arthur schopenhauer

1788 yılı danzig doğumlu ünlü alman filozofudur. felsefesi hem kant idealizmine hem de hint filozoflarına dayanır. doktrinini, özneyi ve nesneyi kapsayan tasavvur * ve irade gücü kavramı üzerine kurar. dünyanın akılda tasvir edildiğinden, algılandığından başka bir şekilde düşünülemeyeceğini savunur. bu düşüncelerine irade adını verir ve bu iradenin varlıklarda yaşama isteği veya yok etme isteklerine karşı direnme gücü verdiğini belirtir. zekanın yaşama isteğinin emrinde olduğunu, ve insanın her şeyde bir kötülük olduğunu anladığında yaşama isteğinden yine zeka yoluyla vazgeçebileceğini söyler.
öte yandan hegel ile aralarında bir çatışma olduğu söylenir. hegel ile berlin üniversitede aynı saatlerde ders vermişlerdir. schopenhauer'un hitabet sanatının sırlarını anlattığı derslerini bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az kişi takip ederken hegelin bir kağıttan okuduğu derslerinde öğrenciler oturacak yer bulamazmış. bunu bir kenara bırakırsak ikisininde ortak noktası kant tır. schopenhauer hegel'in idealizmine katlanamaz, onu ve yandaşlarını küstahlıkla, yapmacıklıkla suçlar.
schopenhauer ile güzel bir tanışıklık yaşamak için okumak,yazmak ve yaşamak üzerine adlı kitabı okunabilir. say yayınevinden çıkan baskısının tercümesi oldukça iyidir. tavsiye edilir.
aşkın metafiziği kitabını romantik duygularla (adından olsa gerek) elime almış ve sonucunda epey karamsar,üzgün ve biraz da kızgın olarak kapatmış olduğum filozof. nihilist, bireyselci ve egoist yazım tarzına rağmen onunla ilgili okuduğum her makalede ya da ona ait her kitapta, cümlede yaşama dair, yaşamın riyakarlığına,acımasızlığına göndermelerinde nedense biraz da aslında mutlu olmaya çalışan, hayalkırıklığı yaşamış, umduğunu bulamamış biri olduğuna inanırım. her şey bi yana adam nietzsche'yi etkileyebilen yegane filozoflardandır.
aldığımız her nefes bizi sürekli etkisi altında olduğumuz ölüme doğru çeker. nihai olarak zafer ölümün olacaktır, çünkü doğumla birlikte ölüm zaten bizim kaderimiz olmuştur ve avını yutmadan önce onunla yalnızca kısa bir süre için oynar. bununla birlikte, hayatımıza olabildiğince uzun bir süre için büyük bir ilgi ve özenle devam ederiz, tıpkı sonunda patlayacağından emin olsak da, olabildiğince uzun ve büyük bir sabun köpüğü üflememiz gibi.
özgür irade sorunu üzerine düşünmek gerekir. istediğimizi yapıyorsak özgürüz, peki istediğimizi isteyerek mi istiyoruz? yani istencimiz özgür mü? * insanın temel özelliğini akıl değil isteme olarak tanımlamıştır. isteme, bazen istediğimiz şeyin bu olduğuna gerçekten bizi inandırarak, bazen de yeni arzular doğurarak sonunda kötü eylemlerde bulunmamıza neden olur. istemenin açlığına kapılan, haz ve tutkularının kölesi olan, ulaştığı hep daha fazlasını isteyen, sonunda ıstıraba ve can sıkıntısına düşen insanın, yaşadığı dünyayı iyi diye nitelendirmesi mümkün değildir. *
bu amcaya göre birbirlerini en çok büyüleyenler, birbirlerini en çok tamamlayanlarmış. çok romantizyen bir beyefendi olduğunu eklemem gerekmiyor sanırım. bu bağlamda; okuyunuz: aşkın metafiziği.
nietzsche'nin felsefeye atılmasını sağlayan filozof.
(bkz: istem ve tasarım olarak dünya)
gece ve gündüz , siyah ile beyaz gibidir. gün bize griyi verir. bazıları içinse pembedir. hayatın sırrına ermiş biri içinse, tüm günler renksizdir.
kadın düşmanlığı ile ön plana çıkar. ancak yaşadığı yüzyıla göre gayet anlaşılabilir bir yanılgıdır onunkisi.
temel öğretilerinden biri de "merhamettir."