sokrates bir gün yürürken , tek kişinin geçebileceği kadar mesafe olan bir mevkiide dönemin soylularından biriyle karşı karşıya gelir ve ikisi de durur. kısa bir süre bakıştıktan sonra,
soylu: " ben senin gibi pis bir zavallıya yol vermem!"
sokrates: "ben veririm.!"
necip fazıl ankara tren garına koşarak girer ve tren hareket eder.. bunu gören kişi 'treni kaçırdın üstad 'der necip fazıl ise derki 'treni kovdum gitti'
seneler önce askerden yeni dönen özcan deniz'e hülya avşar sorar:
"askerde cinsellik ihtiyacınızı nasıl gideriyordunuz?"
ve özcan deniz unutulmaz cevabı yapıştırır:
"senin resimlerinle hallediyorduk."
lise 3 te çok sevdiğim bir arkadaşımla aynı sınıftaydık ve kendisini inanılmaz zeki sanan bir kimya hocamız vardı. sürekli hızlı ve düzgün konuşmaya çalışan bu kadına tilt oluyor idim.bir gün çok sevdiğim arkadaşıma onur kırıcı bir şey söyledi ben de ''bu kadar öğrenci içerisinde yaptığınız bu davranış hem bize hem de kendinize duyduğunuz saygısızlıktır.ayrıca öğrenciler için aldığınız pedegojik eğitim ters etki yarattı herhalde'' dedim.kimyacı baktı aşağılayıcı saçma sapan gülümseyerek ''cümle uzun olunca etkileyici mi oluyor?'' dedi. ben de ayağa kaltım sınıfın kapısına gittim elimi kulpuna yerleştirdim ''cümle uzun mu geldi öğretmenim?'' dedim ve sınıftan çıktım arkamdan gelen oooooo sesleri sınıfta kısa süreli süper kahraman muamelesi görmemi sağladı.
öğrenciyken sevmediğim ve kendisi tarafından da sevilmediğimi bildiğim bir hoca vardı. dedikoduyu o kadar çok seven, patavatsız, insanları göt etme sevdalısı bir başkasını da tanımadım. hiç kimseyi beğenmezdi. başkalarının sevmedikleri de onun için vazgeçilmez olurdu. sınavlar bitmiş, mezuniyet heyecanı sarmıştı herkesi. küçük bir anfide toplanmış, son sınav için notlara göz atıyorduk ama bu kadıncağız etrafına toplanmış 5-10 kişiye atıp tutmakla meşguldü. içimden kalkıp, kes sesini artık! demek geliyordu. 40 yaşına gelmiş, başından 3 nişan geçmiş ve "yüksek" standartlarına uygun bir koca bulamamış hoca, sonunda, en son nişanı neden bozduğunu anlatıyordu..."aslında çirkin değildi ama burnu çok büyüktü." dedi. o an tutamadım kendimi, "umarım hayat, burnu dışında başka bir yeri büyük olan bir erkek çıkartır karşınıza da, bunca yıl gösterdiğiniz sabrın mükafatını almış olursunuz." dedim. anfi yıkıldı. söylediğim şeye ben de çok şaşırmıştım ama söylediğim söz soğuk duş etkisi yaratmış, hoca dersliği terk etmişti.
rus çarı ile şeyh şamil'in yaşamış olduğu şu diyalog meşhurdur:
bir gün rus çarı esaret altındayken şeyh şamil'i yemek yemek için karşısına alır.
şeyh şamil'in iştahlı bir şekilde yemek yediğini görünce yanındakilere dönüp: "korkarım bu adam bizi de birazdan yer." diye söylenir.
şeyh şamil bunu duyunca: "korkmayın, dinimizde domuz eti yemek haramdır." cevabını verir.
bir ingiliz lordu atatürk’ün daveti üzerine istanbul’a gelir. bu misafir şerefine verilen yemekte servis yapan türk elindeki tepsiyi devirir. herkes büyük bi şaşkınlık içinde kalır ve atatürk’ün ne tepki vereceği beklenirken, atatürk ingiliz lorduna dönerek “milletimiz herşeyi beceriyor da bir tek uşaklığı beceremiyor.” der.