bir dilencinin yardım için uzanan elini karşılıksız bırakmayacağımızı düşündüğümüz anda sert olmayı,
aldatan sevgiliyi bir daha bağışlamayacağımız inancıyla yaşarken belki aşkımızdan değil ama yalnız kalma ihtimalimizden dolayı affetmeyi,
yıkılmamız gereken anlarda toplum içindeki pek değerli mevkimiz sarsılmasın diye güçlüymüş gibi görünmeyi,
göz yaşlarının anlatacağı acıları kapı arkalarında yaşamayı
bazen içinde ''bir ömürlük'' süremizin olduğu bir bilgisayar oyunundan farksızdır; oyun alanımız dünyayken süremizi tutan kronometre zaman zaman elimizde zaman zamansa başkalarının istemli ya da istemsiz kontrolündedir; ya boynuna bir ip geçirerek sen basarsın durma tuşuna ya da bir balkonun altından geçerken saksısındaki çiçeğiyle ilgilenen birinin ters hareketiyle kendisini kafanda bulan saksının teması basar o tuşa. sürprizlerle doludur ve en büyük kozu da sensindir.
en iyi tanımını bir zamanlar anadolu'da filminde rus bir şairden alıntı yapılarak doktor karakteri yapmıştır.
'iğde beline yağmur yağıyor. yağsın. yüzyıllardır yağıyor. ne farkeder?
fakat bundan sadece yüz yıl sonra bile arap ne sen, ne ben ne savcı, ne komiser...
hani şairin dediği gibi;
yine yıllar geçecek ve benden bir iz kalmayacak
yorgun ruhumu karanlık ve soğuk kuşatacak'
gidene kal demeyeceksin. ..
gidene kal demek zavallılara,
kalana git demek terbiyesizlere,
dönmeyene dön demek acizlere,
hak edene git demek asillere yaraşır.
hiç kimseye hak ettiğinden fazla değer verme, yoksa...
değersiz hep sen olursun...
düşün kim üzebilir seni, senden başka?
kim doldurabilir içindeki boşluğu, sen istemezsen?
kim mutlu edebilir seni, sen hazır değilsen?
kim yıkar, yıpratır, sen izin vermezsen?
kim sever seni, sen kendini sevmezsen?
her şey sende başlar, sende biter...
yeter ki yürekli ol, tükenme, tüketme, tükettirme içindeki yaşam sevgisini...
[ya çare sizsiniz, ya da çaresizsiniz. ]
öyle bir hayat yaşadım ki cenneti de gördüm, cehennemi de.
öyle bir aşk yaşadım ki tutkuyu da gördüm, pes etmeyi de.
bazıları seyrederken hayatı en önden, kendimi bir sahnede buldum
oynadım. öyle bir rol vermişlerdi ki okudum okudum anlamadım.
kendi kendime konuştum bazan evimde, hem kızdım hem güldüm halime
sonra dedim ki söz ver kendine;
denizleri seviyorsan, dalgaları da seveceksin,
sevilmek istiyorsan, önce sevmeyi bileceksin,
uçmayı biliyorsan, düşmeyi de bileceksin,
korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredeceksin.
öyle hayat yaşadım ki son yolculukları erken tanıdım.
öyle değerliymiş ki zaman, hep acele etmem bundan.
anladım.
çok hızlı geçen zımbırtı.kısa hemde baya kısa.bu yüzden her saniyeyi dolu dolu geçirmek lazım.ertelemek kadar dehşet veren bir şey yok.aynı saniyeler bir daha tekrarlanmıyor.insanlar durmadan erteliyorlar ve gelecek güzel için umut edip rutinlerine devam ediyorlar.yaş ilerledikçe kıymeti daha da artıyor bu bokun.bencilleşmeye başlıyorsun.sanki elinden kaçacakmış gibi ki kaçıyor zaten de.bize bir kere verilen hakkı sonuna kadar kullanmak gerekir.
tavşanın suyunun suyundan çorba yapmak farz.