insanevladi

Durum: 222 - 0 - 0 - 0 - 14.06.2016 22:12

Puan: 3200 - Sözlük Kezbanı

12 yıl önce kayıt oldu. 3.Nesil Yazar.

aşağı mahallede 3 liraya 5 liraya erkeklere gülümseyen erkek modeli
  • /
  • 12

mühendis sevgili

teoride kulağa çok hoş gelse de, uygulamada pek de işlevsel olmayan sevgilidir. yine de doktor ve avukattan daha iyidir.

ayı sözlük yazarlarının idolleri

tabiki vogue'un efsanevi editörü anna wintour. onun işinde bir numaralı insan olması, herkesin ağzından çıkacak tek bir kelimeye bakması, cool hali tavrı, arogantlığı, buz kraliçeliği, mesafeli duruşu, tarzı. idolüm.

zayn

saplaması ile meşhur twink.

snapchat

her geçen gün kullanımı yaygınlaşan, whatsapp'ın tahtını sallayan uygulama. özellikle ardından iz bırakmadığı için gıybet gruplarının vazgeçilmezi. üstelik screen shot alanı ispiyonluyor. tabi ekran görüntüsünün başka bir telefonla fotoğrafının çekilmesine hala bi çare bulunamamıştır.

ayı sözlük itiraf

nickini bilmediğim halde "acaba yazmış mıdır?" diye girip, amaaaan, banane diye başka başlıklara girip, duruyorum.

digimon

orjinal hikayenin yıllar sonra gelen devamı digimon adventure tri ile sevindiren çizgidizi.

kırık bir aşk hikayesi

selim ileri'nin senaryosunu yazdığı film. her izlediğimde salya sümük ağlarım.

halkımız uzun değil kalın istiyor kalın

belli aralıklarla gittiğim erotic shop'un sahibinin söylediği ve beni gülme krizine sokan cümle. (bkz: nirvana erotic shop)

hakan akkaya

arogant tarzını çok beğendiğim, komik adam.

işte benim stilim

vadesi dolmuş stil yarışması. 6. sezonu haziran'a kadar sürmesi planlanırken, bir kaç haftaya yerini fenomen adlı yarışmaya bırakacaktır.

ayrıca (bkz: işte benim susar mısın?)

mahalle yanarken orospu saçını tararmış

her bomba patladığında üstlerimizin takındığı durum. aynı bugün olduğu gibi.

kocaeli lgbti inisiyatifi

hornetten üye arayan, üye olmayanlar hakkında da eskort dedikoduları çıkartan, amacından sapmış gıybet yuvası. umarım bi çekidüzen verirler kendilerine.

paralel karaoke bar

küçük beyoğlu'nun tam ortasında yer alan, cuma ve cumartesi geceleri clubbingden önce görünür bir eşcinsel müşteri kitlesi olan karaoke klübü.

ülkem geylerinin avam merakı

sen 2 üniversite oku, genel kültür diye konser, sinema, kitap ne varsa hepsini sindir, şık olayım diye her ay bütün moda dergilerini arşınla, ayılıktan çıkmayayım ama yine de derli toplu olayım diye spor salonuna git, bir tane sıradışı spor yap, ondan sonra tüm iyi tipler daha da sahte diesel pantolonlu, daha da sahte airmax ayakkabılı üçer beşer gruplar halinde gezen maksimum meslek yüksek okul mezunu (o da en iyi ihtimalle) heteroseksüellere baksın. resmen intihar sebebi.

mahalle yanarken orospu saçını tararmış

tabi orospu yanarken de mahallenin saçını tarıyacağı durum.

pokemon go

mart sonunda japonyanın belli bölgelerinde betası yayınlanacak ve yayınlanmadığı her gün intihara daha da meğilli hale gelmeme sebep olan, sokak sokak dolaşıp hornetten arkadaş aramaktansa, pokemon yakalayıp, daha faydalı bir iş yapmamıza sebep olacak olan, niantic (abv!) ve nintendonun beraber geliştirdiği oyun.

sevgili 17 yaşımdaki halim

muhteşem bir adam olacaksın, panik ve sıkıntı yapmanı gerektirecek bir şey yok... ya da farketmez... sen bunlarla motive oluyorsun. panikte yap, sıkıntı da yap.

seni çok seviyorum. büyüdüğünde görüşmek üzere.

pascal nouma

irkçı değilim ama heralde yatağa girebileceğim tek zenci.

ege urjav

bu ülkede yaşayan herkesin ayıbıdır intiharı. ege'yi bunu yapmaya zorlayan herkesin başına daha beterleri gelsin. uykuları kaçsın. gün yüzü göremesinler.

looking

an itibari ile hayranı olduğunuz looking'i bitirdim. şimdi izninizle bir kaç yorum yapacağım. dizi bana hem ab, hem total'e hitap eden bir prime time yapımından daha çok, bağımsız bir film (mesela weekend ) tadı verdi. ama tabi bu sadece ab'ye hitap eden, onda da ne yazık ki tam anlamıyla başarıya ulaşamamış olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

en başta karakterler hakkında şunu söyleyebilirim ki, queer as folk karakterleri gibi hollywoodun reyting abartısı starları gibi değillerdi. queer as folk karakterlerinin yarattığı imaj eğer eşcinselsen eziğin önde gidenisidir. looking'de ise eşcinsel olarakta normal bir hayat sürebilirsin imajı veriyor. güzel bir muhitte yaşayıp, cebinde paran olduğu müddetçe tabi. san fransisco ve gay kelimlerini ilk duyduğum anda "a-ha işte tam beyaz gey dramıdır kesin." dedim ve tam beklediğimi buldum.

patrick'i ele alırsak, evet, gerçekten "decent" bir adam olabilir, ama sürekli bir ikilem halinde olma durumu nedir? cidden? kafası gitti, geldi, gitti, geldi... birini seçti, aklı diğerinde kaldı. aklında kalanı seçti, bıraktığında kaldı aklı. bakın, bunu hep söylüyorum, yine söyleyeceğim;

"iki kişi arasında kalırsan, ikisinden de koşarak uzaklaş!"

doğru adam karşına çıktığında ikilemde kalmazsın, koşarak kendini onun kollarına atarsın, geride kalan her şeyi bırakırsın, unutursun. seni iki adam arasından bir seçim yapmaya zorlayan bir durum oluştuysa, bil ki o iki adamda yanlıştır aslında.

gelelim patrick ve kevin ilişkisine, o ilişkinin yürümeyeceği daha en başından belliydi. beraber yaşamaya karar verdikleri günün akşamı o malum konuşmayı yapacakları o kadar belliydi ki, patrick niye ortalığı yıktı, anlamadım. bunları duymaya hazırlamalıydı kendini. kevin'ın ne kadar dangalak ve bir beraberlik yürütemeyecek karakterde olduğu daha başından belliydi. yuva yıkanın yuvası olmaz demicem. yuvayı yıkan patrick değildi çünkü, en başından kulçun kulçun eden kevin'di. her ne kadar patrick, kevin'dan hoşlansa da, kevin'in beraberliğine saygılıydı. kevin ve jon'un beraberliği, patrick olmasaydı da eninde sonunda bir x kişisi yüzünden bitecekti. kevin aslında jon ile olan beraberliğini çoktan bitirmişti, ama ona söyleyecek medeni cesareti olmadığından her şey yolundaymış gibi oynayıp, durdu, ta ki rezillik çıkana kadar.

tipik köylü zihniyetli erkek işte, gey ya da heteroseksüel farketmez. ayrılıp kötü adam olmayı göze almaktansa, rol yapmayı tercih ederler. en sevmediğim erkek tipidir bu.

ve yine kevin, "senin için bunu yaptım, senin için şunu yaptım, senin için şundan vazgeçtim.". yapmasaydın kardeşim, alnına silah dayanmadı. sen ne yaptıysan, kendin için yaptın onca zaman. işler zora girince patrick'e bok atmak nedendir? yaptıkların sana kendinden ödün vermiş veriyormuş gibi hissettiriyorsa, yapmadan önce bir daha düşünecektin. ayrıca patrick nasıl bir beraberlik yaşamak istediğini hep belirtti, sonra oyun bozanlık yapmanın alemi ne? öküz. odun!!!!

kevin için sabaha kadar sövebilirim.

agustin'e gelince, evet, ilk bölümlerde her ne kadar burnunu bile bile boktan çıkarmasa da, eninde sonunda hayatını yoluna koydu. frank iyi bir erkek arkadaş olabilir, ama agustin'le insani rezonansları tutmuyordu. ayrılmaları iyi oldu bence. agustin sanatkar ruhlu, birazda nevrotik bir tip. frank ise kuralcı bir tip, bir şeyi çözüme ulaştırabilmek için tek bir yöntem vardır, o da kendi bildiği yöntem. oysa hayatta alternatifler de vardır. alternatiflerin göz ardı edildiği bi durum bir sanatkar için tutsaklıktır. frank'in agustin'i terk etmesi kesinlikle agustin'in hayrına oldu. ayrıca eddie ile yakaladıkları uyum göz dolduran bir cinstendi gerçekten kendi adıma hiv+ biriyle bir beraberlik yaşamak hala soru işareti benim için. hiç böyle bir durumla karşılaşmadım. ne yaparım, bilmiyorum. ama eddie gibi kendine güvenen, insanlar için yararlı bir şeyler yapan bir insansa düşünülebilir. bundan 20 sene sonra allah ömür verirse eddie ile agustin'in hala beraber olduklarını görebiliyorum.

dom. ahh dom. lynn'le bir beraberlik yaşayamasanda, yarın bir gün mutlaka ona minnetkarlığını göstermelisin. çünkü lynn olmasaydı asla kendi restoranını açıcak cesareti kendinde bulamazdın. her beraberliğin mutlu bir sonu olamaz, ama bazı beraberlikler vardır ki, bitse bile bize kattıklarını yadsımamak gerekli. lynn, dom'a çok güzel şeyler kattı bence.

dom ve doris'in ilişkisine gelince, bi noktada önceliklerini sıralamaları gerekiyordu zaten. bu sıralama sırasında karışıklıkların çıkması normal. alışkanlıklardan vazgeçmeleri kolay değil. ama eninde sonunda birbirlerini özgür kıldılar. çokta iyi oldu.

ayrıca doris'in erkek arkadaşı malik adam gibi adam. karakteri oturmuş, kompleksi olmayan, ailesine düşkün... numarası olan varsa bana verebilir mi? çünkü hayalimdeki erkek kendisi. (3

son olarak patrick'e dönersek, annesi ve ablasıyla yaşadıkları, benim annem ve ablamla yaşadıklarımın neredeyse aynısı. kendi hayatımdan bir kesit izliyorum gibi geldi. hele ablasıyla son yaşadıkları absürdlük beni çok güldürdü. ablamı bir gün bir dizide görebileceğim aklıma gelmezdi, ama emin olun, böyle ablalar gerçek hayatta var. aman allah korusun. evlerden ırak. ne yazık ki, benim evimden ırak değil. aynı sokakta oturuyoruz ama yüzünü 1 yıldır görmedim. sanırım bi ömür göremesem de farketmez.

richie için de bi iki şey diyeyim hadi, tamam, tapılası bir tatlılıkta, ama kafası çok karışık, uğraşılmaz. (işte al patrick'i, vur buna)

en en en son olarak da, bu dizi bitti diye niye bu kadar yaygara koparttınız, anlamadım? tam tadında bitirmişler işte.
  • /
  • 12
Henüz bir favori entry yok.

Toplam entry sayısı: 222

sevişirken söylenmesi hoş olmayan şeyler

-zevk alıyor musun?

özgüven eksikliği yaşayan her partnerden duyabileceğiniz bir cümle. böyle amatörleri yatakta bırakıp, kaçın.

aileye açılmak

size ilham vermesi dileğiyle...

annem yıllarca "oğlum ibne" endişesi ile yaşadı... annemin bu tavrı artık canıma tak etmişti. ben senin evladınım, erkek, kız, gey, lezbiyen, biseksüel, trans ya da interseks olmam ne farkeder? sen beni doğurmuşsun, ama allah kaderimi böyle yazmış. her evlat bir sürprizdir, ben de böyle bi hediyeyim, üstelik değiştirme kartımda yok, rahmine de geri sokamazsın, oğlunu olduğu gibi kabul etmeyi bırak, minnet etmelisin.
yıllardır anneme bunu anlatmaya çalışıyorum: "senin içselleştirdiğin bir evlat var, bi de sahip olduğun bir evlat var. artık bu ikisini ayır. ayarlarımla oynama. dengemi bozma. benim hayatımda her şey yolunda. sırtım dik, anlım pek. mutluyum. işimdeyim, gücümdeyim. işimde, sosyal çevremde güzel anılıyorum. gördüğün gibi yanlış bir şey yok hayatımda.". yıllardır anlatıyorum, bir iki gün dalgalı denizsiz geçiyor, ardından sil baştan. "niye onu giydin, niye bunu yaptın, sen narsistsin, sen bencilsin, sen öylesin, sen böylesin, sen sıfırsın, sen hayal kırıklığısın..."
artık yetmişti. tahammül seviyem artık dayanamıyordu. yalnız kaldığım her an müziği son sese açıp, çığlık çığlığa ağlıyordum. arabayla boğaziçi köprüsünden geçerken, arabayı sağa çekip, atlamayı bile düşündüm. ve zurnanın zırt dediği an, o an oldu benim için. bir sorunum vardı ve üstesinden tek başıma gelemiyordum. ertesi gün, haftalar öncesinden alınmış bir randevum vardı.
annemle aramızı düzeltmek için aile terapisi almaya karar vermiştik. ama o kadar berbat haldeydim ki, annemin suratını bile görmek istemiyordum. yapılacak tek doğru şey vardı, terapiye yalnız gitmek. tek başıma, kendim için!
gece beni yıllardır hayatta sapasağlam durmam için yıllardır destekleyen, en can dostum, hatta can yoldaşım, arkadaşımda kaldım. ertesi gün oldu, ablamda benimle gelmek istedi. beraber gittik. psikoterapistin karşısına tüm gece ağlamaktan mosmor gözlerle çıktım. ve terapist sordu, neden burdasın? ben eşcinselim ama bu sebepten dolayı burada değilim. annemle olan problemlerimden dolayı buradayım dedim ve yarım saat içinde hayatımda olup biten her şeyi özetle anlattım. ardından ablamla yalnız konuştu. terapist ikimizi de karşısına aldı ve "bu adam tamamen normal, aklı başında, zeki, farkındalığı herkesten yüksek, düzgün bir adam. sizin bu adamla ne alıp, veremediğiniz var?" dedi. saygısız ablam, karşısında türkiye?nin en iyi uzmanı olduğunu göz ardı edip, ama?larıyla defalarca adamın sözünü kesip, benim aslında yanlış yaptığımı anlatmaya çalıştı. terapistim artık dayanamayıp ablama, bu çok faşist bir yaklaşım, sen bir faşistsin, yetişkin bir adamın bireylik haklarını elinden alamazsın diye çıkıştı. ayrıca bir anne olduğunu, bu şekilde çocuk büyütemeyeceğini, başka bir zaman kendisiyle başbaşa görüşmek istediğini ekledi. seansımız bittiğinde terapistim "buraya annenle değil, tek başına gelmekle en iyi kararı vermişsin. anneni artık unut. anlattıklarına göre annenle aranın düzelme şansı yok. seni kurtarmaya bakalım." dedi.
ilk terapinin sonunda biraz da olsa rahat nefes alıp verebilmeye başlamıştım.
ama ablam. ah o ablam. terapinin sonunda bir uzmana bok atmaya başlamakla kalmayıp, o kadar affedilmez, ipe sapa gelmez şeyler yaptı ki, başta ben olmak üzere, can dostlarım ve terapistim şok içinde izledik. en yakın kız arkadaşıma, "kardeşim seni seviyor, seninle evlenmek istiyor." demesi üzerine bardak taştı. o gece onu gırtlaklamak istedim. kendime hakim oldum. bunu yapabildiğim için kendimi ayrıca kutluyorum. o günden beri de ne suratını gördüm, ne sesini duydum. bir daha da allah ona benim suratımı görmeyi nasip etmesin, adımı ağzına dahi alamasın inşallah. ona karşı öfkem ve nefretim bu kadar fazla. jedi olsam, çoktan karanlık tarafa geçip, darth vader olmuştum.
ablamla köprüleri böylece atmıştık. yakında iş dolayısıyla yurt dışına çıkacaktım, aylarca dönmeyecektim. yıllardır her yurt dışına çıktığımda koca bir bavul taşımaktan artık sıkılmıştım. dananın kuyruğu ya kopacak, ya da 3. dünya savaşı çıkacaktı.
hakkımdaki gerçekleri, yaşadıklarımı ve özellikle "kendi hatalarını" anneme anlatmam gerekiyordu. üstelik bunları terapistim "annen sağır olmuş, hiçbir şey duymaz. kaç, kendini kurtar o aileden." demesine rağmen yapmalıydım. ben olabileceğim en mükemmel evlat, en dört dörtlük bir adam olmaya çalışırken, onun bunları görmezden gelip, sadece benim götümün derdine düşmesinden dolayı sahip olduğum ama asla anlatmadığım asıl öfkemin nedenini anneme açıklamalıydım. bunu doğru bir şekilde yapabilmemin tek şartı vardı. sakin olmak. hiç sahip olamayacağımı düşündüğüm dinginlik ve sakinlikte olmak.
aslında bu sefer o evden bir daha dönmemek üzere ayrılacaktım. sessiz sedasız. bir yolculuğa çıkacak ve bi yerlerde bir ailemin olduğunu unutacaktım. bavulumu son dakikaya kadar hazırlamamıştım. planlanladığım annem evde yokken, bavulumu hazırlayıp, kimseyle vedalaşmadan havaalanına gitmekti. bavulumu hazırladım. henüz bu evi tamamen terk etmeye hazır olmadığımı hissettim. gözüm arkada kalmamalıydı. bu evde yaşadıklarım bir mutlu sona bağlanmalıydı. yıllarca içimde yanan ateş, bir anda kor haline geldi ve söndü. yüzümde bir tebessüm oluştu, elim telefona uzandı, annemi aradım. "ben gidiyorum, gel."... gitmeme bi kaç saat vardı, annem karşımdaydı, ben ise tamamen hafiflemiş. içim huzur doluydu. birazdan yıllarca konuşmaktan kaçtığım, sonuçlarından korktuğum her şeyi konuşacaktım.
olaylar nerden, nereye, nasıl geldi, çocukluğumdan itibaren olan biten her şeyi anlatmaya başladım. inkar etti, sen şizofren olmuşsun dedi, bunların hiçbiri olmadı, aklın oyun oynuyor sana dedi. eskiden olsa ve bunları duysam hiddetlenirdim. ama o an iç huzurumu koruyabildim. yaşananların hepsinin gerçek olduğunu, şahitlerine ve suçlularına kadar verdim. bana bunu niye yapıyorsun dedi. kalbi yerinden fırlayacak gibi çarpıyordu, terlemeye başladı, bayılmak üzereydi. anne dedim, sana bi şey olduğu yok, olan bana oldu hep, sen kocanın ardından ağlarken, ben çocukluğumda bunlarla uğraşıyordum, şimdi karşımda hiç acıtasyon yapma dedim. neden anlatmadın dedi. evde ablam bazı şeylerden haberdarken ve üstüne üstük beni hizmetçisi gibi kullanmak için bildikleriyle sanki ben suçluymuşum gibi tehdit ederken nasıl anlatabilirdim dedim. beyninden vurulmuşa döndü. yapabileceğim bir şey yoktu. 20 küsür yıldır ben bunlarla uğraştım, tek başıma, al birazda sen uğraş, ben artık yoruldum dedim. gördüğün gibi beni erkek olmakla bi problemim yok, ki olsa da ne olur? ben sadece senin çocuğunum, oyuncağın değil. ve ben sadece bir adamla yaşayacağım bir beraberlikten mutluluk duyan bir adamım dedim. söyleyecek hiçbir sözü yoktu. kartlar açık oynanınca zamanında yerine getiremediği sorumluluklarından dolayı, tüm annelik haklarını kaybetmişti. bundan sonra kararlarım, bedenim, hiçbir şeyin üstünde söz hakkı olmadığını, olamayacağını, tüm bu yaşadıklarına rağmen, bu adamın bu noktaya kendi başına gelmesinden kendine iyi krediler çıkaramayacağını, aslında hiçbir zaman gerçek anlamda yanımda olmadığını farketti. bunu anlıyordu. pişmanlığı gözlerinden okunuyordu.
artık gitme zamanı gelmişti, geriye 4 duvar arasında bir kadını, binlerce düşünceyle bırakıyordum. odama gittim, kitaplıktan "benim çocuğum" belgeselini aldım, çalışma masamın üstüne koydum ve üstüne izlemesi gerektiğini yazan bir not bıraktım ve odamın kapısını kapattım. bunun anneme yardımcı olacağını düşündüm.
hafiflemiş bavulumu aşağı indirdik. annem taksi çağırdı. gözleri yaşlı. vedalaştık. arkamdan su döktü.

-nereye abi?
-atatürk havaalanı.

şimdi her telefonla konuşmamızda "göreceksin, en büyük destekçin ben olacağım. seni döndüğünde çok güzel bi hayat bekliyor. söz veriyorum." diyor, günah çıkarmaya çalışıyor, bazen keşke ile başlayan bir cümle kurmaya yelteniyor, ama hemen ardından "keşke" yok diyor, bundan sonra yapabileceklerimize bakalım diyor. tabi ben lafa değil, icraata bakarım.
57 yaşında bi kadından şimdiye kadar bir anne olarak yapmadığı her şeyi telafi etmesini beklemiyorum tabiki de ama bu yükten kurtulmak var ya, işte bu paha biçilemez. :)

aileye açılmak

size ilham vermesi dileğiyle...

annem yıllarca "oğlum ibne" endişesi ile yaşadı... annemin bu tavrı artık canıma tak etmişti. ben senin evladınım, erkek, kız, gey, lezbiyen, biseksüel, trans ya da interseks olmam ne farkeder? sen beni doğurmuşsun, ama allah kaderimi böyle yazmış. her evlat bir sürprizdir, ben de böyle bi hediyeyim, üstelik değiştirme kartımda yok, rahmine de geri sokamazsın, oğlunu olduğu gibi kabul etmeyi bırak, minnet etmelisin.
yıllardır anneme bunu anlatmaya çalışıyorum: "senin içselleştirdiğin bir evlat var, bi de sahip olduğun bir evlat var. artık bu ikisini ayır. ayarlarımla oynama. dengemi bozma. benim hayatımda her şey yolunda. sırtım dik, anlım pek. mutluyum. işimdeyim, gücümdeyim. işimde, sosyal çevremde güzel anılıyorum. gördüğün gibi yanlış bir şey yok hayatımda.". yıllardır anlatıyorum, bir iki gün dalgalı denizsiz geçiyor, ardından sil baştan. "niye onu giydin, niye bunu yaptın, sen narsistsin, sen bencilsin, sen öylesin, sen böylesin, sen sıfırsın, sen hayal kırıklığısın..."
artık yetmişti. tahammül seviyem artık dayanamıyordu. yalnız kaldığım her an müziği son sese açıp, çığlık çığlığa ağlıyordum. arabayla boğaziçi köprüsünden geçerken, arabayı sağa çekip, atlamayı bile düşündüm. ve zurnanın zırt dediği an, o an oldu benim için. bir sorunum vardı ve üstesinden tek başıma gelemiyordum. ertesi gün, haftalar öncesinden alınmış bir randevum vardı.
annemle aramızı düzeltmek için aile terapisi almaya karar vermiştik. ama o kadar berbat haldeydim ki, annemin suratını bile görmek istemiyordum. yapılacak tek doğru şey vardı, terapiye yalnız gitmek. tek başıma, kendim için!
gece beni yıllardır hayatta sapasağlam durmam için yıllardır destekleyen, en can dostum, hatta can yoldaşım, arkadaşımda kaldım. ertesi gün oldu, ablamda benimle gelmek istedi. beraber gittik. psikoterapistin karşısına tüm gece ağlamaktan mosmor gözlerle çıktım. ve terapist sordu, neden burdasın? ben eşcinselim ama bu sebepten dolayı burada değilim. annemle olan problemlerimden dolayı buradayım dedim ve yarım saat içinde hayatımda olup biten her şeyi özetle anlattım. ardından ablamla yalnız konuştu. terapist ikimizi de karşısına aldı ve "bu adam tamamen normal, aklı başında, zeki, farkındalığı herkesten yüksek, düzgün bir adam. sizin bu adamla ne alıp, veremediğiniz var?" dedi. saygısız ablam, karşısında türkiye?nin en iyi uzmanı olduğunu göz ardı edip, ama?larıyla defalarca adamın sözünü kesip, benim aslında yanlış yaptığımı anlatmaya çalıştı. terapistim artık dayanamayıp ablama, bu çok faşist bir yaklaşım, sen bir faşistsin, yetişkin bir adamın bireylik haklarını elinden alamazsın diye çıkıştı. ayrıca bir anne olduğunu, bu şekilde çocuk büyütemeyeceğini, başka bir zaman kendisiyle başbaşa görüşmek istediğini ekledi. seansımız bittiğinde terapistim "buraya annenle değil, tek başına gelmekle en iyi kararı vermişsin. anneni artık unut. anlattıklarına göre annenle aranın düzelme şansı yok. seni kurtarmaya bakalım." dedi.
ilk terapinin sonunda biraz da olsa rahat nefes alıp verebilmeye başlamıştım.
ama ablam. ah o ablam. terapinin sonunda bir uzmana bok atmaya başlamakla kalmayıp, o kadar affedilmez, ipe sapa gelmez şeyler yaptı ki, başta ben olmak üzere, can dostlarım ve terapistim şok içinde izledik. en yakın kız arkadaşıma, "kardeşim seni seviyor, seninle evlenmek istiyor." demesi üzerine bardak taştı. o gece onu gırtlaklamak istedim. kendime hakim oldum. bunu yapabildiğim için kendimi ayrıca kutluyorum. o günden beri de ne suratını gördüm, ne sesini duydum. bir daha da allah ona benim suratımı görmeyi nasip etmesin, adımı ağzına dahi alamasın inşallah. ona karşı öfkem ve nefretim bu kadar fazla. jedi olsam, çoktan karanlık tarafa geçip, darth vader olmuştum.
ablamla köprüleri böylece atmıştık. yakında iş dolayısıyla yurt dışına çıkacaktım, aylarca dönmeyecektim. yıllardır her yurt dışına çıktığımda koca bir bavul taşımaktan artık sıkılmıştım. dananın kuyruğu ya kopacak, ya da 3. dünya savaşı çıkacaktı.
hakkımdaki gerçekleri, yaşadıklarımı ve özellikle "kendi hatalarını" anneme anlatmam gerekiyordu. üstelik bunları terapistim "annen sağır olmuş, hiçbir şey duymaz. kaç, kendini kurtar o aileden." demesine rağmen yapmalıydım. ben olabileceğim en mükemmel evlat, en dört dörtlük bir adam olmaya çalışırken, onun bunları görmezden gelip, sadece benim götümün derdine düşmesinden dolayı sahip olduğum ama asla anlatmadığım asıl öfkemin nedenini anneme açıklamalıydım. bunu doğru bir şekilde yapabilmemin tek şartı vardı. sakin olmak. hiç sahip olamayacağımı düşündüğüm dinginlik ve sakinlikte olmak.
aslında bu sefer o evden bir daha dönmemek üzere ayrılacaktım. sessiz sedasız. bir yolculuğa çıkacak ve bi yerlerde bir ailemin olduğunu unutacaktım. bavulumu son dakikaya kadar hazırlamamıştım. planlanladığım annem evde yokken, bavulumu hazırlayıp, kimseyle vedalaşmadan havaalanına gitmekti. bavulumu hazırladım. henüz bu evi tamamen terk etmeye hazır olmadığımı hissettim. gözüm arkada kalmamalıydı. bu evde yaşadıklarım bir mutlu sona bağlanmalıydı. yıllarca içimde yanan ateş, bir anda kor haline geldi ve söndü. yüzümde bir tebessüm oluştu, elim telefona uzandı, annemi aradım. "ben gidiyorum, gel."... gitmeme bi kaç saat vardı, annem karşımdaydı, ben ise tamamen hafiflemiş. içim huzur doluydu. birazdan yıllarca konuşmaktan kaçtığım, sonuçlarından korktuğum her şeyi konuşacaktım.
olaylar nerden, nereye, nasıl geldi, çocukluğumdan itibaren olan biten her şeyi anlatmaya başladım. inkar etti, sen şizofren olmuşsun dedi, bunların hiçbiri olmadı, aklın oyun oynuyor sana dedi. eskiden olsa ve bunları duysam hiddetlenirdim. ama o an iç huzurumu koruyabildim. yaşananların hepsinin gerçek olduğunu, şahitlerine ve suçlularına kadar verdim. bana bunu niye yapıyorsun dedi. kalbi yerinden fırlayacak gibi çarpıyordu, terlemeye başladı, bayılmak üzereydi. anne dedim, sana bi şey olduğu yok, olan bana oldu hep, sen kocanın ardından ağlarken, ben çocukluğumda bunlarla uğraşıyordum, şimdi karşımda hiç acıtasyon yapma dedim. neden anlatmadın dedi. evde ablam bazı şeylerden haberdarken ve üstüne üstük beni hizmetçisi gibi kullanmak için bildikleriyle sanki ben suçluymuşum gibi tehdit ederken nasıl anlatabilirdim dedim. beyninden vurulmuşa döndü. yapabileceğim bir şey yoktu. 20 küsür yıldır ben bunlarla uğraştım, tek başıma, al birazda sen uğraş, ben artık yoruldum dedim. gördüğün gibi beni erkek olmakla bi problemim yok, ki olsa da ne olur? ben sadece senin çocuğunum, oyuncağın değil. ve ben sadece bir adamla yaşayacağım bir beraberlikten mutluluk duyan bir adamım dedim. söyleyecek hiçbir sözü yoktu. kartlar açık oynanınca zamanında yerine getiremediği sorumluluklarından dolayı, tüm annelik haklarını kaybetmişti. bundan sonra kararlarım, bedenim, hiçbir şeyin üstünde söz hakkı olmadığını, olamayacağını, tüm bu yaşadıklarına rağmen, bu adamın bu noktaya kendi başına gelmesinden kendine iyi krediler çıkaramayacağını, aslında hiçbir zaman gerçek anlamda yanımda olmadığını farketti. bunu anlıyordu. pişmanlığı gözlerinden okunuyordu.
artık gitme zamanı gelmişti, geriye 4 duvar arasında bir kadını, binlerce düşünceyle bırakıyordum. odama gittim, kitaplıktan "benim çocuğum" belgeselini aldım, çalışma masamın üstüne koydum ve üstüne izlemesi gerektiğini yazan bir not bıraktım ve odamın kapısını kapattım. bunun anneme yardımcı olacağını düşündüm.
hafiflemiş bavulumu aşağı indirdik. annem taksi çağırdı. gözleri yaşlı. vedalaştık. arkamdan su döktü.

-nereye abi?
-atatürk havaalanı.

şimdi her telefonla konuşmamızda "göreceksin, en büyük destekçin ben olacağım. seni döndüğünde çok güzel bi hayat bekliyor. söz veriyorum." diyor, günah çıkarmaya çalışıyor, bazen keşke ile başlayan bir cümle kurmaya yelteniyor, ama hemen ardından "keşke" yok diyor, bundan sonra yapabileceklerimize bakalım diyor. tabi ben lafa değil, icraata bakarım.
57 yaşında bi kadından şimdiye kadar bir anne olarak yapmadığı her şeyi telafi etmesini beklemiyorum tabiki de ama bu yükten kurtulmak var ya, işte bu paha biçilemez. :)

ülkem geylerinin avam merakı

sen 2 üniversite oku, genel kültür diye konser, sinema, kitap ne varsa hepsini sindir, şık olayım diye her ay bütün moda dergilerini arşınla, ayılıktan çıkmayayım ama yine de derli toplu olayım diye spor salonuna git, bir tane sıradışı spor yap, ondan sonra tüm iyi tipler daha da sahte diesel pantolonlu, daha da sahte airmax ayakkabılı üçer beşer gruplar halinde gezen maksimum meslek yüksek okul mezunu (o da en iyi ihtimalle) heteroseksüellere baksın. resmen intihar sebebi.

ayı sözlük itiraf

lavman yapmadan kendini s*ktirenlerden tiksiniyorum be ayısözlük. nasıl bi saygısızlıktır bu. iki cinsel haz yaşayacağız diye ne çektik be. hadi spontane bi buluşma olur, önceden hazırlanamamışsındır eyvallah. ama evine davet ettiğin misafirde böyle karşılanmaz ki.

firuzağa hamamı

istanbul'a döndüğüm de ilk evime, ailemi görmeye mi gitsem, yoksa firuzağa hamamına gidip tüm hamama versem mi diye ikilemde kalmama sebep veren hamamdır. bir bir kapanan erotik sinemalardan sonra varlıklarını öğrenip, keşfetmem hızır gibi yetişmiştir imdadıma. kahrolsun içimdeki outdoor sevgisi.

applause

björk'ün kuğu kıyafeti giymesinden daha çılgın ne yapılabilir denip, direkt kuğu olan klibli gaga şarkısı. *

azerbaycan

eziklikleri, içten pazarlıkları, 5 kuruş etmeyen akılları, köylü kurnazlıkları, algı kapalılıkları, görgüsüzlükleri vs. gibi tüm sıfatları milletinin büyük çoğunluğunca barındırılan, acınası ülke.

sevişirken söylenmesi hoş olmayan şeyler

-zevk alıyor musun?

özgüven eksikliği yaşayan her partnerden duyabileceğiniz bir cümle. böyle amatörleri yatakta bırakıp, kaçın.

ülkem geylerinin avam merakı

sen 2 üniversite oku, genel kültür diye konser, sinema, kitap ne varsa hepsini sindir, şık olayım diye her ay bütün moda dergilerini arşınla, ayılıktan çıkmayayım ama yine de derli toplu olayım diye spor salonuna git, bir tane sıradışı spor yap, ondan sonra tüm iyi tipler daha da sahte diesel pantolonlu, daha da sahte airmax ayakkabılı üçer beşer gruplar halinde gezen maksimum meslek yüksek okul mezunu (o da en iyi ihtimalle) heteroseksüellere baksın. resmen intihar sebebi.

tarkan tevetoğlu

poposuna silikon yaptırmış diyollar, insan neresiyle para kazanıyorsa oraya yatırım yapıyormuş diyollar. *

chopstick

yemek çubuğu diye adlandırılır. uzak doğu yemek kültürüne aittir. erkek arkadaş seviye belirleme testlerimden biridir. yeni tanışılan ve henüz yatılmamış manita ile gidilen çin/japon/tayland/kore restoranında, chopstickleri kullanıp kullanamamasına göre yataktaki muhtemel el/kol/refleks koordinesi ölçülür, başarılı ise manita ile görüşülmeye devam edilir, başarısız olursa zararın neresinden dönsem kardır deyip, oracıkta terkedilir.
Henüz takip ettiği biri yok.