pek sevgili yüksek lisans tezimin konusudur, özeti de şu şekilde:
müzik ve eşcinsel-lik politikasını ele alırken ilk belirtilmesi gereken diğer sanatlar gibi müziğin de kişi ve/ya da toplulukların kendilerini ifâde etme etme biçimlerinden biri olduğudur. bu açıklama kadın-lık ve/ya da eşcinsel-lik sanatı var mıdır? tartışmalarına bir yanıtı da berâberinde getirir.
bir kadın-lık ve/ya da eşcinsel-lik sanatı vardır ve bu cümlenin aleyhtarı iddialar ancak karşıcinsiyetçi (heteroseksist) erkekliklerin ortadan kalktığı bir dünyâda geçerlilik kazanabilir.
bu yazının asıl konusunu oluşturan ise belli başlı akım ve müzisyenlerden hareketle müzik târihinin eşcinsel-lik politikalarını belirlemede nasıl bir yol izlediğidir. klâsik müziğin (özellikle de vokalin olmadığı yapıtların) incelenmesi ayrı bir uzmanlık alanı olduğundan yazıda gospeldan başlayarak popüler müzik akımları konu edilmiştir. aksi taktirde, arcangelo corelli (1653-1713), george friedrich händel (1685-1759), hammamîzâde ismail dede efendi (1778-1846), geyliği yüzünden intihara zorlanmış piyotr ilyiç çaykovski (1840-1893), lezbiyenliği yaşadığı dönemde de ayyuka çıkmış ethel smyth (1858-1944) ve yaşamı venedikte ölüm romanına konu edilmiş gustave mahler (1860-1911) kolayca sayılabilir isimler arasında olup, yine klâsik müziğin çağdaş yorumcularından müzeyyen senar, zeki müren ve bülent ersoy (şarkıları) üstüne çeşitli yorumlar yapılabilir.
bugünkü anlamda eşcinsel-lik politikasının temelleri batıda, 19uncu yüzyılın ikinci yarısında atıldı. sanayi devrimi sonrası kadınların birebir emek sürecine katılması ve homoseksüelliğin bir kategori olarak adının konulması eşitlik, özgürlük gibi tâlep mücâdelelerinin kamusal alana taşınmasını sağladı. 19uncu yüzyılın ikinci yarısı aynı zamanda modern bir eşcinsel-lik alt kültürünün doğuşuna sahne oldu. bu yeni yeni cinselleşen çağın hemcinsler üzerindeki etkisi en çok almanyada, özellikle de berlin ve hamburgda kendini gösterdi. bu nedenle auden, spender ve isherwood bu şehirlerin çekimine kapıldılar - ki daha sonra diğer şehir merkezlerinde çok yavaş gelişmekte olan gey alt kültürüne dair şanlı haberleri yayarak bu şehirleri öveceklerdi -, böylece yirminci yüzyıl eşcinsel kent mitolojisinin temelini atıyorlardı ( tüm bunlar daha sonra isherwoodun hoşça kal berlin, kabare filmindeki 1970lerin studio 54ünün amerikan muadilleri için bir mihenk taşı oldu ). avrupanın çeşitli yerlerinde eşcinsel-lik dergileri, organizasyonları ve kulüpleri ortaya çıkmaya başladı. 1929 ekonomik bunalımına ve sonrasında değişen dünyâ dengelerine kadar kıta avrupası gece hayatının belki de en ihtişamlı günlerini yaşadı. oscar wildeın (1854-1900) 1895te eşcinselliği nedeniyle yargılanıp 2 yıl hapse gönderildiği britanya ise adını kraliçe victoriadan alan tutucu ahlâk anlayışına mahkum olmuştu.
popüler müziğin kökenleri 17nci yüzyıla kadar gitmektedir. kuzey amerika zencilerinin dinsel şarkıları, xvii. yy.ın başlarında afrikadan getirilmeye başlanan zenci kölelerin torunlarının hıristiyanlaştırılması sonucu, xviii. yy.da doğdu. beyaz misyonerler ve din adamları, kölelerin din değiştirmeleri kolaylaştırmak amacıyla onlara protestan ilâhileri öğrettiler. afrikalı kimliğini henüz yitirmemiş olan zenci halk, bu ilâhileri, yavaş yavaş, daha zengin anlatımlı, daha ritmik ve daha coşkulu bir müziğe dönüştürdü
gospel, en parlak dönemini 1930-1960 arasında yaşadı, afrikalı amerikalıların dinsel müziği başta jazz olmak üzere blues, rhythm & blues ve soul gibi müzik türlerinin temelini oluşturdu.(9)
19. yüzyılda doğan, tarlalarda çalışan zencilerin müziği olarak caz, 20. yüzyıla gelindiğinde bir tür olarak müzik literatürüne girmiştir. 1917lerde caz, kentli siyah azınlığın müziği konumundayken, 20lere gelindiğinde altın çağını yaşamış, dolayısıyla popüler bir müzik haline gelmiştir. 20lerle birlikte raitingi artan bu tür, küçük burjuva beyaz kentlilerin de bir uğraşı alanına dönüşmüş, nihayetinde zencilere ait bir müzik türü olmaktan çıkmıştır. cazın diğer bir önemli özelliği onun kreatif müziğe dahil edilebilecek yoruma, performans sırasında yaratıcılığa dayanan bir müzik türü olmasıdır.
gospel, jazz ve blues harlem rönesansının da temelini oluşturmuştur.
harlemde lezbiyen ve gey alt kültürünün gelişmesindeki esas tarihî etken, yeni yüzyılın başlamasından sonra binlerce afrika kökenli amerikalının kuzeydeki kentleşmiş bölgelere göç etmeleridir
amerikanın 1inci dünya savaşına katılması, kuzeydeki sanayisel üretimde bir artışa neden oldu ve kuzeydeki fabrikalarda siyahlar için elverişli olan binlerce iş fırsatı yaratarak göçe bir nokta koydu
nüfustaki bu kayma o derece önemliydi ki, bu olay günümüzde büyük göç olarak anılmaktadır. chicago, detroit ve buffaloda siyah toplumları gelişti, ancak bunların en büyüğü ve renklisi dünyanın her yerinden gelen afrika kökenli amerikalıların kâbesi haline gelen harlemdi
özellikle genç ve bekâr olanlara cazip gelen tinsel bir havası vardı umut, ilerleme ve imkânlarla dolu.
harlemin yeni göçmenlerinin sosyal ve cinsel yaklaşımları en güzel şekilde iç savaşın ardından kırsal güneyli siyah toplumlarında gelişen ayrı bir afrika kökenli amerikalı müziği olan bluesda yansıtılmıştır. yapısal olarak basit, ancak ustalıklı bağlantılara müsait olan blues, 1920ler boyunca amerikalı siyah topluluklar arasında son derece popülerdi. şarkılar yalnızlıktan, memleket hasretinden, yoksulluktan, sevgiden ve talihten bahsediyor, yeni zenci göçmeninin güç, çoğunlukla acımasız yaşamına bir pencere açıyordu.
eşcinsellik açıkça bu dünyanın bir parçasıydı. 'beni şaşırtan iki şey var, anlamadığım iki şey var diye yakınıyordu blues üstadı bessie smith, 'bunlar erkek gibi davranan kadın ve fısır fısır konuşan, fıkır fıkır hareket eden, kadın gibi davranan erkek 'sissy blues şarkısında, ma rainey kocasının 'miss kate denilen bir eşcinsele olan cinsel bağlılığından şikâyet etmiştir. 'b. d. women blues unda lucille bogan, 'b. d. [boğa çeken] kadının kesinlikle sert olduğu konusunda uyarıda bulunmuştur; bir sürü viski içerler ve bununla caka satarlar bluesda bahsedilen 'oğlancıklar ve 'boğa çekenler karşı cins gibi davranmalarından dolayı alaya alınmışlardır, ancak ne onlardan kaçılmış, ne de nefret edilmiştir. örneğin 1930da george hanna tarafından kaydedilen 'boy in the boat (sandaldaki çocuk) 'el ele yürüyen iki kadın gördüğünüzde yalnızca başınızı sallayın ve anlamaya çalışın diye öğütlüyordu. aslında, bluesda oldukça yaygın olan cinsel rahatlık bazen eşcinsel davranışa kadar uzanıyordu. yıllar boyu çok sayıda erkek blues şarkıcısı tarafından geleneksel bir şarkı olarak 'sissy man bluesda şarkıyı söyleyen 'bana bir kadın getiremezseniz bir oğlancık getirin diyordu. george hannanın 1930da kaydedilen 'frakish bluesu potansiyel cinsel belirsizlik konusunda çok daha açıktır. blues, eşcinsel davranışı ve kimliği de dahil olmak üzere cinselliği hayatın doğal bir parçası kabul eden bir kültürü yansıtıyordu.
afrika kökenli amerikan kültürü tarafından eşcinselliğe gösterilen oldukça hoşgörülü tutuma rağmen, siyah lezbiyenler ve gey erkekler yine de zor zamanlar geçiriyorlardı. diğer siyah göçmenler gibi onlar da kısa sürede ırkçılığın mason-dixon hattını öğrendiler. ekonomik sorunlar, işsizlik ve ayrımcılık kuzeydeki siyah toplumlarının başlarına belâ olmuştu. yüksek kiralar ve barınma sıkıntısı harleme yeni gelenler için özel hayatı bir lüks hâline getirmişti. dahası, beyaz yoldaşları gibi siyah eşcinseller de sürekli polisin ve yargının baskısına maruz kalıyorlardı.
harlem lezbiyenleri ve geylerinin bir araya gelmeleri için en iyi yöntem güvenlik ve gizlilik sağlayan özel partilerdi
harlem partileri son derece çeşitliydi; en yaygın olanı 'kira partisi idi
partide dans ve caz olurdu ve mutfakta satılan kaçak içki
bessie smithin söylediği 'gimme a pigfoot and a bottle of beer tıpkı böyle bir parti hakkındadır
dans ve eğlence sabaha kadar sürerdi ve sabahleyin ev sahibine parası ödenirdi.
kesin olarak daha güvenli olan hem erkeklerin hem de kadınların istedikleri gibi giyinebildikleri ve istedikleriyle dans edebildikleri sık sık düzenlenen harlem kıyafet balolarıydı
en büyük balolar hamilton lodge tarafından altı bin kişiyi barındırabilecek muhteşem rockland palaceda düzenlenen yıllık balolardı
organizatörler baloyu ve katılımcılarını yasaya uygun hâle getirmek için polisten balo izni alırlardı
charles henry ford ve parker tylerın 1933 tarihli klasik eşcinsel romanları the young and evil, bu baloların siyah erkekler arasında olduğu kadar beyaz erkeklerin arasında da popüler olduğunu öne sürmektedir.(14) burada da jazz müziği eşliğinde çılgınca dans edilir, içilir ve flört edilip karşılıklı telefon numaraları verilirdi.
sosyal seçenekleri erkeklerden daha sınırlı olan siyah lezbiyenler için geleneklerin dışındaki yaşam tarzları konusunda siyah eğlence dünyasından verilen destek özellikle önem taşıyordu. kuzey carolinadaki baba evinden ayrıldıktan sonra, mabel hampton harlemin ünlü lafayette tiyatrosunda kendine bir yer edinmeden önce sevgilisiyle birlikte bir coney island şovunda dansçı olarak çalışmıştır. hampton, şov hayatına girerek, iyi bir kazanç sağlamayı, erkeklerle sosyal ilişkisini sınırlamayı ve çoğunluğu kadın olan bir sosyal dünyanın içine taşınmayı başarmıştır. bessie smith, gladys bentley, jackie 'moms mabley, alberta hunter, gertrude 'ma rainey, josephine baker, ethel waters gibi birçok biseksüel ve lezbiyen siyah kadın şov hayatında benzer avantajlar bulmuşlardır
üç harlem yıldızı, eşcinsel arzunun öğelerini, halk önünde yaptıkları müzikle bağdaştırmak açısından özellikle etkiliydi. böyle yaparak, bu yüzyılın ilk yarısında, yavaş yavaş gelişen bir eşcinsel öz-farkındalığının beslenmesine yardımcı olmuşlardır.sırasıyla ma rainey, bessie smith ve gladys bentley.
'ma rainey 26 nisan 1886da, georgia, columbusta, gertrude pridgett olarak doğdu. şarkıcılık kariyeri on iki yaşında başladı
1904te, will pa rainey ile evlendi ve onunla birlikte, f. s. wolcotts rabbit foot minstrels ve başka şovlarda turneye çıktı. işte bu turnelerden birisinde, on sekiz yaşındaki bessie smith ile tanıştı ve bessieyi koruması altına aldı. 1916da rainey ve kocası kendi şirketlerini kurdular
ilk plâk kayıtlarını 1923te yaptı ve sonraki beş yıl süresince yüzden fazla plâk yaptı. rainey, derin, içli bir sesi ve sıcak, dostça gülümsemesi olan, kısa boylu, tıknaz, siyah tenli bir kadındı. bluesu sahne performansıyla birleştiren ilk varyete şarkıcısıydı ve haklı olarak 'bluesun anası olarak tanındı. raineyin şarkılarından bazıları, örneğin prove it on me blues ( üzerimde kanıtla bluesu ) açık açık lezbiyen içeriklidir raineyin lezbiyen hayatını savunması o günler için kayda değerdi ve yıllar boyunca bu olay aciliyetinin çok azını yitirmiştir. 1935de new yorktan ayrılıp yaşamının sonlarında kendini dine adadı. bir protestan kilisesinde aktif olarak çalışıp 1939da öldü.
20 ve 30lu yıllarda siyâhî sanatçılar için uygun tondaki renk esmer sayılırdı.
fazla siyah olan bessie smith bu yüzden kovulmuştu. 1894de chattanooganın (tennessee) bir gettosunda doğmuştu
bessie sokak köşelerinde şarkı söylemeye başladığı zaman dokuz yaşındaydı
güneyin yoksul ve kötü yetişmiş bir siyahıydı ve kendi kişiliği için af dilemiyordu
davranışlarını ve kişiliğini inceltmeyi reddediyordu; bu beyazların saygın dünyasının çok hoşuna gidebilirdi ve birçok siyah sanatçı da ön plana çıkabilmek için bunu yapıyordu. bessie smith ise hiçbir zaman hiçbir şey yapmadı
onların gözünde bessie smith kaçtıkları herşeyi simgeliyordu: yoksulluk, sokak yaşamı, çılgın geceler, getto dili. siyah küçük burjuvazinin, aynı yoksul siyahlar gibi, gettonun kaba dili için bessie smithin dili dedikleri dönem başladı.
smithin colombia plâkevi ile ilk kayıtlarından biri, taint nobody business if i do
( ne yaptığım kimseyi bağlamaz ) bu durumu iyi göstermekte:
there aint nothin i can do, or nothin
i can say, that folks dont criticize me.
but im going to do just as i want to anyway
and dont care if they all despise me.
( bana bir şey demesinler diye yapabileceğim ya da söyleyebileceğim hiçbir şey kalmadı
yine de canım ne isterse onu yapıcam ve bana kötü gözle baksalar bile umrumda değil )
smithin yaşamı ciddi iniş çıkışlara tanık oldu. orji partilerine katılıyor, sık sık sarhoş oluyor, hapishânede konaklıyor ve gösteri onsuz gerçekleşiyordu. rainey gibi smith de gibi açık açık lezbiyen içeriği olan şarkılar söylerdi, örneğin 1930 şarkısı 'its dirty but good ( pis ama hoş ). bessie smithin ölümü hâlen bir muammadır. 1937de bir araba kazası geçirdiğinde daha yakın olan siyahlar hastahanesine götürülmek yerine nedense beyazlar için olan bir hastahaneye götürülmüş ve içeriye alınmadığı için hayatını kaybetmiştir.
gladys bentley üçlünün belki de en açık ve öncü üyesiydi. gladys, kendine erkek süsü veren yaklaşık yüz elli kiloluk bir biseksüeldi. bazen bobby minton adıyla sahneye çıkardı. 12 ağustos 1907de doğmuş ve buluğ çağındayken evden kaçmış ve kendini harlem kulüplerinde bulmuştu
alâmeti farikası hâline gelen silindir şapkayı ve smokini giymeye başladı ve kısa süre içinde, clam house showlarında, adı en üstte yazılmaya başladı.
mükemmel bir gür sese sahip, yetenekli piyanist bentley, müstehcen şarkı sözlerini popüler güncel melodilere uydurmasıyla bilinirdi. 1900 yılından sonra vesta tillynin başlatıp 1910 yılında ella shieldsin sürdürdüğü drag kinglik amerikada bentley ile ortaya konmuştu. bentleyin adı geçen isimlerden, diğer bir ifâde ile drag kinglerden (erkek kılığına giren kadın) ya da drag queenlerden (kadın kılığına giren erkek) farkı şarkıcının new jerseyde erkek kılığındayken bir kadınla resmen evlenmesiydi 1960ta öldüğünde arkasında cinsiyetin biyolojik mi toplumsal mı olduğu tartışmalarını yapacak çok sayıda insan bırakmıştı!
1929 borsa krizi ışıl ışıl parıldayan harlem rönesansını ani bir duraklamaya sokmuştur
içki yasağının kalkması harlemin gizli meyhanelerinin cazibesini bitirmişti. jazz çağının harlemindeki eşcinsel yaşamıyla en çok bağdaştırılan insanların çoğu şehirden ayrıldılar veya öldüler
fakat tüm bu kayıplara rağmen harlem lezbiyen ve gey topluluğu yaşamayı sürdürürken blues ve jazzın kalbi harlem müzikal mîrâsını ana akımlardan rock müziğe ve dans müziğine bırakacaktı.
dönemin diğer eşcinsel sanatçıları arasında sayılabilecek george hannah, ethel waters (1900-1977), ethel williams, alberta turner ve ( taint nobody business if i doyu seslendirenlerden ) billie holiday (1915-1959) gibi isimler adı geçen üçlü kadar etkili olamamakla birlikte eşcinselliğe karşı kabul gösterilmesinde rol oynamışlardır. 1920lerin almanya ve fransasında ise iki isim vardı ki târihe adlarını altın harflerle yazdıracaklardı.
1901 yılında berlinde doğan maria magdalena von losch kariyerine oyunculukla başlamış, joseph von sternbergin der blau engel (1930; mavi melek) filmiyle ün yapmış, hollywoodun kapıları sanatçıya bu performansından sonra açılmıştı. hitlerden nefret edip iktidara gelişinden sonra milliyet değiştirmek zorunda kalan marlene adı, 1930lardan başlayarak câzibe, güzellik ve antifaşizmin simgesi olmuştu. morocco (1930) filminde gece kulübünde erkek kıyafetleriyle şarkı söyleyip bir kadını dudaklarından öpüyordu. ilk ve tek oscar adaylığını da getiren morocco ile marlene, conrad veidt (anders als die anderen, 1919) ve louise brookstan (die büchse der pandora, 1928) sonra dünyâ sinema târihinin üçüncü eşcinsel-lik oyuncu-su oldu.
kariyerini, aynı zamanda transvestizm(iy)le ilgili shanghai express (1932; şangay ekspresi), blonde venus (1932; sarışın venüs) gibi filmler ve ünlü (gey) şarkı yazarı cole porterın you do something to mesi (1930) gibi istisnâsız şarkılarla sürdüren dietrich 1992deki ölümüne kadar aralarında colette, greta garbo, j. f. kennedy, Édith piaf ve romy schneiderin de bulunduğu çok sayıda kişiyle berâber oldu.
fransada adından söz ettiren isim josephine bakerdı. 1906da missouride doğan ve en son frida filminde ressamla olan beraberliğiyle gündeme gelen freda macdonald çocukluğundan başlayarak güney eyaletlerindeki ırkçılığın soğuk nefesini ensesinde hissetmişti. evden kaçıp gittiği pariste ilk kez sahneye çıktığında 19 yaşındaydı. hitlerin tüm dünyânın kanını donduran soykırımları başladığında hem bir siyah, hem de bir biseksüel olarak başına gelebilecekleri anlaması fazla zamanını almadı. paris işgaline kadar antifaşist kampanyaların gizli destekçisi olup işgalden sonra döndüğü amerikada dietrich gibi abd kuvvetlerine destek konserlerinde sahneye çıktı. savaştan sonra ırkçılık aleyhtarlığına dört elle sarılan baker önce siyah olduğu için içeri alınmadığı new yorktaki stork adlı kulübün kapısında olay çıkarıp abdde olağanüstü bir sivil haklar tartışmasını başlatacak, sonra da eşi jo bouillon ile insanlığın bir bütün olduğunu göstermek için farklı ırklardan çocukları evlât edinip adını gökkuşağı Âilesi koyacaktı. baker, eşcinsel-lik hareketinin gökkuşağı bayrağını ilk kez dalgalandırdığı 1978 san fransisco gey-lezbiyen özgürlük geçidini göremeden hayata vedâ etti (1975).
1920 ve 1930ların amerikasında hollywoodun star sistemi popüler müziğe de ağırlığını koydu. radyonun bir kısım seyircinin eve kapanmasına neden oluşu hollywoodun sesli sinemaya geçişini hızlandırmakla kalmadı, müzikallere duyulan ilgiyi artırdı. böylece ginger rogers fred astaire gibi yıldızlar doğdu. 1920li yılların sonundan başlayarak (müzikli) güldürüler, konuşmaları azaltmaya ve oyuncuların oyun temposuna canlılık kazandırmaya katkıda bulundu. 1930ların sonlarında dünya sinemasına katılacak bir müzikal yıldızı bugün bile kimsenin tahmin edemeyeceği kadar çok şeyi değiştirecekti.
1922de minnesotada doğan frances gumm ilk kez 3 yaşında sahneye çıktı. oyunculuk ve müzik eğitimi aldıktan sonra 1936da ilk filmini çevirdi (every sunday). 1939da rol aldığı the wizard of oz (billur köşk / küçük kızın rüyası / oz büyücüsü) filmindeki dorothy rolüyle çok büyük bir başarı yakaladı.akademi en iyi genç oyuncu ödülünü aldı. filmde canlandırdığı karakter ve seslendirdiği over the rainbow (gökkuşağının üstünde) şarkısı bâzıları(mız) için vaat edilmiş yerdi. [şarkı 2000 yılına girerken bâzı müzik eleştirmenlerince tüm zamanların en iyi şarkısı seçildi.] kendisinden önce güçlü, cesur, bağımsızlığına düşkün (fettan) kadın tiplemeleriyle kendini ifâde edemeyen eşcinsel-lik-lere olmak, yapmak istedikleri şeylerle ilgili ayna tutan, câmiânın büyük hayranlığını kazanmış mae west (1892-1980), tallulah bankhead (1903-1968), greta garbo (1905-1990), joan crawford (1908-1977) ve bette davis (1908-1989) gibi ikonlar vardı. garland ise [ kendi eşcinselliği hakkındakileri başkalarına mîras bırakarak ] eşcinselliği savunmayı âdetâ misyon edinecek, röportajlarında babasının geyliğini anlatacak, 22 haziran 1969 gecesi aşırı dozda uyuşturucu alıp intihar ettiğinde arkasında ölüm haberini duyduğunda çılgına dönmüş yüzlerce sevenini bırakacaktı. dorothynin ölümü tarihin ilk eşcinsel-lik ayaklanmasının kıvılcımı olmuştu. eşcinsel-lik ikonu diye bir şey varsa bu herkesten önce judy garland olmalıydı! liza minnelli de (1946- ) annesinin izinden gitti.
ölümü judy garlanda benzeyen bir yıldız daha vardı. norma jean mortenson 1926da doğmuş esmer, çirkin olduğu düşünülüp kendisiyle alay edilen bir kızdı. yetimhânede büyümüş, çocukluğunda tecavüze uğramış, âdetâ zorla evlendirilmiş bu kadın geleceğin marilyn monroesuydu.
hollywooda geldiğinde kendisine biçilmiş rol hazırdı. aptal sarışın mm, kariyeri boyunca hiçbir zaman oyunculuğunu gösteremeyeceği rollerde oynamak zorunda bırakılacak, beğeni ile küçümseme arasındaki o sado-mazoşist ilişkinin kurbanı yapılacaktı. kendisini yeni baştan yaratan (yaratmak zorunda bırakılmış) bu hanım hanımcık kadının bazı kadın transeksüel ve transvestitler için bir idol hâline gelişi fazla uzun sürmedi. bunda kendisine 1960da altın küre en iyi kadın komedi oyuncusu ödülünü kazandıran, başrol oyuncularından jack lemmon ve tony curtisin kadın kılığına girdikleri some like it hotın (1959; bazıları sıcak sever), aynı adlı filmde seslendirdiği i wanna be loved by you (bir sen sev beni) ve erkek eşcinselliğiyle ilgili gentlemen prefer blondes (1953; erkekler sarışınları sever) filminde seslendirdiği diamonds are girls best friend (elmaslar kızların en iyi arkadaşıdır) şarkılarının da büyük rolü vardı. diamonds
ve i wanna be
eşcinsel-lik kulüplerinde en çok çalınıp söylenen şarkılar, monroe ise en çok taklidi yapılan kadınlardan biri hâline geldi. peki ya kız kardeşleri? bâzı (lezbiyen) feministler (eş)cinselliğini öğrendikten sonra bile ona düşman olmaya devâm etti. marilyn karşıcinsel erkeklerin metası hâline gelmiş gerçek bir aptaldı. 1962ye gelindiğinde kendisine yönelik dayatmalardan iyice sıkılmış, altını çizerek defâlarca okuduğu freud ve jung kitaplarından bıkmış, yaşamın yükünü taşımakta iyice zorlanır olmuştu. 5 ağustos 1962de aramızdan ayrıldı.ölümü üzerindeki sır perdesi uzun yıllar kalkmayan marilynin intihar mı ettiği yoksa bir cinâyete mi kurban gittiği çok tartışıldı. son yıllarda ortaya çıkan kanıtlarla, özellikle de ölmeden kısa bir süre önce kaydettiği ses kayıtlarının bulunmasıyla, öldürüldüğü iddiaları kuvvetlendi.
marilynin öldü(rüldü)ğü yıllarda müzikte trendler değişmeye, siyahlar harlem rönesansından sonra yeniden seslerini duyurmaya başlamıştı. ilk olarak '40lı yıllarda birtakım jazz ya da blues müzisyenlerinin küçük dans orkestralarıyla yapmaya başladıkları ve kısa sürede rhythm & blues adını alan r&b listelerde giderek daha fazla boy gösterir oldu. 50li yıllarda kısaca 'r and b diye yazılan 'rhythm and blues zenci cemaat arasında sonsuz bir ilgi gördü. ayrıca danslı halk müziği biçimindeki bu caz türü, sürekli olarak yerel zenci radyolar tarafından yayınlandığı için kısa sürede beyaz gençliğin geniş bir kesimi tarafından da benimsendi. '50li yılların sonunda başka bir şarkıcı ve piyanocu, yani ray charles, özgünlüğüyle dikkati çeken yepyeni blues ve gospel karışımını ortaya attı ve bu karışımdan da soul music dediğimiz yeni bir 'rhythm and blues türü doğdu. ray charlesı (1932- ), tina turner (1938- ), dionne warwick (1940- ), aretha franklin (1942- ) ve stevie wonder (1950- ) gibi divalar izledi. franklin you make me feel like a natural woman (bana doğal bir kadınmışım gibi hissettiriyorsun) ve warwick i say a little prayer (küçük bir dûa oku) ile eşcinsel-lik albümlerinin favorisi oldu. başlıca öğesi solist olan apolitik soul popla kısa sürede kaynaştı, the supremes gibi pop-soul toplulukları ortaya çıktı. diana rossun (1944- ) solisti olduğu the supremesin cinsiyetsiz şarkılarından bâzıları özellikle de you keep me hanging on (benimle gönül eğlendiriyorsun) sonraki yıllarda tom jones (1940- ) ve kim wilde (1960- ) tarafından da seslendirildi. [wilde yorumu ile number one tv izleyicileri tarafından yüzyılın en iyi yüz şarkısından biri seçildi] altın çağını 19651970 yılları arasında yaşayan soul, '70lerde yerini stonewall sonrası disko çağına bırakacak, 1970de the supremesden ayrılarak solo kariyerine başlayan diana ross ise önce eşcinsel onuru partilerinde sahneye çıkıp kızlarına ithaf ettiği i will surviveları (kurtulacağım), im coming outları (açılıyorum) seslendirecek, sonra da hem erkekleri hem kadınları sevdiğini söyleyerek gönüllerde kurduğu tahtı sağlamlaştıracaktı.rossu, '60larda, ilk sahne aldığı yer bir gey barı olan barbra streisand (1942- ), '70lerde, bir gey saunasında şarkı söylemeye başlayan bette midler (1946 - ) izledi.
'60larda eşcinsel-lik hareketi örgütlenmeye ağırlık verdi, görünürlük önem kazandı. 1950de beş geyin kurduğu mattachine societynin (mattachine topluluğu) ve iki lezbiyenin kurduğu daughters of bilitisin (bilitisin kızları) görece gizlilik ve toplumla uyumlu eşcinsel-lik politikalarının yerini çok daha militan ve gerektiğinde sözünü hiç sakınmayan bir eşcinsel-lik hareketi almaya başladı. 1962de bazı gey barı sahipleri yönetimin saldırılarına karşı koymak için taverna locasını kurdu. 26 haziran 1969daki stonewallun ardından yaşanan kısmî özgürlük bir taraftan çok sayıda insanın sokağa çıkmasını sağlarken diğer taraftan gettolaşma sürecinin hızlanmasına neden oldu. '70lerin başında new yorkta sahneye çıkan disko bu ironinin iyi bir örneğiydi. soul ve funkın bileşimi olan disko fransızcadaki discothequeden gelmekteydi, '60ların (kafeslerin içinde dansçıların olduğu) tavernalarının yerini almıştı ve bir getto müziğiydi. disko, metropollerdeki siyah ve/ya da gey kitle tarafından amaçlı bir hâle getirildi. 1970 yılına gelindiğinde disko müzik yapılıyor ve danslar yaratılıyordu. ama bu daha çok birbirini tanıyan insanlar arasında geçen kanunsuz boyutu olmayan bir yeraltı faaliyeti şeklindeydi. 1960lar sonunda plak teknolojisinde yaşanan gelişme ile parçalar arasında mix yapma imkânı yaratılmıştı artık. ve bu diskjokeylik diye bir yeni sosyal güç merkezinin doğabilmesine neden olan altyapısal teknolojik değişimdi aslında. sadece disjokeylerin eline geçmesine imkân tanınan mixing teknolojisiyle üretilmiş disko müzik uzunçalarları vardı ve disjokeyler sistemlerini nereye kurarlarsa o geceki diskotek de orasıydı. 'clubbing underground yaşamıydı bu new yorkun. partinin nerede ne zaman olacağını bilebilmek için o dünyanın içinde olmak, bağlantılar kurmak gerekiyordu. onlar da herkesi istemiyorlardı kendi içlerine. ihamını sly and the family stone, jackson 5 gibi topluluklardan ve funkın yaratıcılarından james browndan alan diskonun, adı söylenince bugün bile ilk akla gelen isimlerinden biri hiç kuşkusuz gloria gaynordı (1949 - ).
gaynorın, ilk kez '60larda jackson 5 tarafından seslendirilen, '71 târihli never can say goodbye (asla elvedâ deme) şarkısı abd radyolarında çalınan ilk disko plâğıydı. kariyerini çok büyük sükse yaptığı i will survive ve i am what i am (neysem oyum) şarkılarıyla sürdüren sanatçı eşcinsel-lik partilerinin dâimâ aranılan isimlerinden biri hâline gelmiş, yine i will surviveın sayısız remiksi, ikinci el kaydı yapılmış, türkiyede de bambaşka biri adıyla ajda tarafından seslendirilmişti. 1946(?!) doğumlu ajda pekkan bars, '60larda oyunculukla başladığı kariyerinde hızla şarkıcılığa terfi etti.
şarkılarından daha çok görünümüne dikkat ederdi. şimdi olduğu gibi o yıllarda da modeli sık sık değişen sarı saçları, giyimi, kalemle yaptığı çilleri, enrico masiası, olympia konserleri, yapmacık diksiyonu, bildiğini iddia ettiği fransızcası, aşkları, evlilikleri, yurtdışı seyahatleri, verdiği röportajları ile bir bütündü. kendi şarkı yazamıyordu. ama müzik sektörü kendi kendini yaratan bu yıldız için çok çalışıyordu. yurtdışında tutmuş şarkılara derhal türkçe söz yazdırılıyor, ajda pekkan da aranjman denilen yabancı kaynaklı şarkıları söylüyordu. bir yığın şarkısı fecri ebcioğlunun, fikret şeneşin ya da ülkü akerin yazdığı sözlerle iz bıraktı. yalçın pekşenle yaptığı bir röportajında şunları söylemişti:
- kendimi david bowie, mick jagger gibi erkek hissediyorum. doğurgan ama erkek. bisexual olurdum galiba
gay gibi
gayin türkçesi ne?
- eşcinsel
homoseksüel! (pekşen- y. n.)
- tam değil. yanlış tanıtmak istemiyorum kendimi. kendim biyolojik ve fizyolojik olarak o tarz değilim. ama kafam o tarz. kafamı normale getiremiyorum. ya yüz seksenle gidiyorum, ya da kırk-elli de gidiyorum
ortası yok
geyliğin, biseksüelliğin kitlelerce '90ların ikinci yarısında öğrenilmeye başladığı bir ülkede bambaşka biri, bir anda dolaptan çıkartılmıştı.
lambdaistanbul katılımcıları yaklaşık 30 yıl sonra 2003 1 mayısında sözlerini eşcinselliğe uyarladığı sana ne kime neyi söyleyecek, süperstarın mîrasına sahip çıkacaktı. ajda, her şeyden önce, kendi kendini yaratmayı başardığı için eşcinsel-lik ikonuydu, tıpkı karşıcinsiyetçi dünyâya rağmen kendisini varetmeyi başaran eşcinsel-lik-ler gibi. '70lerin diğer yıldızlarından sahnede kazık gibi durmayan füsun önal (1947- ), seksî hatlarının farkında olan seyyal taner (1952- ), sezen aksu (1954- ), ve hayat dolu, canlı, güzel dans eden nükhet duru (1955- ) ise hiçbir zaman ajda kadar benimsenip birer simge hâline gelemedi. önal ve tanerin kariyerindeki ciddî iniş çıkışlar, durunun yeteri kadar açık olamayışı, aksunun ise herkese âitliği bu durumun nedenleri arasında sayılabilirdi.
bir gecede şöhret olmanın en iyi örneklerinden biri sezen aksu oldu. çok dar bir kitle tarafından tanınan sezen aksu ilk kez sanırım bir yılbaşı gecesi televizyona çıkmıştı. ertesi gün bütün türkiye tarafından tanınıyordu. sallantılı küpeleri ve topuzu vardı. saçları kâküllüydü. 'altın gümüş pırlanta / zümrüt, sedef, yakutla / kim mutlu olmuş dünyada? şeklinde sözleri olan bir şarkı söyledi (olmaz olsun, 1977 y. n.). bu şarkının nakaratında hep aynı yerde ve aynı biçimde bir gözünü kırpıyordu. şarkısı fena değildi. sempatikti, sıcaktı, hareketleri rahat ve içtendi. ayfer tunçun sözünü ettiği dar kitle içinde eşcinseller de var mıydı bilinmez ama aksu (yalnız kullar, firûze, bir çocuk sevdim ) ve duru ( bir tek sevgili, destina) '80lerden başlayarak birer eşcinsel-lik ikonu hâline geldi. taner, '90ların sonunda istanbulun en popüler gey barlarından birinde kraliçe ilân edilip bütün gece şarkıları çalınınca kalp işlerine son verilemeyeceğini anladı. önal, müzik yerine yazarlık yapmayı tercih etti, oh olsun dedi!
diskonun diğer bir öncü ismi giorgio moroderdi (1940- ). donna summerın (1948- ) prodüktörlüğünü de yapan moroder bir eşcinsel-lik ikonu olmayı plânlamayan summerın, 1975te orgazm sesleri nedeniyle sansürlenmiş 16 dakikalık love to love you (seni sevmeyi seviyorum), i feel love (aşkı hissediyorum) ve barbra streisand ile seslendirdiği no more tears, enough is enough (gözyaşına son, yetti artık) gibi şarkılarla bu ünvâna sâhip oluşunda büyük rol oynamıştı. tâ ki '80lerin başında söylediği öne sürülen aids tanrının eşcinsellere bir cezâsıdır açıklamasına kadar. bu cümleden sonra değil moroder, quincy jones bile kariyerinin mahfolmasını engelleyeme(z)di. ileriki yıllarda bu açıklamayı yalanlasa ve aidsle mücâdele organizasyonlarına destek olmak için kendini paralasa da summer için hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
diskonun popülerliği plâk şirketlerinin de iştahlarını kabarttı ve elektronik müzik yapan insan ve makineleri kolay kazanç olarak görmelerini sağladı. 1977de başrolünü john travoltanın oynadığı saturday night fever (cumartesi gecesi ateşi) ve 1980deki famein (şöhret) ardından disko bir müzik türü olmaktan çıkmış, bir yaşam tarzı hâline ge(tiril)mişti.'70lerin dünyâ dışı kadını david bowie (1947 - )(58) bile lets dance (dans edelim) diyor, abbanın dancing queen ( dans kraliçesi ), sister sledgein we are family (biz bir aileyiz), village peopleın go west (batıya git), the weather girlsün its raining men (gökten erkek yağıyor, Âmin!) şarkıları eşliğinde sahneye çıkan drag queenlerle, drag kinglerle, go-go boyslarla rengârenk kıyafetler içinde sabaha kadar çılgınlar gibi dans ediliyor, içki içiliyor, uyuşturucu kullanılıyordu. disko seksin, esrarın, alkolün ve sonu nasıl biteceği belli olmayan spontane cinselliklerin bir araya geldiği bir macera ortamıydı
1970li yıllarda new yorkun geneli vahşiydi ama disko ortamı çok daha demokratik, rahattı. marihuana içiliyordu evet ve evet aşırı alkol tüketimi vardı. ama insanlar içten gelen coşkuyla eğleniyorlardı.
şarkıcılığı kadar transeksüelliğiyle de ünlü amanda lepore bu dönemde piyasaya çıkıp avrupada hit olmuş, onu amerikada sylvester (1946-1988), divine (1945-1988) gibi disko kraliçeleri izlemişti. [divine, şarkıcılığın yanı sıra (gey) filmci john watersın fetiş oyuncusuydu ve pink flamingos (1972; pembe flamingolar), female trouble (1974), desperate living (1977) gibi tuhaf filmlerde oynamıştı. ] 1977de açılan studio 54 özel gey geceleri düzenliyor, grace jones, prince gibi starları ağırlıyordu.
1952 jamaika doğumlu grace jones model olarak başladığı kariyerine '73te sinemayı (gordons war), 77de ilk albümü portfolio ile müziği ekledi. conan the destroyer (1984; barbar conan) filminde birlikte oynadığı arnold schwarzeneggerin erkekliğinden şikâyetçi olduğu yıldızın ( toplumsal ) cinsiyet rollerini sarsması için ayrıca bir şey yapmasına gerek yoktu, jones varlığını buna borçluydu.kısacık saçları ve kadın hâliyle gerçek üstü erkek ikizinin yan yana çırılçıplak fotografları yeter de artardı. gey diskolarının kraliçesi, i need a man (bir erkeğe ihtiyâcım var) ya da pull up to the bumper (tamponu çeksene) derken gerçekten (biseksüel) bir kadın mıydı, yoksa (eşcinsel) bir erkek mi? seslendirdiği bütün şarkılar sesinin duyulduğu, oynadığı bütün filmlerse ilk görüldüğü andan itibâren eş ya da karşı cinsellik içeriyor olabilirdi.
prince roger nelson (1960- ), müzik dünyâsına 1978 târihli for you albümüyle katıldı. henüz bir yeniyetmeyken doldurduğu ilk albümünden beri baştan aşağı cinsellik kokuyordu
elvis erken dönemlerinde böyle görünüyordu, beatles da bir süreliğine böyleydi. guns 'n roses ve çıplak red hot chili peppers da öyle. dahası, tamamı erkeklerden oluşan gruplar bile repertuarlarına sızan ıslak düşler ve benzerlerinin anlatıldığı şarkılarla böyle olduklarını yavaş yavaş kabullenir oldular. oysa princein temelinde standart erkek rockından farklı bir şeyler vardı. prince caka satmıyordu, kıpır kıpırdı.
ufak tefekti, kadın iç çamaşırı denebilecek şeyler giyiyor, hatta sivri topuklu ayakkabılarla sahneye çıkıyordu. üstelik seks hakkında bestelediği müzik büsbütün orgazmı yansıtıyordu, erkek rockının gürleme ve çiselemelerinden ziyade, bir kadının zevkin doruğundayken kendinden geçişlerini andırıyordu ritme köle mrz. grace jones ne kadar geyse uluslar arası âşık prince de o kadar lezbiyendi. birer queer fenomeniydiler. siyah mıydık, yoksa beyaz mı? karşıcinsel miydik, yoksa eşcinsel mi? yaşam bir oyundu sâdece, hepimiz aynıydık bir kere
disko çağı dolu dolu ama bir o kadar kısa sürdü. studio 54 ve onu takip eden kulüpçüler aslında çok daha eğlenceli, heyecanlı ve demokratik olan sokak disko geleneğine el koyup, bunu çarpıtmışlardı
onlar kendilerini tahrip ettiler. disko geleneğinden ise geriye harika bir ritim, güzel müzikler, donna summer, gloria gaynor, grace jones gibi 'kraliçeler, village people gibi ve evet yine 'kraliçeler kaldı geriye. 1971de asla elvedâ denemeyecek disko 1982de uzun bir tâtile gönderilirken dünyâ sağdan esen rüzgârlara teslim oldu.
iranda humeyni (1979-1989), britanyada thatcher (1979-1990), abdde reagan (1981-1989), türkiyede özal (1983-1989) hükümetleri iktidâra geldi. karşı-cinsiyetçiliğin yeni muhafazakârlık anlayışının temellerinden oluşu yetmezmiş gibi bir de aids krizinin patlak vermesi sözkonusu iktidarların elini iyice kuvvetlendirdi. bir süre için sendroma (gayrelated immune disorder - grid (eşcinsel bağlantılı bağışıklık hastalığı) ve bazen halk arasında 'eşcinsel vebası deniliyordu(69) britanyanın yanıtı fazla gecikmedi: pembe pop. soft cell, culture club, frankie goes to hollywood, erasure, bronski beat, pet shop boys gibi topluluklar başlı başına birer eşcinsel-lik eylemi gibiydi. pembe popçular, gey olmaktan duyduğu memnuniyeti şarkı yapan tom robinsonın (glad to be gay, 1978) tâkipçisiydi.
biseksüel olduğunu söyleyip bir kadınla evlenen sör elton johnun ya da herkes gey olduğunu bildiği hâlde köşe bucak saklanmaya çalışan george michaelın değil. tıpkı melissa etheridge (1961- ), jill sobule (1961- ), tori amos (1963- ), tracy chapman (1964- )(76), tanita tikaram (1970- ) gibi müzisyenlerin yıllarca eşcinsel topluluğu destekledikten (rant topladıktan?) sonra eşcinselliğin tedâvi edilebileceğine inanılan bir tarikata mensup olan madonnanın (1958- ) değil kadınları seven tenis hocası janein öyküsünü anlatan alix dobkinin ( lavender jane loves women, 1973) ve/ya da gey-lezbiyen yaşamları için şarkı söyleyen holly nearin (singing for our lives, 1983) tâkipçileri olduğu gibi. [ileriki yıllarda john gey olduğuna karar verecek, michael ise nisan 1998de tuvalette bir erkek polisle birlikte olmaya kalkışıp tutuklanarak açılmak konusunda rock hudsonın kemiklerini sızlatacaktı.
frankie goes to hollywoodun relax (1983) plâğının kapağında iki erkek öpüşüyor, bronski beatin age of consent (1984) albümü adını britanya yasalarının eşcinsel ilişkiye yaş sınırı getiren düzenlemesinden alıyordu.
1980lerin türkiyesi 12 eylül travması ile iyice arabeskleşirken, batının sâdece eğlenmek isteyen kızlarına ne kız kardeşleri cyndi lauper (1954- ), ne de erkek kardeşleri larry levanın (1954-1992) garageı yetiyordu. '80lerin ortalarında dans pistlerini bir başka müzik türü dolduracaktı. house. bu dans müziği adını '70lerde siyahlara pazarlanan müzik aletlerinin üretildiği bir yer olan power-housedan ve chicagoda açılan gece kulübü the warehousedan alıyordu (77). bohannon, first choice, ron hardy, tony humphries, steve silk hurley, marshall jefferson, françois k(evorkian), frankie knuckles, lil louis, robert owens, shep pettibone, dj pierre, jamie principle ve junior vasquez öncülerindendi. ingilizcede ev anlamına gelen houseun adı üstündeydi. steve silk hurleyin music is the keyi evde üretilmiş ve ev partilerinin bir numaralı şarkısı hâline gelmişti. ilk uluslar arası house hiti olan bu şarkıyı jefferson ve hardynin move your bodysi ('86) izledi. farley jackmaster funkın love cant turn aroundu aynı yıl, hurleyin jack your body şarkısı '87de liste başarıları yakalarken, joe smooth promised land, frankie knuckles ve jamie principle ise baby wants to ride gibi günümüzde klâsikleşmiş prodüksiyonlara imza attı ('87). '80lerin sonu, '90ların başında c+c music factory, black box ve soul ii soul gibi topluluklarla kısa sürede gece kulüplerinin gözdesi hâline gelen ev müziği, bununla yetinmeyerek diskonun dönüşüne aracı oldu. arka arkaya army of lovers(85), right said fred ve boy georgeun culture clubtan sonraki eylemi olan jesus loves you gibi dünyâ çapında eşcinsel (üyeli) disko/house toplulukları ortaya çıktı. house müzik, tek yumurta ikizi disko, çift yumurta ikizi garage ve [funkın babası george clintonla kraftwerkü bir makinenin içinde karıştırmaya benzeyen] ditroitli kuzeni techno gibi öylesine eşcinsel-lik alt kültürüne aitti ki ne tanrıçası junior vasquez (1946- ) ya da büyükbabası frankie knucklesın (1955- ) geyliğinin, ne joi cardwellin lezbiyenliğinin, ne de süpermodeli rupaulun (1960- ) transvestitliğinin özel bir anlamı vardı. [bu cümle technonun öncü djlerinden tony de vit, altın oğlan sin with sebastian ve 1998 eurovisionunun gâlibi transeksüel diva dana international (1972- ) için de kurulabilirdi.] en geniş tabanlı dans müziği türü olup kendi içinde 40 kadar çeşidi (acid, afro, ambient, baltimore club, chicago, chill, dark, disco, dream, electro, epic, ethnic, euro, filtered, freestyle, french, funky, garage, ghetto, gospel, handbag, happy, hard, hi nrg, househop, italo, jacking, jazzy, kwaito, merenhouse, minimal, new york, nu-nrg, progressive, pumpin, scouse, soulful, tech, track, tribal, vocal) olan house, '90ların ikinci yarısında öyle popüler oldu ki u2dan k. d. lange (1961- ), depeche modedan toni braxtona ( 1969- ) djlerinin elden geçirmediği, karıştırmadığı şarkı-cı, grup kalmadı!
türkiyenin house müzik yapılan ilk gey kulübü '84te taksimde ceylân çaplı tarafından açıldı: club 14. sanat güneşi zeki mürenin büyük destek verdiği club 14ü, '90larda, istanbulda, yine çaplının işletmecisi olduğu gey kültürünün oluşması için çeşitli yayınların yapıldığı dans müziği istasyonu radyo 2019 izleyecekti.
türkiyedeki ilk türkçe house örneğini yonca evcimik verdi. çok büyük çıkış yaptığı ilk albümü abonede bir earth, wind & fire klasiği olan fantasyyi black box düzenlemesiyle seslendiren evcimiki (yalancı bahar, '91), sezen aksu (değer minin remiksi ve hadi bakalım, '91), deniz arcak (zehir ettin, nerde, yağmurdan kaçarken, 93), izel, çelik, ercan (bitmesin bu rüyâ, 93), rüyâ ersavcı (izle beni albümü, 93), demet (kınalı bebekin sarp özdemiroğlu ve tansel doğanay remiksleri, '94), seden gürel (meselâ, '94), soner arıca (en güzel serüven, 94), ufuk bigay (çiler ile bir numaranın remiksi, '94), ufuk yıldırım (çabuk gel annemin the remixi, '94), ajlan (bağışlamam, '95), aşkın nur yengi (deli gönlüm, '95), kenan doğulu (yaparım bilirsinin remiksi ve kaşık kaşık, '95), çiler (uçalım mı?, '95), ahmet (express, '96), aylin livaneli (hadi gel uzatma, 96), candan erçetin (umrumda değil şarkısının kıvanch k remiksleri, '96), gökhan tepe (bayıldım, 96), mustafa sandal (bir andanın remiksi, 96), şahsenem (o bu gece gelecek, '96), tuğçe san (tuğçe san albümü, '96), umay umay (edepsiz ve naylon, 96) gibi şarkıcılar ve topluluklar izledi.
house müziğin adını koyan yaşar olacak (divane şarkısının tansel doğanay ve sarp özdemiroğlu tarafından yapılan house mixi, '96), türkiyedeki ilk kürtçe house örneğini ise rojin verecekti (hejayinin volkan şanda kürtçe remixi, 03). house, 2000lerin türkiyesinde popülerliğini sürdürecek ancak bu bile batıdaki gibi başlı başına house müzik icra eden yorumcuların ve/ya da prodüktörlerin varolmasına yetmeyecekti.
'30ların carmen mirandası (1909-1955); '40ların ethel mermanı (1909-1984), Édith piafı (1915-1963); '50lerin eartha kitti (1927- ), patsy clineı (1932-1963); '60ların nana mouskourisi (1934 - ), shirley basseyi (1937- ), joan baezi (1941- ); '70lerin dalidası (1933-1987), deborah harrysi (1945- ), chaka khanı (1953 - ); '80lerin lisa stansfieldi (1966 - ) varsa '90ların da istediğini hissedip hissettiğini yaşayan kristine w.su (1963- ), björkü (1966- ) ve özgür ultra natési (1968- ) olacaktı.
müzikteki değişim(ler)in 12 eylülün etkilerini yeni yeni atlatmaya başlayan(?) türkiyeyi de etkilemesi kaçınılmazdı. 80 kuşağı büyümüştü, kendini ifâde etme zamânı gelmişti, biraz canlanmak, kımıldamak istiyordu. '80lerin sonunda oya & bora (seninle beraberim akvaryum, 87), emel-erdal (alâturka benim canım, 88) ve hâkan peker (bir efsâne, 89) ile başlayan yeni jenerasyon türkçe pop dalgası 1990da aşkın nur yengi, 1991de hârun kolçak; izel, çelik, ercan; yonca evcimik gibi isimlerle deyim yerindeyse bir tsunamiye dönüştü. kıyafetlerden şarkı sözlerine eskisiyle, yenisiyle bir gullüm (camp) çağı yaşandı. mor menekşe nilüfer ('88); bana bana grup pan, şıkı şık nil burak (89 ); ali desidero mfö ('90); sarhoş akrep nâlân, şık lâtife ayşegül aldinç, barmen minik hâkan peker, mahmure nükhet duru, abone yonca evcimik, otuz beşe bakla, zerrin özer (91); lâle leman sam, aynı nakarat nâzan öncel, bum bum seden gürel (92); baba rüyâ ersavcı, leylâ zuhâl olcay (93); rakkas sezen aksu, kaçın kurası sibel tüzün (95); tâzem ajda ve ha ha ha tuğçe san (96) bigudili füsun önalı bile hayret ettirecek türdendi! devir, cilâlı imaj(cı)ların devriydi. cinsiyet rolleri, cinsel kimlikleri belirsiz(leştirilmiş) popçular in, maço arabeskçiler out olmuştu, ilk hedef megastarlıktı!
umay umay (1966- ), gökhan kırdar (1970- ) ve fâtih ürek gibi (eş)cinselliği bilinen müzisyenlerin ilk albümleri bu dönemde piyasaya çıktı. kariyerine 1986da başlayan kezban ürek ilk albümünün sefâsını 1993te yapabilecek (yaktı yaktı), benim için aşk, ruhumun, bedenimin, kalbimin, düşlerimin tensel duygularımın hayat içinde çok farklı, çok coşkulu ve çok büyük bir derinliğe akmasıdır ve orada karşıtını bulmasıdır ve o karşıtımla birlikte yolculuklara çıkmamdır, onu bir ülke gibi keşfetmemdir. bir erkeği ya da kadını, kiminle berabersem. diyen umay umay ise türkiyenin ilk kendi irâdesiyle açılmış müzisyeni olarak eşcinsel-lik târihindeki yerini alacaktı [kadın transeksüel bülent ersoyun kendi irâdesi, kadın transvestit zeki mürenin ise bizzat irâdesi çok tartışmalıydı!]. nâzan öncel (gidelim buralardan, a bu hayat ), ayşegül aldinç ( bir kız, aylardan mayıs), zuhâl olcay (yalnızlığım, süreyya), yıldız tilbe ve bânu alkan ise eşcinsel-lik ikonu olmaya adaydı(r). gel zaman git zaman medya gibi popüler müzik de hak ettiği türkiyeyi buldu.
türk gençliği kendine ge(tiri)lmeliydi, muhtaç olduğu erkeklik damarlarındaki asil kanda mevcuttu! sonradan şehirli, karşıcinselci, maço erkek popu, '90ların ikinci yarısında ortalığı kırıp geçirmeye başladı. aldo ve dr. bilâl ilk kurbanlardandı, unut(tur)uldular. devir, haftasonları önlerinde bir tek içecekle masaları saatler boyunca ele geçirip etrafı süzen varoş gençlerinin, keplerini kafalarına ters geçirmiş bol tişörtlü zengin semt çocuklarının ve araba anahtarlarını şakırdatan saçları jöleli genç erkeklerin devriydi. türkçe pop(çu) kılığında dönüş yapan arabesk(çiler) ikinci baharını yaşamaya başlamış, hakkı bulut murâdına ermişti. şimdi moda haftasonları gey kulüplerinden çık(a)mayıp gey ( lezbiyen ) misiniz? sorusuna hayır yanıtını vermekti. gey kulüpleri artık eşcinsel olmadığını söyleyenlerindi!! bir sirk maymunları, bir kulüp geyleri... eğlence şahâneydi! varsın geri kalan zamanlarda ayrımcılığın, fobinin bini bir paraya olsun. ne keder, ne gam!
2000leri yaşadığımız şu günlerde disko, house ve technonun bayrağını müzik tanımını şâibeli hâle getirecek kadar elektronik türler devralmış gibidir. judy garlandın torunlarını, diana rossun kızlarını ne kadar mutlu ederler bilinmez ama şanslarının eminem (1973 - ) gibi rapçilerden fazla olduğu kesin