uzun zamandır yazmak istediğim başlık. kısmet bugüneymiş. konu erkekler olunca tipim yok. genç-yaşlı-ten rengi-zayıf-şişman-kaslı demeden çoğundan hoşlanıyorum, kısacası bir tipim yok. birlikte oluğum erkeklerin yaşı 17-72 arasında boy 150-210 arasında kilo 50-200 arasında, pasaport 50'den fazla şekline. hayatımın bir kısmını da tam bir slut olarak yaşadığım da bir giz değil. neyse, konu bu değil, gel-git 30lu yaşlarımın sonunda kendimden 20 yaş büyük bir adama aşık oldum, hadi bu yetmedim, herifin evlenme teklifine de salya sümük evet dedim. burada yazacamayacağım kadar özel bir teklifti. eşime 2016'da montreal'de geçirdiğim kısa 3 günde tanıştığımızda aşık olmadım. kinky yanlarıma iyi geliyordu. neyse. hayatımın en güzel yılı olan 2016'dan sonra en zorlu yıllarından 2017'in geleceğinden hiç haberim yok. rené ben hiç bırakmadı. o zorlu zamanımda hep yanımda oldu. mozambik'te yaşadığım 1.5 yıl boyunca hep bir telefon uzağımdaydı. beni dinledi. neyse gel zaman git zaman kanada'ya geldim yerleştim. covid oldu falan. adam beni yavaş yavaş kendine aşık etti. onun olmadığı bir hayatı, ona sarılıp uyumadığım bir geceyi hayal bile etmek istemiyorum. ancak bir gerçek var, benden 20 yaş büyük. tip 1 diyabet hastası. 61 yaşında. benimle ne kadar birlikte olacak? neyse ki sağlığı 55 yıldan uzun süredir tip 1 diyabet hastası olan biri için çok iyi olsa da, iç organları 61 değil belki 81 yaşında biri kadar tahribat görmüş. bunlar yadırgayamayacağım gerçekler. onu o kadar çok seviyorum, ona o kadar çok bağımlıyım ki... minicik bir adada, dağ başında yapayalnız yaşıyoruz. şu an ondan başka kimsem yok. en yakınmdaki ablam, arkadaşlarım toronto'da benden 2000 km uzakta. ha bu adaya taşınma fikri tamamen benim, yavaş yavaş kafasına işleyip de ikna ettim. hayatı yavaşlattım. çünkü onunla geçireceğim zaman maalesef sonsuz değil. toronto'nun saçma sapan hayhuyuyla, aptal şehir kaosuyla onunla geçireceğim kısıtlı zamanı katletmek istemedim. cennet parçası bir yere aldım getirdim, kısacası pamuklara sardım. bu entari istediğim gibi olmadı. kafamda beylik paragraflar kurmuş olsam da, olduğu gibi parmaklarıma geleni yazdım onlar yerine. özetle. kendinizden büyük bir herifi sevin, beraber olun, ama o herifin, o hiç istemese de bir gün sizi bırakıp gideceği gerçeğine, 50'li yaşlarınızda yalnız kalacağınız gerçeğine kendinizi hazırlayın. hayat, ilişkiler, sürprizler. kimin ne zaman öleceği hiç belli değil, kiloluyum, bakarsın yarın ben kalp krizi geçirip onu yalnız bıramışım. olur mu olur. o yüzden eğer seviyorsanız arkanıza bakmayın. öününüze bakın ve o adamla birlikte olun. ama önünüzdeki yılların yaşıtınız biriyle olacağından çok daha kısa olduğunu bilincinde, hayatı her anının dolu dolu yaşayarak onunla birlikte olun. benim için dolu dolu yaşamak, uzak bir adaya taşınıp doğayla iç içe sessiz bir yaşamı seçmek oldu, siz kendinizin ve onun ne istediğini düşünerek yapın seçimlerinizi.
maksim gazinosu'nda assolist olarak da çıkan bir dönemin alaturka tsm assolisti. hamam olayı ile aklımda kalandır.
isimden zerrin özer'i görünümden nil burak ve emel sayın'ı andıran berrin'in sanat hayatı uzun soluklu olmamıştır.
1982 yılında trt'de yayına katılmak istemiş kıyafeti fazla dekolte bulunmuş, çözüm olarak kıyafet dikilmiştir. bu da açık bulununca berrin'in dekolte kısmı boya ile boyanmış, kadının vücuduna işleyen boya ancak hamamda çıkarılabilmiştir.
tesadüfen elime geçen bir plak sayesinde tanıdığım türkücü. hakkında hiçbir bilgi bulunmuyor.
türkücü olmasına rağmen aşırı rock n rolla bir havası var. eşcinsel olup olmadığını merak ettim araştırdım ama bir bulguya rastlayamadım. 70lerde almanya'da yaşayan birine ulaşıp o dönem almanya'da konser verdiği bilgisine ulaştım.
bence en iyi bülent ersoy albümü. sembol plak şirketini batmaktan kurtaran albüm. bülent ersoy'un kâbus gibi zamanlar yaşadığı 1984 yılında yayınlanan bir plak. flemenkodan, senfonik müziğe, analog arabeskten, canlı kayıt alaturkaya, hatta grek tavernaya kadar ne ararsan var. çok sağlam çok sıkı. her şarkısının introsu ayrı bir baş yapıt. of of 'bir gönül sayfası'nın introsu diyorum. ayrıca bülent ersoy'a uygulanan sayısız yasağa rağmen bu kadar iyi bir işin ortaya çıkması da çok enteresan. plak bülent ersoy'un, zeki müren'in kendisinden çaldığını beyan ettiği muzaffer özpınar şarkısı yaşamak istiyorum ile başlar.
albümde yer alan şarkılar daha sonra müslüm gürses, zerrin özer, ferdi özbeğen, mine koşan, samime sanay olmak üzere sayısız isim tarafından tekrar yorumlanmıştır.
bülent ersoy'a tr sınırları içinde uygulanan ambargo nedeniyle ersoy yurtdışında 1984 yılında aynı isimde bir de film çevirmiştir.
hayatta hiç kimseye tabiri caizse yürümedim. genelde sinyal yakardım en fazla, karşıya fırsat verirdim. bu konuda iyiyim. şimdi ilk defa birine yürüyorum ve elimi yüzüme bulaştırdım. hafta sonu kaçırayım seni diye bolu'ya getirdim. her zaman izlediğim rotasyonda herifi gezdiriyorum ama resmen bro gibi takılıyoruz. o da aşırı utangaç biri mesela, konuşmuyor falan hiç. bana da bir şey oldu mevzuya giremedim. en son gözlemeciye gidelim dedi, baktım aşırı yorgun çok oturmadık otele geçtik. şimdi sessiz sessiz daldı canını yediğim. delik başında bekleyen kediler gibi bekliyorum resmen uyanmasını ahaha bu zamana kadar ilişkide ağırdan alan naz yapan biraz burun sürttüren taraf ben oldum hep ve şu an hayatımdaki benimle ilişkilenmiş erkeklere bu açıdan saygı duydum, çabalamak zor işmiş. bir de midende kelebekler uçuran, önünüzü görebildiğin, hayatı paylaşmak için can attığın biriyle bir şeylere başlamak lego dizmek gibi bir şeymiş. uzun zamandır tatmamıştım bu hissi, özlemişim, çok güzel bir his.
üzerinden 1 yıl geçmesine rağmen hala yaraların "inatla" sarılmadığı, insanların çadırkentlerde ve prefabrik konteynerlarda yaşadığını görünce, canım ülkemde insan canının ne kadar değersiz olduğu anlaşılıyor..