the elder scrolls v skyrim

bethesta sofworks'e ait the elder scrolls serisinin beşinci oyunudur. yılının en iyi oyunu seçilmiştir çoğu ortamda. kendi yılını geçtim gelmiş geçmiş en iyi rpg'lerden biri olmuştur. the elder scrolls iv oblivion'dan iki yüz yıl sonrasını anlatır. tamriel kıtasının soğuk toprakları ve soğuk insanlarıyla ünlü skyrim bölgesinde geçer oyun. skyrim'in yerel halkı nordlar, ataları olan ve sonradan tanrıların arasına katılan tiber septim'e tapınmalarını yasaklayan imparatorluğa karşı direniş göstermeye başlar. skyrim imparatorluk ve direnişçiler arasında çalkalanırken ejderhalar geri döner. biz de kendimizi tüm bunların içinde, dragonborn olarak buluruz. dragonborn ejderha ruhuna fakat ölümlü vücuduna sahip bir köprüdür. öldürdüğü ejderhaların ruhlarına sahip olabilir ve ejderha dilini konuşma yetisine sahiptir. shout diyoruz buna oyunda, seriye gelen yeni bir özellik. uyarmam gerekir ki başlamadan önce işiniz gücünüz varsa tekrar düşünün. çünkü o dünyaya bir girdiniz mi çıkması pek kolay olmuyor. ana hikaye, guild hikayeleri*, yüzlerce kaliteli yan görev, yüzlerce dungeon, yüzlerce npc, yüzlerce okunabilir kitap... bitmiyor yani. oynayış da inanılmaz zevkli olunca bırakası gelmiyor insanın. sırf yapabildiğiniz için uçurumdan aşağı atlamak, zenginlerden çalıp fakirlere dağıtmak, vampir olup millete dadanmak ve daha neler neler. şöyle diyim, oyunu bitirince asker anısı niteliğinde anlatabileceğiniz bir sürü anı birikiyor bünyenizde. çünkü gerçek bir dünyada gerçek bir macera yaşıyorsunuz. mesela bir anımı anlatayım:
whiterun'dan aldığım ilk görevin ardından şehirdeki hana uğradım. badass kadın hayranlığımdan mütevellit köşede bir başına oturan uthgerd adlı sert mizaçlı kadının yanına sandalyemi çektim oturdum. bana hikayesini anlattı, yanlışlıkla genç bir adamı öldürmüş kılıç dövüşünde. pişmanlığı hüznünü gizlemeye çalışsa da okunuyordu sesinden. bir kapışalım dedim yumruk dövüşü yapalım. büyü, silah kullanmak falan yok sadece yumruklar. tabi kıçı kırık bir büyücü olduğumdan ağzıma sıçtı kadın. rövanş dedim tüm parama mal olsa da. bu sefer yendim ve "sağlam yumruk atıyon kız" dedi bana. sonra yanımda savaşabileceğini söyledi. ben de kabul ettim ilk görevime çıktım. bir dungeona girdik haydutlarla savaştıktan sonra. baya ilerledik rahatız. sonra bir "tssss" sesiyle piç örümcekler tepemde bitti. örümceklerden inanılmaz korkuyorum zaten, grafikler falan da iyi olunca bildiğin gözlerimi kapadım iki büklüm dalmaya başladım neyim varsa. öleceğim kesindi, oyun da en son dungeon'ın başında autosave yapmıştı. boku yemiştim yani, o kadar emek boşa gidiyordu ki... kurtarıcım uthgerd abla kılıcıyla ortalığın amına koydu. göt kadar canla kurtuldum ve health potionlara abandım*. bir daha da uthgerd'i yanımdan ayırmadım. ben ayırmadım ama ilerleyen zamanlarda sinsi bir ejderha saldırısında beni korumak için canından oldu. evet, geçmişinde masum bir genci öldürmüştü fakat bir masumun* hayatını kurtararak affettirdi kendini tanrılara. fedakarlığını asla unutmadım ve o hana her girdiğimde eski köşesine bakıp şu sözlerini hatırladım: "wanna hear a bit of nord wisdom? you don't really know a woman until you've had a strong drink and a fistfight with her."
yine yeniden diyerek üçüncü kez oynamaya başladığım günümüz rpg klasiği. oynayışını, zorluk derecesini ve atmosferini değiştiren milyon tane mod yükledikten sonra başladım bu sefer. yolda yürürken saldıran başıboş ezik kurtlardan bile korkar oldum artık. fast travel da yapmamaya karar verdim iyice saatlerimi çalsın oyun ne güzel.
şu anki karakterim witchhunter bir dark elf. okçu-büyücü badass bi şey oldum ama daha witchhunterlık kısmet olmadı. utanmasa mudcrabler kesecek beni vampirlere falan görünmüyorum o yüzden.