bu seneki geminid meteor yağmurunu oldukça enteresan bir zamanda izleyeceğiz.
aralığın 13'ü cumaya denk geliyor. üstelik 15'inde dolunay var. bunların arasında da 13-14 ve şanslıysak 15'inde yağmuru izleyebileceğiz. geçen sene ay hilâldi, bu sene dolunayın olması şansızlık oldu yine de şafak vakti ayağa dikecek beni bu güzellik.
aralığın 14'üne bahri günleri başlayacak. hikayeye göre sabah yıldızının oğlu keyks ile rüzgarlar kralının kızı alkyone birbirlerine aşık olur, bir gün keyks'in gemisi batıp cesedi suya vurunca alkyone suyun üzerinden adeta uçarak geçer ve sevdiğinin bedenine sarılır. tanrı zeus, keyks'i boğulmasın diye dalgıçkuşuna, alkyone'u ise suyun üstünde aksın diye bahrikuşuna dönüştürür. aynı zamanda aralığın 14'ünü de fırtınasız kılar ki bahrikuşları sevdiklerine uçabilsinler. zeus bu sene de çalışırsa fırtınasız bir gökte yağmuru daha net izleyebiliriz.
ayrıca birkaç yüzyıl öncesinde yaşasak cadılar için oldukça kanlı âyinler olurdu muhtemelen. 13 cuması, dolunay ve meteorlar...
amerikalı ressam, söz yazarı ve buğu sesli şarkıcı, mezzo soprano. 5 yıl önce istanbul konserinde tanımıştım, o günden beri kulağımdan düşmüyor. karanlık folk'un en iyilerinden.
şarkılarını kara kalemle beyninizde imgeler çizerek söylüyor. tüm bu karanlığının içinde filizler de yeşertiyor tabii.
ağıt yakan bir su kuşu aynı zamanda. tarla için, gölcük için, orman için ağıtlar yakar. hiç olmamışların kardeşidir, derdi de ağıdı da onlaradır.
"onun ağıdı bakir topraklar içindir, selvilerin yeşermediği.
onun ağıdı ağaçların derinlikleri içindir, balın ve şarabın çıkmadığı.
onun ağıdı otlaklar içindir, hiçbir bitkinin yetişmediği." *
* adonis, attis, osiris - james george frazer
sohrab sepehri'nin suyun ayak sesi'nde "bayram yağmuru gibi, sığırcık dolu çınar gibi bir şey" dediği "şey" tam olarak onu anlatıyor. dallarına sığırcıklar konuyor ve tüm o fırtınalarda hiçbiri yerini terk etmiyor gibi.
famous blue raincoat'u da en iyi cover'layan kişi zannımca.
özellikle evde yemek yapan biriyseniz ve evin balkonlarından biri ölü balkonsa hayat kurtaran bir şey.
elimden geldiğince vegan beslenmeye çalışan biri olarak evim bakliyatla, kurutulmuş gıdalarla dolu. hepsini camda saklıyorum ve koyacak yer bulamıyordum. sonra baktım hiç kullanmadığım ölü bir balkon vardı evde, kapattırmıştım. içine de büyük bir dolap ve raflar yaptırınca ev büyük oranda rahatlamıştı.
bir de adanalılıktan gelme bir alışkanlık; kendi turşumu, reçelimi, biramı, domates konservemi, salçamı kendim yaparım ve bunları depolayacak yer bulmak bir sorun olmaktan çıkmıştı böylece. aynı zamanda biralarımı hep belli sıcaklıkta ve ışıkta tutabildiğim için tatları eskisinden daha güzel oluyordu, o ev yapımı biradaki skunky koku olmuyordu mesela.
sonra üniversite bitince evi arkadaşlarım kiraladı onlar da aynı şekilde kullanmaya devam ediyorlar.
bazı trick noktaları var tabii. mesela rafları arada havalandırmak ve silmek gerekiyor çünkü güve olabilir. güve olmaması adına rafları mutlaka sirkeli suyla silin. sonra sedir ağacı yağı veya benim tercihim lavanta yağı damlatın birkaç damla. ve bakliyatların içine kurutulmuş defne yaprağı koyun. eğer fazla nemli bir yerde yaşıyorsanız kutulara ve dolaplara birkaç paket silika jel koyabilirsiniz nem sorununu büyük oranda çözüyor.
det sjunde inseglet kadar etkilendiğimi söyleyemem ama bergman deyince aklımda beliren aus dem leben der marionetten, persona, en passion ve höstsonaten kareleri dışında kortikalimde yer edinmiş, ara sıra ağaç sökme sahnesiyle aklıma düşen film.
bergman'ın yok-yerleri ev bellettiği ve insanın ruhuna fısıldadığı, ahlaki ikilemlere soktuğu filmlerine eklemlenmiş, onun sinemasında derinlere inmeyenlerin kaçıracağı, çoğu sinefilin bergman listelerinde üstlerde yer alan filmdir aynı zamanda.
ilginç bir tesadüf; keisuke kinoshita'nın narayama bushiko'sundan sonra izlemiştim filmi. iki filmin evreni beynimde iç içe geçmişti. kinoshita'nın yollarında bergman'ı yürütmüştüm, kendi içimde böyle paraleller kurmayı seviyorum.
yazılmış en güzel isyan şarkılarından. spiritual front'un başyapıtı open wounds albümünden. senden, benden, inançsızlıktan ve nefretten bir yumak. sizlerin mezarına işeyeceğiz evet, ama birbirimizin cenazesinde de en kötü şarkılarımızı söyleyeceğiz.
"everyday is the longest day
or maybe the day you will never forget
god didn't save you from the lack of a rich, rich marriage
nor your dictator saved you from the big glorious war
but maybe you were saved just
because you never, never believed
i loved your style and your hatred for
your hatred for mediocrity
god will not give you an honored place
but he will envy your shined shoes"
amerikan yazar garth greenwell'in basılmış ilk kitabı, özgün adıyla "what belongs to you".
geçen sene londra'da ingiliz bir arkadaşımın elime zorla tutuşturup mutlaka okumalısın demesiyle başlamış ve bir solukta okumuştum. okur okumaz hemen türkiye'deki bir çevirmen arkadaşıma mesaj atıp "bunu çevirmelisiniz" demiştim. sonra biraz bakınınca aslında hali hazırda çevrilme sürecinde olduğunu öğrenmiş ve mutlu olmuştuk.
kitap şafak tahmaz emeğiyle çevrilmiş, geçtiğimiz eylülde livera yayınevinden türkçe ilk basımı yapılmış. görür görmez aldım ve bir de türkçesini okudum. bu kitapla denk gelişlerimiz hep yol üzerinde oldu, ilkinde trendeydim şimdi de havaalanında rötarlı uçuşumu beklerken bitirdim.
hikaye, sofya'da ulusal kültür sarayının altındaki eşcinsellerin rahatça takıldığı köhne bir tuvalette, amerikalı bir öğretmen olan baş karakterin hayat çizgisini zikzaklara sokacak bir adamla tanışmasıyla başlıyor. karakterin yol boyunca kendi cinsel kimliğiyle ve ailesiyle olan çatışmasına, cinselliğin keşif sancılarına, baba figürüyle yüzleşmesine, hazzın utanca utancın merhamete dönüştüğü bir duygu selinde bocalamasına tanıklık ediyoruz. bir eşcinselin geçtiği ağır duygulanımların hepsi o kadar tanıdık ki okurken, kimi yerde tıpkı karakter gibi bunun bir lanet olduğuna inanırken buluyorsunuz kendinizi. kitap birçok duyguya oldukça sert bir yerden dokunuyor. özellikle ailesiyle olan yüzleşmesinde kendine baktığı pencereden kafanızı uzattığınızda tanıdık bir şeyler görmeniz çok olası. hassas bir ruh halindeyken okumak pek iyi bir fikir olmayabilir.
bir holger czukay eseri.
eski ajandalardan, fotoğraf albümlerinden fırlamış gibidir.
şarkının beni götürdüğü yerleri betimleyemem sanırım, sadece ruhumun ve gönlümün bilebileceği yerler. umarım o yerlerden birinde müzik yapmaya devam ediyorsundur holger, huzurlu uyu.
"سالها با آتش غم ساختیم"
"for years we endured the fires of sorrow"
ilk entry'yi okuyunca üniversite anılarım canlandı.
üniversitenin ikinci haftası, klinisyenlerle tanıştık artık cerrahlar dersimize girip kendilerini tanıtıyor. ve oryantasyon haftasında bile imzaya önem veren bir hoca dersimize girdi. ortada imza kağıdı dönüyor, herkes iddia kuponu doldurmaya yarayan sarı kalemin mavisi renginde imzalarını çakmış. bi' benimki arada sırıtıyor; dolma kalemle atılmış ve mürekkebi diamine'ın amazing amethyst'i... farklı olacağım ya illa...
dersin sonunda hocanın eline imza kağıdı geçiyor. herkes gergin soru kime sorulacak diye. o an hissediyorum "oğlum efemerid şimdi boku yedin" diye... hemen tak ismimi söylüyor tabii. hangi aristokratmış bu imzayı atan bir görelim diyor. birkaç soru cevap faslından sonra çıkışta beni yakalıyor. meğer kendisinin de dolma kalem mürekkep koleksiyonu varmış. konu oradan açılıyor ve ben hayatımda hala idol olarak aldığım, okulda teorik derslerden kaçıp kaçıp ameliyatlarına katıldığım, hala görüştüğüm ve arkadaş olduğum kişiyle böylece tanışıyorum.
çok zorbalandığım da oldu tabii ama hiç kulak asmadım. lisede de ellerim renkli renkli mürekkep izleriyle dolu gezerdim, hala da öyle.
albüm hikayesiyle öyle özdeş ki, hikayesini bilmeden dinlemek albüme haksızlık olur.
justin vernon, kurduğu müzik grubunun dağılmasıyla beraber 2006 yılının başlarında müziğe küsüyor. aynı zamanda mononükleöz karaciğer hastalığı tanısıyla beraber alkolü hayatından çıkarması gerektiği bir dönemde. ve tüm bu olaylarla ortaklaşan zamanda kız arkadaşıyla da ayrılıyor. vernon o zamanlar raleigh'de yaşıyor, her şeyin böyle üst üste gelmesi üzerine babasıyla çocukken inşa ettikleri wisconsin'de bir orman evine yerleşiyor ve herkesten izole hem ruhen hem bedenen iyileşmeye çalışıyor. ancak müzikten uzak kalamıyor ve bu süreci sadece yazarak ve müzik yaparak geçirmek için eve bir home studio kuruyor.
böylece, tarihin en iyi folk albümlerinden biri olan "for emma, forever ago" ortaya çıkıyor. albümü dinlerken o ormanın içindeki küçük kabinin kasvetini hissediyorsunuz. kelimeler çok dağınık, cümleler yer yer bütün halinde anlamsız. bilinç akışı halinde yazılmış. aslında iyileşmeye çalışan bir adamın çığlıkları müziğe dönüşüyor.
albümden daha önce muhtemelen skinny love'ı duymuş olabilirsiniz, ancak albümün belki de en güçsüz şarkısı o. bir hazine yatıyor orada.
albümün adında geçen emma, eski sevgilisine bir gönderme belki ama ((bkz:sarah emma jensen)), kendisi böyle tanımlansın istemiyor. emma ismi sorulduğunda; "emma is not a person; emma is a place that you get stuck in; emma is a pain that you cannot erase." diyor.
"fit it all, fit it in the doldrums
or so the story goes
color the era film it as historical"
"only love is all maroon"
"saw death on a sunny snow
for every life
forgo the parable seek the light
my knees are cold
running home, running home, running home"
vardır; renktaşlarımızın iran'da molla hakimiyeti altında korkunç bir hayat yaşadığı ortada, ama her şeye rağmen, size rağmen varlar ve var olacaklar.
cambridge üniversitesinin psychological medicine dergisinde gezinirken denk geldiğim bir araştırmayı paylaşacağım: iranlı gay erkeklerdeki mental hastalık semptomları ve intihar eğilimi.
dergiye ve makaleye 36 dolar karşılığında ulaşılabiliyor ancak bilimin deliklerden sızma gibi bir huyu vardır. dolayısıyla size sci hub üzerinden ücretsiz ulaşmanız için link bırakıyorum, ben özetleyeceğim makaleyi ancak okuma yapmak isteyenler buradan ulaşabilir: https://sci-hub.se/https://www.cambridge...
makale 2019 yılında yayınlanmış, 2021 yılında da revize edilerek dergiye kabul almış. özellikle iran'ın seçilme nedeni malum hükümet ve burada gay erkeklerdeki yüksek intihar oranı. çalışma iran'da gizlilikle yürütülüyor 18-49 yaş aralığında hayatın farklı segmentlerinde yaşayan 213 gay erkeğe ulaşılıyor. bu erkeklerden 8'i bir kadınla evli.
araştırmaya göre bu erkeklerin %9,86 ciddi anksiyete sahibi. yine %3,29'luk oranda ciddi somatizasyon bulguları var. %33 oranında depresyon belirtileri gösteriyorlar.
katılımcıların %20'ye yakını intihar düşüncesine sahip, %7,51'i intihar tehditinde bulunmuş ve %1,88'i daha önce girişimde bulunmuş.
genç gay erkeklerin yaş almış gay erkeklere göre mental problemlere ve intihara daha yatkın olduğu da çalışmada yer alıyor.
iran'ın erkek popülasyonunda -10 yaş ve üzeri erkekler için- mental problem yaşayanların oranı %19 iken gay erkeklerde bu oran %40.
normal bir popülasyona ve diğer ülkelere kıyasla iran bu konuda başı çekiyor.
iran'da eşcinsel olmak nasıl bir deneyim bilemem. ama bu pezevenk mollalara rağmen var olan, var olmaya çalışan herkesle gurur duyuyorum. zaten yaşayacağımız altı üstü 60 70 sene, onu da bu aptallar yüzünden kimimiz mental sorunlarla boğuşarak geçiriyor.
kolay değil, böyle bir ülkede var olmaya çalışıyorlar:
15 yıl önce iranlı bir gayle yapılan kısa bir video bırakıyorum, tahayyül edemiyorum böyle yaşamak zorunda olmayı, zorunda kalmayı. ama bizim hayal bile edemeyeceğimiz şeyler bazılarının gerçeği.
uluslararası anal neoplazi derneği(ians)nin birkaç ay önce yayınladığı bir guideline var. men who sex with men gibi human papilloma virüsü (hpv) ile bulaş açısından yüksek risk gruplarında olan bizler için eskiye göre değişen bilgiler var, bu yazıda anal kanseri taraması hakkında bu güncel değişikliklerden bahsedeceğim. aynı zamanda sözlükte böyle bir metin dursun istiyorum. daha detaylı okuma yapmak isteyenler için aşağıya derneğin makalesini ekleyeceğim.
en basit haliyle şöyle bir diyagramımız var elimizde:
yazının öznesi risk a grubunda olan kişiler yani:
hiv + homoseksüel 35 yaş üzeri erkekler, hiv + 35 yaş üzeri transgender kadınlar, hiv+ olup da erkeklerle cinsel ilişkide bulunmayan 45 yaş erkekler, hiv + 45 yaşın üzerindeki kadınlar.
vulva displazisi veya kanseri taşıyanlar, hiv + olmayan transgender 45 yaş üstü kadınlar, hiv+ olmayan 45 yaş üstü homoseksüel erkekler.
bu risk gruplarında birindeyseniz 100000’de 17 anal kanser olma riski taşıyorsunuz demektir. tarama olarak yapılması gerekenler; dijital rektal ve anal muayene + anal sitoloji örneği alınması ve/veya anal smear testi alınması. eğer bu testler normal gelirse 1-2 yıllık tarama rutinine devam edilmesi; anormal bir sonuç gelirse yüksek çözünürlüklü anoskopi yapılması gerekiyor.
değişen ne: eskiden hiv – homoseksüel erkeklerde ve transgender kadınlarda tarama rutinine sokmak için 55 yaşı baz alıyorduk, artık her yerde bu yaş 45’e indirilmiş durumda.
ve hiv – olan transgender kadınlarda ve homoseksüel erkeklerde 60 yaş üzerinde kanser insidansı eskiye göre artmış durumda. (64/100000)
peki ne zaman şüphelenelim, ne zaman doktora görünelim?
aslında doğru olan anal sekste pasif roldeki homoseksüel her erkeğin 35 yaşından sonra bu rutine girmesi. ancak ülkemizde böyle bir açılım için birkaç on yıl daha geçmesi gerekiyor. yine de potansiyel bir hasta ve risk grubunda olan kişiler olarak bilinçlenip en azından semptom takibi yapıp en kısa zamanda aksiyon almalıyız. hiv testlerini zaten rutinde yaptırıyoruzdur diye düşünüyorum. yine en azından bu testleri düzenli yaptırmak için kendimize 35 yaş kotası koymakta fayda var çünkü risk bir anda üç dört katına çıkıyor.
allert olmamız gereken semptomlar: anal kanama, tuvalet alışkanlıklarının değişmesi, kasık ve makatta lenf bezlerinde şişlik, tekrarlayan anal siğil, anüs çevresinde ağrılı şişlikler, anal akıntı, pelvik radyasyon öyküsü, uzun süreli perianal fistül varlığı, anal bölgede açık yara, bağışıklık sistemini baskılayan ilaç kullanmak(kemoterapi alan homoseksüel bireyler, organ nakli yapılmış hastalar…) , gece atlet değiştirecek denli yoğun terleme, istemsiz kilo kaybı (ayda %10 ve fazlası).
anal kanserden korunmak için neler yapılabilir? sigarayı bırakmanın insidansı gözle görülür oranda düşürdüğü gözlenmiş. uzun süreli partneriniz bile olsa her anal ilişkide kondom kullanmak elzem, kondom riski sıfırlamaz ancak yüksek oranda düşürür. semptom takibi yapmak ve bu semptomlar gözlenirse doktora başvurmak en önemli adım.
ülkemizde anal kanser tedavisi epey başarılı. radyoterapi ve kemoterapi yapıyoruz, çok nadir durumlarda kolostomi (bağırsağı karın duvarına açarak torba bağlanması) yapıyoruz.
eğer böyle semptomlarınız varsa veya test rutinine girmek istiyorsanız iletişim bilgileri vereceğim oradan türk kolon ve rektum cerrahisi derneğine ulaşabilir bilgi alabilirsiniz. ve tüm bu yazının en can alıcı noktası şu: utanmayın.
gördüğüm ileri evre artık tedavi şansı kalmayan veya çok az olan kişilerin ortak noktası şu cümleyi kurmalarıydı ‘’utandım’’. utanılacak bir şey yok, lütfen yardım talep etmekten çekinmeyin.
hakkı verilmemiş kenarda köşede sızmış şarkılara sahip gruptur. bunlardan biri, benim için en özeli, dinlerken ruhumla sevişen vanderlyle crybaby geeks. eğer bir gün ölümüm kendi elimden olursa bu muhtemelen bedenimi bir denizin bucaksız kollarına bırakmamla olacak ve giderken bu şarkıyı dinleyeceğim.
"all the very best of us string ourselves up for love"
"the water's a-rising
there's still no surprising you
vanderlyle crybaby cry
man, it's all been forgiven
swans are a-swimmin' "
şarkı, aynı zamanda 2010 çıkışlı albümleri high violet'ın kapanışını yapıyor.
şarkının justin vernon'ın da eşlik ettiği şöyle bir canlı performansı var. hayatta en çok beğendiğim üç erkek aynı sahnede. matt berninger, aaron dessner ve justin. ne kadar küçükler ya burada.
volatil alkil nitrit. yan etkileri bilinse kimsenin yanından geçmeyeceğini düşündüğüm zehir. sol frame'de görünce sözlüğün doktorlarından biri olarak birkaç şey yazma gereği hissettim. en azından burada dursun istiyorum.
dermatoloji rotasyonumda poppers'ın aynı etken maddeli bir muadilinin kullanımı sonrası dermatit geliştiren bir hasta görmüştüm.
özellikle fransa, amerika ve kanada'da kullanımı yaygın. pmc'ye göre amerika'da genel popülasyonun %3,3'ü, gaylerin ise %35,1'i hayatlarında en az bir kez kullanmış. çalışmalar özellikle 2020-2024 arasında artmış. en çok kullanım bizim camiada olduğu için de çalışmalar msm (men who sex with men)'ler üzerine yoğunlaşmış.
yazının sonuna birkaç makale bırakıyorum, daha detaylı okumak isteyenler mutlaka baksın. başlıyorum:
klinikte en çok gördüğümüz etkisi dermatit. halk diliyle deri egzeması. hatta o kadar çok görülmüş ki "poppers dermatiti" olarak literatüre bile geçmiş. benim de internlüğümde gördüğüm bir vaka olmuştu böyle. derinin daha çok katlantı bölgelerinde görülmekle birlikte, en yaygın kullanım yolu olan burunda da görülmüş, nazal dermatit olarak raporlanmış hastalar var. lezyonun fotoğrafını koyuyorum ancak hassas içerik olabileceği için spoiler olarak koyacağım.
spoiler!
ikinci en sık gördüğümüz klinik; makülopati. spektral optik koherens tomografi çekildiğinde foveolar bölgedeki retinanın dış katmanlarının spesifik yapısal bozukluklarının yanı sıra multifokal ve ganzfeld elektroretinografi okumalarında da değişiklikler izlenmiş. yani kısacası; gözümüzü içten içe eriten bir şey. kullanmamak için büyük motivasyonlardan diye düşünüyorum. fundus görüntülemesini koyuyorum, her iki foveada ayrı vitelliform lezyonlar var.
yine başka bir hastanın görüntülemesi, lezyon çok açık:
bir diğer ölümcül etkisi, methemoglobinemiye sebep olması. yani vücudumuzda dokulara oksijen taşıyan hemoglobinin yapısını bozarak dokuların oksijenlenmesini bozuyor. bu da organların kanlanmaması, çalışmasının bozulması ve yetmezliğe kadar ilerliyor. fransa'da methemoglobinemi ile gelen 4 hastanın 1'inde sebep poppers kullanımıymış.
toparlarsam, özellikle gözdeki geri döndürülemez etkisi ve methemoglobinemi yapıcı mekanizmasıyla kullanılmaması gerektiği görüşündeyim. en azından bu bir alışkanlık haline gelmemeli. kabul ediyorum, anal kasları bu kadar relakse edici bir madde olması sekslerimizi bir yerde anal üzerine kuran bizler için cezbedici geliyor ancak en nihayetinde vücudunuzun işleyişini bozuyorsunuz, damarlarınız genişliyor, organlarınızın kanlanması bozuluyor, görme yetinizi kaybetmeniz olası.
ben kendim asla kullanmam, partnerimi zorlamam, partnerim bu tarz şeyleri kullanmadan penetrasyonda sıkıntı yaşıyorsa anal da olmayıversin hayatımızda. bir hastam da ayrıca sorarsa yukarıdakileri anlatıp kullanma derdim. daha fazla okuma yapmak isteyenler için birkaç makale bırakıyorum:
neden taktir ettiğimizi anlamadığım kişinin vücudunun sıradan bir parçasıdır. muhtemelen "dalga" geçen çoğu kişiden daha dardır, eğer bu yönden bakıyorsak.
ben bu yönden bakamıyorum. öncelikle, gay porno endüstrisinin kendi içindeki korkunçluklarını hesaba katmadan konuşulmaması gerekir bu konunun.
ki izlediğimiz çoğu seks sahnesi one shoot açıdan çekilmiyor. kişilerin yüzünü izlediğimiz sahnelerde penetrasyon olmadan oluyormuş gibi davranılıyor. hatta penetrasyon çoğu kez kamera hilesi ile mış gibi bile yapılıyor. sanıldığının aksine saatlerce götten sikilmiyorlar yani.
daha önceden gay porno oyuncusu olan ve sonradan piyasadan çekilmiş birinin konu hakkında bir videosunu izlemiştim. orada söylediği birkaç şey vardı;
öncelikle porno yapımcılarının ve yönetmenlerin ekseriyetinin ucuz ve kalitesiz insanlardan oluştuğu. çekimlere gelip porno starlarıyla dalga geçiyor, "fuck this faggot, suck this niggas dick" gibi direktifler veriyorlarmış, ki bu en basit kısmı.
porno starlarına yer tahsil edilmiyor ve özellikle night shoot'larda çekim yapılan yatakta uyumaları bekleniyormuş.
madde kullanmaları bekleniyormuş, bu çoğu zaman starların isteği dışında gerçekleşiyormuş.
çoğu stüdyonun anlaşmalarında özellikle pasif starların çekim dışında seks yapmaları kısıtlanıyor ve eğer çekim dışında bir birliktelikleri olursa ve bu kanıtlanırsa ödeyemeyecekleri para cezalarına çarptırılıyorlarmış.
daddy&son porn tarzı videolarda bir tarafı tamamen shave ederek, okul üniforması giydirerek, özellikle zayıf erkeklerden(örn: austin l young) seçerek resmen pedofil kişilere hizmet ediliyor. unutulmaması gereken bir şey daha var; daha geçen seneye kadar çoğu porno sitesinde amatör çekilen tecavüz videoları vardı. geçen sene bu twitter'da konuşulduğundan beri bu videolar temizleniyor, karışan olmadığında bu videolar duruyordu, hala da bazıları duruyor.
şimdilerde güzel bir ilişkisi olan ve bir porno yıldızı olarak kötü günler geçirmiş aaron'ın şöyle bir cümlesi var: "porno starıyken en popüler olan videomda aslında tecavüze uğruyordum" videosunu bırakıyorum.
nitekim bir başka porno yıldızı, tommy defendi. gay porno starıyken çektiği videoların hepsinde aslında ruhen yıkıldığını ve her şeyi para için yaptığından her çekim sonrası boş boş duvarı izleyip utandığını söylemişti. üstelik bunlar olurken daha cinsel kimliğini bile tam keşfedememişti. attığı bir imza yüzünden yıllarca istemediği seksler yaşadı. şu an eski hayatından oldukça farklı bir yaşantısı var. bir kadınla evli, iyileşmeye çalışıyor. bu süreci, farklı bir isim kullanarak, instagramdan paylaşıyor.
tabii ki bu başlığı buradan okumak overreading olarak görülebilir. ancak söylemeye çalıştığım şey, özellikle belli stüdyolara bağlı çalışan porno yıldızlarının, asıl dert etmemiz gereken yeri göt delikleri değil bilerek ve/veya umursanmayarak yıkılan benlikleri, ruhlarıdır. fabrikalarda canlı canlı deri yüzüp çanta yapan ve bu çantaları cafcaflı reklamlarla bize satan tilki avcılarıdır bu yapımcılar. ezcümle, slut shaming'e en son uğraması gereken kişilerdir zannımca.
flörtümle dışarı çıktığımızda onu eve zor düşecek hale getirene kadar frottage ile ve/veya sözel olarak tahrik ederek edging yapmak ve eve geldiğimizde o yüksek dopamin, sabırsızlık ve birikmişlikle birlikte onu boşaltmak...
bazen işin ucunu kaçırıp tarlaya çekerek, en yakın öğretmenevine veya motele giderek, benzinlik veya cami tuvaletinde de kendimizi bulabiliyoruz ama asıl zevk aldığım şey eve sürene kadar onu tutabilmek... e tabi genç adamız bazen edging yapacağız diye kendim de kabarabiliyorum, o zamanlarda da arka koltuk gülü oluyoruz. kötü bir insanım.
armağan.
çocukken yedi numara'daki armağan'a özenirmişim, durup durup "adımı neden armağan koymadınız?" diye aklıma geldikçe ağlarmışım, hatta ne ağlamak... bayağı ortalığı yıkarmışım.
şimdi düşününce garip geliyor çünkü yirmi altı yaşımda aynaya baktığımda tıpkı "armağan" gibi biri var karşımda. biraz fazla olgun, ortalığı derleyen toparlayan, arkadaş grubunun beyni, sessiz, dünyaya ve hislerine küs, biraz hızlı büyümüş ama zaman zaman içinde bir çocuk dil çıkarıyor.
annem hala evlenip çocuk yapacağıma ve adını armağan koyacağıma inanıyor.
khruangbin'in geçen hafta saldığı yeni albümü. bir şeyler yazabilmek için bir hafta albümü sindirmek istedim. albüm beni bir yaz tatili gününe ışınlıyor.
albümü açarken fifteen fifty-three'de bizi uzaktan uzaktan cicadas sesi karşılıyor. hafif yaz tınılarıyla albüme giriyoruz. sevgilinin omzuna başını yaslamışsın ve bir yaz balkonunda içkilerinizi yudumluyormuşsunuz gibi bir his. o balkonda uyuyakalmış ve begonvil renkli bir sabaha uyanmışsınız gibi, ki son 40 saniyedeki kuş cıvıltıları sizi bu sabaha hazırlıyor.
sonra benim albümdeki kişisel favorim "may ninth" geliyor. "waiting for may to come, hoping for the rain"... az önce bizi yaz balkonunda sevgilinin omzunda uyanırken resmetmişti albüm. may ninth'de ise sabah melteminde elinde yeşillikler ve sıcak ekmekle kahvaltı hazırlamaya eve dönerken yolu bir sokak uzatmışsın gibi.
sonra ağır bir hüzün çöktürüyor omzuna. ada jean ile başlayan ve farolim de felgueiras ile arşa çıkan bir yaz hüznü. tam yaza yarışır, eskiden kalma bir fotoğrafın veya kulağa çalınan bir hitap tamlamasının ağırlığı.
tam da bu noktada yeter bu kadar bulutlandığımız diyoruz ve pon pón çalmaya başlıyor. ufak dans hareketleri, iddiasız 360'lar ve birkaç kalça hamlesi.
todavía viva'yla beraber bisikletle şehri yarıyor, juegos y nubes'le baharatçılardan yayılan kokuyu arkamıza katıyoruz.
hold me up(thank you) ile şehrin kan akışına bırakıyoruz ruhumuzu. sarhoş ve el ele yaz gecesinin tüm partiküllerini içimize çekiyoruz.
sonra gecenin sonuna geliyoruz. yorulup kendini sahile atmışsın. karşında uçsuz bucaksız bir deniz. ayağına çarpıp yok olan dalgalar geçmişi imliyor sanki. caja de sala çalarken sevgilinle parmaklarınızı aralayıp birbirine kenetliyorsunuz. hayat böyle anlarda saklı olabilir işte. böyle anlarda arkada three from two çalıyor, çalmalı.
sonra ayağa kalkıp denize doğru koşuyor ve dalgalara vücudunuzu çarpıyorsunuz. ufak bir boğuşma ve deniz dalgaları nasıl vuruyorsa kıyıya sizi de koca cüssenize bakmadan silkeliyor. o havaya savrulan damlalardan pek bir farkımız yok, oradan gelmedik mi zaten?
sonra yaz bitiyor. ağustosu birkaç polaroid fotoğrafa ve anıya sığdırmışsın. eylül her zamanki ağırlığıyla ufukta beliriyor. yine aynı kavgalar teraneler başlayacak biliyorsun. alarmlar kurulacak patronlar mutlu edilecek. sonsuz bir döngüyle bu noktaya bir gün tekrar dönebilmeyi umacaksın. albümün kapanış şarkısı les petits gris de bunu anlatıyor. albüm cicadas'lerle başlamıştı, yine aynı seslerle bitiyor. başladığın yere döneceksin, çünkü bitiş diye bir şey yoktur. başlangıçlar uç uca eklemlenir. albüm de böyle işte, tek bir yaz günü sonsuzluğa içre.
ilk defa veya uzun aradan sonra pasif oluyorsa eğer penetrasyon anındaki yüzleri... aşırı tatlı bir ifade oluyor izlemeye bayılıyorum. gerçi penetrasyona kadar çoktan parmaklamış oluyorum ben tabii ama penisin giriyor olması daha farklı hissettiriyor olmalı.
prostatına ilk değdiğimde zevkten dönen yalvarırmış gibi bakan gözleri, ben üstünde acımasızca devinirken onun aldığı tüm hazzı yüz hatlarında izleyebilmem, bir yandan altımda kıvranıp kaçmak isterken bir yandan da daha fazlası için sürtünmesi... erkeklerin her duygusunu vücudunun her santimiyle yaşamasına ve bu duygu selinin yüzde zuhur etmesine bayılıyorum, çok seviyorum, canım erkekler!
bir sünnetsiz olarak duruma göre değişiyor diyebilirim. ince, damarsız, sünnetsiz sik benim için parmak hükmünde. yani sünnetlisi biraz daha tolere edilebilir oluyor bu durumda. maalesef nice yiğitlerin kürdandan hallice siklerine tahammül ettik, onlar sünnetsiz olunca lahana sarmasına benziyor. hiç çekici değil.
bir de sünnetliyi sünnetsizden tamamen daha estetik bulmak gerçek penislerden bihaber olmakla açıklanır bence. arkadaşlar hepinizin çükünü özellikle 25 yaş üstünün çükünü baytarlar terziler mahalle berberleri imamlar falan kesti, kimi kandırıyorsunuz :p çoğunuzunki şekilsiz maalesef ve bir cerrahi faciası.
o yüzden bu versus'un benim için kazananı çoğu zaman sünnetsiz sik olur. tabii kalın, damarlı dişe dokunur bir şey olacak. ben partnerime bunu sunuyorsam aktif olarak onun asla altta kalmıyor olması lazım. ya da full pasif olması lazım.
ha diğer türlü anam babam usülü orta halli sünnetliden de devam edebiliriz.
yunan mitolojisi yaratıklarından biri. sesleriyle ve daha önceki kurbanlarının kemiklerinden yaptıkları müzik aletleriyle çaldıkları müziklerle denizcileri etkileri altına alıp, onları sarp kayalıklara çekerek gemilerinin batmasına ve gemicilerin ölmelerine sebep oluyorlarmış. genelde çekici, güzel kadınlar olarak resmediliyorlar ve tanrıça olmasalar bile ölümsüz oldukları söyleniyor.
5 rakamına dönüşerek, numeroloji ilminin inceleme sahasına girer. içimden agnostik olmak gelmediği zamanlarda, açar okur, hem doğum günüm hem de kader sayım olan 23'ün çizdiği hayat yolunda soluklanır, her şeyin benim elimde olmadığını bir kez daha anlarım. bu isimde iki de müzikal eser vardır, benim bildiğim. mor ve ötesi'nin ilk albümünde "yüzünden başlasam gitmeye uzaklara" cümlesiyle başlayan şarkı ve blonde redhead'in albüme de adını veren açılış şarkısı. en az 23 sayısı kadar havalıdır ikisi de.
bir gecenin iki yarısı. tonu ve teni tutturduktan sonra zevke sefaya dalmanın hiçbir sakıncası yoktur. hele karşınızdaki eski aşklarından, kırıp bıraktığı kalplerden, hayvan gibi eğitimli oluşundan, alından morundan parasından pulundan bahsetmiyorsa yeme de yanında yat.
bu adam ve çevresindekilerinin neler yaptıkları ortada. vatan millet sakarya adı altında siyonist uşaklığı yapıyorlar. işlerine gelmeyen herkes terörist. ama ortaya döküldüğü üzere tacizciler ve eşcinsellere nonoş diye saldıranlardan oluşan bu tiplerin buradaki sevicilerinin fantezileri de böyle saldırıya uğramak olsa gerek. ne de olsa ödlekler. hadi efendilerinizin kucaklarına oturmaya yallah.
ilk girimi 2011 yılında ağustos ayının 14'ünde akşam 5'te yazmışım ayı sözlük'e.
o günün üzerinden 5 yıldan fazla vakit geçmiş.
zaman, pekâlâ, hiç de acımadan patır patır ilerliyor işte.
ben, yeri geldiğinde, gayet duygusal bir insan olabiliyorum sanırım.
gerçi, bazı zamanlar oluyor, dünyanın bütün dertleri omuzlarıma birikmiş gibi hissediyorum
sonra
bazı zamanlar oluyor, dünyanın en huzurlu insanı benmişim gibi hissediyorum.
biz insanlar, bu girift ruh hâllerinden uzaklaşamıyoruz içinde yaşıyor olduğumuz dünya, dünyaya geldiğimiz zaman, zamanı harcadığımız olaylar hasebiyle.
son dönemde hem sözlük içre, hem de içinde yaşıyor olduğumuz ülke içinde olan bitenler beni ziyadesiyle etkilemiş durumda. bu yüzdendir ki uzunca bir süre kendimi soyutlamak niyetindeyim bazı mecralardan.
sözlük de bu mecralardan bir tanesi.
ülkenin içinde bulunduğu ahval dahilinde akıl sağlığımı korumanın en iyi yolu olarak bunu görüyorum:
kendimi müziklere, kitaplara ve filmlere hibe edeceğim.
"insanlardan buz gibi soğudum." diyor cahit külebi,
vardır bi' bildiği.
şu 5 yıl boyunca güzel insanlarla konuştum, güzel insanlarla tanıştım, çirkin insanların yazdıklarını okudum, çirkin insanlardan uzak durdum.
hali hazırda peyderpey konuşuyor/mesajlaşıyor olduğum iki-üç kişi var.
hayatım boyunca, franz kafka ile akıl ve ağız birliği etmişçesine, çevremde hep birkaç insan oldu zaten.
ne demiş: "huzur mu istiyorsun? az eşya, az insan."
şu iki-üç kişi benim için 5 yıl 3 ayın getirisidir; yüreğime basmış, özümsemişim.
kâfidir benim için.
"insan ne için yaşar?"
peki,
"insan ne için yazar?"
ilk sorunun cevabı nezdimde değişmekle beraber,
ikinci sorunun cevabı benim için bellidir:
hayat gailelerimden bir tanesi dünyaya bir iz bırakabilmektir.
o yüzden girilerimi silmiyorum.
burada kalsınlar, okunsunlar.
ingeborg bachmann şöyle yazar pek güzel bir şiirinde*:
"hiçbir şey gelmeyecek bundan böyle."
kapanışı güzel bir müzikle yapayım.
"like little puffs of smoke
we're here and then we're gone"
ayı sözlük'e yolunda başarılar dilerim.
güzel günler görmek dileğiyle.
*bu arada,
olur a iletişime geçmek isteyen yazar ya da okurlar olabilir.
mail adresi şudur:
_________________
[email protected] _________________
istediğiniz herhangi bir şey hakkında yazabilirsiniz.
okumaktan keyif alırım.
kendisini gecen sene sans eseri canli olarak dinledim. gittigim bir konserde ön sanatci olarak cikmisti. oldukca yetenekli ve sahneyi de iyi kullaniyor.
şahsen pek anlam veremediğim emel, arzu. bir vakit bir arkadaşım karşısındaki adamın zeki olup olmadığını birkaç saat içinde anladığını, sevişmeye bile tenezzül etmediğini söylemişti. bazan, bir devirde geç kalmış gibi hissediyorum. herkesin eteğinde onlarca taş, dökmek için sabırsız ve arsız, öyle bir devir. kara kaşından, dalgın bakışından, tıraş olurken yüzünde bıraktığı yara izinden önce, ne kadar tez düşünce ürettiğine, ne kadar terslediğine, yapış yapış ukalalığına prim vermek bir adamın? bazı hiyerarşileri yerle yeksan etmeye çalışırken*, nasıl domates yetiştirildiğine sırtını dönüp hegel felsefesine kulak vermek? bunun gibi fena birkaç şey daha var, ya da dediğin gibi olsun, birçok şey var. ama gel,
isveç'in başkenti, nordik ülkelerinin incisi. denizinin ve göllerinin böldüğü kara parçaları, su üstünde hafif titrek hafif durgun yüzen nilüferleri andırır. çetin, alacakaranlık kış günleri gözünüze yarım perde çekmiştir, uyku ve uyanıklık arasında mütemadiyen bir dirsek teması. imdadınıza bilinçsizce elinizi uzatsanız da tutabileceğiniz bir karton bardak kahve yetişir, kahve her yerdedir stockholm'de. sanılanın aksine, isveçliler o sapsarı saçları ve bembeyaz tenleriyle sokakları aydınlatmazlar. öyle bir renktir etrafı saran. herkesin başı önde, zaruri bitkin.
velhasıl, belki de yaz hiçbir yerde bu kadar güzel değildir. ışıldayan gökyüzü gecelere kadar yorulmaz, ışık bedeni tükenmez bir enerjiyle çalkalar. isveçliler bu kez sarhoşlardır, zaten ancak ve ancak sarhoşlarken anlaşabilir, sevişebilirsiniz. sanki doyumsuz duygulara haiz bir düşün içinde seyredersiniz.
gidince; södermalm'in sırtlarını, gamla stan'ın ufak meydanlarını gezin. tradgarden'de açık havada, kalabalığa değerek dokunarak, dans edin. bir de mütevazi bir cevapları var "nasılsın?" sorusuna, bir köşeye yazın: başım yukarıda ayaklarım aşağıda!*
nefret suçuyla ifade özgürlüğünün ayrımını 2024 yılında yapamamak... bu neyin ahrazlığı böyle ya, yani orangutan bile öğrenirdi şimdiye kadar herhalde.
zaten sana laf anlatmaya çalışmak beyhude bir çaba, "homofobik eşcinselim" ne demek ya ahahah
sen homofobik değilsin, sen eşcinsellerden değil bizzat kendinden nefret ediyorsun. çünkü zihninin nasıl bir lağım çukuru olduğunu biliyorsun. kendine olan nefretin o kadar boğmuş ki seni başkasına yansıtarak nefes almaya çalışıyorsun. üstüne insanları idraksızlıkla suçluyorsun. o beğenmediğin lgbt dernekleri sayesinde kaç trans intihardan vazgeçti, kaç ailesinden ölümden kaçan lgbt çocuk yuva bulabildi, kaç öğrenci burs bulup dezavantajlı olduğu illerde okullarda okuyabiliyor farkında mısın? lgbt ortamından dışlanmış olmanı garip karşılaman asıl garip olan şey. çünkü sen içgörüsü sıfır olan bir herifsin. senin birini sevebilme ihtimalin yok, birinin seni sevebilme ihtimali yok, bir ortama dahil olabilme bir çarklının dişlisi olabilme ihtimalin yok. ve bu senin karakterinle, yalnızlığı sevmenle ya da seçmenle değil, bizzat karaktersizliğinle alakalı. insanlardan saygı görememiş olman senin zaten zerre saygı hak etmemendendir.
"heteroseksüeller bas bas bağırıyor mu" demen bile seni ele veriveriyor hemen. bugüne kadar saklanarak, kendini sevmeyerek ve hatta nefret ederek yaşamış olabilirsin. ama sana kötü bi haber, herkes senin gibi ezik ve sinmiş halde yaşamayı seçmiyor artık. insanlar kendilerini sevebiliyor ve kendilerini affedip tanıyabiliyorlar. umarım bu seviyeye ulaşırsın bir gün diyeceğim ama dediğim gibi içgörüsü sıfır bir herifsin, bir şempanzeye emek vermek daha net sonuçlar verir sendense.
ama işte senin gibiler için de mücadele edeceğiz. allah kahretsin ki sen ve senin gibileri de kapsamak zorundayız. ama birilerinin artık sizin yüzünüze yüzünüze çarpması gerekiyor gerçekleri. ve bunu yapmaktan hicap duymuyorum hiç. öğreneceksiniz, sike sike öğreneceksiniz.
eylülün sonlarına doğru rus orta yaşlarda gayet hoş bir adam gelmişti istanbul'a. instagramda bir süredir like'laşıyorduk. açıkçası ilgimi de epey çekmişti. istanbul'a geldiğini haber verdiğinde çok heyecanlanmıştım, bildiğin rus ayısı bi tip, sarı uzun sakalları, kırışık göz çevresi ve kıllı bir vücut...
tabii hemen bilet bakıyorum hızlıca yanına uçabilmek için. kendisi otel tutmuş.
istanbul'a indi, otelde dinlenecek ben de sözde ankaradan yanına geleceğim. telefonda konuşuyoruz, bir anda benimle seksini kaydetmek istediğini ve ileride izlemek için bunu yapmak istediğini söyledi. ben tabii has anadolu çocuğu, yer mi bunları. biraz ağzını aradım ve onlyfans'e başladığını öğrendim. daha öncesinde de lafı geçmiş ve benim onlyfans'le hiç ilgilenmediğimi takip etmediğimi öğrenmişti. yani hiç haberim olmadan pornom yayılabilirdi. tabii ağzına sıçtım bunun, biletimi de yaktım. yalvardı, yüzünü buzlayacaktım dedi ama nafile. en son para teklifi yapınca iyice uyuz oldum. içimde ne varsa ingilizce bildiğim ne kadar küfür varsa ettim herife.
o defter kapanmıştı. dün twitter'da porno izleyeyim diye dolaşırken bir türk porno hesabı gördüm, bir onlyfans içerik üreticisi. biraz bakayım diye tıklar tıklamaz kabak gibi bizimkiyle olan pornosunun trailer'ını gördüm.
o reddettiğim sarışın rus ayısı bizim onlyfans'çıyı delmiş resmen. gerçekten güzel bir seksi kaçırmış oldum. tabii buzlanmış bile olsa seksimin bir yerlere yayılmasını istemem ama adamın penisi o kadar güzel ki... uncut, damarlı ve gayet kalın. dişimi doldururdu yani.
işte o an onlyfans'tan etimle kemiğimle nefret ettim. tek içimi ferahlatan şey bizim türkün de gayet iyi hakkını verniş olmasıydı, o yarrak öyle sürülmeliydi, gerekeni yapmış. ama
o rus ayısı benimdi, benim olabilirdi.
orada, bi rus ayısı var uzakta, o rus ayısı bizim ayımızdır diyemedim. neyse sağlık olsun, allah belanı versin onlyfans.
ilk defa veya uzun aradan sonra pasif oluyorsa eğer penetrasyon anındaki yüzleri... aşırı tatlı bir ifade oluyor izlemeye bayılıyorum. gerçi penetrasyona kadar çoktan parmaklamış oluyorum ben tabii ama penisin giriyor olması daha farklı hissettiriyor olmalı.
prostatına ilk değdiğimde zevkten dönen yalvarırmış gibi bakan gözleri, ben üstünde acımasızca devinirken onun aldığı tüm hazzı yüz hatlarında izleyebilmem, bir yandan altımda kıvranıp kaçmak isterken bir yandan da daha fazlası için sürtünmesi... erkeklerin her duygusunu vücudunun her santimiyle yaşamasına ve bu duygu selinin yüzde zuhur etmesine bayılıyorum, çok seviyorum, canım erkekler!
lisemden arandım ben de. bu zamana kadar hiç gitmediğim için artık aramazlar diye düşünmüştüm ama... ülke değiştirmeden son bir kez hocalarımı görmek için gitmeye karar verdim. liseden kalan birkaç arkadaşımla zaten halihazırda görüşüyorduk. işe yarar bir şey'deki leyla gibi hissediyorum. kibirli, mesafeli, duvarlı efemerid lise yemeğine gidiyor ha, enteresan.
vardır; renktaşlarımızın iran'da molla hakimiyeti altında korkunç bir hayat yaşadığı ortada, ama her şeye rağmen, size rağmen varlar ve var olacaklar.
cambridge üniversitesinin psychological medicine dergisinde gezinirken denk geldiğim bir araştırmayı paylaşacağım: iranlı gay erkeklerdeki mental hastalık semptomları ve intihar eğilimi.
dergiye ve makaleye 36 dolar karşılığında ulaşılabiliyor ancak bilimin deliklerden sızma gibi bir huyu vardır. dolayısıyla size sci hub üzerinden ücretsiz ulaşmanız için link bırakıyorum, ben özetleyeceğim makaleyi ancak okuma yapmak isteyenler buradan ulaşabilir: https://sci-hub.se/https://www.cambridge...
makale 2019 yılında yayınlanmış, 2021 yılında da revize edilerek dergiye kabul almış. özellikle iran'ın seçilme nedeni malum hükümet ve burada gay erkeklerdeki yüksek intihar oranı. çalışma iran'da gizlilikle yürütülüyor 18-49 yaş aralığında hayatın farklı segmentlerinde yaşayan 213 gay erkeğe ulaşılıyor. bu erkeklerden 8'i bir kadınla evli.
araştırmaya göre bu erkeklerin %9,86 ciddi anksiyete sahibi. yine %3,29'luk oranda ciddi somatizasyon bulguları var. %33 oranında depresyon belirtileri gösteriyorlar.
katılımcıların %20'ye yakını intihar düşüncesine sahip, %7,51'i intihar tehditinde bulunmuş ve %1,88'i daha önce girişimde bulunmuş.
genç gay erkeklerin yaş almış gay erkeklere göre mental problemlere ve intihara daha yatkın olduğu da çalışmada yer alıyor.
iran'ın erkek popülasyonunda -10 yaş ve üzeri erkekler için- mental problem yaşayanların oranı %19 iken gay erkeklerde bu oran %40.
normal bir popülasyona ve diğer ülkelere kıyasla iran bu konuda başı çekiyor.
iran'da eşcinsel olmak nasıl bir deneyim bilemem. ama bu pezevenk mollalara rağmen var olan, var olmaya çalışan herkesle gurur duyuyorum. zaten yaşayacağımız altı üstü 60 70 sene, onu da bu aptallar yüzünden kimimiz mental sorunlarla boğuşarak geçiriyor.
kolay değil, böyle bir ülkede var olmaya çalışıyorlar:
15 yıl önce iranlı bir gayle yapılan kısa bir video bırakıyorum, tahayyül edemiyorum böyle yaşamak zorunda olmayı, zorunda kalmayı. ama bizim hayal bile edemeyeceğimiz şeyler bazılarının gerçeği.
nefret suçuyla ifade özgürlüğünün ayrımını 2024 yılında yapamamak... bu neyin ahrazlığı böyle ya, yani orangutan bile öğrenirdi şimdiye kadar herhalde.
zaten sana laf anlatmaya çalışmak beyhude bir çaba, "homofobik eşcinselim" ne demek ya ahahah
sen homofobik değilsin, sen eşcinsellerden değil bizzat kendinden nefret ediyorsun. çünkü zihninin nasıl bir lağım çukuru olduğunu biliyorsun. kendine olan nefretin o kadar boğmuş ki seni başkasına yansıtarak nefes almaya çalışıyorsun. üstüne insanları idraksızlıkla suçluyorsun. o beğenmediğin lgbt dernekleri sayesinde kaç trans intihardan vazgeçti, kaç ailesinden ölümden kaçan lgbt çocuk yuva bulabildi, kaç öğrenci burs bulup dezavantajlı olduğu illerde okullarda okuyabiliyor farkında mısın? lgbt ortamından dışlanmış olmanı garip karşılaman asıl garip olan şey. çünkü sen içgörüsü sıfır olan bir herifsin. senin birini sevebilme ihtimalin yok, birinin seni sevebilme ihtimali yok, bir ortama dahil olabilme bir çarklının dişlisi olabilme ihtimalin yok. ve bu senin karakterinle, yalnızlığı sevmenle ya da seçmenle değil, bizzat karaktersizliğinle alakalı. insanlardan saygı görememiş olman senin zaten zerre saygı hak etmemendendir.
"heteroseksüeller bas bas bağırıyor mu" demen bile seni ele veriveriyor hemen. bugüne kadar saklanarak, kendini sevmeyerek ve hatta nefret ederek yaşamış olabilirsin. ama sana kötü bi haber, herkes senin gibi ezik ve sinmiş halde yaşamayı seçmiyor artık. insanlar kendilerini sevebiliyor ve kendilerini affedip tanıyabiliyorlar. umarım bu seviyeye ulaşırsın bir gün diyeceğim ama dediğim gibi içgörüsü sıfır bir herifsin, bir şempanzeye emek vermek daha net sonuçlar verir sendense.
ama işte senin gibiler için de mücadele edeceğiz. allah kahretsin ki sen ve senin gibileri de kapsamak zorundayız. ama birilerinin artık sizin yüzünüze yüzünüze çarpması gerekiyor gerçekleri. ve bunu yapmaktan hicap duymuyorum hiç. öğreneceksiniz, sike sike öğreneceksiniz.
bir erkeğin ya da prostatı olan bir bireyin hayatı boyunca alacağı en maksimal zevktir, heteroseksüel erkeklerin bile rektal tuşe muayenesinde prostatlarını muayene ederken birkaç saniye süren muayenede sertleştiklerini gördüm. tr'de evli çiftler openminded olabilse hetero erkekler lavaj nedir bilse ve kadınlar haftada bir gün erkeklerini oyuncakla ya da parmakla sikse çok ciddi söylüyorum mutluluk kat sayısı arşa çıkar ülkede. zaten yattığım tüm evli erkeklerin aktif bile olsa o prostatlarını parmağımla mıncıklarım, bezlerini parmağımla sikerken hepsinin yüzünde salak bi "lan noluyoo oha" ifadesi oluyor, kilitleniyorlar, bunu izlemeye bayılıyorum ve zaten seks bir anda altıma geçmeleriyle devam ediyor, bir de bu evli erkeklerin bazısı sikilmeye "prostat masajı" adını takıp iç rahatlatıyor buna aşırı gülüyorum, tabii ben işime bakıyorum. avrupalı hetero erkekler buna daha çok açık ama maalesef pisler, ben her ne kadar ortadoğu insanını sevmesem de en azından temizlik konusunda daha öndeyiz, çoğu yatmadan önce benim karıları gibi olmadığımı biliyor ve özen göstermek zorunda olduklarından karılarına vermedikleri titizliği bana veriyorlar, vermek zorundalar. her neyse hayırlı forumlar, "prostat masajı" isteyen karısından gizli yorgan altında misafir odası koltuğunda el sikte sözlük gezen evli erkekler varsa yazın canlarım, tabii gayler de aynı şekilde, öpüldünüzzz.
anal seks abartılıyor.
iki erkeğin birbirine en yakın olduğu, türlü duyguların eşlik etmesi gereken seksin aşamalarından biridir.
heteronormatif dayatmanın getirdiği anlayış üzerine yanlış yorumlanıp yanlış beklentilere sokabilir insanı. ilk seksinize gerdekmiş gibi davranmayın.
biri sizin içinize girecek, derinlerinizde bir parçasını gezdirecek. size zevk verecek, onun beyninin kimyasal dengesiyle oynuyor olacaksınız. siz de ona zevk vereceksiniz.
bu sevdiğiniz bir erkekle oluyorsa cennetvari bir deneyim olacak. aksiyonlarla değil duygularla düşüncelerle ilgilenmeye bakın.
sevgilinizi içinize alıyorsunuz, vücutlarınız birleşiyor, ayaklarınızı vücuduna sarıyorsunuz. gözleriniz birbirine kenetlenmiş. tüm bunlar olurken tabii ki acı da olacak, zorlanacaksınız da. ama tüm bunlar seksin bir parçası zaten. kimi günler penetrasyona bile gerek duymadan birbirinizi boşaltıyor olacaksınız.
her şeyin ilki zordur, bunu bu kadar önemseyip bundan korkup yıllarca kendini seksten uzak tutan insanlar var.
arkadaşlar seks penetrasyonun çok ötesinde beyninizin içinde olan bir şey. öyle olmasaydı mastürbasyon da yapamazdık. mastürbasyondan farklı olarak, artık yanınızda biri daha var. ve artık bu zevki iki kişi yaşıyorsunuz, bunu yaşarken de birbirinize yardımcı oluyorsunuz. bu kadar basit...
kendinizi germenize korkmanıza gerek yok. iyi temizlenin, iyi yağlanın yeter. gerisi beyninizde ve beyinizde.
bir de şu "sevdiğiniz insanla olmalı" kafasından çıkın, sevdiğiniz değil istediğiniz insanla olmalı.
koca bir medfen burası, yazdıklarımız da hüve’l-bâkīli mermerler. bir gün bakıp ya işeyecekler ya da papatya ekecekler. "artık senin mekânın servilik altında bir yermiş" dedirtelim.
bawer enfes yazmış yine, onun yazısına ek olarak sadece homonasyonalizm üzerinden okunmasıyla bir yanı eksik kalacak bir durum olduğunu düşünüyorum.
lgbti'lerin varlığını doğrudan hedef alan, ideal aile yapısının anne baba ve çocuklardan oluştuğunu söyleyip same seks evliliklere karşı olunacağını belirten, okullarda cinsel eğitim verilmesine karşı olan, trans çocuklar için "okullarda diğer çocuklar bu azınlıklardan nasıl korunacaklarını bilmiyor" demiş bir antiqueer başkana sahip parti.
jasbir puar'ı çok sever ve okurum, o da homonasyonalizmi iç, bölgesel ve küresel olmak üzere üç ölçekte işler yazılarında. yani sadece iç dinamizme değil bölgesel ve küresel etkilerin queer düşünceye ne kadar invaze olduğuna bakılmalı.
puar, abd'deki ulusalcı ideolojinin (özellikle 11 eylül sonrası dönemde) homonormatiflikle nasıl işbirliği yaptığını ve bu işbirliğinin vatansever ve kapsayıcı anlatılarla nasıl üretildiğini yazmıştı. sağcı popülist siyaset queer'liği kullanıyor ve ulusal kimliğe bağlılığın, ötekileştirmenin ve belirli grupların toplumdaki sorunlardan sorumlu tutulmasının önünü açıyor. bu da antiqueer bir partinin başkanını lgbt bireyler içinde bile birinci parti yapabiliyor.
islamofobi üzerinden tıpkı gazze'de yapıldığı gibi pinkwashing yapılıyor ve insanlar kendi benliklerini göremeyecek kadar körleştiriliyor. kadınları, çocukları ve eşcinselleri sözümona koruma çatısı altında oryantalist söylemler kullanılarak işgal ve baskı legalize ediliyor.
queer görüşünün içine sızan bu homonasyonalizm günümüzde politik bir kayma yaşadı ve homopopülizme ilerledi. ve biz bunu sadece izleyebiliyoruz. bu konuda bir tez okumuştum. james keith lotter şöyle diyordu, "korkulu sözümona vatansever egemen özneler, korku temelinde seçtiği liderleri yetkilendiriyor" yaşananları en iyi özetleyen şeylerden biri bu bence. cynthia weber'in queer uluslararası ilişkiler teorisi de buna benzer çıktıları içeriyordu, kitabında devletlerin ve liderlerin queerleri korku üzerinden yönlendirerek nasıl egemenlik yetkisi aldıklarını yazmıştı weber.
almanya'da yaşanan şeyin bir parçasının da nazilerce pompalanan korkunun bir tezahürü olduğunu düşünüyorum, bunu en iyi genç kuşak üzerinden yapabiliyorlar, zaten en çok oyu da gençlerden bu şekilde alıyorlar. beyaz gaylerin iktidarlar için bu kadar "işlevsel" olduğu başka bir dönem olmadı herhalde. ama bu beyaz gaylerin dışında, korkuyla sindirilmiş gaylere bir şekilde ulaşılabileceğini düşünüyorum, başka bir yol bilmiyorum. yazdıkça, okudukça, düşündükçe delirecek gibi oluyorum.
güzelim bilge'mi tekrar ziyaret etme zamanıdır. uzun zamandır bakıştığımız troya'da ölüm vardı'ya tozlu raftan alıp kahvemi demlenmeye bıraktım. günü güzel kapatacağım. göçmüş kediler bahçesi başucumdur. kendimi bildim bileli okurum, henüz o'nun gibi yazanı, o'nun hissettirdiklerini bana hissettirebileni bul(a)madım.
crispr'ı aslında uzun zamandır kullanıyoruz tedavilerde, özellikle herediter anjiyoödemde. tabii 2020'de kimya alanında nobel ödülünü jennifer doudna ve emmanuelle charpentier crispr ile aldığından beri çalışmalar başka yöne evrildi. makaleler yağıyor adeta. tekil ve kombine yaklaşımlardan çok viral kaçış, hedef dışı etkiler, iletim yöntemleri ve immünojenisite gibi hiv tedavisi yolundaki çalılara odaklanmış durumdalar.
şu an bu tedavinin en büyük dezavantajı crrna'ların veya cas proteinlerinin modifikasyonu ile düzenleme etkinliğinin artırılmasının gerekmesi ve potansiyel hedef dışı etkilerin tahmin edilip sınırlandırılmasında elimizde tatmin edici bir veri olmaması. off target etkilerini öngöremiyoruz, yani bir yeri düzeltelim derken nereyi bozacağımız henüz belli değil.
isveç'te bir tıbbi genetik hocamız ve ekibi crispr üzerinden başka bir hastalığın tedavisi için çalışıyordu. onların korkuları istenmeyen genlerin susturulması, tümör baskılayıcı bir genin çıkarılması veya bir protoonkogenin aktivasyonu gibi kansere ilerleyebilecek yolaklar üzerinde nasıl bir etkisi olacağını bilmemeleriydi. dolayısıyla hiv tedavisi için de aşılacak çok yol var daha. ama ben umutluyum.