pembe highlighter

Durum: 22 - 0 - 0 - 0 - 12.06.2024 20:35

Puan: 332 - Sözlük Kezbanı

1 yıl önce kayıt oldu. 13.Nesil Yazar.

Önemli bulduğu şeylerin üstünü pembe fosforlu kalemle çizmeyi seven bir kişi. { she/her }
  • /
  • 2

israil'in soykırım yapması

gmag in destekliyor olduğu durumdur, ne acı…

gmag

an itibarı ile engel yemiş olduğum ve herkese olayın iç yüzünü açıklayıp, yüzeysel aktivizmlerini ifşa etmek istediğim platformdur.

olay bir insta yorumuyla başladı. admin, lgbtq bireylerin yaşama hakkı ile ilgili bir post hazırlamış ve ben de altına postunu beğendiğimi fakat şu anki dünyada zulüm gören milletlerdeki lgbtq bireyleri destekleyen ya da israil gibi pinkwashing propagandası ile onların yaşama haklarını elinden alan devletleri kınayan herhangi bir yorum yapmamış/post hazırlamamış olduklarına dikkat çektim.

bu yorumumu ilk önce beğendi daha sonra ise sildi. bunun üzerine twitter’e başvurdum ve yaptıkları iki yüzlülüğü belki farkında olmadan yapmışlardır umudu ile onlara yönelik bir eleştiri twiti yazdım. ilk önce engel yedim daha sonra da ağlamaktan gülen emoji ile dalga geçildim.

bakın ben herhangi bir saygısızlık yapmadım; eşcinselliğin elit beyaz kesime ayrılmış bir olgu olmadığının, bu coğrafyalardaki insanların da adminin bahsetmiş olduğu bu yaşama hakkı ve varolma özgürlüğüne sahip olması gerektiğini savundum. ayrıca normal bir post da değildi bu altına yorum atmış olduğum, açık olarak aktivizme ayrılmış bir posttu, bu yüzdendi itirazım. bir aktivizm yapacak iseniz sadece kendiniz gibi görünenlere yönelik olmasındı amacım.

keşke yapabileceğim daha fazla şey olsaydı ve onlara bunun ne kadar yanlış bir tutum olduğunu, beni engellemekle bu zihniyetin bedeli olan iki yüzlülükten kurtulamayacaklarını söyleyebilseydim ama maalesef twitter platformum bunun için yeteri kadar geniş ve kitleli değil.

bir şekilde tepki göstermek istiyorum; yaşamak hepimizin hakkı demek, dalga geçtikleriniz kendi hayatları olan gerçek insanlar demek istiyorum ama maalesef sadece bir sözlük entry’si ile yetinmek zorunda kalıyorum… lütfen elinden gelen biri varsa benim yapamadığımı yapsın.

onur ayınız kutlu olsun.

( twitterda paylaştığım postta yazdığım yorumu ve bana vermiş olduğu tepkileri de bulabilirsiniz : https://x.com/itsmehiimelisa/status/1800...)

flowers are blooming in antarctica

iklim krizinin kritik bir boyuta ulaşması, zenginlerin gittikçe zenginleşmesi ve yoksulluğun tehlikeli boyutlara gelmesi ile tüm dünyaya artık zamanın geldiğini bildiren ve bizi elit sınıfa karşı bir ayaklanmaya çağıran devrim sloganı.

bu isyanı tetikleyen unsur (bardağı taşıran son damla da diyebiliriz), yakın zamanda ortaya atılan; antarktika'da çiçeklerin açmaya başladığı, dolayısıyla da ekosistemin çöküp dünyanın sonunun gelmesinin an meselsi olduğu iddiasıdır.

1989 taylor's version

şarkılardan style ve shake it off’a ısınamadığım ama wildest dreams ve i know places’e de bayıldığım yeni ama aynı zamanda da eski taylor swift albümü.

roma imparatorluğu

şu sıralar popüler kültürde ‘akıldan çıkmayan şey’ anlamıyla kullanılıyor.

örneğin benim roma imparatorluğum, rosalind franklin’in hayatının çalışmasının watson&crick tarafından çalınmasıdır.

bu terimin çıkış hikayesi de sanırım erkeklerin düzenli olarak roma imparatorluğunu düşünmesiymiş.

it'll pass

- i love you.
+ it'll pass.

fleabag'in en popüler sahnelerinden biri, aynı zamanda da en kalp kıran.

mun

açılımı model united nations olan; genellikle de lise çağındaki gençlerin takım elbise/ kalem etek giyip, süslenip farklı okullardaki konferanslara katılmasına olanak sağlayan lise (bazen de üniversite) oluşumudur.

birleşmiş milletler meclisi sürecini izleyerek belirlenmiş olan ajanda konusu üzerinde bir çözüm üretmeyi amaçlar mun. komite adı verilen ve üye sayısı değişen bu konferansın alt gruplarının pek çok çeşidi bulunur; eco-soc'ta çevre , security council'de güvenlik , sochum'da insan hakları, disec'te silahsızlandırma konuşulur ve bu liste böyle uzayıp gider.

komite bir chair ve bir co-chair ile yönetilir. bu chair'lar konuşma sırasını belirler, delegelere söz verir ve point of information'lara yani sorulan sorulara cevap verir.

delegeler; delegesi oldukları ülkenin politik duruşuna göre konuşma yapmak, oy kullanmak ve reso yazıp imzalamak zorundadırlar. örneğin lgbt+ hakları ile ilgili olan bir komitede suudi arabistan'ın delegeliği size verilmişse her ne kadar kişisel görüşünüz destekler biçimde olsa da desteklemeyen bir tutum sergilenmelidir. bu yüzden konferans boyunca delegeler i (ben) dili değil, we (biz) dili kullanırlar. ayrıca her söz başlarken, honorable chairs and follow delegates demek de bir nevi adettendir.

komitenin sonlarına doğru, ki genelde iki-üç gün sürer, delegeler aralarında gruplaşarak reso'larını yani resolution paper'larını yazarlar. bir komiteden en az iki reso çıkma zorunluluğu vardır. genellikle çin, suudi arabistan, katar ve burma bir grubun; hollanda, isviçre ve almanya da diğer grubun başını çeker ama delege sayısı fazlaysa bu iki polar grup da aralarında bölünerek 3-4'e kadar bile çıkabilir ortaya konan reso sayısı. her ne kadar resolar bu grubun delegelerinin ortak işi olması gerekse de macbook'u olan delege ve onun etrafına toplanmış bir-iki ilgili delege çoğu işi halledip main submitter/ co-submitter olur ve kendi arasında muhabbete dalmış diğer delegelere de signatory olmak ve resonun geçmesi için oy vermek düşer.

ın favor oy sayısı against oy sayısından fazla olan resolar geçer ve bir komiteden birden fazla reso geçmesi nadir ama olasıdır. hiçbir resonun geçmemesi durumunda ise komite iptal olur.

kısacası eğlenceli ve o genç haliyle insana sanki dünyaları değiştirebilirmiş gibi hissettiren bir oluşum. halbuki modern family dizisinde jay prichett'ın da dediği gibi ' gerçek birleşmiş milletler bile bir fark yaratmıyor. '

lisede iki yıl yapmıştım; düzenli olarak delege olmuş, okulun konferansında da chair'lık makamına erişince ayrı bir havalara girmiştim. şimdi bakınca çok önemli gelmiyor tabii ama o zaman için bir numaralı övünç kaynağım olmuştu.

bir siyaset bağımlısı olarak beni çok içine çekmişti mun. hem toplum önünde konuştura konuştura sosyal fobimi baltalamıştı hem de karşıt görüşte olduğum delegelerin konuşmalarındaki açıklarını araya araya ve bana yöneltilen soruları hızlı bir şekilde cevaplaya cevaplaya istemsizce tartışma potansiyelimi de aşırı derecede geliştirmişti. evde annemle babamla tartışırken bir süre susup düşünme arası verdiklerini bile bilirim dmncmdmn

uzun lafın kısası önünüze bir deneyimleme fırsatı çıkarsa bence kaçırılmaması gerekir. yeni insanlar tanıyıp güzel anılar biriktirmek için ideal bir yol. bana iki yıl fazlasıyla yetti ama; fazla kaçıran arkadaşlarım da var, kendileri şu anda uluslararası ilişkiler okuyor.

gaslighting

a : gaslighting ne demek?
b : biliyorsun ne demek olduğunu, niye soruyorsun?
a : hayır bilmiyorum, ne demek?
b : saçmalama, biliyorsun tabii ki!
a : bilmiyorum ya!
b : bildiğini biliyorum, zorlama.
a : ulan gerçekten biliyor muyum acaba?

tam olarak budur.

sizi anlatan bir taylor swift şarkısı

mirrorball.
ilk dinlediğimde hüngür hüngür ağlamam da bu yüzdendi sanırım.

i’ve never been a natural; all i do is try, try, try, diyorum ve sözü size bırakıyorum.

seksenler dizisi

sadece ilk sezonlarını izlediğim sonra da bozmaya başladığını fark edip hiç tadını kaçırmamak için bıraktığım dizi. çocukluğumda tekraralarıyla hiç eksik olmazdı televizyonumuzda ve ben izlediğim kadarıyla çok severdim. özellikle sağ-sol kavgalarında sol açık nevzat’ın ve seçil’in eşitlikçi laflarını dinledikçe erken yaştan tarafımı fark etmemi sağlamıştı.

karakterlerden özellikle rıza başkomiser, nevzat, seçil ve ergun plakı severdim. ergun plak’ın o renkli gömleklerini gördükçe de içim açılır, özenirdim o havasına. yalnız şunu da söylemek isterim ki dizi boyunca o dağ ayısı ahmet ve gülden’in ilişkisine odaklanılmasını sevmezdim; benim shiplerim ergun ve nazlı , çağatay ve seçil, bir de alper ve nevzat’tı ( evet kendileri ilk gay shipimdi ) ahmet ve gülden’in screen time’ın çoğunu almaları gibi onlar dışında hiçbir çiftin mutlu sonu olmaması da canımı sıkan unsurlardandı.

onun dışında genel olarak başarılı bulduğum bir yapım. özellikle seksenleri görmemiş jenerasyon için o dönem hakkında bi fikir edinmek için güzel bir araç bana kalırsa.

aylak adam

lisede bize zorla okutulan pek çok kitaptan biriydi ama ilginçtir ki hiçbir kitabın olamadığı kadar popüler olmuştu biz öğrenciler arasında. aşklar, ilişkiler, beklentiler, gerçekler ve hayatın türlü durumları hakkında toplu olarak bir sorgulamaya sokmuştu bizi. sınavdan önceki gün özet okuyup işini halledenlerden tutun; en serseri, en dersle işi olmayan kişi bile bitirmişti bu kitabı. benim de bilinç akışı tekniğine duyduğum ilgiyi başlatmıştır.

noktalı virgül

olmasaydı kendimi ifade edemezdim herhalde. mesajlaşırken bile kullanıyorum, başka bir sevda bizimkisi…

hala o restorandayım

taylor swift’in right were you left me şarkısına atıfta bulunarak ; bir durumda takılı kalıp oradan ilerleyememeyi, o anı aşamamayı ifade eder.

everything’s gonna be okay

beni gülümseten ve bir zamanlar comfort show’um olmuş olan dizi.

avusturalyalı, eşcinsel bir entomolog olan nicholas’ın, bir çocukken kendisini ve annesini amerika’da sevdiği kadın ve ondan olan otizimli çocuğunu tercih ederek terk etmiş olan babasını ziyaret etmesiyle başlıyor. bu ziyaretinde ise babası ona kanser olduğunun ve öleceğinin haberini vererek otizmli kızı mathilda ve diğer genç kızı genevieve’i ona emanet ediyor.

kendisi de her şeyin dalgasında olan nicholas bu gelişme ile birlikte bir anda ebeveyn olma yoluna çıkıyor ve bu kızlara kendi yöntemleriyle babalık etmeye çalışıyor. amerika’daki kısa ziyaretinde sadece bir hook up olmasını planladığı alex ise onun amerika’ya yerleşmesiyle erkek arkadaşı oluyor ve onun bu macerasına ortak oluyor.

adından da anlaşıldığı üzere biraz buruk ama aynı zamanda da güldüren bir dizi. özellikle yas gibi bir duygunun karmaşıklığının çok iyi hissettirildiğini düşünüyorum. mathilda üzerinden anlatılan otizm ise çok stereotipileştirme yapılmadan anlatılıyor. genevieve ve onun arkadaş grubu ile 12-13 yaşındaki kız çocuklarının iç dünyasının konu alındığı kısımlar ise en çok eğlendiğim bölümlerdendi.

ne yazık ki 2. sezonda bitti ama yine de hiç yoktan iyidir diyerek izlenmesini tavsiye ediyorum. şimdiden uyarıyorum gülmekten kıran ya da hüngür hüngür ağlatan bir dizi değil. neden bu kadar sevdiğimi ben bile anlamadım aslında ama sadece bu üç kardeşin babalarının cenazesi sonrası evlerini dolduran çiçeklerin yapraklarını havaya atıp dans ettikleri sahne bile beni çok evimde hissettirdi.

pembe highlighter

castle

ünlü bir polisiye yazarı richard castle ve onun, kitapları için gözlem yapma amacıyla peşine takıldığı dedektif kate beckett'ın maceralarını bize izleten 2009 çıkışlı polisiye dizisi.

ilk başlarda oldukça akıcı ilerleyor, özellikle esposito-ryan ikilisi ile kırıp geçiriyordu. sonlara doğru ise beckett-castle sahneleri bir türk dizisi edasıyla uzatıldığı ve dizi genel olarak saçmaladığı için eski tadını kaybetti benim için. katillerin de hep ilk başta ağlayan kurban yakını çıkması senaryosu da bir yerden sonra bıktırdı.

ama yine de izlenesi bir dizi. özellikle castle’ın kızı ve annesiyle olan ilişkisini izlemek keyifliydi.

askk

hemoglobin

miyoglobine benzeyen 4 tane monomerden oluşan, tetramerik bir proteindir. 4 tane hem ( prostetik grup ) ‘e sahip olduğu için tek bir hemoglobin 4 tane oksijen molekülü bağlayabilir/taşıyabilir. alpha ve beta alt üniteleri birbirlerine zayıf, kovalent olmayan bağlarla bağlanmıştır. oksijene olan ilgisi değişiklik gösterir ama bir fetüsün hemoglobininin oksijen ilgisinin bir yetişkininkinden daha fazla olduğu söylenebilir. amacı; miyoglobin gibi oksijeni depo etmek değil, taşımaktır. bunu da bohr etkisi ile gerçekleştirir.

oksijen doygunluğu grafiğine bakıldığında sigmoid bir eğriye sahip olduğu gözlemlenilebilir. oksijene olan doyum arttıkça oksijen ilgisi de artmaktadır. bu yüzden akciğerlerde ilgi fazlayken kaslardaki ilgi düşüktür.

gilmore girls

dizi hakkında bilmiyor olabileceğiniz bazı bilgiler :
-alexis bledel ( rory ) aslında kahveyi hiç sevmiyor. bu yüzden kahve sahnelerinde hep kola kullanmışlar.
-alexis bledel ve milo ventimiglia ( jess ) gerçek hayatta da bir süre çıkmışlar.
-edward herrmann ( richard ) alexis’i anlatırken onu audrey hepburn’e benzetmiş.
-lauren graham ( lorelai ) ve scott patterson ( luke ) rolleri için sigarayı bırakmış.

karga

insanların garip bulduğu bir şekilde sesini en çok sevdiğim kuş. bayılıyorum o kaba gaklamalarını duymaya. herhalde yıldız parkında geçen çocukluğuma götürdüğü için beni ya da sadece hoşuma gittiğinden…
  • /
  • 2

gmag

kesişimsellik tartışmalı bir konu, bu konuda gereğince yoğunlaşamadım ve hakkıyla tartışmalara da rastlayamadım o yüzden buraya dair net bir şey diyemem.

ancak konunun kendisi içerisinde kimilerinin iddia ettiği üzere hatalı yanlar olsa bile burada meseleyi yeniden düşündürecek bir sonuçla karşılaşıyoruz. bugünün dünyasında ataerki, mizojini, militarizm, ırkçılık ve dahası faşizmin kendisi birbiriyle uyuşarak ilerliyor ve tabiki de bu paketin içerisinden homofobi de geliyor, lgbti+ hakları da israil devleti açısından "ortadoğu bataklığında açılmış bir nilüfer" imasıyla dışarıya satılıyor. oysaki aşırı sağa kadar bilimum unsurun olduğu bir iktidar aygıtı ve militarizmin kültür haline geldiği bir toplum yapısının içerisinden gerçek anlamda lgbti+ dostu bir anlayış ve toplum yapısı çıkmaz.

bunu göremeyen dostlar kendi içlerinde hayallere saplandıklarıyla kalacaklar, şayet aşırı sağın şaha kalktığı bir batıda hala ulaşılacak bir ütopya bulabiliyorlarsa bir şey diyemem tabi.

noktalı virgül

kimse kullanmaya cesaret edemiyor ben de imla kılavuzuna bakmama rağmen çekiniyorum. yerinde kullanan elittir.

momo



avatar ang’in hayvanlarından birisidir.

Toplam entry sayısı: 22

gmag

an itibarı ile engel yemiş olduğum ve herkese olayın iç yüzünü açıklayıp, yüzeysel aktivizmlerini ifşa etmek istediğim platformdur.

olay bir insta yorumuyla başladı. admin, lgbtq bireylerin yaşama hakkı ile ilgili bir post hazırlamış ve ben de altına postunu beğendiğimi fakat şu anki dünyada zulüm gören milletlerdeki lgbtq bireyleri destekleyen ya da israil gibi pinkwashing propagandası ile onların yaşama haklarını elinden alan devletleri kınayan herhangi bir yorum yapmamış/post hazırlamamış olduklarına dikkat çektim.

bu yorumumu ilk önce beğendi daha sonra ise sildi. bunun üzerine twitter’e başvurdum ve yaptıkları iki yüzlülüğü belki farkında olmadan yapmışlardır umudu ile onlara yönelik bir eleştiri twiti yazdım. ilk önce engel yedim daha sonra da ağlamaktan gülen emoji ile dalga geçildim.

bakın ben herhangi bir saygısızlık yapmadım; eşcinselliğin elit beyaz kesime ayrılmış bir olgu olmadığının, bu coğrafyalardaki insanların da adminin bahsetmiş olduğu bu yaşama hakkı ve varolma özgürlüğüne sahip olması gerektiğini savundum. ayrıca normal bir post da değildi bu altına yorum atmış olduğum, açık olarak aktivizme ayrılmış bir posttu, bu yüzdendi itirazım. bir aktivizm yapacak iseniz sadece kendiniz gibi görünenlere yönelik olmasındı amacım.

keşke yapabileceğim daha fazla şey olsaydı ve onlara bunun ne kadar yanlış bir tutum olduğunu, beni engellemekle bu zihniyetin bedeli olan iki yüzlülükten kurtulamayacaklarını söyleyebilseydim ama maalesef twitter platformum bunun için yeteri kadar geniş ve kitleli değil.

bir şekilde tepki göstermek istiyorum; yaşamak hepimizin hakkı demek, dalga geçtikleriniz kendi hayatları olan gerçek insanlar demek istiyorum ama maalesef sadece bir sözlük entry’si ile yetinmek zorunda kalıyorum… lütfen elinden gelen biri varsa benim yapamadığımı yapsın.

onur ayınız kutlu olsun.

( twitterda paylaştığım postta yazdığım yorumu ve bana vermiş olduğu tepkileri de bulabilirsiniz : https://x.com/itsmehiimelisa/status/1800...)

castle

ünlü bir polisiye yazarı richard castle ve onun, kitapları için gözlem yapma amacıyla peşine takıldığı dedektif kate beckett'ın maceralarını bize izleten 2009 çıkışlı polisiye dizisi.

ilk başlarda oldukça akıcı ilerleyor, özellikle esposito-ryan ikilisi ile kırıp geçiriyordu. sonlara doğru ise beckett-castle sahneleri bir türk dizisi edasıyla uzatıldığı ve dizi genel olarak saçmaladığı için eski tadını kaybetti benim için. katillerin de hep ilk başta ağlayan kurban yakını çıkması senaryosu da bir yerden sonra bıktırdı.

ama yine de izlenesi bir dizi. özellikle castle’ın kızı ve annesiyle olan ilişkisini izlemek keyifliydi.

1989 taylor's version

şarkılardan style ve shake it off’a ısınamadığım ama wildest dreams ve i know places’e de bayıldığım yeni ama aynı zamanda da eski taylor swift albümü.

israil'in soykırım yapması

gmag in destekliyor olduğu durumdur, ne acı…

gmag

an itibarı ile engel yemiş olduğum ve herkese olayın iç yüzünü açıklayıp, yüzeysel aktivizmlerini ifşa etmek istediğim platformdur.

olay bir insta yorumuyla başladı. admin, lgbtq bireylerin yaşama hakkı ile ilgili bir post hazırlamış ve ben de altına postunu beğendiğimi fakat şu anki dünyada zulüm gören milletlerdeki lgbtq bireyleri destekleyen ya da israil gibi pinkwashing propagandası ile onların yaşama haklarını elinden alan devletleri kınayan herhangi bir yorum yapmamış/post hazırlamamış olduklarına dikkat çektim.

bu yorumumu ilk önce beğendi daha sonra ise sildi. bunun üzerine twitter’e başvurdum ve yaptıkları iki yüzlülüğü belki farkında olmadan yapmışlardır umudu ile onlara yönelik bir eleştiri twiti yazdım. ilk önce engel yedim daha sonra da ağlamaktan gülen emoji ile dalga geçildim.

bakın ben herhangi bir saygısızlık yapmadım; eşcinselliğin elit beyaz kesime ayrılmış bir olgu olmadığının, bu coğrafyalardaki insanların da adminin bahsetmiş olduğu bu yaşama hakkı ve varolma özgürlüğüne sahip olması gerektiğini savundum. ayrıca normal bir post da değildi bu altına yorum atmış olduğum, açık olarak aktivizme ayrılmış bir posttu, bu yüzdendi itirazım. bir aktivizm yapacak iseniz sadece kendiniz gibi görünenlere yönelik olmasındı amacım.

keşke yapabileceğim daha fazla şey olsaydı ve onlara bunun ne kadar yanlış bir tutum olduğunu, beni engellemekle bu zihniyetin bedeli olan iki yüzlülükten kurtulamayacaklarını söyleyebilseydim ama maalesef twitter platformum bunun için yeteri kadar geniş ve kitleli değil.

bir şekilde tepki göstermek istiyorum; yaşamak hepimizin hakkı demek, dalga geçtikleriniz kendi hayatları olan gerçek insanlar demek istiyorum ama maalesef sadece bir sözlük entry’si ile yetinmek zorunda kalıyorum… lütfen elinden gelen biri varsa benim yapamadığımı yapsın.

onur ayınız kutlu olsun.

( twitterda paylaştığım postta yazdığım yorumu ve bana vermiş olduğu tepkileri de bulabilirsiniz : https://x.com/itsmehiimelisa/status/1800...)

israil'in soykırım yapması

gmag in destekliyor olduğu durumdur, ne acı…

sizi anlatan bir taylor swift şarkısı

mirrorball.
ilk dinlediğimde hüngür hüngür ağlamam da bu yüzdendi sanırım.

i’ve never been a natural; all i do is try, try, try, diyorum ve sözü size bırakıyorum.

gaslighting

a : gaslighting ne demek?
b : biliyorsun ne demek olduğunu, niye soruyorsun?
a : hayır bilmiyorum, ne demek?
b : saçmalama, biliyorsun tabii ki!
a : bilmiyorum ya!
b : bildiğini biliyorum, zorlama.
a : ulan gerçekten biliyor muyum acaba?

tam olarak budur.

roma imparatorluğu

şu sıralar popüler kültürde ‘akıldan çıkmayan şey’ anlamıyla kullanılıyor.

örneğin benim roma imparatorluğum, rosalind franklin’in hayatının çalışmasının watson&crick tarafından çalınmasıdır.

bu terimin çıkış hikayesi de sanırım erkeklerin düzenli olarak roma imparatorluğunu düşünmesiymiş.