1. bölüm:
ilk gün
psk ile kavacık kamyon parkında buluştuk. otostopla oraya kadar gelebilmiş. daha bindiğimiz taksi köprünün başına geldiğinde gözleri sevinçle doldu. ne kadar güzel bir göl dedi kocaman gözleri neşeyle dolu. dedim o bir göl değil. aa, evet dedi. bu bir nehir olmalı
hayır psk, dedim. bu istanbul boğazı. bundan binlerce yıl önce tabanından akarsu akan bir vadiydi, ama artık denizle bütünleşik, bir deniz parçası, dedim. gerçi tabanından hala çok ama çok eski bir nehir akıyor
, diye ekledim.
biz bunları konuşurken çoktan bebeğe gelmiştik. biraz yürümek istedik., ortaköye kadar sohbet ede ede yürümüş, zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştık. karnımın acıktığını hissettim the house cafeye götürdüm pskyı. ben bizimle ilgilenecek garsonu beklerken psk ev dedi. ne? dedim house ingilizce ev demek, bak diyerek telefonunu gösterdi bana.
garson geldi, ne istediğimizi sordu, her zaman istediğim eşyleri istedim. psk ise bir şey almayacağını belirtti. garson giderken neden diye sordum, acıkmadın mı?
niyetliyim dedi kısaca. nasıl? dedim, orucum işte, kaza orucu dedi. ama sen önümde yiyebilirsin, hiç rahatsız olmam, sevabım artar, hem alışığım, diye ekledi.
olmaz öyle şey, hadi kalkıyoruz dedim ve taksime doğru yola çıktık. kızılkayaların önüne geldiğimizde bir turist bana fransızca bir şey sordu. ben onla ilgilenirken psk ortadan kayboldu. eyvah dedim. naapar biçare
az ilerde bir kalabalık toplanmıştı, aralarında da psk var gibi duruyordu. açlıktan bayıldı heralde, tutamıosan tutma kardeşim orucu dedim kendi kendime pskya doğru yürürken.