işsizlik

ilk bir haftası mükemmel geçen, sonra ki bir hafta da para durumunuza göre eğlenceli olabilen; ama ondan sonrası tam bir işkenceye dönüşen süreçtir. bir tarafta ayı sözlük bir tarafta secret cv, yenibiriş, kariyer.net dolanır durursunuz.
bizim gibi plansız büyüyen ve üniversite açan ülkelerin kaderidir bu. daha yeni yeni, istihdam sayısı kadar üniversiteye öğrenci alma fikrini kabul etmeye başladılar. işsizlik, bu değişikliğin daha anlaşılamadığı dönemden kalan en büyük sorundur.
ülkemin en önemli sorunlarından biri olduğu inkar edilemez ama şunu da unutmamak lazım ki işsiz gezen arkadaşların bir kısmı çalışacak iş olmadığından değil işleri beğenmediğinden işsizdir.
bir kaç gündür içinde bulunduğum durumdur. garip bir huzur fekat tuhaf bir hissizlik ve endişelilik durumu yaratır insanda. "ebedi işsiz mi kalacağım" soruları geçiverir aklınızdan. yersiz bir kendine güvensizlik gelir, "acep ben bir dikiş tutturamaycek miyim?", "insanlar mı kötü, ben mi beceriksizim, yok yok insanlar kötü" diye hayıflanmalar içerisinde boğulunur. ama üzülmemek gerekir, elbet bir iş bulunacaktır.
türkiye'de hızla artışta olan. açıklanan %12,1 fakat aslında sanırım 2017 ocak ve şubat ayı için çok daha yüksek bir oranla karşılaşacağız.
dünyanın en zor mesleklerindendir.
türkiye'de bu oran gerçekte çok çok artmasına rağmen, tv'lerde hiç artmaz, aksine azalır. (bkz: bir türkiye mucizesi)
ilk günüm...

bir yerlere başvurmakla, yaşananları düşünme, kafa dinleme arasında gidip geliyorum... kafada dönüp duran yıgınla şey... elden pek bir şey gelmiyor.
zannımca en koyacak olanı da diplomalı işsizliktir.
beni hayata karşı umutsuz bihter yapan şeydir. ölüyorum anlasanaaa.
işsizlik olgusundan çok başka şeyler konuşmamız gerektiğine inanıyorum. sözlüğü okuyan var mı yok mu bilmiyorum ama kendi düşüncelerimi yazmayı seviyorum.
öncelikle ben z kuşağı dediğimiz 1996 - 2015 doğumlu olan tayfadanım. 2000-2005 aralığında doğdum diyebilirim. gerçek yaşımı gizlilik nedenlerinden dolayı vermek istemiyorum. ailede 3. nesilim ve ilk nesil anneannem ve dedemdi 0'dan başladılar.

annneannem yunanistan göçmeni, dedem ise anadolunun bir köyünden ıstanbul'a göçmüş ailesiz, köksüz bir adamdı. babannem de yine annesiz ve babasız kalmış, istanbula göçmüş bir kadın, dede ise yine genç yaşında iç anadolundan biryerlerden ıstanbul'a gelmiş bir adam. yani kısacası genel aile yapısının sosyoekonomik yapısı ve eğitim seviyeleri anlaşılabilir. anneannem tütünde çalışmış, dedem pazarcılık, limonculuk ve belediye kanalizasyon işinde çalışmış. annemler üç kardeş. annem tek lise mezunu olan kişi kardeşleri arasında. yani kısacası ailenin genel sosyoekonomik ve eğitim seviyesi anlaşılabilmiştir diye düşünüyorum. baba tarafında da benzerlikler söz konusu.

ilk okul dönemlerimde ve ortaokul dönemlerimde mesleklere, paraya hayata dair pek bir düşüncem yoktuç ot gibi okula gidip geliyordum. kendi çapımda başarılı bir öğrenci olsam dahi yeteneklerimi yoğun bir şekilde geliştirmek adına çeşitli pratikler yapmıyordum. ana hedefim yüksek notlar almaktı. aynı zamanda kendi çapımda resim çizerdim, kitap okurdum. annemin çeşitli yönlendirmeleri doğrultusunda iyi bir öğrenci olmak kafama kazınmıştı ve genel olarak bana emek veriliyordu. (yeterli, yetersiz, faydacı kısmını konuşmuyoruz ki birçok şeyin yetersiz kaldığını zaten biliyorum) ellinden geldiğince diyelim bu emek kısmına. lise mezunu bir kadından, kendi kendine bir şeyler yapmayı deneyimlemiş, orrtalama bir zeka seviyesi olan, ailesi tarafınan çok da desteklenmemiş bir kadın ne kadar yapabiliyorsa artık.

lise ilk iki yılım yine kafam kuma gömülü bir şekilde devam ettim ama onbirinci sınıfta alan seçme muhabbetleri başladığı noktada kafamı kumdan çıkarttım ve gerçeklikle yüzleşmeye başladım. hayatın başından beri bana anlatılan şey memur kafasında şuydu; iyi bir lise, iyi üniversite, staj, meslek sonrasında para, kariyer, seyehat aile filan falan. klasik hikaye bildiğiniz gibi. benim onbirinci sınıf dönemimde işlerin hiç de böyle olmadığını anladım. ülke ekonomisi boka sarıyordu, kimse yaptığı işten memnun değildi, üniversiteler saçmalamaya başlamıştı, işsizlik hat saffadaydı. dünya zaten sonbirkaç senede çok hızlı bir şekilde değişti. sanayi devrimi yaşandı bitti. şuanda başlıbaşına bambaşka bir devrimin içindeyiz. yapay zeka devrimi.

sanayi devrimi sonrası fabriaklar kuruldu, işlerde çalışıldı, üretimler yapıldı, birkaç parça varlık edinilindiyse edinilindi.(anneannem, annemlerin dönemi) ve şuanda dünyada birçok farklı sektörde tokluk var. her şey zaten çok sayıda üretildi, yapıldı, hatta şuanda dünyada herkese yetecek kadar giysi de olduğu söyleniyor ama hepsi ya depolarda ya da imha ediliyor çünkü marka değerleri bozulmaması lazım. kapitalizm 101.

yapay zekanın gelişi ile birlikte bazı meslek alanları daralmaya başladı, insanalar işssiz kalmaya başladı. ve gelecekte bu durum daha da artacak gibi duruyor. yetişkinlerin hayal ettikleri plan ellerinde mi patlamaya başladı, götümüzde mi patlamaya başladı bilmiyorum ama dünya genelinde iyi bir noktaya ilerlemediğimiz çok açık ve net.

fakirler, zenginler için çalışır durumda. her şey parayla ilgili ve ucuz olan her şeyde aslında ürünün bir parçası da sensin. ucuz ye hastalan, ilaç al iyi olmaya çalış, ilaca paran mı yetmiyor? kredi çek, ilaca öde stres yap çünkü kredi borcun var daha çok hastalan ve sistem içerisinde daha çok çalış ya da yerinde say. basic slaverity system. bunları tek gören kişi ben miyim diye düşünüyorum ama bu konularda hiç konuşmadığımızı farkediyorum.
kendimi bazen koca bir matrix içerisinde hissediyorum. apartmanlara kapatılmış, zamanında şehirlere daha konforlu bir yaşam için göç etmiş, bir şekilde gelmiş minik fareler. her şey para ile ilgili. "güzel" üniversiteler okumak istememizin sebebi akademik kaygılar, bilim üretmek, akademiye katkı sunmak vb değildi birçoğumuzun, özellikle sosyoekonomik dargelirli ailelerin çocukları bunları ana hedef olarak arzuyabildiklerini düşünmüyorum(arzulaynlar vardrı tabii ki ama istisna olduğuna inanıyorum) daha karnını doyuramazken, kitap alamazken, şuradan şuraya nasıl gidecğinin hesabını yaparken, üşürken, hastayken herhalde dünyaya bilim getireceğim, sanat getireceğim derdi ve motviasyonu ile kimse tutuşmadı. birçok kişinin ana motivasyonu ki doğal olarak daha iyi yaşam standartlarına sahip olmaktı. o okulların, işlerin, mesleklerin arzulanmasının sebebi de temel olarak bununla ilgili "daha iyi yaşam standartlarına sahip olmak enazından temel seviye" ki temelden kastıma hala birçok kişi ulaşabilmiş değil. karnımız doyuyor, kiramızı ödüyoruz, işe gidip geliyoruz çok şükür rabbime bir temel değildir. temel işsiz kalma korkusununun ortadan kalktığı noktada ve 3 yıl işssiz de kalsan hayatında ve standartlarına bir şey değişmeyeceği noktada başlar...

şehirlere hapsedildik, köyler boşaltıldı ve yoğun bir şekilde plansız bir şekilde kentlere göç yaşandı. herhangi bir mal varlığın yoksa sıçtın ki bazı insanlar görüyorum bu konuda sıfır noktasındalar. anadan, babadan kalacak bir şey de yok ortada.
çok sevdiğim bir alıntı var;
"baban seni memum yapabilmek için tarlarınını sattı, sense şimdi kirasını zarzor ödediğin odanda, dokuz beş hayatında kendi küçük toprak parçanı hayal ediyorsun"
koca bir trajedi! koskocaman bir trajedi içerisindeyiz. aklım almıyor, büyük bir trajedi bu.

iş alanları daralıyor, mal, mülk edinmek eskisinden çok daha zor ve asgari ücretle mal edinilebileceğini düşünmüyorum bile. bu artık bir hayal, koca bir hayal. hükümet hiçbir zaman yanınızda olmadı sefil halk. memurluk seksi bir şey değildi, hiçbir zaman da olmadı.
olayın bime, a101'e, burgerking, mcdonalds a girmek olmadığını, bilmem nerde baristalık, garsonluk olmadığını biliyorum. üniversite mezunu olmak bir işe yaramıyor. her şey tamamen seninle ilgili, çevrenle ilgili, ailenle ilgili, şansınla ilgili... iş sahibi olmak için bile paranın olması lazım. meslek sahibi olmak için bile paranın olması lazım. zenginler daha çok zenginleşiyor ve fakirler daha çok fakirleşiyor.

şehir hayatında, birikimsiz ve tek başına işssizlik çok berbat bir şey. deneyimlemedim ama hayal edebiliyorum. aile evinde olan işssizlik de bence oldukça zor. uzun süre sonra gelen değersizlik ve bir işe yaramıyormuşluk hissi heleki yaş ilerideyse oldukça sıkıcıdır eminim ki. e okul okuduk kendimize göre bir şeyler yaptık? her şey mi yetersiz düşüncesi can sıkıcı olabilir.
toprağı işlemeyi bilmiyoruz, kendimizi beslemeyi bilmiyoruz, ağaçları bilmiyoruz, hayvanları bilmiyoruz. o meta işimizi kaybediyorsak marketten yemek dahi alamıyoruz. bu normal mi ? kendimizi nasıl besleyeceğiz? ölmememiz lazım!! köylere dönüş ve yeni köylerin düşlenmesi gerektiğine inanıyorum. herkes yeni şehirler düşleyelim diyor. hayır kardeşim, yeni şehir filan düşlemek istemiyorum ama. şehir zaten yapısı gereği insan yaşamına uygun bir alan değil. başta zaten estetik yok edildi. kare kare, gri, toprak tonları apartmanlar, parksız yeşilsiz yerler. beyaz çirkin florasan ışıklar, alışveriş merkezleri. konfor bence bu değil.

ben bunları görüyorum, hissediyorum ve anlıyorum. köy yaşantısı çok kolay, muhteşem harikadır demiyorum ama iyi planlanırsa keyifli olabilir diyorum. hiçbir şey bilmeyişimin eksikliğini de yaşıyorum. hayvana dair bir şey bilmem, ağaca dair bir şey bilmem, ota dair bir şey bilmem. doğada birçok farklı ot var yenilebilir, pişirilebilen. hiçbirini bilmiyoruz mesela. elime kazma kürek almamışımdır mesela, ev yapmayı bilmiyorum mesela. teknik beceri isteten şeyleri bilmek şart. bence bir erkek olarak bunlar çok büyük eksiklikler. atalarımız ev yapıyormuş, avlanıyormuş, ateş yakıyor, pişiriyor, inşa ediyormuş aile kuruyorlarmış ya . ki biz daha kendi evimizi inşa etmekten, kendi yemeğimizi yetiştirmekten aciz yaratıklarız. laptop başına geçmiş kambur bir şekilde entry giriyorum mesela.

insanlık çok yoğun bir şekilde asimile edilmiş durumda ve kölelik sisteminin içine çekilmiş durumda. çıkış yolu arıyorum? neler yapabileceğimi düşünüyorum, ortalama insan ömrü 90 yıl.
ilk 20 çocukluk vb, biraz büyümek
20-30 bir şeyler i oluşturmayı deneyimleme hali. şansliysanız 24 gibi bir şeyler yapmaya başlamışlık.
30-40 neler oluyor lan, ben napıyorum, naptım napıcam hali
40-50 biraz daha olgunluk, geçmişin meyvelerini yeme ya dahesaplaşma
50-60 biraz daha sakinlik huzur arayışı, amelelik için uygun yaşlar değil.
60-70 dinlence, eğlence hayat geçti bitti
70-80 çeşitli yaşlılık halleri, wise bir adamsanız wise manlik yaparsınız yoksa kimse sizi siklemez
80-90 dedelik!
90-100 daha ne yapasın yaşadın yaşayacağını!

tabii bu anlattıklarım kişiden kişiye de çok değişkenlik gösteriyor. aile faktörü çok önemli, çocukluğu ve gençliği nasıl deneyimlediğimiz, miraslar ve mal varlıkları, arkamızda birileri var mı yok mu, yaşanılan ülke ki avrupa ülkeleri belirli bir finanssal stabilite sağlasa dahi geçmiş yıllarda orada da zengin olamazsınız. devlet kontrolü daha çok üzerinizdedir, iş kurmak, fabrika kurmak vıdı vıdı çok da kolay değil.

olay her ne kadar işssizlik olsa dahi, zaten yapılmaya çalışılan şey bu insan denilen canlıyı sistemin içerisinde tutmak, sistemin içerisinde iyi bir fare değilse de ölmesini sağlamak, değersiz hissettirmek, hasta etmek, her türlü dış uyarıcı ile kolay bir şekilde buluşturmak ve daha çok hasta etmek, derin hipnozda ve uykuda kalmasını sağlamak. kısacası kendinizi suçlamayın ve elinizden gelenin en iyisini yapın. sistemi değiştiremiyorsanız dahi, sistem sevicilik yapmayın ve o sikindirik işlerinizi birer başarı ile gibi göstermeyi bırakın. kimseyi yargılamayın. bu süreçleri atlatmış olduğunuz noktada da ki atlatırsanız bir yaralı parmağa işememezlik yapmayın. olay tamamen mental.