siktiri boktan bir facebook paylaşımı okudum bugün ama şu ana kadar hayatla ilgili okuduğum en mantıklı yorumdu:
"gençken enerjiniz ve zamanınız vardır ama paranız yoktur yetişkinken enerjiniz ve paranız vardır ama zamanınız yoktur yaşlandığınızda paranız ve zamanınız vardır ama enerjiniz yoktur"
yanlışlar üstüne kurulan deneyimlerle can bulur insanlar ama muhakkak her insan bir kez yanlış yapar. hatta hatta yanlış sayısı artar zamanla. kimse bu yanlışlar üstüne çok düşünmez, kabul edilip, geçirilir. nasılsa 3 yanlış bir doğruyu götürmediğini düşünülür.
hayatta yanlışlarla örülmüş bir kazak gibidir. bazen sıcak tutar güzel yanlışlar, bazen çok terletip hasta eder. bu kadar yanlışın olduğu hayatta neden insanlar doğruları keşfedemez, ben bunu bilemedim...
mor ve ötesi in gül kendine albümlerindeki eşsiz şarkı. ayrıca mustafa hakkında her şey filminin başında bu şarkı çalar.
uğraş didin farklı şeyler yapmak için üç kişi ya da beş kişi anlar ve zaman,va zaman farklı yüzlerle bazen yanında bazen arkanda yalan diye bişey yok gördük ama konuşmadık ve hayat herşey yoplundayken dur dedi artık ve hayat herkes evindeyken dur dedi artık ve hayatın canına taketmişti sus dedi artık ve hayat... kırık düşler,aynı yalnızlık öyle azaldık ve yıprandık ki kafamız karışık değişmek zor dünya yıkılsa anlamazlar...
hepimizin içinden geçtiği farklı caddelere sahip yol. kimimizin yolları çok benzerken kimimizinki alakasız. kimimizin caddesi direkt uçuruma çıkıp kısa sürebiliyorken, kimimizinki lüks bir arabada seyahat edermişcesine rahat. aslında önemli olan bu yolun nerede, ne zaman bittiği ya da hangi şartlarda geçtiği değil, önemli olan bu yolda nasıl gidildiği. yol boyunca önümüze geleni eziyor muyuz, bize eşlik edenlere neler yapıyoruz, tüm camlarımızı kaldırıp rüzgarı hissedip özgürlüğü yaşıyor muyuz, istediğimiz zaman mola verebiliyor muyuz, yolumuzdaki kontrol bizim elimizde mi, yolda kalmış insanlara yardım ediyor muyuz, yorgunluğa ne kadar dayanabiliyoruz? nasıl olsa er ya da geç bu yolculuk bitecek değil mi. o yüzden hayatı heyhat demeden yaşamak umuduyla.
bizim başlatamadığımız birşeydir. biz nasıl tanımlarsak, öyle birşeydir. nasıl bakarsak, ona dönüşür. nereye sürüklersek, oraya gider. ne kadar cesur ve tutkulu isek, hayallerimize o kadar yakın seyreder. her nasıl başlamış ve sürmüş olursa olsun, güzel bitmesi umut edilendir. ama, sonu ölümdür. yine de, ölümün bile hayırlısı derler ya, hakkaten öyledir...
gerçek şu ki; saat 12:12 olduğunda kimse seni düşünmüyor, şifreleri 1234 yapan insan hala yaşıyor, noel baba yok, tam karşıya geçerken kırmızı yanacak, istediğini alsan da aklın alamadığında kalacak, az kalan yemek daha lezzetlidir, pastayı kesen pasta yiyemez, gece tırnaklarını kesersen ömrün kısalmaz ve sakın kendini başka dünyadan zannedip triplere girmeye kalkma. ne yazık ki; pizzanın ambulanstan önce geldiği bir ülkenin en nadide vatandaşlarından birisin sende... hayat işte! o bakımdan diyeceğim odur ki; başımız toprak, sonumuz toprak. mühim olan çamurlaşmadan yaşamak
bazen içinde ''bir ömürlük'' süremizin olduğu bir bilgisayar oyunundan farksızdır; oyun alanımız dünyayken süremizi tutan kronometre zaman zaman elimizde zaman zamansa başkalarının istemli ya da istemsiz kontrolündedir; ya boynuna bir ip geçirerek sen basarsın durma tuşuna ya da bir balkonun altından geçerken saksısındaki çiçeğiyle ilgilenen birinin ters hareketiyle kendisini kafanda bulan saksının teması basar o tuşa. sürprizlerle doludur ve en büyük kozu da sensindir.
bir dilencinin yardım için uzanan elini karşılıksız bırakmayacağımızı düşündüğümüz anda sert olmayı, aldatan sevgiliyi bir daha bağışlamayacağımız inancıyla yaşarken belki aşkımızdan değil ama yalnız kalma ihtimalimizden dolayı affetmeyi, yıkılmamız gereken anlarda toplum içindeki pek değerli mevkimiz sarsılmasın diye güçlüymüş gibi görünmeyi, göz yaşlarının anlatacağı acıları kapı arkalarında yaşamayı