aile

çekirdek psikolojik işkence aleti. çekirdek kopyalama merkezi. çekirdek kural koyucu. çekirdek baskı. çekirdek zincir. çekirdek hapishane. matah bişey olsaydı bakanlığı olmazdı zaten. uzak durmak lazım. ay iyiki de eşcinsellere yasak etmişler diycem ama yasakçı biri olmadığımdan demiyorum. kötü birşey velhasıl. bütün kötülüklerin çekirdeği.
kavram olarak mutluluk fışkıran bir kelime olarak gözüksede bazen insanlıktan çıkarabiliyor kişiyi bu kurumun mensupları. tercihler, özel yaşantınız bazen onlarında bilmesi gereken şeyler olduğunu düşünen insanlar kim olursa olsun sinirlerimi bozuyor.
eşcinsel çiftler için belli başlı ülkelerde yasal yaşama imkanı olan konudur. özlemi çekilen ama zaman geçtikçe türkiye ve benzeri ülkelerde umutsuzluğa düşüren olgudur. çünkü zaman bu kavram için her zaman alehimize işler ve olası değildir hiçbir zaman. malum ülkemizde aile olmak için tek seçenek karşı cins ile evlenmek olduğu için ve aile kavramını ucundan tadabilmek, özellikle de çocuk sahibi olabilmek için eşcinseller heteroseksüel görünmek zorundadır.

izlediğim bir dizide, the following'de şöyle bir şey vardı :

'' aileni seçemezsin ama kendi onlardan özgür bırakabilirsin. ''
sevdiğinizde, sizi en güvende hissettiren temel yaıpıtaşı. endişelerinizi bir yandan alabilen, diğer yandan farklı tarz endişeleri damarınıza direkt olarak enjekte eden insanlardır aile üyeleri. uzak kaldığınızda, belirli aralıklarla gördüğünüzde yıllar içinde nasıl yaşlandıklarını, hayata karşı yenildiklerini/kazandıklarını rahatça görebiliyor, buna bağlı olarak üzüntü/mutluluk seviyenizi dramatik bir şekilde değiştirmek zorunda kalabiliyorsunuz.


yanınızda olması güzel, uzakta olması hem haz hem de şüphe, tepenizde olması işkencedir.
toplum denilen yapının mikro modelidir.
insan olmanın ve insanlığa dair temel değerlerin tümünün öğrenildiği veya kaybedildiği en küçük toplumsal yapıdır...
bireyi hem var eden hem de yok edendir!

(bkz: ne seninle ne de sensiz)
yedeği olmayan sadece 1 tane olan; kan bağı itibariyle en azından.
aile, 1'den fazla canlının samimiyetle sevgi saygı içinde yaşayan bir topluluk olarak da tanımlanabilir.
'kan bağı ayak bağıdır.' tespitinin öznesi. toplumun en küçük takozu, önümüze çıkan ilk engebe. sevmek ya da sevmemek bambaşka bir olay fakat bu mevhumdan sıyrılmak büyütüyor insanı. bencilce ideallerini tatmin etme, aksi halde hayal kırıklığına sebebiyet verme ise en yaygın çocukluk travması. ait ya da dahil değilsek birey olarak bir parçası kabul edilemeyeceğimiz toplumu ufalayıp, kırıntılarını güvercinlere atalım bence.
sahip olmayı seçemediğimiz, aynı soyadı altında buluşmuş, fikir ve görüş birliği genelde sağlanamayan, zor kurulup çabuk dağılan kavram.
asla sevmediğim ve sevmeyeceğim oluşum. düşünceleri doğrultusunda hayatımı mahvettiler hep. hayatta eğer bugün bu konumdaysam bu onların sayesinde bu kadar boktan olmamın sebebi.
tanım: eziyet ve işkence
bir de şu insanların ailelerinden nefret etmesi artık doğal karşılansın herkesin ailesi mükemmel vs değil. kaldı ki insan ailesini sevmek zorunda değil.
kredi kartının eksi limitleri gibidirler.
eziyet kelimesinin bendeki karşılığı. hala sevgilerine muhtacım orası da ayrı bir konu.
ilgi orospuluğumun söktüğü tek kurum,
nefret ediyor olsam da bir tarafım onların sevgisine muhtaç. çünkü (bkz: attention whore )
köpekdişi filmi geliyor nedense bu kavram denilince aklıma.
çok özlediklerimdir. şimdi yeni geldim diye böyle. bir iki haftaya kavga dövüşler başlar. sonra da döneceğim zaten. artık kendimize ait hayatlarımız ve yaşantılarımız olduğu için ayak uyduramıyoruz bu geri gelmelere, onların gelmelerine belki. ama yine de o eski, saf, masum hayatımızı, çocukluğumuzu hatırlatandır. aile bu insanın hayattaki tek gerçeğidir.
bazen ihtiyaç olunası ama benim için çoğu zaman nefret edilesi olan yapı.
özellikle bizimki gibi ataerkil ve muhafazakar toplumların oldukça fazla önemsediği bir kurum.

her ne kadar ülkenin doğusundan batısına doğru gelindiğinde ailelerin muhafaza edilmesine dair aile içi refleksler zayıflıyor gibi görünse de, özellikle güneydoğu bölgesinde var olan aşırı korumacılıktan kurtulunması muhakkak ki aile içindeki bağların daha sağlıklı olduğu noktalara taşıyor bizi ülkenin batısında.

elbette bu söylediklerim istisnası olan genellemeler. işte ben, tam da böyle bir istisnanın içerisinde doğup büyüdün. doğulu olmasına rağmen doğu kültüründen fazlaca yoksun bir baba. batı ile doğuyu harmanlamış fakat ikisi de olamamış bir baba. istanbul'a 12 yaşında gelmiş ve 38 yıldır burada.

istanbul'da doğup büyüyen bir anne. doğu kültürünün getirilerinden pek azına sahip. çevresinin ona kattığı, aile meclislerinde kullandığı hafif şiveli dili dışında pek az şey var hayat görüşünde, doğu'ya dair.

büyük olan erkek çocuk sekiz, küçük olan kız çocuğu ise henüz dört yaşındayken parçalanan bir aile. annenin babayı aldatması, babanın buna rağmen "çocukların başında dur" diyerek boşanmamak için yalvarması. altı yıllık sancılı bir süreç, annenin defalarca evden gidip geri gelmesi...

bütün bu hengamenin içinde büyümeye çalışan bir çocuk. babanın kendi doğrularıyla yetiştirmeye çalıştığı fakat doğrularını dayattıkça da ters tepkiler aldığı asi bir çocuk. defolu büyüyen bir çocuk. anne ve babadan asla göremediği sevgiyi ilerleyen yıllarda taparcasına sevdiği kadınlarda ve maalesef bilimum uyuşturucularda arayan bir aptal.

pek çok insana normal gelen, neredeyse her ailede var olan birtakım rutinleri görünce içi burkulan, gıpta eden bir aptal. ikili ilişkilerde çoğu zaman nasıl davranması gerektiğini bilmeyen, duygusal zekası yerlerde sürünen bir çocuk.

yapacağı, yaptığı hataların ne denli büyük olduğunun asla farkında olamayan bir çocuk. bir aptal. bir çocuk. tek istediği taparcasına sevdiği kadınından ve sevgiden asla mahrum kalmamasını arzuladığı çocuklardan müteşekkil bir aile. normal dertler, geçim sıkıntısı mesela. çocuğun ateşi, bezi, maması...

kendini yetiştirmeye çalışan, elinden gelen her şeyi yapan ama doğrusunu bilmediği konularda hep en yanlışı seçen bir adam. her zaman iyi niyetli davranan fakat eninde sonunda niyetinin -haklı olarak- umursanmadığı bir raddede kendini bulan biri.

eşine az rastlanır, iki arada bir derede kalmış biri. iyi anlamda değil bu eşine az rastlanırlığı maalesef. fakat iyi bir şey olması için, kendine tapacak bir kadın/aile bulmak için deliren biri. çünkü onun için kendisinin hiçbir önemi yok.

o, sekiz yaşından beri hayalini kurduğu o mutlu aileyi arıyor. o -kendince- mükemmel kadını arıyor. güzel bir kız çocuğunu, eve geldiğinde karşısında göreceği bir çift gülen yüzü arıyor. sırf o kız çocuğu henüz birkaç aylıkken bir türlü uyutulamadığı için sabah işe uykusuz gideceği, hiç yaşamadığı o günleri özlüyor.

kıyamayacak kadınına, kalkıp o ilgilenecek bebekleriyle. mutlulukla hem de. bir yandan bebekle ilgilenip diğer yandan da yorgunluktan göz altları şişmiş, güzelliğinden zerre kaybetmemiş kadını seyredecek uzun uzun. kırışmış göz altları, evvelden kullandığı ilaçlar sayesinde kilo aldığı için tombikleşmiş -en sevdiğim- yanakları ile tam bir tanrıça. muhteşem bir anne. o çocuğun başına gelmiş ve gelebilecek en güzel şey.

fakat dedim ya. çocuk aptal, maalesef. o kadar aptal ki derdini anlatabileceği; kendini açıklayıp inandırabileceği kadar bile şans bırakmıyor kendine. bozmakta, berbat etmekte üzerine yok bu çocuğun. çaresizce af dileyip yalvarıyor zaman zaman. elinden başka bir şey gelmiyor.

bu çocuk o kadar cahil ki. neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilemiyor işte. insanlar inanmıyorlar ona. sevgisine inanıyorlar ama "bu kadarı da aptallık olamaz, basbayağı kötülük bu!" diyorlar. bunun bu denli büyük bir hata olduğunu kavrayamayışına inanamıyorlar, haklı olarak. onların aileleri istisna değil çünkü. birçok şey görmüşler, anneleri olmasa babaları sevmiş; babaları olmasa anneleri eğitmiş...

o, tek başına büyümüş. ve belki de ailesi yüzünden sahip olabileceği en güzel şeyi, en mükemmel hediyeyi elinin tersiyle itiyor. beceriyor işte bir şekilde. tek başına büyümüş o, defolu.

defolarını kapatabilmek için elinden gelen her şeyi yapıyor ama hep bir yerde eksik kalıyor. cahil kalıyor. çabuk öğreniyor aslında. ama bir şekilde eksik kalıyor büyük bir parça. o büyük olan parçaya denk gelince de her şeyini kaybediyor işte. insanlar inanmıyorlar ona, affedemiyorlar inanmadıkları için de.

o; sevdiği o güzel kadını, bazı geceler ateşlenen minik kız çocuğunu, o kız çocuğu için kimbilir nerelere gidip de zor bulduğu eczanenin kokusunu özlüyor. o'nun gözünün önüne o bebek doğarken o güzel kadının zorlanarak da olsa başarıya ulaştığı doğum anı geliyor.

o, bunların her birini zihninde yüzlerce kez yaşamış. yüzlerce kez mutlu olmuş. yüzlerce kez kahroluyor şimdilerde. o, ailesini çok özlüyor. muhtemelen bir daha hiçbir zaman ellerine dokunamayacağı kadınını, annesinin gözlerini alan kız çocuğunu özlüyor.

o, ölüyor. eğer ölmek sadece kalbin durmasından ibaret değilse, o dakikada doksan kez ölüyor.