bugün çok tuhaf şeyler oldu sözlük. anlatayım da dinle. *
sabah moralim boktandı, bi mutlu olup bi üzülüyordum. sabah sunum yapmaya gittim, hoca "sunum notları 15 mayıs'ta girildi, geçti çoktan sunum yapımı" falan dedi. sinir oldum, "hocam ama 16 mayıs'ta sunumu vermiştiniz" dedim, neyse sinirlenip çıktım sınıftan. eğer bir şey deseydim çok fena ağzına sıçacaktım hocanın çünkü, okuldan atılacaktım. neyse, sonra sunum yapacağım sınıftaki bi çocuk "sunum yapamayanları hoca çağırıyor" dedi, ben de hocanın yanına gittim. hocam bizi çağırmışsınız dedim, "notuna bak da gel konuşalım" dedi, ben de baktım, yüz vermiş. bu not da toplam notun yüzde onunu etkiliyor. neyse ben de yanına gittim, hoca da "kusura bakma, hevesin kırıldı biraz. dersi çakışanlar biraz sorun yaşıyor da" falan diye kıvırdı. meğersem birkaç kişi daha aynı sorunu yaşamış. bilmiyorum istifimi bozmadığım için mi öyle davrandı ama sonunda hak ettiğimi aldım galiba.
ikinci olay daha da tuhaf. dişçiden çok korkmama rağmen kendimi dişçiye gitmeye zorladım. dişçide de geçen anlattığım erkek vardı. girer girmez bana şöyle 3 saniye baktı bayağı; kafasını çevirip baktı. sonra falan filan, muayene nasıl olacak onu konuştuk başka bir doktorla. bu arada kanal tedavisi olma durumu olan bir diş varmış. çok üzüldüm. diş hiç ağrımıyordu halbuki. neyse, çocuk benimle nedense gülerek konuşuyor, sürekli yüzüme bakıyor, sohbet etmeye çalışıyor. "dişçi korkum var" diyorum, "bir şey olmaz" falan diyor. en sonunda hatta karadut ikram etti. "kara dut yer misin" dedi kibarca, ben de aldım. nedense dişçi korkum yok oldu o andan sonra. eve dans ede ede gittim. "dayan yüreğim"i falan söyledim banyoda. belki sadece müşteri kazanmak için yapmıştır. biraz ilgiden de rahatsız oldum açıkçası. hiç ilgiye alışık değilim. biraz bağlanmaktan korkuyorum erkeklere.
bir de sevmediğim bir huyum var. sinirlerimi ağlayarak belirtiyorum. bugün arkadaşlara rezil olmayayım diye gidip tuvalette ağladım moralim bozuk olduğu için. annem falan arayınca duygulanmıştım biraz. arkadaşların yanında zamanında böğüre böğüre ağladığım için artık utanıyorum. beni iyi çekmişler ha.
şimdi kesin yine duygu değişimleri yaşayacağım. mutluyken bi anda moralim bozulacak. sonra gene mutluluk falan filan. öfff.
bazen bu yükümü taşıyamayacağımı hissediyorum sözlük.
dile kolay kapalı kapılar, duvalar arkasından 4 yıl süren bir ilişki yaşadım, bitirdim. kafada biten şeyler ne yazıkki insanin kalbinde bitmiyor. çok fedakarlıklar yaptım sözlük. sevdim be abi gel dediği zaman yer, zaman düşünmeden koşa koşa gittim yanına sadece kokusunu alayım, gözlerinin içine bakayım diye. çok sevdim sözlük hemde çok yanında uyurken rüyalarıma girecek kadar çok sevdim hemde. birlikteyken altta çalan müziği hafizama kazıdım bu anı hiç unutmayayım diye.
peki ya o diyeceksiniz. o da çok sevdi beni bunu biliyorum ve hala sevdiğinide adım kadar eminim. 4 yıllık zamanda 3 kere ayrıldık kendi isteği yüzünden ama bunun sebebi sadece aile baskısı yüzünden evlenme derdiydi o da yapamadı, olduramadı tekrardan devam ettik.
tek isteğim gidebildiği kadar gitmesiydi ama evlenmesi gerektiğini ve yaşının geldiğininde farkındaydım.
son zamanlarımızda artık bunalmaya başlamıştım bunları düşünmekten çok acı be abi valla çok aci canını bile feda edebileceğin sevdiğin, aşık olduğun insanin artık başkasıyla olması gerektiğini düşünmek.
öte yandan onunda artık bunu son zamanlarda düşündüğünü biliyordum. ama bitiremezdi onda o kadar güç yok. aldım karşıma o beni bırakmadan ben bırakayım daha az acı çekerim diye düşündüm. evlenmesi gerektiğini, hayatını ve işini düzene sokması gerektiğini anlattım çok dramatize etmeden veda konuşmasi yaptım. sadece sustu, o sustukça içimde çığlıklar daha da arttı. tek isteğim be sözlük en azından biraz çabalamasıydı, uzatmalara oynayalım demeseydi. hak verdi bana çok saçma değil mi? hem ayrılmak isteyen ben olup hemde bundan şıkayetçi olmam. ben sadece yükümü ona vermek istemiştim aslında ama kızmıyorum ona biliyorum bu ülkede, bu evrende mutlu olabilecek iki insan değiliz biz.
düşünmediğim tek bir dakika yok onu.
onum sevdiği yemekleri yapıp kendim yiyorum onun gibi hissedeyim diye. en sevdiği parfümü kullanıyorum kokusunu unutmayayım diye. en sevdiği kitabi baş ucumda yatmadan rastgele bir sayfa açıp okuyorum.
her zaman onunlayken onsuz oluyorum sözlük. kırıklarımızdan yapbozu tamamlıyorum.
kendimi unutup ona dönüyorüm sözlük.
yeni biriyle tanıştım sözlük. beni o kadar el üstünde tuttu ki anlatamam. daha yeni tanışmamıza rağmen beni özel hissettirdi. bu durum şu an için güzel ama ilerleyen zamanlarda nolur bilemiyorum. şimdilik bunu düşünmek de istemiyorum. benim bu itirafı yapmamda ki asıl amaç da bu değildi zaten. benim amacım bu durumun bana şunu fark ettirmesi oldu: sen istediğin kadar birinden hoşlan o, sana kendini kötü hissettiğin anlarda bile soğuk davranıyorsa ve ardından sen, seninle ilgilenen birini bulmuşsan, o çok hoşlandığın insana karşı hislerini yavaş yavaş kaybedebiliyormuşsun. çünkü "insan canı yandığında sevdiğine değil onu en çok sevene gidermiş." bu arada itiraf içinde itiraf olacak ama tırnak içinde yazdığım repliği çaldım * repliğin aslı için (bkz: suskunlar)
lavman yapmadan kendini s*ktirenlerden tiksiniyorum be ayısözlük. nasıl bi saygısızlıktır bu. iki cinsel haz yaşayacağız diye ne çektik be. hadi spontane bi buluşma olur, önceden hazırlanamamışsındır eyvallah. ama evine davet ettiğin misafirde böyle karşılanmaz ki.
dün pek kötü geçti, gece de uyuyamadım, uyumadığım zamanlarda da içimden hep anneme saydırdım. ona yıllardır hep söylemek isteyip bir türlü söyleyemediğim şeyleri düşündüm. sonra da kalktım bunları not ettim. neden sonra uyuyakalmışım. sabah uyandığımda işe geç kalmıştım ve hala kendimi bok gibi hissediyordum. sürüne sürüne hazırlandım. hazırlanırken gece not aldıklarımı açıp anneme söylesem mi dedim. genelde gece aklıma gelen bütün cesur kararları sabah olunca yapmaktan vazgeçiyorum. bundan da vazgeçesim, "aman kadını üzmeyeyim, kaç yaşına gelmiş" falan diyesim vardı gene. hem bu yaşta hala anneme ihtiyaç duyuyor olma hissinden de nefret ediyorum.
sonra evden çıktım, sokakta yürürken gene öfkem yükseldi, aklımda söylemek istediğim tek birşey belirdi, en azından arayıp bunu söyleyeyim dedim.
açtım telefonu. annem hastanede çalışıyor o saatte. merhaba nasılsın iyiyim'den sonra noldu dedi, dedim "dün çok kötüydüm ben, psikolojik olarak, bayağı kötüydüm işte, bugün de işe geç kaldım bu nedenle" dedim. endişeyle "yine mi ilaç (bi ara kullandığım anti depresanlar beni bok gibi yapmıştı, onu kastediyor) kullandın?" diye sordu. "hayır, kullanmadım. ama kötüydüm. ve kötü olunca açıp telefonu derdimi paylaşacağım bir annem bile yok. annem nerede? annem her gün, günde 80 tane hastanın derdini dinliyor. ama beni bir kere bile dinlemedi" dedim bayağı üzgün şekilde.
bunlar benim içimden aylardır, belki yıllardır geçen şeylerdi ama hiç söylemeye cesaret edememiştim. anneme karşı hep ağzımı sıkı tutuyordum çünkü ağzımı bir açsam ağzımdan çıkacak şeyleri kontrol edememekten korkuyordum. bu sefer ağzımdan çıkıverdi ama.
sessizlik oldu telefonda. dedim kapatıyorum ben, hadi hoşçakal, dur kapatma dedi, ama birşey de diyemiyor kaldı. sonra ben madem kapatmıyorum, dün gece söylemeyi planladığım ikinci şeyi de söyleyeyim bari dedim o anda.
"biliyorsun aile grubu ile çalışıyorum. geçen cumartesi açılma toplantısının moderatörlüğünü yaptım. aile grubundan bir anne oğluyla geldi. kendi hikayesini anlattı, hep beraber kakara kikiri güle oynaya dinledik. ama ben orada annesiyle gelen o 21 yaşındaki ahmeti o kadar kıskandım ki. başka anneler çocuklarına kol kanat geriyorlar, onları gördükçe o çocukları o kadar çok kıskanıyorum ki. kendi annem hiç birşey yapmıyor, ben de o annelerin yanında huzur buluyorum, o annelere sıkıntılarımı anlatabiliyorum, o anneler bana annelik yapıyorlar" dedim. gene sessizlik oldu ama ben iyice dolmuştum, "neyse ben kapatıyorum" dedim ve kapattım.
sonra da biraz dolanıp sakinleyip işe gittim. telefonu da sessize aldım.
öğleden sonra bi aramış ama duymamışım. geri aramadım.
akşam dokuz gibi aile grubundan fatma hanım aradı. "annen az önce beni aradı, bir sonraki toplantının tarihini saatini yerini sordu" dedi. annem önceden bir kere gitmişti aile grubu toplantısına ama yerini falan nasıl hatırlamaz bilmiyorum, neyse. "teşekkür ederim fatma hanım haber verdiğiniz için. ben bu sabah anneme bi giriştim de iyice, o nedenle aramıştır sizi. yoksa bir daha toplantıya geleceği yoktu" dedim. noldu diye sorunca anlattım konuştuklarımızı. "ama bu yaşta hala anneme ihtiyaç duymak, ondan birşey istiyor olmak bana güçsüzlükmüş gibi geliyor, ben artık annemden birşey istememeliyim gibi geliyor" diye ekledim. fatma hanım da "ya mimarcım, hissettiklerin çok normal, ben boşandım, 41 yaşında annemin beni onaylamasına, bana şefkat göstermesine ihtiyaç duydum. bunlar çok normal şeyler, o senin annen. bence çok iyi olmuş en sonunda hissettiklerini söyleyebilmen, bu da senin için bir ileri aşama olmuş, bunu da başardın, annene karşı hissettiğin şeyleri ona söyleyebildin, çok önemli bu da" dedi. içimi rahatlattı.
aslında iyi birşey yapabilmiş olduğumun ben de farkındaydım çünkü telefonu kapattıktan sonra çok üzgün olsam bile içimden bir yük hafiflemiş gibi hissetmiştim. bunca yıldır içimde tuttuğum, bir türlü söyleyemediğim şeyleri, bağırmadan, küfretmeden, kontrolümü kaybetmeden, ağlamadan, sakince anneme söylemiş oldum. belki hepsini söyleyemedim ama en azından ne hissettiğimi sakince ifade edebilmiş oldum, ona ne kadar kırgın olduğumu, onu suçlamadan, ben dili ile, bana hissettirdikleri üzerinden ifade edebilmiş oldum. evet bunların hepsi önemli şeyler.
benim annem genelde empati yapmaktan ileri derecede yoksun, kendini rahatsız eden herşeyi unutmaya veya unutmuş gibi davranmaya çok meyilli, benim için önemli olan şeylerle alay edebilen, bana zamanında "senin sorunlarını duymak istemiyorum artık" diyebilmiş biri. hep çok çalıştı, hep hastalarıyla, işiyle meşgüldü ve bana göre işini her zaman başka sorumluluklarını yapmamak için (bunlar duygusal sorumluluklar) kalkan olarak kullandı. neden bilmiyorum ama duygusal işlerden her zaman kaçtı. benimle zaman geçirmek, beni dinlemek, derdimi paylaşmak gibi. aile içi iletişimsizliğin kitabını yazdık biz ailecek. aynı evde yaşayıp birbirlerinin ne hissettiğini hiç bilmeyen bir insan grubu olduk. bana eskiden de bu çok garip geliyordu ve neden böyle olduğunu hiç anlamadım.
şimdi bu noktaya gelmişken herşeyin bir anda değişip "canımmm oğlummm" şeklinde bir türk filmi sonuna bağlayacağını hiç zannetmiyorum. hatta bence bir hafta sonra böyle bir olay hiç olmamış gibi, yine mevsim normallerine dönmemiz pek mümkün, zira önceden de hep böyle oldu. sorunları çözmek yerine sorunları gömmek üzerine kurulu saçma bir aile iletişimimiz var. herşey yüzeysel yaşanıyor bizim ailede. kimse kimseye bulaşmıyor, kimse kimsenin derdine ortak olmuyor, buna da aile deniyor. ama en azından bugünkü olayın hiç bir somut faydası olmayacak olsa bile, en azından benim için bir ilerleme oldu, içimde yıllardır büyüttüğüm bir şeyi daha düzgünce ifade edebildim. belki çok muhteşem bir gelişme olmadı ama benim için önemliydi.
falan filan. aslında ne kadar boş işler şunlar, uğraştığımız şeylere bak. acıyorum aslında şunlara harcamak zorunda kaldığım zamana, mental enerjiye, duygusal yıpranmalara. ama bozuksa uğraşmak gerekiyor maalesef.
bazı insanların sözlük formatını bilmeden burayı blog sayfalarına çeviren kopyala yapıştır türündeki çöp yazılarını görünce kıçımla farklı pozisyonlar alıyorum
doğu şivesi yapılınca size, ''sie'' oluyo ya... çok tuhaf oluyo. küfür gibi oluyo. her neyse...
bugün günlerden çarşamba. oysa benim derdim salı başladı. ya da vazgeçtim. cuma. mübarek gün(!), doğduğum gün.
karlı bir 22 ekim sabahı -yılın ilk karıymış dediler. hatırlamadığım için inandım ben de. aaa ne güzel bile dedim hatta bu tatlı rastlantıya.-
başladı her şey. kış insanıyım derim hep. kıçım donunca soğuktan, kıştan da nefret ederim ama. daha o günlere gelmemişiz gerçi. annem, annelik içgüdülerini sonuna kadar kullanarak giydirmiş kalın kalın. biz hastaneden eve gelip üstümüzü başımızı çıkartmadan daha abim üstüme oyuncak kamyonla saldırıyo. şimdi düşününce diyorum ki, hipno kim ki zaten... vurun yanına koyayım.
o ilk günden hemen sonra, zamanla birbirimize alışıyoruz, beraber oyunlar oynuyoruz. tek oynadığımız oyunlarda hayli sinirim bozuluyo ama. abim benim tasolarımı alıp, ütülüp* geri geliyo. her defasında da söz veriyo piç bir dahakine kazanıcam diye, ben de güveniyorum her defasında -şimdi de güvendiğim gibi işte-
abim büyüdü, bisikleti oldu, bisikletten düşüp, dizlerini parçalayıp geldi, ağladık hep beraber. (tam üç kez yaptı bunu, dile kolay... eşek at hayvan.) bense 21 yaşına geldim, hala paten hayali kuran biriyim. ve hiçbir zaman iki tekerlekli bisiklete binemedim.
bunların hepsi yaşanırken parasızlık, annemin depresyonu, evin küçüğü olduğum için her zaman ekmeğe gitmek zorunda olmak ve güzel olmamak gibi problemlerim vardı. hatta bir gün sınıftan bir arkadaşım da dile getirmişti bu sonuncusunu. daha ilkokuldayım lan, ne hayata küstürüyosun heyvan, diyemedim. sonra makyajdı, saçtı hallettik bir şekilde ama ne bileyim sanki o gün çirkinleştim ben. yüzümde ne kadar fondöten sürsem de kapatamayacağım kocaman bir leke kaldı. çocuklar acımasız olur derler. o gün bu gündür hiç çocuğum olsa hayali kuramadım diğer kızlar gibi. güzel bir aile hayali de. kendi ailemden yola çıkarak evliliğin ciddi bir kurum değil, ciddi bir sorun olduğuna kanaat getirmiştim. bunun yanında kaç yaşına geldiğim halde çarpım tablosunu öğrenememiştim. hayat, utanmam için oluşturulmuş, öğütlerle dolu aptal bir çocuk kitabı gibiydi. çok az çocukluk arkadaşım oldu, çok az anım. çok az gittim parklara, çok az salıncağa bindim. sanırım her çocuğa ''biraz da bizim kız/oğlan binsin'' diyecek bir anne lazımdı.
ilkokulu çarpım tablosunu öğrenmeden bitirdim. ortaokulda sözel dersler hariç notlarım berbattı. matematik hocasının yüzüme attığı tokat değil, ona karşı koymamam canımı acıtmıştı. sonra çarpım tablosunu öğrenmemeye devam ettim. ve bunun için suçlamamaya başladım kendimi. yüzümde çıkan birkaç sivilceyle bile daha ilgiliydim. rock ve metal müzikle tanıştım, saçma arkadaşlıklar kurdum ve internetten bir sevgili edindim. sonradan anladım ki müzik zevkim iyiydi ama çocuk harbiden çirkindi. kısa süre sonra ayrıldık. oysa kavuşmadan ayrılmak şimdi ne tuhaf geliyor kulağa... o zamanlar her şey gerçek gibiydi. öpüşmekten korkarken nasıl gerçekten sevebilirsin birini?
kendime bile çok karmaşık geldi bu yazdıklarım ama iyi geldi. sonra yine devam ederim belki. nasıl aşık olduğumu, gençlik buhranlarımı ve daha fazlasını anlatırım. büyüyemedim ki hala zaten. şimdilik iyi geceler.
sabaha karşı yine rüyama girdi bu kız sözlük. bu sefer oldukça uzun ve net bir rüyaydı. rüyamda bile onunla tekrar birlikte olma fikri hoşuma gitmedi aslında, sevişirken bile iyi hissetmedim..ama istedim. onun da benim yüzümden acı çektiğini benden başkasını umursamadığını görmek hoşuma gitti. hatta itip kaktım onu rüyamda.
unuttum derken rüyama giriyor bu nasıl iş anlamadım. birlikteyken hep stresli, sıkıntılı hissederdim rüyamda aynı öyleydi. peki neden hala aklıma geliyor? birlikteyken mutlu olmadığım, istemediğim için ayrıldığım (sonra pişman oldum o ayrı), kendimi iyi hissettirmeyen biri neden hala bilinçaltımı ittiriyor dışarı çıkmak için? illa ki bir sevgilim mi olması lazım aklımdan tamamen silmek için?
(bkz: rüyada eski sevgiliyi görmek)
ben küçükken, annem klasik meyve tabağı hazırlardı ve içine havuç da eklerdi. düşünsenize elma, armut, ayva, portakal ve havuç. sırf bu yüzden uzun bir süre havucu meyve zannettim.
pazartesi staja başlıyorum. hem de inanılmaz güzel bir yerde. kravat takmadığım, gömlek giymediğim, moda ikonu gibi gidebildiğim bir yer.** plaza kaşarlığı ne ki moda dünyasını ben yöneticem.*
üzerimde arkadaşıma ait pembe üzerine gri puantiyeli bir külot var. * ve giyilmiş. hayır giyilmiş çamaşır fetişım yok. hayır iğrenç de değilim. buna mecburdum. pişman değilim. yine olsa yine giyerim.
bir insanı gerçekten çok istediğinizde ona kavuşabiliyormuşsunuz... onu o kadar çok istedim ki imkansız gibi görünürken herşey imkanlı hale geldi. heteroseksüel bir insanı sevip kendinizi de ona sevdirmek hiç güç değilmiş. sevginin kucaklayıcı ve en iyi kalplisini taşıyorum şu an hayatımda. herşey bir kartpostal ile başladı... ve sana dair herşey fazlasıyla masum! kalbiniz neyi hakediyorsa onu yaşayın <3