göz alıcı bir çift geçerken taş gibi hatunu göstermek yerine herife bak hiç yanına yakışmış mı? demek. * cümlelerde ; ayol,ayyy,kızz,şekerim gibi şirinlik belirten ifadeler kullanmak. sokakta,otobüste,cafede birini gördüğünde etrafındaki herkesin varlığını silip ona kilitlenmek. zarif bilek hareketleri. bir ortamdayken yüksek sesle gülüp buranın drag queeni benim mesajını vermek yeterlidir.
çarşıdan aldım bir tane eve geldim bin tane şeklindeki bilmecenin cevabıdır. neden hep bir çocuğa sorulan ilk bilmece bu olur? narı kötü emellerinize alet etmeyin.
hırsız veya herhangi bir başka canlı tehdidine karşı evi kolaçan etmek. soyunup dökünüp pijamalarla olan hasrete son vermek. * sıcak bir duş. * geç saatte gelinmediyse güzel bir film. *
kesişilen biri varsa ona son bir defa ''gidiyorum yüreğinden elveda, bir daha kim bilir hangi taşıtta karşılaşırız'' bakışı atılması. uzun süre oturulmuşsa götün terli olup olmadığı kontrolü.
içindeki bastırılmış eşcinsel dürtülerle mücadelesinde kontrolü kaybettiği bir anında yaptığı istemsiz eylemdir. asla kullanmak istememiştir sadece çevresinde varsa aforoz etmek istemiş de olabilir. yoksa tutup yatacak hali yok adam sapına kadar hetero. *
önümüzdeki seçimlerde mahalle muhtarlığına aday olması takdirde sonuna kadar desteklenmesi gereken kişidir. akabinde meclise bağımsız aday olarak sokulması gereken insandır.
iki ucu boklu değnektir. sevdiğinizle birlikteyken aşka şükredersiniz. ayrılmışsanız ya da kimse yoksa hayatta çin işkencesinden bile beter illat haline gelen üç harfli lanettir.
gecenin bir yarısı çığlıklar atarak yaptığım pilavı mideyi indirirken sevgilimin bana yaptığı yakıştırmadır. ne yapayım canım bol tereyağlı pirinç pilavında emine beder'i bile gömerim o derece iddalıyım.
her defasında acıtan insanın kendinden parça götüren zararlı bir eylemdir. sık sık denemelere bulunursa depresyona kadar eşlik edebilir. en iyisi bir süre yüreği nadasa bırakıp olanlara dışardan bakmaktır.*
her bi köşesinde hatıra barındıran kimisi için özel ,kimisi için berbat bi yerdir. ayrı olunca özlem duyarsınız , günlük hayatta da lanetler yağdırırsınız. hem sevip hem sövdüğümüz tek şehir. en güzelide ankara'dan dönüşlerde o özlemle istanbul trafiğine atılmak. insan kendini evinde hissediyor.
yazarı, çok sevdiğim bir hocamdır ve bu konuda ciddi savlara sahip çok önemli bir araştırmacı gazetecidir. mutlaka okunulması gereken bi kitap. kitabının arka kapak yazısı ;
insanları kandırmak, kandırılmış olduklarına ikna etmekten kolaydır... mark twain kapitalizmin geçtiğimiz yüzyılın ortalarında keşfettiği ve ilk örnekleri sinema filmlerinde "25. kare" tekniğiyle sinsice bilinçaltımıza nüfuz eden subliminal mesaj fenomeni artık çağımızda her yanımızı kuşatmış durumda. reklamlar, dizi filmler, afişler, aklınıza gelebilecek bütün argümanlarla algı sistemimizi dumura uğratan, korteksimizi devre dışı bırakarak bize arzularımızı ihtiyacımızmış gibi empoze eden, profesyonelce uyguladığı arketiplerle bilincimizin etrafından bir yılan gibi süzülerek ruhumuzu muhasara altına alan bu ikna makinesinin tüm parçalarını sökerek onu deşifre eden subliminal işgal, marx'ın, "eğer kötülük olmasaydı tarih de olmazdı!" sözüne atıfta bulunarak hepimizi aydınlatmayı amaçlıyor. evet, her şey mükemmel olsaydı ne tespit edilecek bir çarpıklık ne de tarihe düşülecek bir not olurdu. ama ne yazık ki bizler, özellikle de çocuklarımız büyük bir saldırı altındayız. eğer bizi biz yapan bütün değerleri altüst eden, tüm zaaflarımızı sömüren, bir türlü doymayıp artık her şeyimizi talep eden sistemin bu son ve en büyük dayatmasına direnmek istiyorsak, önce onun yöntemlerini öğrenmek, sonra da savaşmak zorundayız...
bazen iki durak arası kadar kısa bazen ise beylikdüzü'nden - söğütlüçeşme'ye kadar uzun bir hikayedir. herşey platonik başlar. çok fazla yanına yaklaşmazsın. aradaki mesafeyi korur hayallere dalarsın. gelecek planları , şehvetin kucağındaki delilerce sevişmeler , kavgalar ... ayrı dünyalarda tek hayalin kahramanları olursun. yüreğinin o sıkışıklığındaki tek boş kalan yere oturmuştur. seni ondan ayıran tek şey ise dur düğmesinin gazabıdır. kederle açılan kapılardan umursamazsa geçer ve hiçbişey yaşanmamış gibi ardına bakmadan çekip gider. geriye ya boş bi koltuk ya da (kuvvetli ihtimal) sevgilisinin seni öldüresiye bakışları kalır.
gecenin bir yarısı çığlıklar atarak yaptığım pilavı mideyi indirirken sevgilimin bana yaptığı yakıştırmadır. ne yapayım canım bol tereyağlı pirinç pilavında emine beder'i bile gömerim o derece iddalıyım.
sıcak bir yaz günüydü. mahalleden arkadaşlar apartmanın garaj girişini kullanarak kale yapmıştık. ben de oranın geçilmez bekçisiydim. bazıları bana kaleci diyordu. isimlere pek takılmam ama gardiyan falan dense daha hoşuma giderdi. bana doğru gelen her topu büyük şevkle karşılıyor hepsini tutmaya çalışıyordum. hele ikili mücadelelerdeki o azim beni benden alıyordu. herşey iyi güzel giderken birden kavga çıktı. anlam veremediğim bir nedenden ötürü en yakışıklı çocukla baş başa kalmıştım. aramızda sadece yuvarlak meşin vardı. hep bir ağızdan topu tut lan topu tut kaleci diye bana avazları çıktığı kadar bağırıyorlardı. ben daha hazır değilken çocuk topa vurdu. hayvan öyle bir sert vurdu ki toptan kaçmak zorunda kaldım. daha sonra arkadaşlarımın büyük tepkilerine maruz kalsam da ölmek için daha çok gençtim. top uzağa gidince onu alma görevi bana layık görüldü. apartmanın karşısına yeni yapılan sitenin içine kaçmıştı. korkusuzca içeri daldım. biliyorum ki topsuz dönsem beni top yerine koyup maç yaparlardı. (aslında fena fikir değil) ortalık sessizdi. topu aradım taradım bulamadım. tam ümitlerimi kesmişken sevgili bir amca topumla çıkageldi. yüzündeki o sevecen, içten gülümsemeyi asla unutamıyorum. beni yanına çağırdı. başımı okşamaya başladı. sevinç dolmuştu içim. beni limonata içmeye davet etti. şaşırmıştım aslında inşaat alanında limonata içmenin ne denli doğru olduğuna. bir kafeye falan götürseydi ya. arka tarafa geçtik. yerde kartonlar serilmişti. beni oraya oturttu yanıma sokuldu hemen. sıkıca sarıldı bana. bütün bu olaylara anlam veremiyordum neden bu adam beni görür görmez bu kadar samimi davranmaya başlamıştı? herhalde memleketinden uzak olduğu için beni evladı yerine koydu diye düşündüm. hava sıcak diye gömleğini çıkardı. hayatımda gördüğüm en kıllı insandı. benim de üstümü çıkarmamı istedi. ben de terli terli soyunmak istemedim. sonra üşütüp hasta olsaydım annem gebertirdi. yorulduğumu anlamış olacak ki uzanmamı istedi ve masaj yapmaya başladı. her tarafımı ovmaya başladı. öyle bir iyi gelmişti ki anlatamam. birden öpmeye de başladı. sevgiyle dolmuştu her yerim. ama bu öpüşler ve ovmalar canımı yakmaya başladı. gitmek istedim 'duurr, ahhhh, biraz daha' gibi anlamsız iniltiler çıkardı. ittirip kalkmaya yeltendim (ki en büyük hata bu diyebilirim) ben tutup kendine çekti. rahat değildim. sırtıma bir şey batıyordu. beni duvara yapıştırdı. iyice canımı yakmaya başlamıştı. amca bırak beni yaa demeye kalmadan bir acı hissettim arkamda. gözyaşlarım sel olmuş makus kaderime ağlyordum. iyi kalpli amca beni duvarla birleştirmiş sanki oraya yapıştırmak ister gibi gidip gelip duruyordu. acı birden anlatılmaz bir zevke dönüştü. ağlayışlarım zevk çığlıklarına karıştı. her şey bittiğinde bana ne olduğunu anlayamamıştım ama özümü bulmuş gibiydim. topumu almış çıkarken bir grup insan geldi. sanırım yardıma ihtiyacım olduğunu zannettiler. içlerinden birisi koşup sarıldı. diğeri de hemen arkasından geldi.ve diğeri ve diğeri ve diğeri de... son hatırladığım eve el arabasında götürdükleri.
bünyesi tembelliğe endeksli bireylerin popolarının hacmini genişletmek için kurulmuş büyük bir komplodur. alışveriş için bi tarafları kalkmayan uyuşuk insan kesimi konu cinsel aktivite olunca bir çitadan daha hızlı olabiliyor. *
erkeği zengin ve bir o kadarda heybetli gösteren vücudun en tapılası bölgesidir. oyy bide kıllarla kaplı olursa tadından yenmez. yenmeden de yanında yatılmaz.