desidero

Durum: 27 - 0 - 0 - 0 - 26.06.2013 04:40

Puan: 486 - Sözlük Kezbanı

12 yıl önce kayıt oldu. 3.Nesil Yazar.

Henüz bio girmemiş.
  • /
  • 2

ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar

ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar

john mccullagh - ı'll dance on your grave mrs thatcher:

ece temelkuran

ece temelkuran bugün böyle bir yazı yazdı: http://birgun.net/politics_index.php?new... (melez kalp)

yazısı üzerine şöyle güzel bir yazı yazıldı: http://www.antikapitalisteylem.org/makal... (kalp akıldan yoksunsa)

konuya ilişkin facebook'ta gördüğüm bir yorum: "insanların kalbini birbirine anlattım ve sonunda birbirlerine aşık oldular." -yarabbim, sen bizi ergen günlüklerinde yazan epigrafların şerrinden koru.

konuya ilişkin facebook'ta gördüğüm bir başka yorum: kendinden menkul bir değer olarak kalp, metafiziktir. siyaseti "özel" çözümlerle çözeceğini sanmak, "özel"in üretilmiş olduğunu gözden kaçırıyor.

yazıyı okuduktan sonra halet-i ruhiyem: 57398

oidipus kompleksi

saatleri ayarlama enstitüsü'nde geçiyor(muş): "psikanaliz çıktığından beri hemen herkes hastadır."

alaska

benim de aklıma hep (alaska deyince) "northern exposure" gelir. diziden bir sahne:
/ introsunu da ekleyeyim, çok güzel:

erkeklerin 8 mart eylemlerine katılma isteği

her yıl politik çevrelerden erkeklerce bu istek dile getirilir. bu durumun dile getirilişi bir yandan da feminist harekete yönelik bilindik eleştirilerin tekrarlanmasına neden olur. rahatsız erkekler, bu talep üzerine yazmışlar:

"her yıl 8 mart yaklaşırken, genellikle politik çevrelerden erkeklerce bazen içten içe, bazen de mırıltıyı biraz aşan tonda dillendirilen, erkeklerin de 8 mart eylemlerine katılması gerektiğine dair talepler, ya da ufak tefek eleştiriler duyarız. feminist harekete yönelik bilindik eleştiriler tekrarlanır. cinsiyet ayrımcılığına karşı mücadelenin karma şekilde ortak zeminde yürümesi gerektiğine dair iddialı sözler dile gelir. genellikle kadın hareketinin neden ayrı ve özerk bir zeminde oluştuğuna dair politik gerekçelendirmelere bir kez daha kulak tıkanır. medyadaki daha popüler yavanlaştırmalarda ise 8 mart politik içeriğinden bütünüyle uzaklaştırılır. bu sunum içinde “kadınlar günü” neredeyse sevgililer günü tarzı bayağı bir düzeyde ele alınıp, “kadınlar gününüz kutlu olsun” gibi “centilmenlikler” eşliğinde kadınlara nazik jestlerin yapıldığı saçmalıklara dönüştürülür. lakin kurumsallaşmış cinsiyet ayrımcılığının ve bunun erkeklere sağladığı ayrıcalıkların toplumun bütün kesimlerinde niye sürdüğü erkekler tarafından sorgulanma zahmetine girilmez. değil mi ya? onu da bir zahmet kadınlar, feministler söyleyiversin bize, uğraşmayalım şimdi!

oysa artık giderek daha açık hale geliyor ki erkek egemen toplumsal düzenin dayattığı roller, kadınlardan farklı derecelerde ve şekillerde –tabi ki aynı şiddette değil!– erkekler için de baskıcıdır. bu yüzden cinsiyetçiliği dert edinen erkekler için mesele, kadınlarla aynı miting alanlarında yan yana durmak değil, ataerkil rollerle özdeşleşmeyi bırakmaktır. ataerkil ideolojinin hem üreticisi hem de ürünü olmak, hem sahibi hem de ona tabi altında olmak arasında biçimlenen erkekler, cinsiyet eşitsizliğine karşı mücadele vermedikçe bu eşitsizlikten sorumludur.

8 mart, sadece kadınlara yönelik bir eylem günü olarak değil, patriarkal eşitsizliğin, eril tahakkümün tüm ezilenlerinin ortak mücadele günü olarak görülebilir. ancak nasıl? yıllardır geceleri de sokakları da kadınlar için yaşanılmaz kılan eril tahakküme karşı, 8 mart, kadınların sokağa da geceye de sahip olmak istediklerini alanlarda hep birlikte dile getirdikleri simgesel önemi olan ve kadınların güçlerini hissettikleri bir dayanışma günüdür. işte tam da bu yüzden, erkeklerin ilk sorgulaması gereken, kadınlar için sokakların ve gecelerin neden güvensiz olduğudur. yaşamın her alanında cinsiyet ayrımcılığının, kadına yönelik taciz, tecavüz ve şiddetin neden devam ettiğidir. ev içi yaşamın kadınlar için neden bir mahkûmiyet halini aldığıdır. bize sağlanmış ayrıcalıklardan sessizce yararlanmaya devam etmek yerine artık daha fazla ataerkil düzenin gönüllü gardiyanı olmak isteyip istemediğimizdir. bu sorulara vereceğimiz cevaplar kuşkusuz kadınların 8 mart’ta neden erkeklerle beraber eylem yapmadıklarını daha anlaşılır kılacaktır, o halde şunu anlamak gerekir ki ortak mücadele zemini sadece alanlarda beraber olmak değildir.

ataerkilliğin kadına yönelik (her şekliyle) şiddet gibi en dolaysız ve gözle görülür baskılarını reddetmek bizi ortak mücadele zeminine şüphesiz yaklaştıracaktır; ancak bu, hegemonik erkekliği ve ataerkil düzeni bir çırpıda reddetmeyi başarmak anlamına gelmiyor. ataerkil düzen karşısındaki genel tavrımızda asıl belirleyici nokta, gündelik yaşamımızın bir parçası olan "sıradan rollere” karşı duruşumuz ve bunların yerine koyduğumuz alternatifler olacaktır.

bu nedenle “doğal” kabul edilen cinsiyetçi rolleri ve görev dağılımını sorgulamak için bu 8 mart başlangıç olsun diyoruz: cinsiyet ayrımcılığına karşı mücadele ilk önce evin içinde başlar. eğer ataerkil düzenin gardiyanı olmak istemiyorsak, kadınları eve mahkûm kılan bu ayrımcılığa son vermek için kadınlara ait görülen istisnasız bütün işlerde sorumluluğu eşit derecede paylaşmak zorunda olduğumuzu ayan beyan söylüyoruz. bu, kadın hareketinin, ataerkine karşı mücadelelerin ve feminizmin, cinsiyetçiliğe karşı olan erkeklere de öğrettiği “özel olan politiktir” sloganının her günkü pratiğimize yansımasıdır. işte 8 mart’ı bunun en güçlü hatırlatıcısı olarak görebiliriz. mademki özel olan politik, o halde, mücadele her yerdedir. sokaklar da evler de cinsiyetçiliğe karşı mücadelenin farklı alanlarıdır. bizler için evleri birer eylem alanı haline getirmek, erkekliği dönüştürmenin esaslı bir yolu olacaktır.

böyle bir “eylem” ev işlerinin kadınların görevi olarak kabul edilmesinin yanı sıra kadınların ev işlerine erkeklerden daha yatkın olduğuna dair inanışlara karşı çıkışın da bir ifadesidir. bir centilmenlik jesti, ya da aynı evi paylaştığımız diğer kadınlara “yardım” etmek olarak görülmemelidir. keza yardım kavramı, hala asıl görevin kadında olduğunu ima eder. burada asıl amaç cinsiyetçi işbölümü ve cinsiyet kalıplarının ortadan kaldırılmasından başka bir şey değildir. bu işbölümünün, duygusuzlaştırdığı, beceriksizleştirdiği, kendi yaşadığı mekânla, bedeniyle bile yeterince ilgilenmekten uzaklaşmış, bunu bir başkasına (kadınlara) devretmiş, para kazanma makinesine indirgenmiş, seks ve futbol bağımlısı, şiddete meyilli ağzı kalabalık ergenler olarak kalmak istemiyorsak bu kalıpları kırıp atmamız gerekiyor.

kadınların hayat boyu sömürülmesi, ev içindeki emeklerinin görmezden gelinmesi ve doğal bir işbölümünün sonucu gibi gösterilmesine dayanır. kadınların bu gibi işlerde hünerli oldukları iddia edilir; bu işleri yapmak kadınlar için bir mutluluk kaynağı gibi gösterilir. böylece herkese bakmaya ve her işe koşturmaya zorlanırlar. ev içindeki bu düzenin devamı, kapitalist sistemin de devamının garantisidir; emeğin cinsiyetçi işbölümü ev içindeki emeğin karşılıksız sürdürülmesine dayalıdır. kadınların, kendileri olmaları, özgür bireyler olmaları ev içindeki sömürü yoluyla engelleniyorsa, onlara anneliği, erkeklere hizmeti, çocuk, hasta ve yaşlılara bakmayı, ev işlerinde hamarat olmayı salık veren, doğurup, besleyip, büyütmeyi en temel ve “kutsal” görev sayan bu sisteme karşı 8 mart’ta ev işlerini üstlenmek için evlerdeyiz! sadece sokaklarda eylem yapan kadınlarla dayanışma için değil, gerçekten bizlere de biçilmiş rolleri reddeden ve ataerkil iktidarın suç ortağı olmak istemeyen erkekler olarak!

sadece 8 mart’ta değil, yaşadığımız her gün bu işbölümünü, bu cinsiyet ayrımcılığını sonlandırmak için mücadeleyi kendimize çevirmek zorundayız. çünkü kadınlar özgürleşene kadar erkekler de özgür değildir."

edit: başlık şöyle olsaymış daha iyi olurmuş: erkeklerin 8 mart eylemlerine katılma isteği

ayı sözlük yazarlarının şu an dinlediği şarkılar

paul weller - wild wood /

müslüm gürses

"yakarsa dünyayı garipler yakar" demiş, yüreklerimizde kapanmayacak derin bir jilet izi olarak kalacak:

video-müzik:

iz bırakan kitap cümleleri

ulus baker'in bir okuma notu, dolaylı eylem adlı kitabın son kısmıdır aynı zamanda: "neden, diye sormuştu deleuze, her aşk, her yaşantı, her olay bizi yaralıyor, paramparça ediyor? "neden bütün olay hep bir salgın, bir savaş, yaralanma ya da ölüm türünden?" hiçbir zaman olayla eşitlenemiyoruz, diyordu deleuze - hep ya çok erkeniz ya da çok geç kalıyoruz; ya çok aceleciyiz ya çok pasif, ya çok ilerdeyiz ya erişemeyecek denli uzakta. ya şu: "bana çok zayıf, kırılgan gelen hayatım, kayıp gidiyor elimden"; ya da bu: "hayata karşı zayıf olan kendimim, beni altüst eden, benimle hiçbir alakası olmayan biricik şeylerini ortalığa döküp saçan hayat."

şunu da bir tarafa iliştireyim: http://ayisozluk.com/lnk/a21707

sevan nişanyan

odtü'de katıldığı "teoloji sempozyumu"nda, femisit ve lgbt aktivistlerce protesto edilmesinden sonra birçok şey yazıldı, çizildi, çekildi. bana göre, protesto ve protesto sonrasına dair "okunabilecek" (protesto sonrası şöyle biraz yazılıp çizilenlere bakılırsa, cinsiyetçi ve homofobik dilin, bu patriyarkal düzendeki en iğrenç örnekleri görülecektir), denk geldiğim şöyle iki yazı var:

(1) yazı: bir protestonun ifşâ ettikleri üzerine | link: http://hkubra.org/?p=1014

"son olarak, bir grubun eylemini benimsememekten veya eleştirmekten öte, kadınlığın saldırıya ve çirkin tâcizlere uğraması, salt kendisini “liberal” vey⠓sol” diye târif ediyor diye ataerkillik ve kadın düşmanlığından muâf olduğunu sananların cinsiyetçi tavırları bana bir kez daha gösterdi ki, bizim feminizme ihtiyacımız var. evet, belki birbirimizin bazı eylemlerini beğenmeyeceğiz, belki metodoloji konusunda çok tartışacağız. fakat bizim feminizme ihtiyacımız var – zirâ bu ülkede cinsiyetçilik var, kadın düşmanlığı var, ataerkillik var; hem de hiç gocunmadan, hiç çekinmeden, hiç vicdânı sızlamadan var. feministlerin sesinden, kadınlardan, kadınlıktan pek rahatsız olanlar var; öyleyse, biz feministlerin daha fazla ses çıkarmasına pek gerek var. ses çıkaralım, gürültü yapalım: kadınlardan ve kadınlıktan rahatsız olanları, rahatsız etmek için."

(2) yazı: battle of nişanyan ve 100 metre boyundaki feminazilerin saldırısı | link: http://istifhanem.com/2013/02/22/feminaz...

"ama kültür savaşının bu episodunda, simgesel şiddetin hatalı kullanımı sorunundan çok daha endişe verici bir şey dikkatimi çekti: feministler ve lgbt aktivistler, onlara karşı yıllardır nefret ve dışlama üreten baskın muhafazakâr doxa’nın hızla devreye girmesi sayesinde, faşist, zorba ilân edildiler. türkiye toplumsal hayatında kadınların ve erkeklerin çoğunluğu eril tahakkümü ve homofobiyi doğallaştırmamış gibi, sanki feminist ve lgbtgruplar iktidar konumlarına yerleşmiş ve hepimize kendi hayat tarzlarını dayatıyorlarmış gibi, sanki türkiye’de milyonları peşinden sürükleyen feminizm ve lgbt hareketleri varmış da azınlıkta kalmış muhalif heteroseksüel erkekleri eziyor gibi bir hava estirildi. “feminazi” kelimesine, farkında olarak veya olmayarak kadın düşmanlığını ve homofobiyi yeniden üreten bu söyleme gömülmüş biçimde nişanyan tartışmasında rastladım."

entryi girerken denk geldim, protestoyu gerçekleştiren aktivistlerle röpartaj yapılmış. protestoyu ve arka planını bir de onlardan dinlemek gerek: http://www.siddethikayeleri.com/portfoli...

bir nesli böyle mahvettiler

bücür cadı'ya dair anılarını tazelemek isteyenlere:

izmir

birkaç haftadır süren yağmur yağışları yüzünden sonunda izmirliler bir sabah uyandıklarında kendilerini suda yaşayan bir canlı türüne dönüşmüş olarak bulacaklar.

bdp heyetinin karadeniz turu

sinop'ta yaşananları polis kolayca engelleyebilecekken, polisin hdk heyetini öldürmeye göze almış kalabalığa "hoşgörülü" ve "anlayışlı" davranmasında şu görülmeli: egemen olan müzakere süreçlerinde olabildiğince masaya oturduğu toplumsal mücadeledeki direnişleri kapmaya çalışır, ve sınırları her zaman hatırlatır: "eğer bu masaya oturmanıza izin verdiysek, onayladığımız-istediğimiz şekilde bu diyalog sürecini sürdüreceksiniz". bugün erdoğan, sinop'ta yaşananlarda mhp ve chp'yi eleştirse de, aslında bu yaşananlar işine geliyor, çünkü hdk'ya, kürt hareketine, sınırları hatırlatılıyor.

bir başka anayasa sürecine kapılıp, direnişlerin etkisizleşmesini, savrulmasını istemiyorsak, "içinde birçok dünyanın mümkün olduğu bir dünya"yı arzulamaya, bu arzu peşinde sokaklara taşan, masaya oturmayan ama masadaki direnişin elini güçlendiren bir hareketin yaratılması gerekiyor. bunu bugün belki türkiye'nin batısında bir barış hareketini yaratarak sağlayabiliriz.

"hayal kırıklığının hüzünlü cazibesine hayır derken, umuda evet diyoruz; şili gibi aç, çılgın, aşık ve maşuk umuda: şili'nin çocukları gibi geceyi yırtarak gelen o isyankâr umuda evet diyoruz." (1988 ortalarında şili, santiago'da "şili yaratıyor" günlerinin açılış konuşmasının son kısmı)

olay ile ilgili şöyle çarpıcı bir video var:

eski sevgiliyi tanımlayan kelime

desidero

iletişim yayınlarından çıkmış "arzu mimarlığı" adlı kitabın girişinden: 'arzu'nun, kimi dillerdeki karşılığı desiderio, deseo, désir, desire sözcüklerinin ortak kökü, latince desidero. o da de+sidus'tan türüyor. anlamı "yıldızlardan".

papanın görevini bırakması

istifaya şu yaşananların sebep olduğu söyleniyor:

ayı sözlük faşist entry saptama rehberi

sözlükteki bu faşist entryler beni şunları düşünmeye itti -iyi ki de itti: lgbtt'lerin özgürlüğünün, kürt hareketiyle, ekoloji hareketleriyle veya işçi hareketleriyle hiç de sanıldığı gibi ilişkisiz olduğunu düşünmüyorum. lgbtt'ler özgürlükleri için mücadele verirken, demokratik bir toplumu oluşturabilme arzusu içerisindeyse, bunun ancak bugün kürt hareketinin meşru taleplerine kulak verip, kürt hareketine gövdeden bağlanarak gerçekleşeceğini düşünüyorum. o yüzden, nasıl eşcinsellerin özgürlüğü heteroseksüelleri de özgürleştirecekse, kürt halkının özgürleşmesi de bugün bir o kadar lgbtt'lerin özgürleşmesine yol açacaktır. bugün bizler özgürlüklerimiz için mücadele verdiğimizi düşünürken, köleliklerimiz için mücadele verir duruma düşmemeliyiz. kürt hareketini dışlayan bir lgbtt mücadelesine, lgbtt mücadelesini dışlayan bir işçi hareketine, kürt hareketini devrimde engel sayan bir sosyalist harekete kapılmaktan vazgeçmeliyiz, köleliklerimiz için değil özgürlüklerimiz için mücadele vermeliyiz. bugün neoliberalizmin yarattığı figürlerden olmak istemiyorsak eğer, hareketler arası ağları kurmalı ve özgürlüklerimiz için birlikte mücadele vermeliyiz.

"kendi başlarına insandan başka bir şey değillerdi. herhangi bir şekilde eşleştiklerinde bile insandan başka bir şey olmazlardı. ancak hep birlikte, riskli ve yeni bir şeyin; yabancı ve büyüyen ve muazzam bir şeyin zihni, kalbi ve kası oldular. birlikte, hep birlikteyken, değişimin araçlarıdır onlar. " keri hulme, the bone people

nereye sıçacaklar

zach galifianakis

jason schwartzman ve ted danson ile birlikte "bored to death" gibi güzel bir dizide de yer almıştır kendisi. herkes dizinin 4. sezonunu beklerken, hbo diziyi iptal ettiğini duyurdu. bu arada filmi çekilecekmiş gibi bir rivayet de dolaşmıyor değil ortalıkta. kendisi bir komik film de daha görülebilir.

jean-luc godard

jefferson airplane bir gün new york'ta bir otelin çatı katına çıkar ve şarkı söylemeye başlar, jean luc godard da çekmeye... grubun birkaç hayranıyla birlikte: http://onurozgen.tumblr.com/post/1820606...
  • /
  • 2
Henüz bir favori entry yok.

Toplam entry sayısı: 27

ayı sözlük faşist entry saptama rehberi

sözlükteki bu faşist entryler beni şunları düşünmeye itti -iyi ki de itti: lgbtt'lerin özgürlüğünün, kürt hareketiyle, ekoloji hareketleriyle veya işçi hareketleriyle hiç de sanıldığı gibi ilişkisiz olduğunu düşünmüyorum. lgbtt'ler özgürlükleri için mücadele verirken, demokratik bir toplumu oluşturabilme arzusu içerisindeyse, bunun ancak bugün kürt hareketinin meşru taleplerine kulak verip, kürt hareketine gövdeden bağlanarak gerçekleşeceğini düşünüyorum. o yüzden, nasıl eşcinsellerin özgürlüğü heteroseksüelleri de özgürleştirecekse, kürt halkının özgürleşmesi de bugün bir o kadar lgbtt'lerin özgürleşmesine yol açacaktır. bugün bizler özgürlüklerimiz için mücadele verdiğimizi düşünürken, köleliklerimiz için mücadele verir duruma düşmemeliyiz. kürt hareketini dışlayan bir lgbtt mücadelesine, lgbtt mücadelesini dışlayan bir işçi hareketine, kürt hareketini devrimde engel sayan bir sosyalist harekete kapılmaktan vazgeçmeliyiz, köleliklerimiz için değil özgürlüklerimiz için mücadele vermeliyiz. bugün neoliberalizmin yarattığı figürlerden olmak istemiyorsak eğer, hareketler arası ağları kurmalı ve özgürlüklerimiz için birlikte mücadele vermeliyiz.

"kendi başlarına insandan başka bir şey değillerdi. herhangi bir şekilde eşleştiklerinde bile insandan başka bir şey olmazlardı. ancak hep birlikte, riskli ve yeni bir şeyin; yabancı ve büyüyen ve muazzam bir şeyin zihni, kalbi ve kası oldular. birlikte, hep birlikteyken, değişimin araçlarıdır onlar. " keri hulme, the bone people

erkeklerin 8 mart eylemlerine katılma isteği

her yıl politik çevrelerden erkeklerce bu istek dile getirilir. bu durumun dile getirilişi bir yandan da feminist harekete yönelik bilindik eleştirilerin tekrarlanmasına neden olur. rahatsız erkekler, bu talep üzerine yazmışlar:

"her yıl 8 mart yaklaşırken, genellikle politik çevrelerden erkeklerce bazen içten içe, bazen de mırıltıyı biraz aşan tonda dillendirilen, erkeklerin de 8 mart eylemlerine katılması gerektiğine dair talepler, ya da ufak tefek eleştiriler duyarız. feminist harekete yönelik bilindik eleştiriler tekrarlanır. cinsiyet ayrımcılığına karşı mücadelenin karma şekilde ortak zeminde yürümesi gerektiğine dair iddialı sözler dile gelir. genellikle kadın hareketinin neden ayrı ve özerk bir zeminde oluştuğuna dair politik gerekçelendirmelere bir kez daha kulak tıkanır. medyadaki daha popüler yavanlaştırmalarda ise 8 mart politik içeriğinden bütünüyle uzaklaştırılır. bu sunum içinde “kadınlar günü” neredeyse sevgililer günü tarzı bayağı bir düzeyde ele alınıp, “kadınlar gününüz kutlu olsun” gibi “centilmenlikler” eşliğinde kadınlara nazik jestlerin yapıldığı saçmalıklara dönüştürülür. lakin kurumsallaşmış cinsiyet ayrımcılığının ve bunun erkeklere sağladığı ayrıcalıkların toplumun bütün kesimlerinde niye sürdüğü erkekler tarafından sorgulanma zahmetine girilmez. değil mi ya? onu da bir zahmet kadınlar, feministler söyleyiversin bize, uğraşmayalım şimdi!

oysa artık giderek daha açık hale geliyor ki erkek egemen toplumsal düzenin dayattığı roller, kadınlardan farklı derecelerde ve şekillerde –tabi ki aynı şiddette değil!– erkekler için de baskıcıdır. bu yüzden cinsiyetçiliği dert edinen erkekler için mesele, kadınlarla aynı miting alanlarında yan yana durmak değil, ataerkil rollerle özdeşleşmeyi bırakmaktır. ataerkil ideolojinin hem üreticisi hem de ürünü olmak, hem sahibi hem de ona tabi altında olmak arasında biçimlenen erkekler, cinsiyet eşitsizliğine karşı mücadele vermedikçe bu eşitsizlikten sorumludur.

8 mart, sadece kadınlara yönelik bir eylem günü olarak değil, patriarkal eşitsizliğin, eril tahakkümün tüm ezilenlerinin ortak mücadele günü olarak görülebilir. ancak nasıl? yıllardır geceleri de sokakları da kadınlar için yaşanılmaz kılan eril tahakküme karşı, 8 mart, kadınların sokağa da geceye de sahip olmak istediklerini alanlarda hep birlikte dile getirdikleri simgesel önemi olan ve kadınların güçlerini hissettikleri bir dayanışma günüdür. işte tam da bu yüzden, erkeklerin ilk sorgulaması gereken, kadınlar için sokakların ve gecelerin neden güvensiz olduğudur. yaşamın her alanında cinsiyet ayrımcılığının, kadına yönelik taciz, tecavüz ve şiddetin neden devam ettiğidir. ev içi yaşamın kadınlar için neden bir mahkûmiyet halini aldığıdır. bize sağlanmış ayrıcalıklardan sessizce yararlanmaya devam etmek yerine artık daha fazla ataerkil düzenin gönüllü gardiyanı olmak isteyip istemediğimizdir. bu sorulara vereceğimiz cevaplar kuşkusuz kadınların 8 mart’ta neden erkeklerle beraber eylem yapmadıklarını daha anlaşılır kılacaktır, o halde şunu anlamak gerekir ki ortak mücadele zemini sadece alanlarda beraber olmak değildir.

ataerkilliğin kadına yönelik (her şekliyle) şiddet gibi en dolaysız ve gözle görülür baskılarını reddetmek bizi ortak mücadele zeminine şüphesiz yaklaştıracaktır; ancak bu, hegemonik erkekliği ve ataerkil düzeni bir çırpıda reddetmeyi başarmak anlamına gelmiyor. ataerkil düzen karşısındaki genel tavrımızda asıl belirleyici nokta, gündelik yaşamımızın bir parçası olan "sıradan rollere” karşı duruşumuz ve bunların yerine koyduğumuz alternatifler olacaktır.

bu nedenle “doğal” kabul edilen cinsiyetçi rolleri ve görev dağılımını sorgulamak için bu 8 mart başlangıç olsun diyoruz: cinsiyet ayrımcılığına karşı mücadele ilk önce evin içinde başlar. eğer ataerkil düzenin gardiyanı olmak istemiyorsak, kadınları eve mahkûm kılan bu ayrımcılığa son vermek için kadınlara ait görülen istisnasız bütün işlerde sorumluluğu eşit derecede paylaşmak zorunda olduğumuzu ayan beyan söylüyoruz. bu, kadın hareketinin, ataerkine karşı mücadelelerin ve feminizmin, cinsiyetçiliğe karşı olan erkeklere de öğrettiği “özel olan politiktir” sloganının her günkü pratiğimize yansımasıdır. işte 8 mart’ı bunun en güçlü hatırlatıcısı olarak görebiliriz. mademki özel olan politik, o halde, mücadele her yerdedir. sokaklar da evler de cinsiyetçiliğe karşı mücadelenin farklı alanlarıdır. bizler için evleri birer eylem alanı haline getirmek, erkekliği dönüştürmenin esaslı bir yolu olacaktır.

böyle bir “eylem” ev işlerinin kadınların görevi olarak kabul edilmesinin yanı sıra kadınların ev işlerine erkeklerden daha yatkın olduğuna dair inanışlara karşı çıkışın da bir ifadesidir. bir centilmenlik jesti, ya da aynı evi paylaştığımız diğer kadınlara “yardım” etmek olarak görülmemelidir. keza yardım kavramı, hala asıl görevin kadında olduğunu ima eder. burada asıl amaç cinsiyetçi işbölümü ve cinsiyet kalıplarının ortadan kaldırılmasından başka bir şey değildir. bu işbölümünün, duygusuzlaştırdığı, beceriksizleştirdiği, kendi yaşadığı mekânla, bedeniyle bile yeterince ilgilenmekten uzaklaşmış, bunu bir başkasına (kadınlara) devretmiş, para kazanma makinesine indirgenmiş, seks ve futbol bağımlısı, şiddete meyilli ağzı kalabalık ergenler olarak kalmak istemiyorsak bu kalıpları kırıp atmamız gerekiyor.

kadınların hayat boyu sömürülmesi, ev içindeki emeklerinin görmezden gelinmesi ve doğal bir işbölümünün sonucu gibi gösterilmesine dayanır. kadınların bu gibi işlerde hünerli oldukları iddia edilir; bu işleri yapmak kadınlar için bir mutluluk kaynağı gibi gösterilir. böylece herkese bakmaya ve her işe koşturmaya zorlanırlar. ev içindeki bu düzenin devamı, kapitalist sistemin de devamının garantisidir; emeğin cinsiyetçi işbölümü ev içindeki emeğin karşılıksız sürdürülmesine dayalıdır. kadınların, kendileri olmaları, özgür bireyler olmaları ev içindeki sömürü yoluyla engelleniyorsa, onlara anneliği, erkeklere hizmeti, çocuk, hasta ve yaşlılara bakmayı, ev işlerinde hamarat olmayı salık veren, doğurup, besleyip, büyütmeyi en temel ve “kutsal” görev sayan bu sisteme karşı 8 mart’ta ev işlerini üstlenmek için evlerdeyiz! sadece sokaklarda eylem yapan kadınlarla dayanışma için değil, gerçekten bizlere de biçilmiş rolleri reddeden ve ataerkil iktidarın suç ortağı olmak istemeyen erkekler olarak!

sadece 8 mart’ta değil, yaşadığımız her gün bu işbölümünü, bu cinsiyet ayrımcılığını sonlandırmak için mücadeleyi kendimize çevirmek zorundayız. çünkü kadınlar özgürleşene kadar erkekler de özgür değildir."

edit: başlık şöyle olsaymış daha iyi olurmuş: erkeklerin 8 mart eylemlerine katılma isteği

bdp heyetinin karadeniz turu

sinop'ta yaşananları polis kolayca engelleyebilecekken, polisin hdk heyetini öldürmeye göze almış kalabalığa "hoşgörülü" ve "anlayışlı" davranmasında şu görülmeli: egemen olan müzakere süreçlerinde olabildiğince masaya oturduğu toplumsal mücadeledeki direnişleri kapmaya çalışır, ve sınırları her zaman hatırlatır: "eğer bu masaya oturmanıza izin verdiysek, onayladığımız-istediğimiz şekilde bu diyalog sürecini sürdüreceksiniz". bugün erdoğan, sinop'ta yaşananlarda mhp ve chp'yi eleştirse de, aslında bu yaşananlar işine geliyor, çünkü hdk'ya, kürt hareketine, sınırları hatırlatılıyor.

bir başka anayasa sürecine kapılıp, direnişlerin etkisizleşmesini, savrulmasını istemiyorsak, "içinde birçok dünyanın mümkün olduğu bir dünya"yı arzulamaya, bu arzu peşinde sokaklara taşan, masaya oturmayan ama masadaki direnişin elini güçlendiren bir hareketin yaratılması gerekiyor. bunu bugün belki türkiye'nin batısında bir barış hareketini yaratarak sağlayabiliriz.

"hayal kırıklığının hüzünlü cazibesine hayır derken, umuda evet diyoruz; şili gibi aç, çılgın, aşık ve maşuk umuda: şili'nin çocukları gibi geceyi yırtarak gelen o isyankâr umuda evet diyoruz." (1988 ortalarında şili, santiago'da "şili yaratıyor" günlerinin açılış konuşmasının son kısmı)

olay ile ilgili şöyle çarpıcı bir video var:

izmir

birkaç haftadır süren yağmur yağışları yüzünden sonunda izmirliler bir sabah uyandıklarında kendilerini suda yaşayan bir canlı türüne dönüşmüş olarak bulacaklar.

bu mu yeni chp

yeni chp diye bir şey şu an için yoktur -hiçbir zaman da olmayacağını düşünüyorum. chp'nin "değişim" rüzgarlarına kapılan "sol"un bu düzlemde yarattığı etki belki de chp'de "yeni"-"bir şey" imajını doğurmuştur. yapılması gereken sol'un olabildiğine chp'nin "değişim" rüzgarlarına kapılmaması ve toplumsal hareketlerin kemalizm kıskacından kendini kurtarması ve onu parçalayıp politika yapacak zemini yaratması gerekiyor.
Henüz takip ettiği biri yok.
Henüz takip eden biri yok.