sözlük yazarlarının depresyon nedenleri

şişman, yalnız ve fakir olmak.
aşırı yalnızlık ve boğucu kalabalık konusunda tarif tutturulamayan ayarsızlık hali. evet zaman zaman biri diğerini geçiyor hep sıkıntı.

ufak bir kıvılcım çıkarsa uğruna yangınlar çıkaracağımız insanın bir türlü gelmemesi. gel ulan nerdeysen. yoluna kırmızı yün halı sereceğim he ipek halı da olur yeter ki iste.

ve ve ve beklentilerin boşa çıkması anlamında yaşanan şaşıramama hali. o denli kanıksadık ki artık en kötü olanı yaşasak bile buna farklı yoldan çıkarak başka bir seçenek gerek sözlük.
hoşlandığım çocukların benden daha çirkin birileriyle sevgili yapması
kişi çok zengin olduğu halde giderinin olmaması.

(bkz: ben değil bir arkadaş)
aslında bende olan muhtemelen psikoloji biliminin tanımladığı anlamda "depresyon" değil, öyle olsa işin sonu çok farklı yere çıkar, ama yine de buraya yazıyorum çünkü daha uygun bir başlık bulamadım. ondan buradaki depresyonu halk arasındaki anlamıyla ele alayım.

tarihe bugünden bakanlar geçmişi dönemlere ayırır, ben de bunu kişisel olana indirgeyecek olursam eğer, tüm bu günler geçtiği vakit 15-16 yaşlarımdan bu yana yaşadığım dönemi "uzun depresyon" olarak adlandırmayı tercih edeceğim. aslında tüm mesele kendimi gerçek anlamda kabullenmemle başlıyor, daha doğrusu yönelimimi ve bunun etrafında şekillenen karakterimi. kabullenmek fark etmekle aynı değildir, fark edebilirsiniz ama bunu bastırır ve karanlık dehlizlere savuşturabilirsiniz de, ama kabullenmek acı verici olandır, çünkü siz artık "farklı"sınız. ve en kötüsü kabullenmek ile "kendini sevmek" aynı şey değil maalesef bunları çok birbiriyle iç içe görürüz ki maalesef herkes için öyle değil. ilk 15'den 16 yaşıma doğru gelirken kendimi kabullendim, yani ben olduğum kişiydim ve yaşamım istesem de istemesem de buna bağlı gelişecekti, ama kendimi sevebildim mi noktasında durum değişir çünkü bunu kabullendiğim an ben bir "ucube"ydim. burada işin içine toplumsal yaşamın kendisi girdi tabi, "şimdi ben kendimi bu topluma nasıl kabul ettireceğim?", ya da "beni yadırgayacak bunca kuvvetle nasıl başedeceğim?". sonrasında açıldığım insanlar oldu, hepsinde başımı eğe eğe utana sıkıla konuştum, o en meşhur sorumuz var ya hani "ya yadırgarlarsa?".

ve yıllar yılları kovaladı, bu süreçte sevdim, hem de çılgınca sevdim. aslına bakarsanız nefes aldığım ve alacağım süreç içinde kendim için çok küçük ama toplum için çok büyük isteklerim var, nedir bunlar? yanında mutlu olup dünyamı paylaştığım bir adet sevgili ve huzurlu bir ev! bütün toplumsal yargıları bir köşeye atıp insanı en çıplak haliyle ele aldığınız vakit basit bir istek, ancak işin içine toplumu ve düzenin kendisini koyduğunuz vakit büyük bir hayal, dahası bildiğin ütopya gibi bişey lan! ya da beklentiler o kadar düştü ki artık buna bile inanamayacak hale geliyorum.

bundan böyle yaşım 23, önce ne olduğumu anladım, sonra kendi içimde kabul ettim, ama belki de kendimi hala sevemedim, ve geçen yıllar içinde belki de ömrüm boyunca geçen yıllara dönüp "keşke daha cesur olsaydım" diyerek kendimi yargılayacağım, ve muhtemelen her gece! bunun yanında teşhisi koymak da çözüm yolunda giden önemli bir adımdır ancak yetmez, hareket etmek gerekir, yani yol belli artık görebiliyorum ancak o yolu yürümek fazlasıyla acı verici, üstüne sonu da belli değil ve insanı yaşamadığı korkutur, oysa yaşadığı da pek iç açıcı şeyler değildir, bu durumda insan ne kaybedebilir?

şimdi saadete gelelim... dışarıya karşı bir savaşım var, toplum, düzen, ataerki ya da her ne haltsa işte. ancak dışarıdaki kasırgadan kaçıp sığınacak bir limanım yok, çünkü içeride dışarıdakinden de beter bir savaş var! en kötüsü budur işte, insan başını yastığa koyduğu her gece kendiyle boğuşur ve artık kaçacağı bir yer de yoktur.
yapılan mesleğin bir türlü sevilememesi.

aşk meşk işlerinde yaprak bile kımıldamaması.

her ay ödenmesi gereken kredi taksitleri.

cok sevilrn kemanın kaybedilmesi.

2 aydır özel yüzme dersi alıp, hala yüzülememesi.

tatil için planllar yapılıp bilet aldıktan sonra, tatilini bayrama denk getirdiğini yeni fark etmiş olması.




haksızlığa uğramak
düşüncelerini kontrol edememek ve takıntılarını durduramamak (okkb)
toplum tarafından ötekileştirilmiş olmak
bol yağmurlu karanlık hava, yalnızlık, aşksızlık, sevmediğin bir şehirde yaşamak ilk aklıma gelenler...hayır, depresyonda değilim.
doğmuş ve halen nefes alıyor olmak.
ne için yaşıyorum sorusuna cevap bulamamak çok çok önemli bi nedenidir.
işsizlik, başarısızlık, bir yerlere tutunamama.
kiloydu, başarısızlıktı, yeteneksizlikti diyeceğim ama bunların ötesinde en çok da yalnızlık. iyi kötü bir şeylerle karşı karşıya kalırken yanınızda biri olmaması-hep güçlü olup en azından durmaya çalışıp içinizde neler döndüğünü kimsenin bilmesi, bilemeyecek olması. bunun da yalnızlığınızı daha da katlaması...

başlı başına şunu dinlemek bile yeterli, her şeyi o kadar güzel açıklıyor ki :

şu sıralar büyük depresyondaym. sevdiğim kadının yokluğu, kardeşim dediğim insanın bana büyük bir kötülük yapması, insanların bencillikleri, hayatımda söz sahibi olmayanların beni kukla sanmasi ve büyük problemim okul.
borca gir. sonra patronla kavga et işten atıl. sabah altıda uyuyup akşam altıda kalkmaya başla. vaktin bol tabi evdesin bütün gün gir sözlüğe birkaç entry yaz. feyse gir takıl falan. tv seyret bolca.telefonunu kapalı tut. kahve ve sigaradan başka bişey tüketme. 1 haftaya kurt cobain olursun.
deli gibi istemene rağmen koşup sevdiğin adama sarılamaman da olabilir. *
recep tayyip erdoğan.
yalnız olmak, sevdiğinin olmaması, hiçbir şey yapmadan günlerini bomboş geçirmek ve her geçen boş günün bir ziyan olduğunu bilerek daha da kahrolmak.
türkiyede yaşamak,ama yinede vatanım,deprosyonun amuna koyim.
  • /
  • 3