acı acı ağlıyorum

rakel dink cumhuriyet gazetesi 24 nisan 2015

acı acı ağlıyorum

bu yazıyı okuduğunuz gün 24 nisan. ağır ve çok acılı bir yas günü. bugün sizler için kendi hikayemi tanrı’nın yardımıyla kısaca yazmaya çalışacağım.

1959’da şimdi şırnak’a bağlı olan ermeni varto aşireti’nde doğdum. adı şimdi yolağzı köyü olarak değişmiştir. varto, babamın dedesinin adı, vartan’dan gelir. büyük dede vartan zamanında van’dan gelmiş oraya. cudi dağı’nın güney eteğinde bulunur. irak ve suriye sınırına yakın. cudi dağı bizim oradan bakarken çok heybetlidir. bize komşu hasana köyünden ise kanatlarını üzerine germiş gibi görünür. şimdi ise ne hasana köyü ne de ermeni varto aşireti var. 1915’te yok etme fermanı gelir. bizde kürtçe 'fermana me xatibi’ derlerdi. bizimkiler bu fermandan “tayanlar” olarak bildiğimiz arap müslüman bir aşiretin yardımıyla cudi’nin içinde, yükseklerdeki kaya kovuklarında, mağaralarda uzun yıllar saklanarak hayatta kalmışlar. “cudi bir azizin adı. mesih onun adı hatrına bizi sakladı” derler. hatta efsane olmuştur; o zamanki mağaralar aslında yokmuş…

1915’te kaçarlarken akrabalardan birinin yeni doğmuş ağlayan çocuğu susturulamaz. kayınvalide “siz yürüyün, biraz bana ver kızım onu” diyerek alır ve… ben telaffuz edemiyorum, siz tahmin edin. bebek anneannemin ablasının çocuğu… başka biri kız çocuğunu artık taşıyamamış ve gözünü bağlayarak bir ağacın altına koymuşlar. eline bir kuru ekmek parçası tutuşturmuşlar. gözlerini bağlamışlar ki bir zarar gördüğünde korkmasın. her anlattıklarında “kurt mu yedi, kuş mu” der ağlarlar. kim bilir? belki bir yerlerde birinizin anneannesidir…

babam siyament’in soyadı vartanyan iken soyadı kanunuyla yağbasan olmuş. annem delal. ikisi de becerikli, yaptıkları her işi en iyi şekilde yapan, cesur, dürüst insanlardı. ekmeğini taştan çıkaran bu insanlar, kimsenin malına göz dikmediler, yalan solumadılar, her zaman hakkı, doğruyu, adaleti savundular. zulme karşılık bile. bize de kendilerinde olanı yaşayarak verdiler, öğrettiler. annem 35 yaşında hastalandı. ben sekiz yaşındaydım. rahmete kavuştu. o yıl içinde bir grup hayırseverin yolu bizim köye de düştü. o zamanki patriğimiz şnork srpazan’ın teşvikiyle anadolu’daki köyleri gezip kılıç artıklarını buluyorlardı. anadolu’da tek bir ermeni okulu kalmadığı için yaşı okula uygun çocukları alıp istanbul’a getirmekti amaçları. hrant güzelyan ve orhan yünkes, babamla birlikte 12 çocuğu istanbul’a getirdiler. ikinci gruptuk biz. dilimizi, dinimizi ögrenmemiz, eğitim almamız için yatılı okula yerleştirildik.

köydeyken çok geceler babalarımız nöbet tutardı. köpekler ulurdu. bir korku ruhu sanki gezinirdi. tabii ki çocuklara hissettirmemeye çalışırlardı ama tavırlardan, kadınların fısır fısır durmadan dua etmelerinden sezer, tedirginliği görürdünüz. farklı zamanlarda iki kere çobanlarımız öldürüldü. geride son kalanların istanbul’a göç etmesinden önceki hafta bir başka hristiyan köyü olan komşu hasana köyü’nden bir adamı öldürüp her bir parçasını bir tarafa atmışlardı. korku gittikçe arttı.

babama kiracı olan komşu dadar köyü ağası sahte tapu icad edip mahkemeye vermişti babamı. babam 40 yıl bu davaların, toprak keşiflerinin peşine düştü. çok kez yaralandı, yoruldu ama vazgeçmedi. babam 72 yaşında brüksel’de, sizin deyiminizle “diaspora” olarak “toprak talebi” sürerken rahmete kavuştu. dava hala devam ediyor.

sevgili eşimi, yatılı okulda tanıdım. yatılı okulun yazlığı tuzla ermeni çocuk kampı’nda tanıştık ilk. birlikte beş taş oynadık, koştuk, ilahiler söyledik, yardımlaşmayı, teselli etmeyi, ağlayanla ağlamayı, gülenle gülmeyi, sevmeyi, saymayı öğrendik. doğruluğu, dürüstlüğü, paylaşmayı öğrendik. iyiyi kötüden ayırt etmeyi öğrendik. 1977’nin 23 nisan’ında, çocuk bayramında biz çocuklar evlendik. size bir şey söyleyeyim: birbirimizi de sevmeyi de seviyorduk.

1978’de kamp yöneticimiz güzelyan’ı vurdular. yaralı kurtuldu. 1979’da ermeni militan yetiştiriyor diye hapse attılar. iki çocuklu biz, yazları kampta yönetici olarak sorumluluk aldık. hrant bir taraftan üniversitede öğrenci, bir taraftan da süren bir ekmek kavgası. 1986’da üçüncü çocuğumuz doğdu. ve tuzla kampı’na el kondu. bugün yıkık dökük duruyor. keşke hayırlı bir amaç için kullansalardı. alıp eski sahibine geri verdiler. sonra kaç el değiştirmiş. hiçbir sahibine hayır getirmedi.

kışın istanbul’da çocukların kaldıkları yerler ise o dönemde birer birer kapatıldı.

bugün bu bilgi çağında aslında hiç kimsenin bilmiyorum demeye hakkı yok. benim veya başkasının hayat hikayeleri... o dönem hayatta kalanların her birinin mucizeyle hayatta kaldıklarını görüyor insan.

şimdi “soykırım demiyordu hrant” deyip laf ebeliği yapıyor perinçek gibi zavallılar. “ifade özgürlüğü”nün peşine düşmüşler devlet kadrosuyla. talat paşa ve dostları… öldürmenin ötesi de varmış. 19 ocak 2007’den sonraki mahkemeleri de gördük. öldürmekle tatmin olmayan öfkeyi de, nefreti de mahkemelerde gördüm.

canım çutağım... o, sizi incitmeden, kendinizin sonuçları görme, anlama büyüklüğüne, onuruna erişmenizi istiyordu. çünkü çok iyiydi. sizi çok seviyordu. size yardım etmekti isteği ve amacı. irkçılığın insanlıktan nasibini almamış, körleşmiş, gözleri dönmüş çok hallerini gördük. mahkemenin ortasında resmen ölünün üzerinde tepiniyorlardı. hem tehditlerle yaşarken hem de cinayetten sonra. bu soykırım zihniyeti değil mi?

öyle, “kimse kalmadı... gittiler işte”, “keşke gitmeselerdi. gittiler, bereket de gitti”, “aramız iyiydi, dış güçler nifak soktular” demeyle olmuyor. samimiyetle, yaşanılan vahşeti, ölü soyuculuğunu, mahremiyetlerin hepsinin yerle bir edilmiş olma kötücüllüğünü, o kul hakkı dediğiniz bütün hakların çiğnendiğini, malın mülkün haysiyetin yok edildiğini, hiçbir hakkın korunmadığını ikrar etmek gerekli.

bildiklerim, duyduklarım, yaşadıklarım belki cüzi. belki bir bütünün azıcığı. ama bütünün ne kadar büyük olduğunu hangi akıl, hangi yürek kavrayabilir?

şimdi seyrediyorum. inkar libası ne kadar komik duruma düşürüyor, gülünçleştiriyor insanlığı. benimkisi acı bir gülümseme. acılaşmış, gözyaşı dolu bir gülümseme. biraz da öfkeyle beklenti dolu bir gülümseme.

1915’teki dünyayı seyrediyorum. bütün insanlığa, politikalarına acı acı ağlıyorum. 2015 insanlığını seyrediyorum, ruhum inliyor içimde. canım çekiliyor. ülkemi seyrediyorum. utanıyorum. ağlıyorum. boğazım düğümleniyor. yutkunmakta zorlanıyorum. sesimi koyveriyorum. bağrımdan dökülüyor gözyaşlarım.tanrı’yla konuşuyorum, dertleşiyorum. biriciğinin adında hisus’ta yalvarıyorum. insanlığa merhamet etsin diye. yürekleri tövbeye yönlendirsin diye. o zaman tanrı yere iner, insan da içtenlikli ikrarla devam eder. yürekler birleşir, yaralar merhem bulur, şifa ve sevinç gelir. eski kokuşmuş zihniyet de kirli, paçavra bir elbise gibi sıyrılıp atılır. insan billurlaşır, kurtulur, hafifler, özgürleşir tarihin kementlerinden.

ben bugün, önce balıklı’da çutağımın mezarında, sonra şişli’de sevag’ın mezarında, sonra da 1915 soykırımında ölenlerimizi anmak için taksim meydanı’nda sessizce bu ülkenin özgürleşmesini bekleyeceğim.