weekend

2011 ingiliz yapımı gay temalı film. baş rollerdeki russel ve glen'e aşık olmamak elde değil.

http://www.imdb.com/title/tt1714210/

film aynı zamanda outfest film festivali jüri büyük ödülü sahibi olmuştur.
burberrynin çok başarılı parfümlerinden biridir benim için
sessiz, sakin bir film. belli ki az bir bütçe ile çekilmiş bir film, bu demek değildir ki kötü bir film olacak diye yok öyle bir dünya, bu filmin başarısını ortaya koymuş. insanı feci çarpıyor. diyaloglar çok duru fakat anlamlı. toplumca alkışlanamayacak bir "nothing hill" hikayesi.

--spoiler--

o son sahnede russell pencerede zarfı açıyorken bir an aşağıda beliren arabanın duracağını içinden glen'in çıkacağını sandım.

--spoiler--

*
ingilizce haftasonu anlamına gelen kelime.
bizi hiç şaşırtmayan ve yine mutsuz sonla biten eşcinsel temalı film.
week ile end'in birleşiminden meydana gelen ve genelde eğlenmeyi, gezmeyi hatırlatan kelime.
eşcinselliği en güzel anlatan filmlerden biri. toplum baskısı, görünmez olma zorunluluğu, iki kişinin dünyayı paylaşabileceği, seks, çelişkiler. filmin içinde hepsini bir arada bulmak mümkün. bir belgesel edasıyla çekilmiş ama buna rağmen insanı içine çeken bir film. *

--- spoiler ---

filmi izlerken siz de yavaş yavaş glen ile birlikte russ'a aşık olursunuz.

--- spoiler ---
filmin duygusal boşalımı şöyle olabilir:
"yalnızlık...
bak nerelere taşıyor kağıdını uzaklara. bir kağıda yazılan umutların, cam şişenin içinde derin dalgalarla mücadelesi gibi... ya bir geminin peşinde sürükleniyorsun ya da köpek balıkları dişlerini görüyor camın yansımasında. bir güverteye sığınmış balığın yeri cam kavanozdan başka ne olabilir...her yeri cam kalınlığında görmek ama asla dışarı çıkamamak...
deniz...
sonsuz mavilik için sonsuz gökyüzü...
deniz...
biraz tuzlu su."
(bkz: eşcinsel filmlerin mutlu sonla bitememe sorunsalı)

oldukça sade, düz, sıradan bir anlatımla işlenmiş, romantik dram filmi. russell isimli adamın hayatına glen'in ve beraber geçirdikleri 2 günlük haftasonunu kapsayan filmdir. işlenen "aşk" teması da oldukça temizdir, sadedir. bu sebepten film, pek film havası içerisinde değildir. evin köşelerine konulmuş kameralarla canlı olarak izliyormuşsunuz hissi uyandırır. bunlar cidden olmuş, yaşanmış, gibi. oldukça başarılı.
üstüne büyük bir bardak soğuk su/bira/votka/şarap iç diyebileceğim filmdir.
nakaratındaki "i can't wait for the weekend to begin" sözleriyle, ofiste geçen kişilerin çıldırma sahneleriyle, michael gray'in en meşhur olan şarkısıdır. kulüplerde zamanında çok çalmıştır, klasiktir.
*mutsuz sonla bittiği söylenen ama bence gayet mutlu sonla biten film.

“anlatımın sonunda her şeyin başa döndüğü”ne katılmıyorum. filmde iki ayrı metafor dikkatimi çekti. ilki mutlu sonla biteceğine dair güçlü bir ipucu. glen “hiç amerika’ya gittin mi?” diye sorar ve russell bir çırpıda “hayır fakat gitmek isterim” der. ve bisiklete binmeyi teklif eder… bu sahneden sonra ben birlikte amerikaya gidecek denli iki güne sığmayacak bir plan çizmiştim kafamda. fakat iki günün her şeyi de içine alamayacağı gerçeğini göz önünde bulunduran yönetmen/senarist yürüdüğü realist yoldan sapmamış. fakat asıl istediğinin altını bir daha çizmiş. russell birlikte olduğu adamla ilgili bir yazısını okuduktan sonra “bir daha görüşmeyeceğimizi bilsem de o gece onunla kaldım” deyince glen “merhametlisin” der. merhametli! herhangi bir adam için merhamet gösterecek birinin kendisine merhamet göstermeyeceği şaşılır ki biraz sonra istasyonda dışarıda yapmam/yapamam dediği öpüşmeyi gerçekleştirir. bu kısa gelişim çizgisi filmin sonunda beni üzüntüye gark etmedi. tersine hayal dünyamın çalışmasını sağladı.

(bkz: dağ fare doğurdu)*
bu filmin hikayesinde olana benzerini yaşadığım için filmden haberdar olup izlediğimde duygu seli yaşamıştım ve gay temalı filmlerden sevdiklerim arasında yer alır . defalarca izlemişimdir doyamadığımdan
kaç kez izlediğimi kimselere söylemek istemediğim film...

-burdan sonrası bol miktarda spoiler içerir-

her seferinde gözlerim doluyor. ama zamanla keşfettim ki bu hüznümün sondaki parçayla fazlasıyla ilgisi var. o yüzden ikinci izlememden itibaren sondaki şarkı kısmına gelindiğinde kapatmaya başladım filmi en atak halimle.*

russell'ın da glen'in de birbirlerinin yanında gerçek benliklerinin ortaya çıkışlarını izlemeyi sevdim. iki günde neredeyse hiç tanımadığın biriyle bu kadar sırrı, hatta aşkı paylaşabilmeyi de öyle. ve tabi ki film bittiğinde "ne sıkıcı hayatım var benim!" triplerine girmeden de edemedim. aşık olmayı gerçekten özlemişim.

her şeye rağmen weekend, bir heteroseksüel olarak kendim gibi davranabilmenin mükemmel bir şey olduğunu fark etmemi, aynı zamanda toplumun eşcinselliğe bakış açısından daha da nefret etmemi sağladı.

filmdeki en sevdiğim -aynı zamanda glen'i de sevmeme neden olan- kısımsa sanırım glen'in russell'a yatakta gözlerinin içine bakıp konuşurlarken onu babası yerine koyup gey olduğunu söylemesini istediği bölümdü. içimden bir şeyler kopup gitti orada. ha bir de son, veda sahnesi tabi...

şimdi benim bakış açımdan olayların nasıl gelişirse filmi "mutlu sonla biten bir yapıt" olarak kabul edebileceğimi göreceğiz:

eski bir türk filminde çok hasta olan bir kızın amerika'ya giderse iyileşeceği söylenmişti türk doktorları tarafından. bir şekilde para bulunuyor, imkanlar yaratılıyor, sonunda kız amerika'ya giden trene binip sevdiklerine el sallarken görülüyor. film böyle bitiyor yani. sonra ben de anneme dönüp diyorum ki: "ee ne oldu yani?"

şimdi bu tavırlarımı göz önünde bulundurursak benim mutlu sondan anladığım şeyin glen'in amerika'ya gitmemesi olduğunu aşağı yukarı tahmin edebilirsiniz. (odun olduğumu da tahmin edebiliriz hatta. zor değil bu tahminler.)

sonuç olarak filmin mutsuz sonlandığına inandım. hatta kendimi harap edip "neden böyle oluyooor?" nidaları da attım, ama bir yandan da diyorum russ gider bence glen'in peşinden ya da glen geri döner. bu böyle bitemez, bitmemeli falan.* umarım bitmemiştir de. ve umarım kimse benim gibi hayal gücü kıtlığı çekmiyordur.
geldiğinde hopa gangam style dinlemeye iten ingilizce sözcük .
bu akşam tekrar izleyeceğim, rasgele butonuyla geldi, filmi ne kadar özlediğimi anladım.
seks sonrası başlayan aşk düsturuna bir örnek daha olsa da sevdiğim bir filmdir. zira eşcinsel filmlerden içeriği bunun kadar dolu sayılabilecek başka bir tane en azından ben şimdiye kadar izlemedim.
tüketim toplumunun itaatkar neferleri olan eşcinsellerin günlük ilişkilerine eleştiriler getiren ,trajik ve realistik bir vurgu yapan şaheser.kesinlikle her sanat sever eşcinselin ölmeden önce izlemesi gereken filmlerden birisi.
şaka lan şaka sıkıcı ve klişe yüklü film..saatlerce mal mal bakışmalar gülüşmeler,liseli aşıklar gibi cilveleşmeler de filmi romantik komedi havası vermiş.sinema eleştirisi yazacak kadar sinema bilgim ve görgüm yok ama kusacam walla şu depresif,ezik,hayatın darbesini yemiş intihara meyilli bir ibne sterotipinden.
eyyy yazar,çizer senaryocu tayfası bıktık anlıyormusunuz. ibneleri bu şekilde 'yazııık çok eziliyorlar acıyın onlara lütfeaan'şeklinde çizmeyin yazmayın oynatmayın.
başlığı açarken skrillexin şarkısı hakkında ne yazmışlar acaba diye düşünerek açan bendenizin burdan en son izlediği filmin avatar olduğunu çıkarmak mümkündür ...
  • /
  • 2