muhafazakarlık

geleneksel sosyal etmenlerin muhafaza edilmesini savunan ideolojidir. bu düşüncede insanlar toplumun ve toplumsal kuralların değişmesini istemezler. genelde sağ partiler bu düşünceyi savunmaktadırlar. günümüzde her ne kadar dindarlar tarafından benimsenmiş olsa da solcuların da muhafazakarlaşmaları mümkündür. mesela sovyetler birliği'nde stalin rejimine karşı olanlar bu rejimi muhafazakarlaşmakla suçladılar.
geleneklerini yaşatmak bazındaki otantik tavır dışında körü körüne geçmişine bağlılığa ve önünü görememeye neden olduğu ölçüde sınırlayıcı bir tutumdur. kapalı toplumlardaki en büyük problem sorunların hep üstünü örtmek, onları yamamak, yok saymaktır.

ama o yamaların bir yerlerinden olur olmadık anlarda pırtlayan hayaller, fanteziler, yaşanmamışlıklar, bastırılmışlıklar ağzına geçirdiğin prezervatifin bedenini, ruhunu, düşünceni korumada yetersiz kaldığını gösteriyor. muhafazakarlık kısaca kimliğini şeklen muhafaza etmektir/etmeye çalışmaktır/ettiğini sanmaktır; yoksa kendini ne kadar manastırlara kilitlersen kilitle, içine kaçan yırtık rahibe çıkmak için gün sayıyor.

(bkz: dikkat gay çıkabilir)
(bkz: maskeli ahlakçılık)
(bkz: politically correct)
faydalı olduğunu düşünmekler beraber memlekette çok zararlı
hoşgörü ile birleşitiğinde tadından yenmez. tek başına kalırsa yobazlığın eş anlamlısı.
genel olarak, geleneğe dayanan inanç sistemine, gelenekler yoluyla aktarılan adet ve düşünce tarzlarına bağlılıkla belirlenen tavır; geleneksel ve yerleşik veya kurumsallaşmış olanı yeni ve modern olana tercih etme tutumu; geleneksel değerlerin korunup yaşatılması gerektiğini savunan, geleneği otorite kaynağı, anlamın ve doğruluğun temel referansı olarak benimseyen bir yaklaşımdır.
ülkemizde dindar olmakla eşdeğer algılanan olgu.
müslüman sapkın ve kirli zihniyete sahip insanların kendilerini sınırladıkları durum olarak nitelendirebilirim .
ben muhafazakar bir çevrede doğdum, büyüdüm. 17 yaşına kadar da o çevrenin dışına çıkmadım. o çevrenin dışına çıkmayı bırakın, ben evden dışarı çıkmadım.

yıllarca 4 duvar arasında enstrüman öğrendim, ingilizcemi iyi bir seviyeye getirdim, hayvan gibi kitap okudum, dizi-film izledim, entelektüel anlamda kendimi geliştirecek ne varsa yaptım. hatırlıyorum, yaşıtlarım dışarıda oynarken beni aralarına almayacakları için değil, canım istemediği ve annemin sürekli tetikte olacağını bildiğimden evde oturur kitap okurdum. sonra ergenliğin başlarında ve ortalarında babamın veya annemin beni sürekli arayıp arkadaşlarıma beni rezil edeceğinden yine dışarı çıkmadım ve evdeydim.

dış dünya oldukça tehlikeliydi benim için eskiden. dış dünyayı hiç merak etmedim. kötü bir mahallede de büyümediğimden, ben kendimi aşana kadar insanların ve muhafazakar geçinen insanların, özellikle de babamın ne boklar yediğini bilmiyordum. bozulmaktan ve değişmekten korktum.

gün geldi ben hornet kullanmaya başladım. gün geldi “kötü” arkadaşlar edindim. gün geldi ben eşcinsel ilişkiler yaşamaya başladım. gün geldi sigaraya bile çocukken “sikseler içmem” dememe rağmen uyuşturucu kullandım. gün geldi ben evli 3
çocuklu din kültürü hocasına sakso çektim.

dün arkadaşlarımla gaziosmanpaşa ve sultangazi arasında, saçma sapan bir sanayi bölgesinde 1 gram için torbacıyı beklerken bunları düşündüm. arkadaş bıçaklanmaktan korktuğundan malı da alamadık. öyle işte.

live fast, die young!

ama ben henry chinaski veya gg allin değilim. hiç de olmadım.
hayatım boyunca hiç sultangazi veya bayrampaşaya gitmedim. ucuz mal alacak kadar zengin değilim derseniz amsterdam'a gidin derim. zira türkiyede fiyatlar çıldırmış.