albüm hikayesiyle öyle özdeş ki, hikayesini bilmeden dinlemek albüme haksızlık olur.
justin vernon, kurduğu müzik grubunun dağılmasıyla beraber 2006 yılının başlarında müziğe küsüyor. aynı zamanda mononükleöz karaciğer hastalığı tanısıyla beraber alkolü hayatından çıkarması gerektiği bir dönemde. ve tüm bu olaylarla ortaklaşan zamanda kız arkadaşıyla da ayrılıyor. vernon o zamanlar raleigh'de yaşıyor, her şeyin böyle üst üste gelmesi üzerine babasıyla çocukken inşa ettikleri wisconsin'de bir orman evine yerleşiyor ve herkesten izole hem ruhen hem bedenen iyileşmeye çalışıyor. ancak müzikten uzak kalamıyor ve bu süreci sadece yazarak ve müzik yaparak geçirmek için eve bir home studio kuruyor.
böylece, tarihin en iyi folk albümlerinden biri olan "for emma, forever ago" ortaya çıkıyor. albümü dinlerken o ormanın içindeki küçük kabinin kasvetini hissediyorsunuz. kelimeler çok dağınık, cümleler yer yer bütün halinde anlamsız. bilinç akışı halinde yazılmış. aslında iyileşmeye çalışan bir adamın çığlıkları müziğe dönüşüyor.
albümden daha önce muhtemelen skinny love'ı duymuş olabilirsiniz, ancak albümün belki de en güçsüz şarkısı o. bir hazine yatıyor orada.
albümün adında geçen emma, eski sevgilisine bir gönderme belki ama ((bkz:sarah emma jensen)), kendisi böyle tanımlansın istemiyor. emma ismi sorulduğunda; "emma is not a person; emma is a place that you get stuck in; emma is a pain that you cannot erase." diyor.
"fit it all, fit it in the doldrums
or so the story goes
color the era film it as historical"
"only love is all maroon"
"saw death on a sunny snow
for every life
forgo the parable seek the light
my knees are cold
running home, running home, running home"
vardır; renktaşlarımızın iran'da molla hakimiyeti altında korkunç bir hayat yaşadığı ortada, ama her şeye rağmen, size rağmen varlar ve var olacaklar.
cambridge üniversitesinin psychological medicine dergisinde gezinirken denk geldiğim bir araştırmayı paylaşacağım: iranlı gay erkeklerdeki mental hastalık semptomları ve intihar eğilimi.
dergiye ve makaleye 36 dolar karşılığında ulaşılabiliyor ancak bilimin deliklerden sızma gibi bir huyu vardır. dolayısıyla size sci hub üzerinden ücretsiz ulaşmanız için link bırakıyorum, ben özetleyeceğim makaleyi ancak okuma yapmak isteyenler buradan ulaşabilir: https://sci-hub.se/https://www.cambridge...
makale 2019 yılında yayınlanmış, 2021 yılında da revize edilerek dergiye kabul almış. özellikle iran'ın seçilme nedeni malum hükümet ve burada gay erkeklerdeki yüksek intihar oranı. çalışma iran'da gizlilikle yürütülüyor 18-49 yaş aralığında hayatın farklı segmentlerinde yaşayan 213 gay erkeğe ulaşılıyor. bu erkeklerden 8'i bir kadınla evli.
araştırmaya göre bu erkeklerin %9,86 ciddi anksiyete sahibi. yine %3,29'luk oranda ciddi somatizasyon bulguları var. %33 oranında depresyon belirtileri gösteriyorlar.
katılımcıların %20'ye yakını intihar düşüncesine sahip, %7,51'i intihar tehditinde bulunmuş ve %1,88'i daha önce girişimde bulunmuş.
genç gay erkeklerin yaş almış gay erkeklere göre mental problemlere ve intihara daha yatkın olduğu da çalışmada yer alıyor.
iran'ın erkek popülasyonunda -10 yaş ve üzeri erkekler için- mental problem yaşayanların oranı %19 iken gay erkeklerde bu oran %40.
normal bir popülasyona ve diğer ülkelere kıyasla iran bu konuda başı çekiyor.
iran'da eşcinsel olmak nasıl bir deneyim bilemem. ama bu pezevenk mollalara rağmen var olan, var olmaya çalışan herkesle gurur duyuyorum. zaten yaşayacağımız altı üstü 60 70 sene, onu da bu aptallar yüzünden kimimiz mental sorunlarla boğuşarak geçiriyor.
kolay değil, böyle bir ülkede var olmaya çalışıyorlar:
15 yıl önce iranlı bir gayle yapılan kısa bir video bırakıyorum, tahayyül edemiyorum böyle yaşamak zorunda olmayı, zorunda kalmayı. ama bizim hayal bile edemeyeceğimiz şeyler bazılarının gerçeği.
uluslararası anal neoplazi derneği(ians)nin birkaç ay önce yayınladığı bir guideline var. men who sex with men gibi human papilloma virüsü (hpv) ile bulaş açısından yüksek risk gruplarında olan bizler için eskiye göre değişen bilgiler var, bu yazıda anal kanseri taraması hakkında bu güncel değişikliklerden bahsedeceğim. aynı zamanda sözlükte böyle bir metin dursun istiyorum. daha detaylı okuma yapmak isteyenler için aşağıya derneğin makalesini ekleyeceğim.
en basit haliyle şöyle bir diyagramımız var elimizde:
yazının öznesi risk a grubunda olan kişiler yani:
hiv + homoseksüel 35 yaş üzeri erkekler, hiv + 35 yaş üzeri transgender kadınlar, hiv+ olup da erkeklerle cinsel ilişkide bulunmayan 45 yaş erkekler, hiv + 45 yaşın üzerindeki kadınlar.
vulva displazisi veya kanseri taşıyanlar, hiv + olmayan transgender 45 yaş üstü kadınlar, hiv+ olmayan 45 yaş üstü homoseksüel erkekler.
bu risk gruplarında birindeyseniz 100000’de 17 anal kanser olma riski taşıyorsunuz demektir. tarama olarak yapılması gerekenler; dijital rektal ve anal muayene + anal sitoloji örneği alınması ve/veya anal smear testi alınması. eğer bu testler normal gelirse 1-2 yıllık tarama rutinine devam edilmesi; anormal bir sonuç gelirse yüksek çözünürlüklü anoskopi yapılması gerekiyor.
değişen ne: eskiden hiv – homoseksüel erkeklerde ve transgender kadınlarda tarama rutinine sokmak için 55 yaşı baz alıyorduk, artık her yerde bu yaş 45’e indirilmiş durumda.
ve hiv – olan transgender kadınlarda ve homoseksüel erkeklerde 60 yaş üzerinde kanser insidansı eskiye göre artmış durumda. (64/100000)
peki ne zaman şüphelenelim, ne zaman doktora görünelim?
aslında doğru olan anal sekste pasif roldeki homoseksüel her erkeğin 35 yaşından sonra bu rutine girmesi. ancak ülkemizde böyle bir açılım için birkaç on yıl daha geçmesi gerekiyor. yine de potansiyel bir hasta ve risk grubunda olan kişiler olarak bilinçlenip en azından semptom takibi yapıp en kısa zamanda aksiyon almalıyız. hiv testlerini zaten rutinde yaptırıyoruzdur diye düşünüyorum. yine en azından bu testleri düzenli yaptırmak için kendimize 35 yaş kotası koymakta fayda var çünkü risk bir anda üç dört katına çıkıyor.
allert olmamız gereken semptomlar: anal kanama, tuvalet alışkanlıklarının değişmesi, kasık ve makatta lenf bezlerinde şişlik, tekrarlayan anal siğil, anüs çevresinde ağrılı şişlikler, anal akıntı, pelvik radyasyon öyküsü, uzun süreli perianal fistül varlığı, anal bölgede açık yara, bağışıklık sistemini baskılayan ilaç kullanmak(kemoterapi alan homoseksüel bireyler, organ nakli yapılmış hastalar…) , gece atlet değiştirecek denli yoğun terleme, istemsiz kilo kaybı (ayda %10 ve fazlası).
anal kanserden korunmak için neler yapılabilir? sigarayı bırakmanın insidansı gözle görülür oranda düşürdüğü gözlenmiş. uzun süreli partneriniz bile olsa her anal ilişkide kondom kullanmak elzem, kondom riski sıfırlamaz ancak yüksek oranda düşürür. semptom takibi yapmak ve bu semptomlar gözlenirse doktora başvurmak en önemli adım.
ülkemizde anal kanser tedavisi epey başarılı. radyoterapi ve kemoterapi yapıyoruz, çok nadir durumlarda kolostomi (bağırsağı karın duvarına açarak torba bağlanması) yapıyoruz.
eğer böyle semptomlarınız varsa veya test rutinine girmek istiyorsanız iletişim bilgileri vereceğim oradan türk kolon ve rektum cerrahisi derneğine ulaşabilir bilgi alabilirsiniz. ve tüm bu yazının en can alıcı noktası şu: utanmayın.
gördüğüm ileri evre artık tedavi şansı kalmayan veya çok az olan kişilerin ortak noktası şu cümleyi kurmalarıydı ‘’utandım’’. utanılacak bir şey yok, lütfen yardım talep etmekten çekinmeyin.
hakkı verilmemiş kenarda köşede sızmış şarkılara sahip gruptur. bunlardan biri, benim için en özeli, dinlerken ruhumla sevişen vanderlyle crybaby geeks. eğer bir gün ölümüm kendi elimden olursa bu muhtemelen bedenimi bir denizin bucaksız kollarına bırakmamla olacak ve giderken bu şarkıyı dinleyeceğim.
"all the very best of us string ourselves up for love"
"the water's a-rising
there's still no surprising you
vanderlyle crybaby cry
man, it's all been forgiven
swans are a-swimmin' "
şarkı, aynı zamanda 2010 çıkışlı albümleri high violet'ın kapanışını yapıyor.
şarkının justin vernon'ın da eşlik ettiği şöyle bir canlı performansı var. hayatta en çok beğendiğim üç erkek aynı sahnede. matt berninger, aaron dessner ve justin. ne kadar küçükler ya burada.
volatil alkil nitrit. yan etkileri bilinse kimsenin yanından geçmeyeceğini düşündüğüm zehir. sol frame'de görünce sözlüğün doktorlarından biri olarak birkaç şey yazma gereği hissettim. en azından burada dursun istiyorum.
dermatoloji rotasyonumda poppers'ın aynı etken maddeli bir muadilinin kullanımı sonrası dermatit geliştiren bir hasta görmüştüm.
özellikle fransa, amerika ve kanada'da kullanımı yaygın. pmc'ye göre amerika'da genel popülasyonun %3,3'ü, gaylerin ise %35,1'i hayatlarında en az bir kez kullanmış. çalışmalar özellikle 2020-2024 arasında artmış. en çok kullanım bizim camiada olduğu için de çalışmalar msm (men who sex with men)'ler üzerine yoğunlaşmış.
yazının sonuna birkaç makale bırakıyorum, daha detaylı okumak isteyenler mutlaka baksın. başlıyorum:
klinikte en çok gördüğümüz etkisi dermatit. halk diliyle deri egzeması. hatta o kadar çok görülmüş ki "poppers dermatiti" olarak literatüre bile geçmiş. benim de internlüğümde gördüğüm bir vaka olmuştu böyle. derinin daha çok katlantı bölgelerinde görülmekle birlikte, en yaygın kullanım yolu olan burunda da görülmüş, nazal dermatit olarak raporlanmış hastalar var. lezyonun fotoğrafını koyuyorum ancak hassas içerik olabileceği için spoiler olarak koyacağım.
spoiler!
ikinci en sık gördüğümüz klinik; makülopati. spektral optik koherens tomografi çekildiğinde foveolar bölgedeki retinanın dış katmanlarının spesifik yapısal bozukluklarının yanı sıra multifokal ve ganzfeld elektroretinografi okumalarında da değişiklikler izlenmiş. yani kısacası; gözümüzü içten içe eriten bir şey. kullanmamak için büyük motivasyonlardan diye düşünüyorum. fundus görüntülemesini koyuyorum, her iki foveada ayrı vitelliform lezyonlar var.
yine başka bir hastanın görüntülemesi, lezyon çok açık:
bir diğer ölümcül etkisi, methemoglobinemiye sebep olması. yani vücudumuzda dokulara oksijen taşıyan hemoglobinin yapısını bozarak dokuların oksijenlenmesini bozuyor. bu da organların kanlanmaması, çalışmasının bozulması ve yetmezliğe kadar ilerliyor. fransa'da methemoglobinemi ile gelen 4 hastanın 1'inde sebep poppers kullanımıymış.
toparlarsam, özellikle gözdeki geri döndürülemez etkisi ve methemoglobinemi yapıcı mekanizmasıyla kullanılmaması gerektiği görüşündeyim. en azından bu bir alışkanlık haline gelmemeli. kabul ediyorum, anal kasları bu kadar relakse edici bir madde olması sekslerimizi bir yerde anal üzerine kuran bizler için cezbedici geliyor ancak en nihayetinde vücudunuzun işleyişini bozuyorsunuz, damarlarınız genişliyor, organlarınızın kanlanması bozuluyor, görme yetinizi kaybetmeniz olası.
ben kendim asla kullanmam, partnerimi zorlamam, partnerim bu tarz şeyleri kullanmadan penetrasyonda sıkıntı yaşıyorsa anal da olmayıversin hayatımızda. bir hastam da ayrıca sorarsa yukarıdakileri anlatıp kullanma derdim. daha fazla okuma yapmak isteyenler için birkaç makale bırakıyorum:
neden taktir ettiğimizi anlamadığım kişinin vücudunun sıradan bir parçasıdır. muhtemelen "dalga" geçen çoğu kişiden daha dardır, eğer bu yönden bakıyorsak.
ben bu yönden bakamıyorum. öncelikle, gay porno endüstrisinin kendi içindeki korkunçluklarını hesaba katmadan konuşulmaması gerekir bu konunun.
ki izlediğimiz çoğu seks sahnesi one shoot açıdan çekilmiyor. kişilerin yüzünü izlediğimiz sahnelerde penetrasyon olmadan oluyormuş gibi davranılıyor. hatta penetrasyon çoğu kez kamera hilesi ile mış gibi bile yapılıyor. sanıldığının aksine saatlerce götten sikilmiyorlar yani.
daha önceden gay porno oyuncusu olan ve sonradan piyasadan çekilmiş birinin konu hakkında bir videosunu izlemiştim. orada söylediği birkaç şey vardı;
öncelikle porno yapımcılarının ve yönetmenlerin ekseriyetinin ucuz ve kalitesiz insanlardan oluştuğu. çekimlere gelip porno starlarıyla dalga geçiyor, "fuck this faggot, suck this niggas dick" gibi direktifler veriyorlarmış, ki bu en basit kısmı.
porno starlarına yer tahsil edilmiyor ve özellikle night shoot'larda çekim yapılan yatakta uyumaları bekleniyormuş.
madde kullanmaları bekleniyormuş, bu çoğu zaman starların isteği dışında gerçekleşiyormuş.
çoğu stüdyonun anlaşmalarında özellikle pasif starların çekim dışında seks yapmaları kısıtlanıyor ve eğer çekim dışında bir birliktelikleri olursa ve bu kanıtlanırsa ödeyemeyecekleri para cezalarına çarptırılıyorlarmış.
daddy&son porn tarzı videolarda bir tarafı tamamen shave ederek, okul üniforması giydirerek, özellikle zayıf erkeklerden(örn: austin l young) seçerek resmen pedofil kişilere hizmet ediliyor. unutulmaması gereken bir şey daha var; daha geçen seneye kadar çoğu porno sitesinde amatör çekilen tecavüz videoları vardı. geçen sene bu twitter'da konuşulduğundan beri bu videolar temizleniyor, karışan olmadığında bu videolar duruyordu, hala da bazıları duruyor.
şimdilerde güzel bir ilişkisi olan ve bir porno yıldızı olarak kötü günler geçirmiş aaron'ın şöyle bir cümlesi var: "porno starıyken en popüler olan videomda aslında tecavüze uğruyordum" videosunu bırakıyorum.
nitekim bir başka porno yıldızı, tommy defendi. gay porno starıyken çektiği videoların hepsinde aslında ruhen yıkıldığını ve her şeyi para için yaptığından her çekim sonrası boş boş duvarı izleyip utandığını söylemişti. üstelik bunlar olurken daha cinsel kimliğini bile tam keşfedememişti. attığı bir imza yüzünden yıllarca istemediği seksler yaşadı. şu an eski hayatından oldukça farklı bir yaşantısı var. bir kadınla evli, iyileşmeye çalışıyor. bu süreci, farklı bir isim kullanarak, instagramdan paylaşıyor.
tabii ki bu başlığı buradan okumak overreading olarak görülebilir. ancak söylemeye çalıştığım şey, özellikle belli stüdyolara bağlı çalışan porno yıldızlarının, asıl dert etmemiz gereken yeri göt delikleri değil bilerek ve/veya umursanmayarak yıkılan benlikleri, ruhlarıdır. fabrikalarda canlı canlı deri yüzüp çanta yapan ve bu çantaları cafcaflı reklamlarla bize satan tilki avcılarıdır bu yapımcılar. ezcümle, slut shaming'e en son uğraması gereken kişilerdir zannımca.
flörtümle dışarı çıktığımızda onu eve zor düşecek hale getirene kadar frottage ile ve/veya sözel olarak tahrik ederek edging yapmak ve eve geldiğimizde o yüksek dopamin, sabırsızlık ve birikmişlikle birlikte onu boşaltmak...
bazen işin ucunu kaçırıp tarlaya çekerek, en yakın öğretmenevine veya motele giderek, benzinlik veya cami tuvaletinde de kendimizi bulabiliyoruz ama asıl zevk aldığım şey eve sürene kadar onu tutabilmek... e tabi genç adamız bazen edging yapacağız diye kendim de kabarabiliyorum, o zamanlarda da arka koltuk gülü oluyoruz. kötü bir insanım.
armağan.
çocukken yedi numara'daki armağan'a özenirmişim, durup durup "adımı neden armağan koymadınız?" diye aklıma geldikçe ağlarmışım, hatta ne ağlamak... bayağı ortalığı yıkarmışım.
şimdi düşününce garip geliyor çünkü yirmi altı yaşımda aynaya baktığımda tıpkı "armağan" gibi biri var karşımda. biraz fazla olgun, ortalığı derleyen toparlayan, arkadaş grubunun beyni, sessiz, dünyaya ve hislerine küs, biraz hızlı büyümüş ama zaman zaman içinde bir çocuk dil çıkarıyor.
annem hala evlenip çocuk yapacağıma ve adını armağan koyacağıma inanıyor.
khruangbin'in geçen hafta saldığı yeni albümü. bir şeyler yazabilmek için bir hafta albümü sindirmek istedim. albüm beni bir yaz tatili gününe ışınlıyor.
albümü açarken fifteen fifty-three'de bizi uzaktan uzaktan cicadas sesi karşılıyor. hafif yaz tınılarıyla albüme giriyoruz. sevgilinin omzuna başını yaslamışsın ve bir yaz balkonunda içkilerinizi yudumluyormuşsunuz gibi bir his. o balkonda uyuyakalmış ve begonvil renkli bir sabaha uyanmışsınız gibi, ki son 40 saniyedeki kuş cıvıltıları sizi bu sabaha hazırlıyor.
sonra benim albümdeki kişisel favorim "may ninth" geliyor. "waiting for may to come, hoping for the rain"... az önce bizi yaz balkonunda sevgilinin omzunda uyanırken resmetmişti albüm. may ninth'de ise sabah melteminde elinde yeşillikler ve sıcak ekmekle kahvaltı hazırlamaya eve dönerken yolu bir sokak uzatmışsın gibi.
sonra ağır bir hüzün çöktürüyor omzuna. ada jean ile başlayan ve farolim de felgueiras ile arşa çıkan bir yaz hüznü. tam yaza yarışır, eskiden kalma bir fotoğrafın veya kulağa çalınan bir hitap tamlamasının ağırlığı.
tam da bu noktada yeter bu kadar bulutlandığımız diyoruz ve pon pón çalmaya başlıyor. ufak dans hareketleri, iddiasız 360'lar ve birkaç kalça hamlesi.
todavía viva'yla beraber bisikletle şehri yarıyor, juegos y nubes'le baharatçılardan yayılan kokuyu arkamıza katıyoruz.
hold me up(thank you) ile şehrin kan akışına bırakıyoruz ruhumuzu. sarhoş ve el ele yaz gecesinin tüm partiküllerini içimize çekiyoruz.
sonra gecenin sonuna geliyoruz. yorulup kendini sahile atmışsın. karşında uçsuz bucaksız bir deniz. ayağına çarpıp yok olan dalgalar geçmişi imliyor sanki. caja de sala çalarken sevgilinle parmaklarınızı aralayıp birbirine kenetliyorsunuz. hayat böyle anlarda saklı olabilir işte. böyle anlarda arkada three from two çalıyor, çalmalı.
sonra ayağa kalkıp denize doğru koşuyor ve dalgalara vücudunuzu çarpıyorsunuz. ufak bir boğuşma ve deniz dalgaları nasıl vuruyorsa kıyıya sizi de koca cüssenize bakmadan silkeliyor. o havaya savrulan damlalardan pek bir farkımız yok, oradan gelmedik mi zaten?
sonra yaz bitiyor. ağustosu birkaç polaroid fotoğrafa ve anıya sığdırmışsın. eylül her zamanki ağırlığıyla ufukta beliriyor. yine aynı kavgalar teraneler başlayacak biliyorsun. alarmlar kurulacak patronlar mutlu edilecek. sonsuz bir döngüyle bu noktaya bir gün tekrar dönebilmeyi umacaksın. albümün kapanış şarkısı les petits gris de bunu anlatıyor. albüm cicadas'lerle başlamıştı, yine aynı seslerle bitiyor. başladığın yere döneceksin, çünkü bitiş diye bir şey yoktur. başlangıçlar uç uca eklemlenir. albüm de böyle işte, tek bir yaz günü sonsuzluğa içre.
ilk defa veya uzun aradan sonra pasif oluyorsa eğer penetrasyon anındaki yüzleri... aşırı tatlı bir ifade oluyor izlemeye bayılıyorum. gerçi penetrasyona kadar çoktan parmaklamış oluyorum ben tabii ama penisin giriyor olması daha farklı hissettiriyor olmalı.
prostatına ilk değdiğimde zevkten dönen yalvarırmış gibi bakan gözleri, ben üstünde acımasızca devinirken onun aldığı tüm hazzı yüz hatlarında izleyebilmem, bir yandan altımda kıvranıp kaçmak isterken bir yandan da daha fazlası için sürtünmesi... erkeklerin her duygusunu vücudunun her santimiyle yaşamasına ve bu duygu selinin yüzde zuhur etmesine bayılıyorum, çok seviyorum, canım erkekler!
bir sünnetsiz olarak duruma göre değişiyor diyebilirim. ince, damarsız, sünnetsiz sik benim için parmak hükmünde. yani sünnetlisi biraz daha tolere edilebilir oluyor bu durumda. maalesef nice yiğitlerin kürdandan hallice siklerine tahammül ettik, onlar sünnetsiz olunca lahana sarmasına benziyor. hiç çekici değil.
bir de sünnetliyi sünnetsizden tamamen daha estetik bulmak gerçek penislerden bihaber olmakla açıklanır bence. arkadaşlar hepinizin çükünü özellikle 25 yaş üstünün çükünü baytarlar terziler mahalle berberleri imamlar falan kesti, kimi kandırıyorsunuz :p çoğunuzunki şekilsiz maalesef ve bir cerrahi faciası.
o yüzden bu versus'un benim için kazananı çoğu zaman sünnetsiz sik olur. tabii kalın, damarlı dişe dokunur bir şey olacak. ben partnerime bunu sunuyorsam aktif olarak onun asla altta kalmıyor olması lazım. ya da full pasif olması lazım.
ha diğer türlü anam babam usülü orta halli sünnetliden de devam edebiliriz.
nefret suçuyla ifade özgürlüğünün ayrımını 2024 yılında yapamamak... bu neyin ahrazlığı böyle ya, yani orangutan bile öğrenirdi şimdiye kadar herhalde.
zaten sana laf anlatmaya çalışmak beyhude bir çaba, "homofobik eşcinselim" ne demek ya ahahah
sen homofobik değilsin, sen eşcinsellerden değil bizzat kendinden nefret ediyorsun. çünkü zihninin nasıl bir lağım çukuru olduğunu biliyorsun. kendine olan nefretin o kadar boğmuş ki seni başkasına yansıtarak nefes almaya çalışıyorsun. üstüne insanları idraksızlıkla suçluyorsun. o beğenmediğin lgbt dernekleri sayesinde kaç trans intihardan vazgeçti, kaç ailesinden ölümden kaçan lgbt çocuk yuva bulabildi, kaç öğrenci burs bulup dezavantajlı olduğu illerde okullarda okuyabiliyor farkında mısın? lgbt ortamından dışlanmış olmanı garip karşılaman asıl garip olan şey. çünkü sen içgörüsü sıfır olan bir herifsin. senin birini sevebilme ihtimalin yok, birinin seni sevebilme ihtimali yok, bir ortama dahil olabilme bir çarklının dişlisi olabilme ihtimalin yok. ve bu senin karakterinle, yalnızlığı sevmenle ya da seçmenle değil, bizzat karaktersizliğinle alakalı. insanlardan saygı görememiş olman senin zaten zerre saygı hak etmemendendir.
"heteroseksüeller bas bas bağırıyor mu" demen bile seni ele veriveriyor hemen. bugüne kadar saklanarak, kendini sevmeyerek ve hatta nefret ederek yaşamış olabilirsin. ama sana kötü bi haber, herkes senin gibi ezik ve sinmiş halde yaşamayı seçmiyor artık. insanlar kendilerini sevebiliyor ve kendilerini affedip tanıyabiliyorlar. umarım bu seviyeye ulaşırsın bir gün diyeceğim ama dediğim gibi içgörüsü sıfır bir herifsin, bir şempanzeye emek vermek daha net sonuçlar verir sendense.
ama işte senin gibiler için de mücadele edeceğiz. allah kahretsin ki sen ve senin gibileri de kapsamak zorundayız. ama birilerinin artık sizin yüzünüze yüzünüze çarpması gerekiyor gerçekleri. ve bunu yapmaktan hicap duymuyorum hiç. öğreneceksiniz, sike sike öğreneceksiniz.
banu berberoğlu videoları gibi izledikçe hipnotize eden ve saatlik vlogların başına çivi gibi sizi diken trans youtuber.
bildiğin karakter komedisi yapar gibiler. kendileri yazıp kendileri oynuyor, bir taşra tiyatrosu gibi.
şeker'i, cansel'i, lorena'sı, isabelle'i, madam marika'sı, birtakım laçovariler... çok tatlı bir kadınmış okşan'ımız maşallah. insan yaşlanmaz bu insanların yanında. yorumlardaki ekserisi heteroseksüel kadınlar da ayrı bir etkiliyor beni. bir trans kadını izleyip "keşke arkadaşım olsan, yalnızlığımı seninle gideriyorum" minvalinde yorumlar yazmaları bence çok tatlı. nihayetinde okşan da çok kalabalık bir kadın değil. evi -1'de, rutubetli, nemli yosun tutmuş, duvarlar çatlak. olası bir depremde evine olabilecekleri düşünmek bile istemiyorum. ama işte orada ve yaşıyor, paylaşıyor. katıl özelliği de açık kanalın, destek olmak isterseniz diye...
off günümde flörte kısır yapmak için maydonoz ve nane toplayayım diye bahçeye indiğimde geçen ektiğim dereotlarının yeşerdiğini görmek... çok seviyorum böyle anları, mutluluğun/mutsuzluğun bir iklim değil hava durumu olduğunu ve bazen karabulutlarla kaplansam da elbet güneşin de bulutların ardından çıkacağını bana hatırlatıyorlar.
lisemden arandım ben de. bu zamana kadar hiç gitmediğim için artık aramazlar diye düşünmüştüm ama... ülke değiştirmeden son bir kez hocalarımı görmek için gitmeye karar verdim. liseden kalan birkaç arkadaşımla zaten halihazırda görüşüyorduk. işe yarar bir şey'deki leyla gibi hissediyorum. kibirli, mesafeli, duvarlı efemerid lise yemeğine gidiyor ha, enteresan.
koca bir medfen burası, yazdıklarımız da hüve’l-bâkīli mermerler. bir gün bakıp ya işeyecekler ya da papatya ekecekler. "artık senin mekânın servilik altında bir yermiş" dedirtelim.
ilk girimi 2011 yılında ağustos ayının 14'ünde akşam 5'te yazmışım ayı sözlük'e.
o günün üzerinden 5 yıldan fazla vakit geçmiş.
zaman, pekâlâ, hiç de acımadan patır patır ilerliyor işte.
ben, yeri geldiğinde, gayet duygusal bir insan olabiliyorum sanırım.
gerçi, bazı zamanlar oluyor, dünyanın bütün dertleri omuzlarıma birikmiş gibi hissediyorum
sonra
bazı zamanlar oluyor, dünyanın en huzurlu insanı benmişim gibi hissediyorum.
biz insanlar, bu girift ruh hâllerinden uzaklaşamıyoruz içinde yaşıyor olduğumuz dünya, dünyaya geldiğimiz zaman, zamanı harcadığımız olaylar hasebiyle.
son dönemde hem sözlük içre, hem de içinde yaşıyor olduğumuz ülke içinde olan bitenler beni ziyadesiyle etkilemiş durumda. bu yüzdendir ki uzunca bir süre kendimi soyutlamak niyetindeyim bazı mecralardan.
sözlük de bu mecralardan bir tanesi.
ülkenin içinde bulunduğu ahval dahilinde akıl sağlığımı korumanın en iyi yolu olarak bunu görüyorum:
kendimi müziklere, kitaplara ve filmlere hibe edeceğim.
"insanlardan buz gibi soğudum." diyor cahit külebi,
vardır bi' bildiği.
şu 5 yıl boyunca güzel insanlarla konuştum, güzel insanlarla tanıştım, çirkin insanların yazdıklarını okudum, çirkin insanlardan uzak durdum.
hali hazırda peyderpey konuşuyor/mesajlaşıyor olduğum iki-üç kişi var.
hayatım boyunca, franz kafka ile akıl ve ağız birliği etmişçesine, çevremde hep birkaç insan oldu zaten.
ne demiş: "huzur mu istiyorsun? az eşya, az insan."
şu iki-üç kişi benim için 5 yıl 3 ayın getirisidir; yüreğime basmış, özümsemişim.
kâfidir benim için.
"insan ne için yaşar?"
peki,
"insan ne için yazar?"
ilk sorunun cevabı nezdimde değişmekle beraber,
ikinci sorunun cevabı benim için bellidir:
hayat gailelerimden bir tanesi dünyaya bir iz bırakabilmektir.
o yüzden girilerimi silmiyorum.
burada kalsınlar, okunsunlar.
ingeborg bachmann şöyle yazar pek güzel bir şiirinde*:
"hiçbir şey gelmeyecek bundan böyle."
kapanışı güzel bir müzikle yapayım.
"like little puffs of smoke
we're here and then we're gone"
ayı sözlük'e yolunda başarılar dilerim.
güzel günler görmek dileğiyle.
*bu arada,
olur a iletişime geçmek isteyen yazar ya da okurlar olabilir.
mail adresi şudur:
_________________
[email protected] _________________
istediğiniz herhangi bir şey hakkında yazabilirsiniz.
okumaktan keyif alırım.
gündelik yaşamın telaşı yeterince zorlarken uzun zaman sonra derinden yoruldum, bu öyle bir yorgunluk ki geçmişimden bugüne her şeyi teker teker önüme serdi. varoluşum bir yana üstüne yıllardır fiziksel bir rahatsızlıkla boğuşuyorum ki insan kendini cennetin krallığı filmindeki kudüs kralı baldwin gibi hissediyor. ötekiyim, bulunduğum her yerde çevremdeki herkesten daha başarılı olmak zorundayım, herkesten daha fazla çabalamak ve herkesin gözünde yine herkesten daha "iyi" bir insan olmak zorundayım, aksi halde ben "öteki" olanım, en ufak hatamda bu halim yüzüme çarpılacak ama aynı zamanda bu halimle karşısına çeşit çeşit engeller koyulanım. dışarıda kimsenin empati yapmasını da beklediğim yok, çünkü mümkün değil dahası yaşamı boyunca "düz" ve makbul varoluşa sahip insanların yaptığı basit tavsiyeler midemi bulandırıyor, ne de olsa "bekara karı boşamak kolay". yaşadığım süreçte her zaman daha iyisinin hayalini kurdum, özellikle daha iyi, adil ve merhametli bir dünya ancak gerçekte var olanı da biliyorum, kendimi sıklıkla karanlık bir ormanda kurtlarla koşturan birisi olarak hayal ediyorum, sürüden biriyim ama aynı zamanda değilim çünkü biliyorum ki yeterince zayıf düştüğüm anda ben bu kurtların akşam yemeği olurum. hangi ortama ve kimlerin yanına gidersem gideyim ben onlardan birisi değilim, daha çok orada olan ve sessizce etrafını seyreden biriyim. ve bazen düz normal bir insan gibi yaşamak istiyorum, ne zaman bu derece gevşesem ve kendimi diğerleri gibi hissetmeye kalksam başıma en kötü belalar geliyor adeta toplum bana kim olduğumu kafama vura vura anlatıyor, rezil kepaze oluyorum, ne zaman tüm bunların farkında olan birisi olarak ayağa kalksam bu seferde adeta ss subayı gibi bir tipe bürünüyorum ve olmaktan tiksindiğim kişiliğe bürünüyorum çünkü karşımda duran herkes potansiyel bir düşman olarak beliriyor. başta dediğim gibi yoruluyorum.
kendimi bildim bileli yazların çoğunu çanakkale'de geçiririm, aynı zamanda haziran ayı hariç yaz mevsiminden nefret ettiğim için (antalya sıcakları...) bu durum işime de gelir. çanakkale'de ağustosun 15'i yaz 15'i kış derler, ağustosun ikinci yarısı sağlam bir yağmur başlar ve o yağmurlardan itibaren sabahları ve akşamları ceket giymeye başlarsın. işte o anı çok seviyorum, ortalık sessizleşir, toprak kokusu dört bir yanı sarar, böylece yeni bir hikaye başlar. tesadüf müdür bilemem yaz mevsimi kendimi en yorgun hissettiğim anlara denk gelir, o sonbahara doğru giriş anı da bu nedenle bir yandan dinlendiğimi hissettiğim diğer yandan da yeni bir umut diyerek hayal kurduğum anlara dönüşüyor.
ne zaman nasıl başladı bilmiyorum ama kendimi bildim bileli içimde bir yerde vardı. çok defa kendimi tek başına bir halk, bir ülke gibi hissettim, kendine ait kökleri, gelenekleri ve ülküsü olan özgünlükleriyle var olagelmiş bir memleket. evim vatan oldu odaları da ayrı ayrı şehirler, sonra oradan da sürgün yedim ortaya bir tanrı çıktı bana ait, varlığını bilmesem de ibadet ettim, yaşam devam ediyor. bilmiyorum yalnızlık bitse uyum sağlar mıyım cidden? değer yargılarım dahi çevreyle bu kadar ayrışmış, sanırım yaşamın sonraki evreleri de kendimce bir orta nokta tutturmaya çalışırken geçecek.
ana babasına ileri yaşlarında destek olan kişi sanırım. babamın son ameliyatinda yanında oldum, iki hafta yanlarında kaldım. babamı sağ salim çıkardık hastaneden. yaşlanınca insanlar bir gariban kalıyorlar. anne babamın bankacılık ve edevlet işlemleriyle, cep telefonu problemleriyle, vergi fatura ödemeleriyle falan ben uğraşıyorum uzunca bir süredir. son bir kaç yıldır yurtdisina tatillere götürüyorum. bu son yanlarında bulunusumda da babamın eskiyen cep telefonunu yeniledim, evin de temizliği kolaylaşsın diye şarjlı dikey süpürge aldım, sonra da evi bütün dolapları sifonyerleri çeke çeke bir güzel temizledim. evleri çöp evden hallice, annem herseyi biriktiriyor. evde geçirdiğim süre boyunca gizli gizli torba torba eşya da attım, eski gazeteler, kağıtlar, torbalar, plastik kutular, kavanozlar, tarihi geçmiş ilaçlar, neler neler. bozulmuş bir iki eşyayı tamir ettim, kaplaması kalkmış mobilyaları yapıştırdım, böyle ot bok bir dünya iş yaptım. ayrılırken pek çok dualarını aldım. kendi yaşamımı pek amaçsız buluyorum ama en azından anne babama sahip çıkıyorum, bu biraz kendimi iyi hissettiriyor.
hayırlı evlat kategorisine giriyorum sanırım. babam diyor kaç kişinin evladı ana babasıyla bu kadar ilgileniyor diye. öte yandan bu hayırlı evlatlık işi de şans işi anne baba için. abim kendisine faydası olmayan hiç bir işe karışmaz mesela. ayrıca ben de evli çocuklu biri olsaydım veya ne bileyim zamanında yurt dışına falan taşınmış olsaydım tüm bunları nasıl yapacaktım. bu son olayda bunları düşündüm. hayat olasiliklara atılan zarlar gerçekten.
bu arada garip olan şu ki, babamı gayet sevsem de anneme beni her zaman ihmal ettiğinden, hiç zaman ayirmadigindan, sıkıntım olduğunu söylediğimde hep başından attığından (kendisi de bitmeyen depresyonda olduğundan duygusal sorun duymaya katlanamıyor) dolayı hala çılgın öfke duymaktayim, o öfke hiç geçmedi. hala anneme sarılamıyorum yıllardır. buna rağmen gene de her işlerine de koşuyorum. böyle de oluyormuş demek.
nefret suçuyla ifade özgürlüğünün ayrımını 2024 yılında yapamamak... bu neyin ahrazlığı böyle ya, yani orangutan bile öğrenirdi şimdiye kadar herhalde.
zaten sana laf anlatmaya çalışmak beyhude bir çaba, "homofobik eşcinselim" ne demek ya ahahah
sen homofobik değilsin, sen eşcinsellerden değil bizzat kendinden nefret ediyorsun. çünkü zihninin nasıl bir lağım çukuru olduğunu biliyorsun. kendine olan nefretin o kadar boğmuş ki seni başkasına yansıtarak nefes almaya çalışıyorsun. üstüne insanları idraksızlıkla suçluyorsun. o beğenmediğin lgbt dernekleri sayesinde kaç trans intihardan vazgeçti, kaç ailesinden ölümden kaçan lgbt çocuk yuva bulabildi, kaç öğrenci burs bulup dezavantajlı olduğu illerde okullarda okuyabiliyor farkında mısın? lgbt ortamından dışlanmış olmanı garip karşılaman asıl garip olan şey. çünkü sen içgörüsü sıfır olan bir herifsin. senin birini sevebilme ihtimalin yok, birinin seni sevebilme ihtimali yok, bir ortama dahil olabilme bir çarklının dişlisi olabilme ihtimalin yok. ve bu senin karakterinle, yalnızlığı sevmenle ya da seçmenle değil, bizzat karaktersizliğinle alakalı. insanlardan saygı görememiş olman senin zaten zerre saygı hak etmemendendir.
"heteroseksüeller bas bas bağırıyor mu" demen bile seni ele veriveriyor hemen. bugüne kadar saklanarak, kendini sevmeyerek ve hatta nefret ederek yaşamış olabilirsin. ama sana kötü bi haber, herkes senin gibi ezik ve sinmiş halde yaşamayı seçmiyor artık. insanlar kendilerini sevebiliyor ve kendilerini affedip tanıyabiliyorlar. umarım bu seviyeye ulaşırsın bir gün diyeceğim ama dediğim gibi içgörüsü sıfır bir herifsin, bir şempanzeye emek vermek daha net sonuçlar verir sendense.
ama işte senin gibiler için de mücadele edeceğiz. allah kahretsin ki sen ve senin gibileri de kapsamak zorundayız. ama birilerinin artık sizin yüzünüze yüzünüze çarpması gerekiyor gerçekleri. ve bunu yapmaktan hicap duymuyorum hiç. öğreneceksiniz, sike sike öğreneceksiniz.
eylülün sonlarına doğru rus orta yaşlarda gayet hoş bir adam gelmişti istanbul'a. instagramda bir süredir like'laşıyorduk. açıkçası ilgimi de epey çekmişti. istanbul'a geldiğini haber verdiğinde çok heyecanlanmıştım, bildiğin rus ayısı bi tip, sarı uzun sakalları, kırışık göz çevresi ve kıllı bir vücut...
tabii hemen bilet bakıyorum hızlıca yanına uçabilmek için. kendisi otel tutmuş.
istanbul'a indi, otelde dinlenecek ben de sözde ankaradan yanına geleceğim. telefonda konuşuyoruz, bir anda benimle seksini kaydetmek istediğini ve ileride izlemek için bunu yapmak istediğini söyledi. ben tabii has anadolu çocuğu, yer mi bunları. biraz ağzını aradım ve onlyfans'e başladığını öğrendim. daha öncesinde de lafı geçmiş ve benim onlyfans'le hiç ilgilenmediğimi takip etmediğimi öğrenmişti. yani hiç haberim olmadan pornom yayılabilirdi. tabii ağzına sıçtım bunun, biletimi de yaktım. yalvardı, yüzünü buzlayacaktım dedi ama nafile. en son para teklifi yapınca iyice uyuz oldum. içimde ne varsa ingilizce bildiğim ne kadar küfür varsa ettim herife.
o defter kapanmıştı. dün twitter'da porno izleyeyim diye dolaşırken bir türk porno hesabı gördüm, bir onlyfans içerik üreticisi. biraz bakayım diye tıklar tıklamaz kabak gibi bizimkiyle olan pornosunun trailer'ını gördüm.
o reddettiğim sarışın rus ayısı bizim onlyfans'çıyı delmiş resmen. gerçekten güzel bir seksi kaçırmış oldum. tabii buzlanmış bile olsa seksimin bir yerlere yayılmasını istemem ama adamın penisi o kadar güzel ki... uncut, damarlı ve gayet kalın. dişimi doldururdu yani.
işte o an onlyfans'tan etimle kemiğimle nefret ettim. tek içimi ferahlatan şey bizim türkün de gayet iyi hakkını verniş olmasıydı, o yarrak öyle sürülmeliydi, gerekeni yapmış. ama
o rus ayısı benimdi, benim olabilirdi.
orada, bi rus ayısı var uzakta, o rus ayısı bizim ayımızdır diyemedim. neyse sağlık olsun, allah belanı versin onlyfans.
ilk defa veya uzun aradan sonra pasif oluyorsa eğer penetrasyon anındaki yüzleri... aşırı tatlı bir ifade oluyor izlemeye bayılıyorum. gerçi penetrasyona kadar çoktan parmaklamış oluyorum ben tabii ama penisin giriyor olması daha farklı hissettiriyor olmalı.
prostatına ilk değdiğimde zevkten dönen yalvarırmış gibi bakan gözleri, ben üstünde acımasızca devinirken onun aldığı tüm hazzı yüz hatlarında izleyebilmem, bir yandan altımda kıvranıp kaçmak isterken bir yandan da daha fazlası için sürtünmesi... erkeklerin her duygusunu vücudunun her santimiyle yaşamasına ve bu duygu selinin yüzde zuhur etmesine bayılıyorum, çok seviyorum, canım erkekler!
lisemden arandım ben de. bu zamana kadar hiç gitmediğim için artık aramazlar diye düşünmüştüm ama... ülke değiştirmeden son bir kez hocalarımı görmek için gitmeye karar verdim. liseden kalan birkaç arkadaşımla zaten halihazırda görüşüyorduk. işe yarar bir şey'deki leyla gibi hissediyorum. kibirli, mesafeli, duvarlı efemerid lise yemeğine gidiyor ha, enteresan.
vardır; renktaşlarımızın iran'da molla hakimiyeti altında korkunç bir hayat yaşadığı ortada, ama her şeye rağmen, size rağmen varlar ve var olacaklar.
cambridge üniversitesinin psychological medicine dergisinde gezinirken denk geldiğim bir araştırmayı paylaşacağım: iranlı gay erkeklerdeki mental hastalık semptomları ve intihar eğilimi.
dergiye ve makaleye 36 dolar karşılığında ulaşılabiliyor ancak bilimin deliklerden sızma gibi bir huyu vardır. dolayısıyla size sci hub üzerinden ücretsiz ulaşmanız için link bırakıyorum, ben özetleyeceğim makaleyi ancak okuma yapmak isteyenler buradan ulaşabilir: https://sci-hub.se/https://www.cambridge...
makale 2019 yılında yayınlanmış, 2021 yılında da revize edilerek dergiye kabul almış. özellikle iran'ın seçilme nedeni malum hükümet ve burada gay erkeklerdeki yüksek intihar oranı. çalışma iran'da gizlilikle yürütülüyor 18-49 yaş aralığında hayatın farklı segmentlerinde yaşayan 213 gay erkeğe ulaşılıyor. bu erkeklerden 8'i bir kadınla evli.
araştırmaya göre bu erkeklerin %9,86 ciddi anksiyete sahibi. yine %3,29'luk oranda ciddi somatizasyon bulguları var. %33 oranında depresyon belirtileri gösteriyorlar.
katılımcıların %20'ye yakını intihar düşüncesine sahip, %7,51'i intihar tehditinde bulunmuş ve %1,88'i daha önce girişimde bulunmuş.
genç gay erkeklerin yaş almış gay erkeklere göre mental problemlere ve intihara daha yatkın olduğu da çalışmada yer alıyor.
iran'ın erkek popülasyonunda -10 yaş ve üzeri erkekler için- mental problem yaşayanların oranı %19 iken gay erkeklerde bu oran %40.
normal bir popülasyona ve diğer ülkelere kıyasla iran bu konuda başı çekiyor.
iran'da eşcinsel olmak nasıl bir deneyim bilemem. ama bu pezevenk mollalara rağmen var olan, var olmaya çalışan herkesle gurur duyuyorum. zaten yaşayacağımız altı üstü 60 70 sene, onu da bu aptallar yüzünden kimimiz mental sorunlarla boğuşarak geçiriyor.
kolay değil, böyle bir ülkede var olmaya çalışıyorlar:
15 yıl önce iranlı bir gayle yapılan kısa bir video bırakıyorum, tahayyül edemiyorum böyle yaşamak zorunda olmayı, zorunda kalmayı. ama bizim hayal bile edemeyeceğimiz şeyler bazılarının gerçeği.
nefret suçuyla ifade özgürlüğünün ayrımını 2024 yılında yapamamak... bu neyin ahrazlığı böyle ya, yani orangutan bile öğrenirdi şimdiye kadar herhalde.
zaten sana laf anlatmaya çalışmak beyhude bir çaba, "homofobik eşcinselim" ne demek ya ahahah
sen homofobik değilsin, sen eşcinsellerden değil bizzat kendinden nefret ediyorsun. çünkü zihninin nasıl bir lağım çukuru olduğunu biliyorsun. kendine olan nefretin o kadar boğmuş ki seni başkasına yansıtarak nefes almaya çalışıyorsun. üstüne insanları idraksızlıkla suçluyorsun. o beğenmediğin lgbt dernekleri sayesinde kaç trans intihardan vazgeçti, kaç ailesinden ölümden kaçan lgbt çocuk yuva bulabildi, kaç öğrenci burs bulup dezavantajlı olduğu illerde okullarda okuyabiliyor farkında mısın? lgbt ortamından dışlanmış olmanı garip karşılaman asıl garip olan şey. çünkü sen içgörüsü sıfır olan bir herifsin. senin birini sevebilme ihtimalin yok, birinin seni sevebilme ihtimali yok, bir ortama dahil olabilme bir çarklının dişlisi olabilme ihtimalin yok. ve bu senin karakterinle, yalnızlığı sevmenle ya da seçmenle değil, bizzat karaktersizliğinle alakalı. insanlardan saygı görememiş olman senin zaten zerre saygı hak etmemendendir.
"heteroseksüeller bas bas bağırıyor mu" demen bile seni ele veriveriyor hemen. bugüne kadar saklanarak, kendini sevmeyerek ve hatta nefret ederek yaşamış olabilirsin. ama sana kötü bi haber, herkes senin gibi ezik ve sinmiş halde yaşamayı seçmiyor artık. insanlar kendilerini sevebiliyor ve kendilerini affedip tanıyabiliyorlar. umarım bu seviyeye ulaşırsın bir gün diyeceğim ama dediğim gibi içgörüsü sıfır bir herifsin, bir şempanzeye emek vermek daha net sonuçlar verir sendense.
ama işte senin gibiler için de mücadele edeceğiz. allah kahretsin ki sen ve senin gibileri de kapsamak zorundayız. ama birilerinin artık sizin yüzünüze yüzünüze çarpması gerekiyor gerçekleri. ve bunu yapmaktan hicap duymuyorum hiç. öğreneceksiniz, sike sike öğreneceksiniz.
bir erkeğin ya da prostatı olan bir bireyin hayatı boyunca alacağı en maksimal zevktir, heteroseksüel erkeklerin bile rektal tuşe muayenesinde prostatlarını muayene ederken birkaç saniye süren muayenede sertleştiklerini gördüm. tr'de evli çiftler openminded olabilse hetero erkekler lavaj nedir bilse ve kadınlar haftada bir gün erkeklerini oyuncakla ya da parmakla sikse çok ciddi söylüyorum mutluluk kat sayısı arşa çıkar ülkede. zaten yattığım tüm evli erkeklerin aktif bile olsa o prostatlarını parmağımla mıncıklarım, bezlerini parmağımla sikerken hepsinin yüzünde salak bi "lan noluyoo oha" ifadesi oluyor, kilitleniyorlar, bunu izlemeye bayılıyorum ve zaten seks bir anda altıma geçmeleriyle devam ediyor, bir de bu evli erkeklerin bazısı sikilmeye "prostat masajı" adını takıp iç rahatlatıyor buna aşırı gülüyorum, tabii ben işime bakıyorum. avrupalı hetero erkekler buna daha çok açık ama maalesef pisler, ben her ne kadar ortadoğu insanını sevmesem de en azından temizlik konusunda daha öndeyiz, çoğu yatmadan önce benim karıları gibi olmadığımı biliyor ve özen göstermek zorunda olduklarından karılarına vermedikleri titizliği bana veriyorlar, vermek zorundalar. her neyse hayırlı forumlar, "prostat masajı" isteyen karısından gizli yorgan altında misafir odası koltuğunda el sikte sözlük gezen evli erkekler varsa yazın canlarım, tabii gayler de aynı şekilde, öpüldünüzzz.
anal seks abartılıyor.
iki erkeğin birbirine en yakın olduğu, türlü duyguların eşlik etmesi gereken seksin aşamalarından biridir.
heteronormatif dayatmanın getirdiği anlayış üzerine yanlış yorumlanıp yanlış beklentilere sokabilir insanı. ilk seksinize gerdekmiş gibi davranmayın.
biri sizin içinize girecek, derinlerinizde bir parçasını gezdirecek. size zevk verecek, onun beyninin kimyasal dengesiyle oynuyor olacaksınız. siz de ona zevk vereceksiniz.
bu sevdiğiniz bir erkekle oluyorsa cennetvari bir deneyim olacak. aksiyonlarla değil duygularla düşüncelerle ilgilenmeye bakın.
sevgilinizi içinize alıyorsunuz, vücutlarınız birleşiyor, ayaklarınızı vücuduna sarıyorsunuz. gözleriniz birbirine kenetlenmiş. tüm bunlar olurken tabii ki acı da olacak, zorlanacaksınız da. ama tüm bunlar seksin bir parçası zaten. kimi günler penetrasyona bile gerek duymadan birbirinizi boşaltıyor olacaksınız.
her şeyin ilki zordur, bunu bu kadar önemseyip bundan korkup yıllarca kendini seksten uzak tutan insanlar var.
arkadaşlar seks penetrasyonun çok ötesinde beyninizin içinde olan bir şey. öyle olmasaydı mastürbasyon da yapamazdık. mastürbasyondan farklı olarak, artık yanınızda biri daha var. ve artık bu zevki iki kişi yaşıyorsunuz, bunu yaşarken de birbirinize yardımcı oluyorsunuz. bu kadar basit...
kendinizi germenize korkmanıza gerek yok. iyi temizlenin, iyi yağlanın yeter. gerisi beyninizde ve beyinizde.
bir de şu "sevdiğiniz insanla olmalı" kafasından çıkın, sevdiğiniz değil istediğiniz insanla olmalı.
koca bir medfen burası, yazdıklarımız da hüve’l-bâkīli mermerler. bir gün bakıp ya işeyecekler ya da papatya ekecekler. "artık senin mekânın servilik altında bir yermiş" dedirtelim.