kapital düzen, telif hakkı zımbırtısı sebepleri ile artık kendisini çeşitli ücretsiz müzik platformlarında dinleyemediğimiz, o kliplerinde vurguladığı amerikan bayrağı altında bol kazançlı günler dilediğim sanatçımsı
konseri eylüle ertelendi. fakat canlı dinlediğim zaman aynı tadı alamayacağımı düşünüyorum malesef. belki bugüne kadar hep amatör çekim performanslarına denk geldiğim içindir. eğer ürpererek dinlemeyeceksem ne anlamı var lanacığım.
vintage tarzı ve ördek dudaklarıyla söylediği depresif şarkılarıyla gönlümde yer etmiştir. ilk dinlediğimde gossip girl'de çalıyordu, video games. video games güzeldir, diet mountain dew'de güzeldir, gods and monsters ve this is what makes us girls'de güzeldir; aslında şu ana kadar dinlediğim hiçbir şarkısında sıkılmadım. iki albüm çıkarmış, lana del rey adında, ikisi de mükemmel. divamızın deyimiyle fevkaladenin de fevkinde!
ama en çokta great gatsby'nin young and beautiful parçasını seslendirmesiyle kazandı. great gatsby en sevdiğim kitapların en başında gelir, leonardo di caprio'ya 6 yaşında kaset oynatıcıdan titanic'i izlediğimden beri hayranım. eh şarkıda mükemmeldi, her şey mükemmeldi.
haziran ayında piyasa çıkaracağı ultraviolence adlı albümünün lead single'ı west coast ve sonrasında piyasaya sürdüğü shades of cool ile bizi ne kadar güzel bir albümün beklediğinin sinyallerini veren sanatçı.
ben bu albümünden çok güzel remixler çıkar diye düşünüyorum.
sanırım kendisini ülkede sevmeyen bir ben varım.
tamamen daddyciginin parasıyla ve pr ile buralara gelip, asırı abartildigini düşündüğüm şarkıcı. surekli bi mizmiz, surekli depresif hani mutlu insanı mutsuz kılar nitelikte biri.
kendisi daha cok, lana seriously needs to get laid...
boğmak istediğim kadındır. cool olmak için kasım kasım kasılır.
sugar daddylerin arkasında motosikletlere binmeyle, bön bön etrafa bakmayla, sigara dumanı eşliğinde "we were born to die" diye naralar atmayla melankolik olunmuyor ablacım. melankolinin yüz karasısın.** estetikten önceki hali çekiliyordu en azından. lizzy grant adında doğal ve samimi bir kadındı. şarkıları bile samimiydi. mesela:
şimdi canlı performansı beş para etmez. zira şarkı sözlerini sık sık unutur. hatta bazen avucundan okur.
saçları boyalı, o tatlı ördek dudakları estetiktir.
kıyafetleri için dünya kadar stilist çalışırken, bir ton boya belki de dünyanın en iyi makyözleri tarafından suratına boca edilmektedir. edilmektedir ki bu kadın 1950'leri iyice yansıtabilsin.
ama şu da var, tüketim çılgınlığının içerisinde yaşıyoruz. bu kadını da bu tüketim çılgınlığının parçası olarak görüyorum. bir dönemin ruhunu ama gerçek ama şov bu zamanın insanlarına yansıttı ve insanlar bunu beğendi. onun sesini dinliyorlar. hareketlerini izliyorlar ve hoşlarına gidiyor. gerisi ne kadar önemli ki? sonuçta bu kadının gerçek olup olmadığı sadece yakın çevresini ilgilendirir. ben şahsen şimdilik seviyorum. dinlemek hoşuma gidiyor, izlemek keyif veriyor. gerisi beni ilgilendirmez.
evleneceği adam düşünsün nancy sinatra ile mi evleniyorum yoksa lizzy grant ile mi?
son olarak şunu belirtmek isterim bu kadın elbette şarkılarında anlattığı gibi birisi değil. şarkılarında hep özendiği bir tipi anlatıyor. umursamaz, başına buyruk, canı ne çekerse onu yapan, tutkulu, yalnız bir kadın... ama gerçekte öyle olduğuna zerre inanmıyorum çünkü bu özelliklerde hiçbir kadın dudağına bir ton estetik yaptırıp ünlü olmak için böyle makyajlar yaptırmaz.
ilk zamanlarında güzel bulduğum ancak şimdi yüzündeki estetikten iğrendiğim şarkıcı şeysi.zaten kızlardan bi sen vardın be lana sende gittin.öteki yandan sesi pamuk gibidir.adamı öper.