beautiful thing

kendi tiyatro oyunundan böylesi bir film ortaya çıkaran jonathan harvey’i ne kadar övsem azdır. elbette yönetmenin ve oyuncuların payı büyük ama tiyatro oyununu bir de senaryolaştırıp izleyiciye bu kadar samimi sunan bir senaristi sevmemek mümkün değil. tiyatroyu sinemadan daha çok önemsediğim bir gerçek ancak hayatın zorluklarından-zaman sorunu- tiyatroya gidememek sinir bozucu. tiyatro öyle bir şey ki oyuncunun nefesini ensenizde hissedebilecek kadar yakınlaşabiliyorsunuz ve bu sizi daha yakınlaştırabiliyor hikayeye. sinemadaki perde de biraz daha farklı ama bu filmde de aynı duyguyu yakalayabiliyor insan. yönetmen hettie macdonald’in 1996 yapımı filmi, glen berry, linda henry ve meera syal çok doğal oyunculuklarıyla beni müthiş büyüledi. eşcinsel temalı bir film olsa da aile, komşuluk ve arkadaş ilişkileri üzerine de göndermeleri olan film her şeyden önce insanlığı insan olmaya davet ediyor.
içinde 'ibneler futbol sevmez' modunda klişeler bulunsa dahi dünyada yapılmış en iyi dostluk-aşk filmdir benim gözümde. '90 ların güney londra'sının o alt tabaka insanları, thames nehri kıyısı binaları insanı içine çekiyor. jamie ve ste bir yandan saf duygularıyla kendilerini keşfetmeye başlarken, bir yandan da queer tanımının insanlar üzerindeki düşünceleriyle yüzleşiyorlar. kişiler ve olayların doğurduğu sonuçlar gerçekçi işlense de sonunu en büyük eşcinsel klişelerinden (acıklı biten random gay filmleri) uzak tutarak umursamaz bir mutlulukla bitiriyor. ee bunun neresi gerçekçi değil derseniz cevabı çok basit. günümüzde dahi homofobik tutumuyla parlayan ingiltere'nin, bir de 90 lı yıllarının güney londra'sında mutlu bir son olmaz, olursa da gerçekçi olmaz. ayrıca film sonunda pek çok soruyla birlikte bitiyor. annesinin ani kararlar vermesinin altında bir gizlilik var mı, ste'nin babası bu olaylara ne der, jamie gidince ste ne halt yapar? filmin arkasındakiler bunu pek düşünmüyor ve içinizden geleni yapın belki homofobi görünmez olur imajıyla pollyannavari bir son ile noktayı koyuyor.

son olarak film zaten tek başına insanın içini mutlulukla doldurmasına rağmen bir de üstüne mama cass'in muhteşem sesinden muhteşem şarkıları da eklenince unutulmaz bir iş ortaya çıkmış oluyor.
sandra : what is wrong with madonna?

leah: she is a slut.

sandra: hypocrite!