorum ve sözü size bırakıyorum.

seksenler dizisi

sadece ilk sezonlarını izlediğim sonra da bozmaya başladığını fark edip hiç tadını kaçırmamak için bıraktığım dizi. çocukluğumda tekraralarıyla hiç eksik olmazdı televizyonumuzda ve ben izlediğim kadarıyla çok severdim. özellikle sağ-sol kavgalarında sol açık nevzat’ın ve seçil’in eşitlikçi laflarını dinledikçe erken yaştan tarafımı fark etmemi sağlamıştı.

karakterlerden özellikle rıza başkomiser, nevzat, seçil ve ergun plakı severdim. ergun plak’ın o renkli gömleklerini gördükçe de içim açılır, özenirdim o havasına. yalnız şunu da söylemek isterim ki dizi boyunca o dağ ayısı ahmet ve gülden’in ilişkisine odaklanılmasını sevmezdim; benim shiplerim ergun ve nazlı , çağatay ve seçil, bir de alper ve nevzat’tı ( evet kendileri ilk gay shipimdi ) ahmet ve gülden’in screen time’ın çoğunu almaları gibi onlar dışında hiçbir çiftin mutlu sonu olmaması da canımı sıkan unsurlardandı.

onun dışında genel olarak başarılı bulduğum bir yapım. özellikle seksenleri görmemiş jenerasyon için o dönem hakkında bi fikir edinmek için güzel bir araç bana kalırsa.

aylak adam

lisede bize zorla okutulan pek çok kitaptan biriydi ama ilginçtir ki hiçbir kitabın olamadığı kadar popüler olmuştu biz öğrenciler arasında. aşklar, ilişkiler, beklentiler, gerçekler ve hayatın türlü durumları hakkında toplu olarak bir sorgulamaya sokmuştu bizi. sınavdan önceki gün özet okuyup işini halledenlerden tutun; en serseri, en dersle işi olmayan kişi bile bitirmişti bu kitabı. benim de bilinç akışı tekniğine duyduğum ilgiyi başlatmıştır.

noktalı virgül

olmasaydı kendimi ifade edemezdim herhalde. mesajlaşırken bile kullanıyorum, başka bir sevda bizimkisi…

hala o restorandayım

taylor swift’in right were you left me şarkısına atıfta bulunarak ; bir durumda takılı kalıp oradan ilerleyememeyi, o anı aşamamayı ifade eder.

everything’s gonna be okay

beni gülümseten ve bir zamanlar comfort show’um olmuş olan dizi.

avusturalyalı, eşcinsel bir entomolog olan nicholas’ın, bir çocukken kendisini ve annesini amerika’da sevdiği kadın ve ondan olan otizimli çocuğunu tercih ederek terk etmiş olan babasını ziyaret etmesiyle başlıyor. bu ziyaretinde ise babası ona kanser olduğunun ve öleceğinin haberini vererek otizmli kızı mathilda ve diğer genç kızı genevieve’i ona emanet ediyor.

kendisi de her şeyin dalgasında olan nicholas bu gelişme ile birlikte bir anda ebeveyn olma yoluna çıkıyor ve bu kızlara kendi yöntemleriyle babalık etmeye çalışıyor. amerika’daki kısa ziyaretinde sadece bir hook up olmasını planladığı alex ise onun amerika’ya yerleşmesiyle erkek arkadaşı oluyor ve onun bu macerasına ortak oluyor.

adından da anlaşıldığı üzere biraz buruk ama aynı zamanda da güldüren bir dizi. özellikle yas gibi bir duygunun karmaşıklığının çok iyi hissettirildiğini düşünüyorum. mathilda üzerinden anlatılan otizm ise çok stereotipileştirme yapılmadan anlatılıyor. genevieve ve onun arkadaş grubu ile 12-13 yaşındaki kız çocuklarının iç dünyasının konu alındığı kısımlar ise en çok eğlendiğim bölümlerdendi.

ne yazık ki 2. sezonda bitti ama yine de hiç yoktan iyidir diyerek izlenmesini tavsiye ediyorum. şimdiden uyarıyorum gülmekten kıran ya da hüngür hüngür ağlatan bir dizi değil. neden bu kadar sevdiğimi ben bile anlamadım aslında ama sadece bu üç kardeşin babalarının cenazesi sonrası evlerini dolduran çiçeklerin yapraklarını havaya atıp dans ettikleri sahne bile beni çok evimde hissettirdi.

pembe highlighter

castle

ünlü bir polisiye yazarı richard castle ve onun, kitapları için gözlem yapma amacıyla peşine takıldığı dedektif kate beckett'ın maceralarını bize izleten 2009 çıkışlı polisiye dizisi.

ilk başlarda oldukça akıcı ilerleyor, özellikle esposito-ryan ikilisi ile kırıp geçiriyordu. sonlara doğru ise beckett-castle sahneleri bir türk dizisi edasıyla uzatıldığı ve dizi genel olarak saçmaladığı için eski tadını kaybetti benim için. katillerin de hep ilk başta ağlayan kurban yakını çıkması senaryosu da bir yerden sonra bıktırdı.

ama yine de izlenesi bir dizi. özellikle castle’ın kızı ve annesiyle olan ilişkisini izlemek keyifliydi.

askk

hemoglobin

miyoglobine benzeyen 4 tane monomerden oluşan, tetramerik bir proteindir. 4 tane hem ( prostetik grup ) ‘e sahip olduğu için tek bir hemoglobin 4 tane oksijen molekülü bağlayabilir/taşıyabilir. alpha ve beta alt üniteleri birbirlerine zayıf, kovalent olmayan bağlarla bağlanmıştır. oksijene olan ilgisi değişiklik gösterir ama bir fetüsün hemoglobininin oksijen ilgisinin bir yetişkininkinden daha fazla olduğu söylenebilir. amacı; miyoglobin gibi oksijeni depo etmek değil, taşımaktır. bunu da bohr etkisi ile gerçekleştirir.

oksijen doygunluğu grafiğine bakıldığında sigmoid bir eğriye sahip olduğu gözlemlenilebilir. oksijene olan doyum arttıkça oksijen ilgisi de artmaktadır. bu yüzden akciğerlerde ilgi fazlayken kaslardaki ilgi düşüktür.

gilmore girls

dizi hakkında bilmiyor olabileceğiniz bazı bilgiler :
-alexis bledel ( rory ) aslında kahveyi hiç sevmiyor. bu yüzden kahve sahnelerinde hep kola kullanmışlar.
-alexis bledel ve milo ventimiglia ( jess ) gerçek hayatta da bir süre çıkmışlar.
-edward herrmann ( richard ) alexis’i anlatırken onu audrey hepburn’e benzetmiş.
-lauren graham ( lorelai ) ve scott patterson ( luke ) rolleri için sigarayı bırakmış.

karga

insanların garip bulduğu bir şekilde sesini en çok sevdiğim kuş. bayılıyorum o kaba gaklamalarını duymaya. herhalde yıldız parkında geçen çocukluğuma götürdüğü için beni ya da sadece hoşuma gittiğinden…

can dostum

(bkz:a dog’s purpose)
(bkz:a dog’s journey)

ortaokul yıllarımda tekrar tekrar okuduğum, iki kitaptan oluşan kitap serisi. bir sokak köpeğinin ethan adlı bir çocuk tarafından sahiplenilmesi ve hayatını ona adaması ile başlar kitap ve bu köpeğin reankarnasyonla dünyaya geldiği her bir hayatında ethan’ı araması ile devam eder. çünkü ismi sürekli değişen, ama en çok bailey ismini benimsemiş olan, bu köpeğimizin amacı ethan’a göz kulak olmaktır ve bu amacını gerçekleştirmeden asla tam olarak ölemez.

ikinci kitapta ise ethan’ın isteği üzerine onun torunu cj’e göz kulak olmayı amaç edinir. bu kitap beni ilkine göre çok daha fazla etkilemişti. cj’in hikayesi; yalnızlığı, erkekler tarafından yaşadığı travmalar, yeme bozuklukları ve intihar girişimi ilk kitabın hüzünlü ama yine de toz pembe olan havasına nazaran çok daha realistti.

kısacası okumaya değer olduğunu düşünüyorum.

wattpad

ortaokulda bir arkadaşımın zoruyla katıldığım ve katıldıktan sonra da iyi ki katılmışım dediğim platform. zira ortaokulda, lisede ve üniversitede yazmış olduğum her bir hikayeyi içerisinde muhafaza ettiği için yazma becerilerimdeki gelişimi görebilmeme olanak sundu. bana kalırsa amatör yazarlar ve içinde yazma isteği barındıran her yaştan kişi için mükemmel bir uygulama.

yazar olarak değil de okur olarak bakıldığında ise yine memnun edici bir platform. elbette arada klişelere boğulmuş ve tabiri caizse ‘cringe’ olan pek çok kurgu var ama okurken beni resmen psikolojik olarak dağıtan ve klasik bir romandan bile daha çok etkileyen kurgular bulmak da mümkün.

yazarlara yayıncı bulma çilesi çektirmemesi, türk toplumunda tabulaşmış konuların da sansüre takılmadan işlenebilmesi, yazar ve okurun direkt iletişimde olabilmesi ve ekonomik olarak herhangi bir masraf istememesi de cherry on top diyebiliriz.

noktalı virgül

kimse kullanmaya cesaret edemiyor ben de imla kılavuzuna bakmama rağmen çekiniyorum. yerinde kullanan elittir.

momo



avatar ang’in hayvanlarından birisidir.

sizi anlatan bir taylor swift şarkısı

"i want auroras and sad prose
i want to watch wisteria grow right over my bare feet 'cause i haven't moved in years
and i want you right here
a red rose grew up out of ice frozen ground
with no one around to tweet it
while i bathe in cliffside pools
with my calamitous love and insurmountable grief"

hala o restorandayım

"you left me no choice but to stay here forever"

Toplam entry sayısı: 20

castle

ünlü bir polisiye yazarı richard castle ve onun, kitapları için gözlem yapma amacıyla peşine takıldığı dedektif kate beckett'ın maceralarını bize izleten 2009 çıkışlı polisiye dizisi.

ilk başlarda oldukça akıcı ilerleyor, özellikle esposito-ryan ikilisi ile kırıp geçiriyordu. sonlara doğru ise beckett-castle sahneleri bir türk dizisi edasıyla uzatıldığı ve dizi genel olarak saçmaladığı için eski tadını kaybetti benim için. katillerin de hep ilk başta ağlayan kurban yakını çıkması senaryosu da bir yerden sonra bıktırdı.

ama yine de izlenesi bir dizi. özellikle castle’ın kızı ve annesiyle olan ilişkisini izlemek keyifliydi.

1989 taylor's version

şarkılardan style ve shake it off’a ısınamadığım ama wildest dreams ve i know places’e de bayıldığım yeni ama aynı zamanda da eski taylor swift albümü.

sizi anlatan bir taylor swift şarkısı

mirrorball.
ilk dinlediğimde hüngür hüngür ağlamam da bu yüzdendi sanırım.

i’ve never been a natural; all i do is try, try, try, diyorum ve sözü size bırakıyorum.

gaslighting

a : gaslighting ne demek?
b : biliyorsun ne demek olduğunu, niye soruyorsun?
a : hayır bilmiyorum, ne demek?
b : saçmalama, biliyorsun tabii ki!
a : bilmiyorum ya!
b : bildiğini biliyorum, zorlama.
a : ulan gerçekten biliyor muyum acaba?

tam olarak budur.

roma imparatorluğu

şu sıralar popüler kültürde ‘akıldan çıkmayan şey’ anlamıyla kullanılıyor.

örneğin benim roma imparatorluğum, rosalind franklin’in hayatının çalışmasının watson&crick tarafından çalınmasıdır.

bu terimin çıkış hikayesi de sanırım erkeklerin düzenli olarak roma imparatorluğunu düşünmesiymiş.

1989 taylor's version

şarkılardan style ve shake it off’a ısınamadığım ama wildest dreams ve i know places’e de bayıldığım yeni ama aynı zamanda da eski taylor swift albümü.