edebiyatta ölüm ve intihar

müslüm yücelin agora kitaplığı tarafından 2003 yılında yayımlanan kitabı.
üç bölümden oluşuyor:
- felsefe ve ölüm
- din ve ölüm
- edebiyatta ölüm ve intihar


şöyle uzunca bir alıntı yapıyorum:
"zaman seninle alay ediyor. varolmak, hiçliğin içine düşmekle aynı anlama geliyor. bütün dinlerden ayrıldın. bütün tanrılar sana küskün. bir deliden geceleri tanrıya istan etmenin yollarını soruyorsun. deli, sen konuşunca yüzünü gizliyor, olanca sesiyle bağırıyor: "isyan boyun eğmektir ve dünya, plathin sırça fanusta söylediği gibidir." sırça fanus içinde bebek gibi tıkanıp kalan insan için dünyanın kendisi kötü bir düşten başka bir şey değildir ve kendimizi uyandıracak iğnelere de sahip değiliz. beckettin kahramanı hamm geliyor: "tanrı kalleşin teki! öyle biri yok!" diyor. hayatın kıyısında çeşitli renkler var, biliyorsun; her şeyi görmenin verdiği acı, yalnızca mutlu görünme formülü... kendine karşı korkunç bir ikiyüzlülükle karşı karşıyasın. daima "bir şimdiyi düşün" diyorlar "popüler zevkler edin, yaşayanların kanı yeni bir toplum için iyi bir gübredir ve kurukafalardan oluşan piramitlerin üzerinde duran kişi daha uzakları görebilir." böyle diyorlar. neyin bittiğini bilmeden "bitti" diyoruz; neyin başladığını bilmeden "başladı" diyoruz. her şeye hakim olan insan, kendine hakim değil. kendi yarattığı boşlukta kayıp insan. insanlık ve dünya bu kayıpların ürünü...

kafa yok, ağız var ve ağzın emrindeki cinsel organlarla bedenin sanayileştirildiği koca bir yüzyıl var önümüzde. yaşa. herkes seni rudyard kiplingin kırkayağı gibi hareketsiz görmek istiyor. kiplingin kırkayağı, hangi ayağı ile hareket etse, adım atsa, nasıl adım atacağını bilmediğinden yerinde kalır. sense bütün ayaklarını kestin. sessizce zaman geçiren insanların gençleştiğini biliyorsun. seni teslim alamayanların, seni nasıl öldürmek istediklerini görünce de gülüp geçtin, ay ve şenlik ateşleri içinde... baudelaire gibi seslenmek istiyorsun, ama nafile, "geç kaldın, yıllanmış korkak ölüm..." geç, geç artık. ölme şansın bile taahhütlere bağlı, geç... başkalarının ateşi ile ısınacak kadar üşümek ölmek demektir. yaşamak, yani kadim sığıntı, kalplerde yanan ateşleri söndürebilecek bir kasırga yaratmaktan artık acizdir. bunu bil...

kör kamunun sana sağladığı bu. bütün inlerini su bastı. molloyun taşıdığı koltuk değnekleri artık ellerinde yok. "çürümek yaşamaktır" diyemezsin. malone gibi ölüme bedeninin karar vereceği günü bekleme şansını da yitirdin. dizi dibinde sürekli köpek isteyen bir kadın görüyorsun. yedi basamaklı bir merdivenle ekmek kabına çıkıyorsun. bir havuzun içinde olduğunu unutmayacaksın hiçbir zaman ve en sevdiklerinin durmadan su bıraktıklarını... geceleyin bir yoksulun ağzından bir şarkı bölecek kalbini, hiçliğini yüzüne vuracak. cohenin sesi bu, suzannenin aynası önündesin. kendine bak! "isa bir denizciydi" diyor "suların üstünde yürüdüğünde"... ve ne zaman ki anladı onu yalnız boğulanların gördüğünü. buyurdu: "denizci olsun tüm insanlar." kaç kez çarmıha gerdiler seni oysa; ancak kimse isa demedi sana! müritlerin mi olmadı yoksa, çalılardan gelen sesi (quo vadis?) duymadın mı? yoksa bir yılan mı vardı çalılıklarda? boşver! murphyi çağır. herkes sevdiğini öldürür. bu, bir tesellirdir ve her teselli bir tehdittir, her tehdit bir fırsattır bir bıçağı kendinde denemek için. yaşarken hiç olmadıktan sonra, ölünce hiç olmanın ne anlamı var? murphy geliyor. geliyor ve kulağına "düşünme" diyor ve "çevrendeki insanlar için bedenin söz konusu olduğu dünyada kimsenin özgür olmayacağını söylüyor. geride tek bir söz bırakıyor: "beni bütün deliler dışladı, akıllılar arasında yerim yok!"...

deli gömleğiyle bitiyor film: yeryüzünde olup bitenlerin bedelini ödemeyi üstlenenler yok mudur?"
kendisi başucu kitaplarımdan biri olur. bir kitap gibi okunmamalı bir de. yani 1. sayfa, 2. sayfa, 3. sayfa, 4. sayfa... diye sırayla değil; karıştırılarak okunmalı. o zaman daha bir güzelleşiyor, çirkinleşiyor, vuruyor...

hem "yaşarken hiç olmadıktan sonra, ölünce hiç olmanın ne anlamı var?" ha?
bu konuda hikayesi kadar intiharıda dramatik hikayeye sahip sylvia plath derim
çocukluktan beri var olan, manik depresif ile uğraşan amerikalı yazar, devamında süren mutsuz bir evlilik ile taçlandırır(bkz:ted hughes) devamında gelen kıskançlık krizleri ve varoluşculuk sorunlar büyür, tarihler 11 şubat 1963'ü gösterdiğinde odada uyuyan çocuklarının yanına süt ve kurabiye bırakarak odanın kapısını kapatıp etrafını bantlar, mutfağa inerek kafasını fırının içine koyarak intihar eder,
türk edebiyatta kesinlikle ölüm denilince akla gelen ilk isim ümit yaşar oğuzcan olmalıdır. ölümün ve aşkın şairi. zümrüdüanka kuşu misali bir yaşam olarak tanımlar kendi hayatını koca şair. bir çok kez başarısız olan intihar denemeleri vardır, hislerini yoğun bir şekilde şiirlerine aktarır ve bu onu korkusuz yapar. hayatını hep uçlarda yaşamış, aşkı ve hatta ölümü bile sevmiştir. oğlu vedat' ın doğumundan önce de sonrasında da bir çok kez intihar etmeyi dener, her zaman depresif bir ruh haline sahiptir. ironi bu ya , genetik miras olarak oğluda bu özelliği alır. reşat nuri'nin aksel'i, halit ziya'nın sadun'u kaybettiği gibi , ümit yaşar'da vedat'ın intihar etmesiyle evlat acısı yaşar. vedat galata kulesınden kendini bırakarak intihar eder , elinde bir notla: " baba intihar öyle edilmez, böyle edilir." ümit'i derinden sarsar bu olay ve galata kulesi şiirini yazar, içini döker, uyan oğlum uyan vedat diye.
"tanrı biliyor ya kaç kere öldüğümü
inandım ölüme, aşka inandığım kadar
satır satır yaşadım yazdıklarımı
ne saadetin ne güzel günün şairiyim
kimse acımasın bana, istemem
ben aşkın ve ölümün şairiyim."
her zaman hatırlanması gereken önemli şairlerindendir ümit yaşar oğuzcan...