imightbewrong

Durum: 41 - 0 - 0 - 0 - 09.07.2018 11:36

Puan: 826 - Sözlük Kezbanı

13 yıl önce kayıt oldu. 2.Nesil Yazar.

Henüz bio girmemiş.
  • /
  • 3

across the universe

takıntılı olduğum grup the beatles'in takıntılı olduğum şarkısı. zannediyorum söylenmiş çoğu versiyonunu dinlemişimdir. buna provalarda söyledikleri dahil.
john lennon'un sesini o kadar seviyorum ki kim söylerse söylesin aslından aldığım keyfin yanına yaklaşamaz. kabul etmek gerekir ki, çok çok iyi versiyonları da vardır. onları ara sıra keyif olsun diye dinlerim zaten.

ama the beatles'in kendi kayıtları arasında ilginçtir ne zaman dinlemek istesem past masters versiyonuna gider elim. her ne kadar paul'ün trollemesi sonuçu şarkıda yer almış hayranların vokalleri ve dernek için eklenen kuş sesleri kulağa çok profosyonel gelmese de, eğlenceli ve samimi gelir bana.
  • /
  • 3

mesafe algısı

insan gözünün * mesafe algısı uzaklıkla ters orantılı olarak değiştiği için, çok çok uzak objelerin hangisinin önde hangisinin arkada olduğu farkındalığı ortadan kalkıyor, bu sebeple gök cisimleri gibi bizden insan ölçülerine göre çok çok uzakta olan objelerde durum sanki tüm gök cisimleri bizden aynı uzaklıkta gibi görünmektedir, merkezinde dünyadaki gözlemcinin, gözlemlenen objeleri 3 boyutlu olarak aynı mesafelerde bulunduğu yapı geometride bilindiği üzere küreye karşılık gelmektedir*, gerçek konumlarına geçiş yapmak için astronomi/astrofizik çalışmalarında gök mekaniği/küresel astronomi hesaplamaları geliştirilmiştir..

Toplam entry sayısı: 41

delinin yıldızı

ve 2017 eylül. sonbaharın henüz geldiği memleketimde yeni bir vega albümü. 12 yıl aradan sonra yepyeni, sadece vega'nın olan 10 yeni şarkı.
genelde artık şablon haline gelmiş olan hareketli bir şarkı ile çıkış yapıp, ki bence büyük ihtimalle arzuhal olur bu sonrasında ölümcül darbeyi vuran damar şarkıyı mı kliplendirirler bilmiyorum. ama delinin yıldızı şarkısı kafamı karıştırıyor, hem albüm ismi hem de ilk şarkısı olarak çıkış şarkısı olarak seçilebilir. her türlü farketmez artık vega'nın kendine ait bir kitlesi var zaten, tanınma, kitlelere ulaşmak çok da umurlarında değil zaten. deniz bu sayıda hayran ile bile zor başediyor. hatta daha fazlasını istemediğini bile düşünüyorum.
albüme gelecek olursak;
albüm aslında önceki 3 albüme de benziyor. hatta bence en fazla tatlı sert'e benziyor. prodüksiyon kalitesi ise hafif müzik ile daha çok benziyor. hafif müzik kadar sert bir albüm değil, tatlı sert kadar mutlu bir albüm değil, tamam sustum kadar da melankolik bir albüm değil. ama bunların üçünden de parçalar var.

delinin yıldızı; albümü açmak için bundan daha iyi seçim olamazdı. hem yeni hem de tam bir vega şarkısı. sözleri çok güzel ve deniz'in sesine şarap kelimesi ne denli yakışıyor. hem hızlı tempo hem de damar olabilen, üzebilen çok iyi bir şarkı. keşke biraz daha şımarık söyleseydi deniz bu şarkıyı. hala bir albümün en iyi açılış şarkısı benim için k9'dur.

isim şehir; deniz'in vokalini en beğendiğim şarkılardan biri oldu. tatlı sert albümünün tadın kaldı'yı hatırlattı bana biraz.onun kadar akustik olarak düzenlenseydi de çok yakışırdı sanki. bu albümün öldürücü ikinci hiti olarak çıkan slow olabilir.

arzuhal; albümün serzenişte'si. çıkış parçası olarak çok güzel olabilir. deniz'in çok samimi ve kişisel bulduğum sözleri. bize kalbini açtığını hissettiğim şarkısı.

sevgilim: yine hafif müzik zamanından bir şarkı gibi. yok'a benzetiyorum ben biraz. onun kadar sert değil. yok, bir önceki albümün en favori şarkılarımdan biri olduğu için bunu da mutlulukla kucaklıyorum.

dertler iri kıyım; ilk albümden oyun'u, ikinci albümden zat-ı ali'yi ve üçüncü albümden yalnızca ben yüzlerce sen'i hatırlattı bana. melankolik sözler, gayet vega tınısı ile düenlenmiş bir şarkı. arka vokallerdeki mırıldanmalara bayıldığımı söylemeliyim. hınzır ve seksi sözler.

komşu ışıklar; tatlı sert albümünden çıkmış gelmiş gibi. keyifle dinlenecek bir şarkı.

dünyacım; albümün çıkış şarkısı olartak seçilse çok güzel olabilecek diğer şarkı. bana yine tatlı sert'ten fırlamış gelmiş gibi hisettiren bir şarkı. poh poh perisi ile benzettim. onun gibi keyifli ve mutlu bir melodisi var. arkada acaba ceylin'in vokali mi var emin olamadım, çok yakışmış mmmlamalar.

sonunu söyleme bana; bu albüme ait bir şarkı. tamamen yeni. gayet güzel.

man-yak-lar; herkes gibi bana da sokaklar tekin değil'i hatırlattı pek tabii. onun kadar sever miyim bilmiyorum. ses olarak albümün en keyifli şarkılarından biri.

ve tekrar; albümün kapanışı için muhteşem bir şarkı. bunun da yeni ve bu albüme ait bir şarkı olduğunu düşünüyorum. düzenlemesi ve vokali alışılagelmiş vega şarkılarından farklı. vega'nın bu sabahların bir anlamı olmalı ile birlikte en bu topraklara yakışan şarkısı olabilir. son nakarata girmeden konuşma kısmına ayrıca bayıldığımı söylemeliyim.


https://ayisozluk.com/vega.html?entry_id...

vega

ilk albümlerini 1999 yılında çıkarmış olan, iki mühendis ve bir mimar tarafından kurulan, bu formasyon ile iki albüm çıkarıp sonra yoluna karı koca devam eden, türkiye'nin en iyi müzik oluşumlarından biridir. çıktıkları seneden bu seneye 18 sene geçmiş olmasına rağmen henüz 4. albümlerini piyasaya sürmüşlerdir. şaka gibi değil mi? neyse bu konuya daha sonra döneceğim.

o zaman başlayalım 1999'dan. 90'lı yılların kapanış senesi, gerisinde bırakılan müzik açısından efsane 10 senenin şanına yakışan, muhteşem bir özeti ve geldiği son noktaydı adeta. o yıl bugün klasik sayılan bir çok albüm çıktı. tamam sustum albümü de bunlardan biri hatta bence en iyilerinden biriydi.
çıkış şarkıları tamam sustum. herkes için gerçek bir soğuk duş etkisi. mırıl mırıl bir vokal, cayır cayır gitarlar, dönemine göre üst düzey bir altyapı ve konsept şarkı sözü. şimdi bu şarkıyı ilk çıktığı günden itibaren seven ve hala dinleyen ben diyorum ki, kitlelere hitap açısından olabilecek en kötü çıkış şarkısı. belki, mayakovski'nin şiirinin yeniden yorumu olan sözleri, türkiye'nin görmüş olduğu en özgün vokal tekniklerinden biri bir grup müzikseverin takip listesine girişlerini sağlamış olabilir vega grubunu, ama genel olarak insanlara bebek gibi konuşan, kedi gibi mırlayan bir vokal, temelini bilmediğinizde garip hatta uçuk gelen şarkı sözleri, güzelim müziğin önüne geçerek büyük bir antipati topladı. o zamanlar sosyal medya olmadığından, tepkileri sadece lise sıralarından bildiriyorum ki o dönem bu yönleriyle epey dalga geçildi şarkının. insanın “sen kim köpek mayakovski'nin şiiri ile dalga geçiyorsun, bu konsept vokali komik komik taklit ediyorsun” diyesi geliyordu aslında lise arkadaşlarına... neyse biz dinledik albümü hatmettik. dalga geçenlerin hepsi gerçi alışamadım yokluğuna'nın patlamasıyla dumur oldular ve açıkça dinlediklerini söylemekten çekindiler. eğer çıkış şarkısı alışamadım yokluğuna olsaydı şu anda türkiyenin en büyük rock yıldızı olan bir grup olabilirdi sanki vega. bu durumdan hoşnutsuz muyum? daha çok para kazansınlar, bilinsinler isterdim elbet ama bu haliyle çok daha özel oldukları kesin. iki süper klip çekildi bu albüme ve dönemi kapatıldı.

yıl 2002, deniz, tuğrul yanlarında mert koral ile ikinci albümleri tatlı sert'i yayınladılar. albümün çıkış şarkısı olarak bi haber'i seçtiler ve bu sefer de olabilecek en kötü klibi çektiler. gerçekten çok kötü. eğer bulursam eklerim bu yazıya videoyu, ama eklemezsem de siz izlemeyin, kötü çünkü. sonra yine kocaman bir hit haline gelen bu sabahların bir anlamı olmalı'yı gayet eli yüzü düzgün bir kliple yayınladılar.
tatlı sert ilk albüme göre daha az melankolik, daha iyi bir prodüksiyon. hangi albümün şarkıları daha güzeldir? bu tamamen sizin anılarınıza ve zevkinize bağlı olsa da tatlı sert albümünde grubun daha iyi müzisyenler haline geldiğini söylemek zor değil. çok daha iyi enstrüman partisyonları, düzenlemeler ve yine muhteşem bir vokal. albüm iki kliple dönemi kapatsa da, iz bırakanlar unutulmaz daha sonra manga tarafından büyük hit haline geldi zaten. ama bu albümde daha da fazlası vardı. desem de inanma, zat-ı ali, ısınamazsın ağlarken çok büyük potansiyeli olan şarkılardı. kitleler? hala açıktan söylemeseler de takdir etmeye başladılar bu albümü.

2003'te albümün genişletilmiş versiyonu çıkarıldı. miyav sesi ile başlayan kedi mix favorimdir bu albümden.
3. albüme geçmeden önce yine 2003 te yayınlanan teoman şarkısından bahsetmek istiyorum. kupa kızı ve sinek valesi. bu şarkının imzasında teoman ve deniz özbey gözükse de bu şarkının gerçek bir vega şarkısı olduğu aşikar. net bir şekilde de bence teoman diskografisinin en iyi şarkısı. bu şarkının deniz'in sesinden bir demo versiyonu vardır ki her yeni albümde koyarlar mı acaba stüdyo versiyonunu diye bekler dururum. çok ama çok güzeldir. bilgisayarımda bir yerlerde olması lazım mp3 olarak. bulursam yayınlarım belki.

2005 yılında ise tüm gönülleri fetheden, herkesin sanırım en favori vega albümü olan hafif müzik geldi. artık yola karı koca devam eden vega grubu, türkiye'de kalite adına yakalaması çok zor olan bir albüm ile çıkageldiler. her şarkı ayrı ayrı çalışılmış, arka vokaller, enstüman düzenlemeleri ve tabii ki sözler bakımından çok çok iyi bir iştir. favori seçmenin en zor olduğu albüm, her şarkısının hit potansiyeli olan, insanları vega'nın dinleyiciyi bir yerinden yakalayıp bambaşka yere götürme duygusunu en net yaşattığı albümleri. türkçe rock müziğin geride kalan şaşalı günlerine rağmen adının aksine epey sert bir albüm. gitarlar tam anlamıyla cayır cayır. muhteşem. 12 yıl sonrasında hala iyi, hala güzel. albüm'ün çıkış parçası ilk defa tam anlamıyla doğru bir seçim olarak serzenişte oldu. sonra ise elimde değil kliplendi. bu albümün de promosyon dönemi kapanmış oldu böylece.

peki 2017'ye kadar vega ne yaptı? nerdeyse hiç birşey. bizi tv'de reklam kovalatan toyota reklamı, 2011 yılılnda seslendirdikleri bir avuç deniz filminin bir şarkısı ve 2013 yılında kargo grubu ile düet yaptıkları beni bırakma ve yine aynı sene nilüfer'in düet albümün en iyisi olan ta uzak yollardan. evet 12 sene boyunca bir reklam ve 3 şarkı. biraz sitemkarım aslında. ömür kısa ve kendileri bahsettikleri üzere ellerinde onlarca şarkı varken bizi bunlardan mahrum etmelerine çok üzülüyorum. siz söylemiyorsanız diğer gruplara verseniz onlar da iyi müzik söylemiş biz de iyi müzik dinlemiş oluruz en azından.
yeni şarkıyı sıfırdan prodükte etmek zor ve uzun zaman alıyorsa o zaman ne bilim muhteşem şarkılarınızın mix versiyonlarını veya bir akustik albüm gibi konsept fikirlerle bu kadar sene bizden uzak kalmasaydınız keşke.

ve 2017 eylül. sonbaharın henüz geldiği memleketimde yeni bir vega albümü. 12 yıl aradan sonra yepyeni, sadece vega'nın olan 10 yeni şarkı.
genelde artık şablon haline gelmiş olan hareketli bir şarkı ile çıkış yapıp, ki bence büyük ihtimalle arzuhal olur bu sonrasında ölümcül darbeyi vuran damar şarkıyı mı kliplendirirler bilmiyorum. ama delinin yıldızı şarkısı kafamı karıştırıyor, hem albüm ismi hem de ilk şarkısı olarak çıkış şarkısı olarak seçilebilir. her türlü farketmez artık vega'nın kendine ait bir kitlesi var zaten, tanınma, kitlelere ulaşmak çok da umurlarında değil zaten. deniz bu sayıda hayran ile bile zor başediyor. hatta daha fazlasını istemediğini bile düşünüyorum.
albüme gelecek olursak;
albüm aslında önceki 3 albüme de benziyor. hatta bence en fazla tatlı sert'e benziyor. prodüksiyon kalitesi ise hafif müzik ile daha çok benziyor. hafif müzik kadar sert bir albüm değil, tatlı sert kadar mutlu bir albüm değil, tamam sustum kadar da melankolik bir albüm değil. ama bunların üçünden de parçalar var.

delinin yıldızı; albümü açmak için bundan daha iyi seçim olamazdı. hem yeni hem de tam bir vega şarkısı. sözleri çok güzel ve deniz'in sesine şarap kelimesi ne denli yakışıyor. hem hızlı tempo hem de damar olabilen, üzebilen çok iyi bir şarkı. keşke biraz daha şımarık söyleseydi deniz bu şarkıyı. hala bir albümün en iyi açılış şarkısı benim için k9'dur.

isim şehir; deniz'in vokalini en beğendiğim şarkılardan biri oldu. tatlı sert albümünün tadın kaldı'yı hatırlattı bana biraz.onun kadar akustik olarak düzenlenseydi de çok yakışırdı sanki. bu albümün öldürücü ikinci hiti olarak çıkan slow olabilir.

arzuhal; albümün serzenişte'si. çıkış parçası olarak çok güzel olabilir. deniz'in çok samimi ve kişisel bulduğum sözleri. bize kalbini açtığını hissettiğim şarkısı.

sevgilim: yine hafif müzik zamanından bir şarkı gibi. yok'a benzetiyorum ben biraz. onun kadar sert değil. yok, bir önceki albümün en favori şarkılarımdan biri olduğu için bunu da mutlulukla kucaklıyorum.

dertler iri kıyım; ilk albümden oyun'u, ikinci albümden zat-ı ali'yi ve üçüncü albümden yalnızca ben yüzlerce sen'i hatırlattı bana. melankolik sözler, gayet vega tınısı ile düenlenmiş bir şarkı. arka vokallerdeki mırıldanmalara bayıldığımı söylemeliyim. hınzır ve seksi sözler.

komşu ışıklar; tatlı sert albümünden çıkmış gelmiş gibi. keyifle dinlenecek bir şarkı.

dünyacım; albümün çıkış şarkısı olartak seçilse çok güzel olabilecek diğer şarkı. bana yine tatlı sert'ten fırlamış gelmiş gibi hisettiren bir şarkı. poh poh perisi ile benzettim. onun gibi keyifli ve mutlu bir melodisi var. arkada acaba ceylin'in vokali mi var emin olamadım, çok yakışmış mmmlamalar.

sonunu söyleme bana; bu albüme ait bir şarkı. tamamen yeni. gayet güzel.

man-yak-lar; herkes gibi bana da sokaklar tekin değil'i hatırlattı pek tabii. onun kadar sever miyim bilmiyorum. ses olarak albümün en keyifli şarkılarından biri.

ve tekrar; albümün kapanışı için muhteşem bir şarkı. bunun da yeni ve bu albüme ait bir şarkı olduğunu düşünüyorum. düzenlemesi ve vokali alışılagelmiş vega şarkılarından farklı. vega'nın bu sabahların bir anlamı olmalı ile birlikte en bu topraklara yakışan şarkısı olabilir. son nakarata girmeden konuşma kısmına ayrıca bayıldığımı söylemeliyim.

epey uzun bir yazı oldu. hala söyleyecek, yazacak çok şeyimin olması da başka mevzu. işte öyle bir grup.

netflix

sense8'in yeni sezonunu iptal etmesi ile üyeliğimi durdurduğum ve bunu e-posta ile kendilerine iletmem sonrasında final bölümü yayınlayacaklarını tarafıma duyuyarak inceliklerine hayran kaldığım platform. üyeliğimi yeniden aktifleştirdim.

eşcinsellik propagandası ile de alakalı söylemek istediğim bir kaç şey var aslında. sadece kendi etrafımı gözleyerek söyleyebilirim ki eşcinseller bu platforma para ödeyen önemli bir kitle. ne kadar bu şekilde genellemek çok saçma olsa da etrafımdaki heteroseksüel arkadaşlarımla bu platform hakkında konuşurken aldığım cevaplar "ne gerek var abi ya, heryerde bulunuyor o diziler zaten." veya "hacım bana da şifreni versene!" şeklinde. aynı durum spotify veya apple music tarzı platformlar için de geçerli. firmalar, şirketler eşcinsellerin ortalamaya vurulduğunda daha iyi kazandıklarını ya da en azından daha kolay para harcayarak maalesef tüketim toplumunu daha iyi temsil ettiklerini hep biliyordu ama buna oynayacak cesareti son yıllarda kazandılar.

zannediyorum düzcinsel ve eşcinsel insanların para harcama içgüdüleri, mantıkları birbirinden farklı olmasından kaynaklanıyor. bu daha detaylı incelenebilir belki çocuk sahibi olmayacaklarından kaynaklı veya kıyasla büyük ev büyük araba sevdaları olmamasından dolayı böyle ufak tefek şeylerin hesabını yapmıyorlar eşcinseller. ee genel olarak işlerinde de başarılılar ve iyi kazanıyorlar. parayı kıyafetti, parfümdü, teknolojiydi har vurup harman savuruyorlar işte *.

netflix'in lgbti içerikli yayınları yayınlara yer vermesi hakkında yazmak için başladığım yazı eşcinsellerin tüketim toplumunun en azılı üyeleri olmasına vardığım sonuçla kapattım. niye böyle oldu ki şimdi?

neyse aslında söylemek istediğim ise etrafımda duyduğum eşcinsellik propogandası yapıldığına inanan insanlar. şu eşcinsellik propogandası denen şey ne saçma salak bişey. bunun olduğunu söyleyen insanlar bi içlerine sorsunlar bakalım, yetkili bir abi gelse de "eşcinsellik en güzel şey olm" diye övse sen erkeklerle beraber olmaya mı başlayacaksın? lan tuttuğunuz takımınızı bile din gibi belleyip zinhar değiştirmiyorsunuz, biri eşcinselliği övdü diye bir insan evladı gay olduysa zaten baskıdan, toplum görüşünden açıklayamıyordur da sonunda kişiliğini kabul etmiştir. ee bu da olumlu. bırakın herkes nasıl hissediyorsa öyle yaşasın.

empati noktasında sana uzaylıyla empati yap demiyoruz. çok basit, sen karşı cinsten hoşlanmayı seçmedin, içgüdüsel olarak bunu hissediyorsun. toplumun seni kendi cinsinle beraber olmaya zorladığını, bir kaç saniye, hayal et bakalım. gördüğün üzere hiç bilmediğin, yabancı terimler kullanmadım. hepsi bildiğin şeyler, erkek, kadın, penis toplum...vs. denklem aynı, sadece değerlerin yerini değiştirmen gerekiyor. nasıl? olmadı di mi? evet olmuyor işte. ama biz buna rağmen katlanıyoruz.

rupaul's drag race

9. sezonu ile bu kadar sene sonra bile hala yeni, farklı ve muhteşem olabileceğini kanıtlamış program. bayılıyoruz.

ama asıl bahsetmek istediğim şey all star serisinin ikinci sezonu. izlediğim sezonlar arasında en iyilerinden biriydi. her bölüm ayrı güzeldi ve her bölümde ağzımız biraz daha açık kaldı yetenekleriyle.

 spoiler!
tüm sezon performansına bakılırsa alaska'nın haketmediğini söylemek güç ama benim de herkes gibi gönlümden geçen katya'nın birinci olmasıydı. bebişim tam bir çılgın çünkü. rolaskatox haksız dayanışmasına rağmen sona kalan 3'lü sezon boyunca en beğendiğim 3 kişiydi. kim kazansa garipsemezdim. ama sanki detox podyumu tam anlamıyla yıkmışken *o da kazansa süper olurdu.



çok keyifli bir sezondu.
yalnız iyi çözünürlükte bölümleri bulmak epey zor. logo tv web sayfasından maalesef sadece ilk bölüm * izlenebiliyor ve diğer bölümler için xfinity aboneliği istiyor. ingilizce altyazı ile izlemek için epey araştırdım ama maalesef bırakın altyazıyı, çamur olmayan görüntü bulmak bile zor oldu. umarım netflix bünyesine daha hızlı bir şekilde bu yarışmanın bölümlerini ekler. izlemesi heyecanlı ve eğlenceli.

sense8

ilk sezon itibari ile;

iyi dizileri izlerken hep aklımda oluşan tekrar izlemeliyim sesini ilk defa bu kadar hızlı dinledim ve diziyi bitirir bitirmez tekrar baştan başladığım muhteşem dizi. sahneler hakkında yazacaklarımı spoiler satırları altına yazacağım ama yazarken, dizinin seyir zevkini kaçırmayacağını düşündüğüm, ufak spoilerlar ile yazabilirim.

hayatımda ikinci kez bir dizi ile bu kadar güçlü bir bağ kurdum. diğeri olan friends'te de kendimi 7. arkadaş gibi hissederken bu dizide de kesinlikle 9. olduğumu hissettim. yine aynı friends'te olduğu gibi favori karakterimin olmadığını farkettim, hepsini hemen hemen aynı oranda sevdim ve izlemekten keyif aldım.

genel olarak yazılan lgbti propagandası yapıldığı iddialarının açık bir zihinle izlendiğinde saçma olduğunu görmek zor değil. ana 8 karakterin sadece 2 tanesi eşcinsel ve o iki kişinin hayatına da diğer 6 kişinin hayatına dahil olduğumuz kadar dahil oluyoruz, ne eksik, ne fazla. wolfgang'in kadınlarla seks yapmasını veya riley ile will'in romantizmini ne kadar izliyorsak nomi ve lito'nun da hayatında o kadarını gözlüyoruz. nasıl ki kala'nın ganesha ile bağının anlatıldığı festivali izliyorsak, nomi ile de gay pride'da bulunuyoruz. denge o kadar hassas ve güzel kurulmuş ki, bunun eşcinsellik propagandası olduğunu söyleyenler üzerine bir de kendilerinin homofobik olmadığını iddia edenler gerçekten komik görünüyor. "benim de eşcinsel arkadaşlarım var, ama..." veya "bence herkes istediğini sevebilir, ama..." diye devam eden cümleleriniz kadar saçma ve komik.

şu noktada anlaşalım, eğer ki çıplaklık ve seks sahnesi görmek seni irite ediyorsa bu ve bunun gibi bir çok yapımı ***** izlemeyeceksin *. ama bunu ne gerek vardı diye eleştirmek çok akıllı bir eleştiri değil bana göre. kaldı ki bir çok yapımda populist yaklaşımla * eklenmiş seks sahneleri yerine bu dizide hikaye açısından grup seks sahnelerinin gerekli olduğunu düşünüyorum. yapılan bu ve bunun gibi yorumlar için elbet tartışacak çok şey var ama dizinin içerdiği mesajlar nedeniyle tek giride, tek başlıkta yapmak epey sıkıcı bir hal alabilir.

izlemeyenler için;
diziye hiç başlamamış olanlar için tavsiyem şans vermeleri. dizilerin gelecekte görsel sanatların en büyük sektörü haline geleceğine inanıyorum.nasıl ki sinema tiyatronun omuzlarından gerçekçiliğin yükünü aldıysa dizi sektörü de sinemanın omuzundan mesaj kaygısını almış durumda. bence uzun uzun anlatacak hikayesi olan yönetmenler, yazarlar dizi film sektörüne yönelmiş durumda. çünkü yapımcıların bir buçuk saatte anlatması için sıkıştırdıkları hikayeleri, sezonlarca, saatlerce ve yıllara yayarak anlatabilme lüksüne kavuştular. ve ürünleri eskisi gibi düşük-orta çözünürlüklü, küçük ekranlarda ziyan olmadığını bilerek yapıyorlar. bu tarz materyallere ilgisi olan insanların ortalama bir bütçeyle kurdukları setlerin izleme keyfini kaçırmadığını biliyorlar. sinema sektörü ise daha eğlenceli ve hafif mesaj kaygıları olan hikayeleri kovalamaya başladı son 10 yıl içinde bana göre. teknolojinin verdiği imkan ile de bunu çok daha eğlenceli hale getirmeye başladılar. bu nedenle bu kadar fazla çizgi roman uyarlaması izleyip, 3 boyut çılgınlığında yaşıyoruz. mutlaka ki bu söylediklerim popüler sinema için geçerli ve yine de istisna sayısı bir hayli yüksek. eski, hikayesi güçlü filmlerin, bir bir dizi film uyarlamalarının çıkmaya başlaması da söylediklerimi kanıtlar nitelikte.
işte bu dizi yukarda söylediklerimi destekleyen muhteşem bir örnek. yapımdan yayına kadar olan her aşaması ince ince işlenmiş, ödün verilmemiş ve muazzam emek harcanmış bir yapım. wachowskilerin hikaye konusunda çok yetenekli ve özgün oldukları aşikar ama iş senaryoya gelince ürettikleri her materyal * * klişelerden kaçamıyor. belki bilinçli bir tercih, belki değil... bu benim seyir zevkimi zerre etkilemediği için bunu bir zayıflık olarak görmüyorum. hatta bu dizide yer yer b-filmlerin havasını yakalayacak kadar klişe sahneler bulunmakta ve * dizinin eğlence dozunu oldukça yükseltmekte. yargılarınızdan arındığınızda aksiyon, bilimkurgu, romantizm, dram ve komedi açısından oldukça doyurucu bir yapım izleyebilirsiniz.

 spoiler!

izleyenler için;
wachowskiler dizinin tamamının düşünülmüş olduğunu söyledikleri üzere, aslında bölüm bölüm yayınlanan tek bir hikayeyi izliyoruz. kahramanlarımız her bölümde yeni maceralara yelken açmıyorlar, yazılmış olan hayatlarını yaşıyorlar ve ilk bölümden itibaren git gide birbirleri ile olan etkileşimlerini arttırıyorlar. her ne kadar katılmasam da ilk bölümlerin durağan olduğuna dair eleştirilerinin niçin yapıldığını anlıyorum. ilerleyen bölümlerde tempo oldukça artsa da her bölüm kendi içinde zirve noktaları bulunduruyor.
ilk bölümle beraber kahramanların mutlu mesut giden hayatlarında çatlamalar başlıyor ve adım adım boka batmalarını izliyoruz.
bireysel hikayeleri ilerlerken ufak, etkisiz etkileşimler başlıyor ve anjelika'nın ölümünden sonra ancak 4. bölümde hepsi aynı anda etkileşime girebiliyor what's going on şarkısıyla.
şarkı demişken, dizi müziği muhteşem kullanıyor. bir çok zirve anlar * müziğin başrol oynadığı sahneler oluyor.
nomi : izlemesi inanılmaz keyifli bir karakter. oyuncu o kadar güzel oynuyor ki anılarını anlattığı sahnelerde, hiç bitmesin ve hep anlatsın istiyorsunuz. yaşadıklarını küme dışından birine ilk söyleyen kişi. anita gibi bir sevgiliye sahip olduğu için ilişki konusunda en şanslı kahraman bence. kümenin barışçıl, aktivist, bilgisayar korsanı *. çok defa küme elemanlarının kıçını kurtardığı oldu ve nerd izleyici için izlemesi en keyifli karakterlerden biri.

kala : her ne kadar yorumlarda bir işe yaramadığı söylense de grubun mistik yönünü temsil ediyor bence. hikayesi, yaşadığı yer * dolayısıyla oldukça ilgi çekici. geleneklerini, tabularını ve toplum yapılarını izlemek oldukça eğlenceli. tıbbi ve kimyasal yardımlar da kala hanım kızımız tarafından veriliyor. kafe'de yağmur altındaki wolfgang ile olan diyaloglarının olduğu sahne bence dizinin en romantik anlarından biriydi.

wolfgang : dizinin alman ayağı ve bilek gücü ve hikayesinin arka planı oldukça ilginç. muhtemelen içindeki ilkel ve duygusuz tarafı babasıyla ilişkili taciz olayına bağlanacak. bu kadar sert durması kala ile olan sahnelerini daha romantik hale getiriyor bence. felix ile tanışma hikayeleri ve arkadaşlığının temelini anlatıldığı saheneler çok güzeldi.

sun : koreli kahramanımız ve dizinin dövüş ustası. en çok kıç kurtaran kahraman, hapiste olmasından dolayı boş vakti çok ve her ihtiyacı olana koşabilecek konsantrasyonu var. dövüş kareografileri oldukça doyurucu ve eğlenceli. afrika'daki super power suç örgütü ile yaptığı ve hapishane bahçesinde ki kavgalar çok güzel çekilmişti.

capheus : dizi de en çok * kıçı kurtarılan karakter ve hikayenin afrika ayağı. çocukluğuyla ilgili hikayeler ve nairobi'ye ait sokak görüntüleri ile izlemesi ilginç olan bir karakter. optimist ve çocuk gibi davranan küme elemanı. ikinci sezonda değişmesi kötü oldu.

lito: dizinin yalan makinesi, drama queen'i ve ideal aşığı. aşk acısını somutlaştırdığı bölüm hem dramatik hem de komikti. 8 ağustos'ta doğmak zorunda olmasaydı kesin balık burcu olurdu. maskulen tavır ve görüntüsünün altında bambi kalpli er kişisi. sun'ın regl duygu ve sancılarını çektiği sahneler de eğlenceliydi. hernando ile çok yakışıyorlar ve aralarındaki kimya olağanüstü.

will & riley : gerçek hayatta karşılaştıkları sahne o kadar güzel çekilmişti ki bu yaşta beni ağlatmayı başardılar. şimdilik gördüğümüz kadarı ile çocukluk zamanlarında da başka duyusallar ile iletişime geçen iki karakter sadece bu ikisi. kümenin tek doğum yapan insanı olarak sanırım, herkesin duygusal olarak en bağlı olduğu kişi riley. kümenin anaç tarafını temsil ediyor bence. arka plandaki hikayesi de bir o kadar acıklı. will'in whispers ile göz göze gelmesi ne kadar içimizi burksa da izlemekten keyif aldığım iki karakter.


aslında aklımdaki hiç bir şeyi yazmamış gibi hissediyorum. belki editlerim daha sonra *

delinin yıldızı

ve 2017 eylül. sonbaharın henüz geldiği memleketimde yeni bir vega albümü. 12 yıl aradan sonra yepyeni, sadece vega'nın olan 10 yeni şarkı.
genelde artık şablon haline gelmiş olan hareketli bir şarkı ile çıkış yapıp, ki bence büyük ihtimalle arzuhal olur bu sonrasında ölümcül darbeyi vuran damar şarkıyı mı kliplendirirler bilmiyorum. ama delinin yıldızı şarkısı kafamı karıştırıyor, hem albüm ismi hem de ilk şarkısı olarak çıkış şarkısı olarak seçilebilir. her türlü farketmez artık vega'nın kendine ait bir kitlesi var zaten, tanınma, kitlelere ulaşmak çok da umurlarında değil zaten. deniz bu sayıda hayran ile bile zor başediyor. hatta daha fazlasını istemediğini bile düşünüyorum.
albüme gelecek olursak;
albüm aslında önceki 3 albüme de benziyor. hatta bence en fazla tatlı sert'e benziyor. prodüksiyon kalitesi ise hafif müzik ile daha çok benziyor. hafif müzik kadar sert bir albüm değil, tatlı sert kadar mutlu bir albüm değil, tamam sustum kadar da melankolik bir albüm değil. ama bunların üçünden de parçalar var.

delinin yıldızı; albümü açmak için bundan daha iyi seçim olamazdı. hem yeni hem de tam bir vega şarkısı. sözleri çok güzel ve deniz'in sesine şarap kelimesi ne denli yakışıyor. hem hızlı tempo hem de damar olabilen, üzebilen çok iyi bir şarkı. keşke biraz daha şımarık söyleseydi deniz bu şarkıyı. hala bir albümün en iyi açılış şarkısı benim için k9'dur.

isim şehir; deniz'in vokalini en beğendiğim şarkılardan biri oldu. tatlı sert albümünün tadın kaldı'yı hatırlattı bana biraz.onun kadar akustik olarak düzenlenseydi de çok yakışırdı sanki. bu albümün öldürücü ikinci hiti olarak çıkan slow olabilir.

arzuhal; albümün serzenişte'si. çıkış parçası olarak çok güzel olabilir. deniz'in çok samimi ve kişisel bulduğum sözleri. bize kalbini açtığını hissettiğim şarkısı.

sevgilim: yine hafif müzik zamanından bir şarkı gibi. yok'a benzetiyorum ben biraz. onun kadar sert değil. yok, bir önceki albümün en favori şarkılarımdan biri olduğu için bunu da mutlulukla kucaklıyorum.

dertler iri kıyım; ilk albümden oyun'u, ikinci albümden zat-ı ali'yi ve üçüncü albümden yalnızca ben yüzlerce sen'i hatırlattı bana. melankolik sözler, gayet vega tınısı ile düenlenmiş bir şarkı. arka vokallerdeki mırıldanmalara bayıldığımı söylemeliyim. hınzır ve seksi sözler.

komşu ışıklar; tatlı sert albümünden çıkmış gelmiş gibi. keyifle dinlenecek bir şarkı.

dünyacım; albümün çıkış şarkısı olartak seçilse çok güzel olabilecek diğer şarkı. bana yine tatlı sert'ten fırlamış gelmiş gibi hisettiren bir şarkı. poh poh perisi ile benzettim. onun gibi keyifli ve mutlu bir melodisi var. arkada acaba ceylin'in vokali mi var emin olamadım, çok yakışmış mmmlamalar.

sonunu söyleme bana; bu albüme ait bir şarkı. tamamen yeni. gayet güzel.

man-yak-lar; herkes gibi bana da sokaklar tekin değil'i hatırlattı pek tabii. onun kadar sever miyim bilmiyorum. ses olarak albümün en keyifli şarkılarından biri.

ve tekrar; albümün kapanışı için muhteşem bir şarkı. bunun da yeni ve bu albüme ait bir şarkı olduğunu düşünüyorum. düzenlemesi ve vokali alışılagelmiş vega şarkılarından farklı. vega'nın bu sabahların bir anlamı olmalı ile birlikte en bu topraklara yakışan şarkısı olabilir. son nakarata girmeden konuşma kısmına ayrıca bayıldığımı söylemeliyim.


https://ayisozluk.com/vega.html?entry_id...

vega

ilk albümlerini 1999 yılında çıkarmış olan, iki mühendis ve bir mimar tarafından kurulan, bu formasyon ile iki albüm çıkarıp sonra yoluna karı koca devam eden, türkiye'nin en iyi müzik oluşumlarından biridir. çıktıkları seneden bu seneye 18 sene geçmiş olmasına rağmen henüz 4. albümlerini piyasaya sürmüşlerdir. şaka gibi değil mi? neyse bu konuya daha sonra döneceğim.

o zaman başlayalım 1999'dan. 90'lı yılların kapanış senesi, gerisinde bırakılan müzik açısından efsane 10 senenin şanına yakışan, muhteşem bir özeti ve geldiği son noktaydı adeta. o yıl bugün klasik sayılan bir çok albüm çıktı. tamam sustum albümü de bunlardan biri hatta bence en iyilerinden biriydi.
çıkış şarkıları tamam sustum. herkes için gerçek bir soğuk duş etkisi. mırıl mırıl bir vokal, cayır cayır gitarlar, dönemine göre üst düzey bir altyapı ve konsept şarkı sözü. şimdi bu şarkıyı ilk çıktığı günden itibaren seven ve hala dinleyen ben diyorum ki, kitlelere hitap açısından olabilecek en kötü çıkış şarkısı. belki, mayakovski'nin şiirinin yeniden yorumu olan sözleri, türkiye'nin görmüş olduğu en özgün vokal tekniklerinden biri bir grup müzikseverin takip listesine girişlerini sağlamış olabilir vega grubunu, ama genel olarak insanlara bebek gibi konuşan, kedi gibi mırlayan bir vokal, temelini bilmediğinizde garip hatta uçuk gelen şarkı sözleri, güzelim müziğin önüne geçerek büyük bir antipati topladı. o zamanlar sosyal medya olmadığından, tepkileri sadece lise sıralarından bildiriyorum ki o dönem bu yönleriyle epey dalga geçildi şarkının. insanın “sen kim köpek mayakovski'nin şiiri ile dalga geçiyorsun, bu konsept vokali komik komik taklit ediyorsun” diyesi geliyordu aslında lise arkadaşlarına... neyse biz dinledik albümü hatmettik. dalga geçenlerin hepsi gerçi alışamadım yokluğuna'nın patlamasıyla dumur oldular ve açıkça dinlediklerini söylemekten çekindiler. eğer çıkış şarkısı alışamadım yokluğuna olsaydı şu anda türkiyenin en büyük rock yıldızı olan bir grup olabilirdi sanki vega. bu durumdan hoşnutsuz muyum? daha çok para kazansınlar, bilinsinler isterdim elbet ama bu haliyle çok daha özel oldukları kesin. iki süper klip çekildi bu albüme ve dönemi kapatıldı.

yıl 2002, deniz, tuğrul yanlarında mert koral ile ikinci albümleri tatlı sert'i yayınladılar. albümün çıkış şarkısı olarak bi haber'i seçtiler ve bu sefer de olabilecek en kötü klibi çektiler. gerçekten çok kötü. eğer bulursam eklerim bu yazıya videoyu, ama eklemezsem de siz izlemeyin, kötü çünkü. sonra yine kocaman bir hit haline gelen bu sabahların bir anlamı olmalı'yı gayet eli yüzü düzgün bir kliple yayınladılar.
tatlı sert ilk albüme göre daha az melankolik, daha iyi bir prodüksiyon. hangi albümün şarkıları daha güzeldir? bu tamamen sizin anılarınıza ve zevkinize bağlı olsa da tatlı sert albümünde grubun daha iyi müzisyenler haline geldiğini söylemek zor değil. çok daha iyi enstrüman partisyonları, düzenlemeler ve yine muhteşem bir vokal. albüm iki kliple dönemi kapatsa da, iz bırakanlar unutulmaz daha sonra manga tarafından büyük hit haline geldi zaten. ama bu albümde daha da fazlası vardı. desem de inanma, zat-ı ali, ısınamazsın ağlarken çok büyük potansiyeli olan şarkılardı. kitleler? hala açıktan söylemeseler de takdir etmeye başladılar bu albümü.

2003'te albümün genişletilmiş versiyonu çıkarıldı. miyav sesi ile başlayan kedi mix favorimdir bu albümden.
3. albüme geçmeden önce yine 2003 te yayınlanan teoman şarkısından bahsetmek istiyorum. kupa kızı ve sinek valesi. bu şarkının imzasında teoman ve deniz özbey gözükse de bu şarkının gerçek bir vega şarkısı olduğu aşikar. net bir şekilde de bence teoman diskografisinin en iyi şarkısı. bu şarkının deniz'in sesinden bir demo versiyonu vardır ki her yeni albümde koyarlar mı acaba stüdyo versiyonunu diye bekler dururum. çok ama çok güzeldir. bilgisayarımda bir yerlerde olması lazım mp3 olarak. bulursam yayınlarım belki.

2005 yılında ise tüm gönülleri fetheden, herkesin sanırım en favori vega albümü olan hafif müzik geldi. artık yola karı koca devam eden vega grubu, türkiye'de kalite adına yakalaması çok zor olan bir albüm ile çıkageldiler. her şarkı ayrı ayrı çalışılmış, arka vokaller, enstüman düzenlemeleri ve tabii ki sözler bakımından çok çok iyi bir iştir. favori seçmenin en zor olduğu albüm, her şarkısının hit potansiyeli olan, insanları vega'nın dinleyiciyi bir yerinden yakalayıp bambaşka yere götürme duygusunu en net yaşattığı albümleri. türkçe rock müziğin geride kalan şaşalı günlerine rağmen adının aksine epey sert bir albüm. gitarlar tam anlamıyla cayır cayır. muhteşem. 12 yıl sonrasında hala iyi, hala güzel. albüm'ün çıkış parçası ilk defa tam anlamıyla doğru bir seçim olarak serzenişte oldu. sonra ise elimde değil kliplendi. bu albümün de promosyon dönemi kapanmış oldu böylece.

peki 2017'ye kadar vega ne yaptı? nerdeyse hiç birşey. bizi tv'de reklam kovalatan toyota reklamı, 2011 yılılnda seslendirdikleri bir avuç deniz filminin bir şarkısı ve 2013 yılında kargo grubu ile düet yaptıkları beni bırakma ve yine aynı sene nilüfer'in düet albümün en iyisi olan ta uzak yollardan. evet 12 sene boyunca bir reklam ve 3 şarkı. biraz sitemkarım aslında. ömür kısa ve kendileri bahsettikleri üzere ellerinde onlarca şarkı varken bizi bunlardan mahrum etmelerine çok üzülüyorum. siz söylemiyorsanız diğer gruplara verseniz onlar da iyi müzik söylemiş biz de iyi müzik dinlemiş oluruz en azından.
yeni şarkıyı sıfırdan prodükte etmek zor ve uzun zaman alıyorsa o zaman ne bilim muhteşem şarkılarınızın mix versiyonlarını veya bir akustik albüm gibi konsept fikirlerle bu kadar sene bizden uzak kalmasaydınız keşke.

ve 2017 eylül. sonbaharın henüz geldiği memleketimde yeni bir vega albümü. 12 yıl aradan sonra yepyeni, sadece vega'nın olan 10 yeni şarkı.
genelde artık şablon haline gelmiş olan hareketli bir şarkı ile çıkış yapıp, ki bence büyük ihtimalle arzuhal olur bu sonrasında ölümcül darbeyi vuran damar şarkıyı mı kliplendirirler bilmiyorum. ama delinin yıldızı şarkısı kafamı karıştırıyor, hem albüm ismi hem de ilk şarkısı olarak çıkış şarkısı olarak seçilebilir. her türlü farketmez artık vega'nın kendine ait bir kitlesi var zaten, tanınma, kitlelere ulaşmak çok da umurlarında değil zaten. deniz bu sayıda hayran ile bile zor başediyor. hatta daha fazlasını istemediğini bile düşünüyorum.
albüme gelecek olursak;
albüm aslında önceki 3 albüme de benziyor. hatta bence en fazla tatlı sert'e benziyor. prodüksiyon kalitesi ise hafif müzik ile daha çok benziyor. hafif müzik kadar sert bir albüm değil, tatlı sert kadar mutlu bir albüm değil, tamam sustum kadar da melankolik bir albüm değil. ama bunların üçünden de parçalar var.

delinin yıldızı; albümü açmak için bundan daha iyi seçim olamazdı. hem yeni hem de tam bir vega şarkısı. sözleri çok güzel ve deniz'in sesine şarap kelimesi ne denli yakışıyor. hem hızlı tempo hem de damar olabilen, üzebilen çok iyi bir şarkı. keşke biraz daha şımarık söyleseydi deniz bu şarkıyı. hala bir albümün en iyi açılış şarkısı benim için k9'dur.

isim şehir; deniz'in vokalini en beğendiğim şarkılardan biri oldu. tatlı sert albümünün tadın kaldı'yı hatırlattı bana biraz.onun kadar akustik olarak düzenlenseydi de çok yakışırdı sanki. bu albümün öldürücü ikinci hiti olarak çıkan slow olabilir.

arzuhal; albümün serzenişte'si. çıkış parçası olarak çok güzel olabilir. deniz'in çok samimi ve kişisel bulduğum sözleri. bize kalbini açtığını hissettiğim şarkısı.

sevgilim: yine hafif müzik zamanından bir şarkı gibi. yok'a benzetiyorum ben biraz. onun kadar sert değil. yok, bir önceki albümün en favori şarkılarımdan biri olduğu için bunu da mutlulukla kucaklıyorum.

dertler iri kıyım; ilk albümden oyun'u, ikinci albümden zat-ı ali'yi ve üçüncü albümden yalnızca ben yüzlerce sen'i hatırlattı bana. melankolik sözler, gayet vega tınısı ile düenlenmiş bir şarkı. arka vokallerdeki mırıldanmalara bayıldığımı söylemeliyim. hınzır ve seksi sözler.

komşu ışıklar; tatlı sert albümünden çıkmış gelmiş gibi. keyifle dinlenecek bir şarkı.

dünyacım; albümün çıkış şarkısı olartak seçilse çok güzel olabilecek diğer şarkı. bana yine tatlı sert'ten fırlamış gelmiş gibi hisettiren bir şarkı. poh poh perisi ile benzettim. onun gibi keyifli ve mutlu bir melodisi var. arkada acaba ceylin'in vokali mi var emin olamadım, çok yakışmış mmmlamalar.

sonunu söyleme bana; bu albüme ait bir şarkı. tamamen yeni. gayet güzel.

man-yak-lar; herkes gibi bana da sokaklar tekin değil'i hatırlattı pek tabii. onun kadar sever miyim bilmiyorum. ses olarak albümün en keyifli şarkılarından biri.

ve tekrar; albümün kapanışı için muhteşem bir şarkı. bunun da yeni ve bu albüme ait bir şarkı olduğunu düşünüyorum. düzenlemesi ve vokali alışılagelmiş vega şarkılarından farklı. vega'nın bu sabahların bir anlamı olmalı ile birlikte en bu topraklara yakışan şarkısı olabilir. son nakarata girmeden konuşma kısmına ayrıca bayıldığımı söylemeliyim.

epey uzun bir yazı oldu. hala söyleyecek, yazacak çok şeyimin olması da başka mevzu. işte öyle bir grup.

sense8

ilk sezon itibari ile;

iyi dizileri izlerken hep aklımda oluşan tekrar izlemeliyim sesini ilk defa bu kadar hızlı dinledim ve diziyi bitirir bitirmez tekrar baştan başladığım muhteşem dizi. sahneler hakkında yazacaklarımı spoiler satırları altına yazacağım ama yazarken, dizinin seyir zevkini kaçırmayacağını düşündüğüm, ufak spoilerlar ile yazabilirim.

hayatımda ikinci kez bir dizi ile bu kadar güçlü bir bağ kurdum. diğeri olan friends'te de kendimi 7. arkadaş gibi hissederken bu dizide de kesinlikle 9. olduğumu hissettim. yine aynı friends'te olduğu gibi favori karakterimin olmadığını farkettim, hepsini hemen hemen aynı oranda sevdim ve izlemekten keyif aldım.

genel olarak yazılan lgbti propagandası yapıldığı iddialarının açık bir zihinle izlendiğinde saçma olduğunu görmek zor değil. ana 8 karakterin sadece 2 tanesi eşcinsel ve o iki kişinin hayatına da diğer 6 kişinin hayatına dahil olduğumuz kadar dahil oluyoruz, ne eksik, ne fazla. wolfgang'in kadınlarla seks yapmasını veya riley ile will'in romantizmini ne kadar izliyorsak nomi ve lito'nun da hayatında o kadarını gözlüyoruz. nasıl ki kala'nın ganesha ile bağının anlatıldığı festivali izliyorsak, nomi ile de gay pride'da bulunuyoruz. denge o kadar hassas ve güzel kurulmuş ki, bunun eşcinsellik propagandası olduğunu söyleyenler üzerine bir de kendilerinin homofobik olmadığını iddia edenler gerçekten komik görünüyor. "benim de eşcinsel arkadaşlarım var, ama..." veya "bence herkes istediğini sevebilir, ama..." diye devam eden cümleleriniz kadar saçma ve komik.

şu noktada anlaşalım, eğer ki çıplaklık ve seks sahnesi görmek seni irite ediyorsa bu ve bunun gibi bir çok yapımı ***** izlemeyeceksin *. ama bunu ne gerek vardı diye eleştirmek çok akıllı bir eleştiri değil bana göre. kaldı ki bir çok yapımda populist yaklaşımla * eklenmiş seks sahneleri yerine bu dizide hikaye açısından grup seks sahnelerinin gerekli olduğunu düşünüyorum. yapılan bu ve bunun gibi yorumlar için elbet tartışacak çok şey var ama dizinin içerdiği mesajlar nedeniyle tek giride, tek başlıkta yapmak epey sıkıcı bir hal alabilir.

izlemeyenler için;
diziye hiç başlamamış olanlar için tavsiyem şans vermeleri. dizilerin gelecekte görsel sanatların en büyük sektörü haline geleceğine inanıyorum.nasıl ki sinema tiyatronun omuzlarından gerçekçiliğin yükünü aldıysa dizi sektörü de sinemanın omuzundan mesaj kaygısını almış durumda. bence uzun uzun anlatacak hikayesi olan yönetmenler, yazarlar dizi film sektörüne yönelmiş durumda. çünkü yapımcıların bir buçuk saatte anlatması için sıkıştırdıkları hikayeleri, sezonlarca, saatlerce ve yıllara yayarak anlatabilme lüksüne kavuştular. ve ürünleri eskisi gibi düşük-orta çözünürlüklü, küçük ekranlarda ziyan olmadığını bilerek yapıyorlar. bu tarz materyallere ilgisi olan insanların ortalama bir bütçeyle kurdukları setlerin izleme keyfini kaçırmadığını biliyorlar. sinema sektörü ise daha eğlenceli ve hafif mesaj kaygıları olan hikayeleri kovalamaya başladı son 10 yıl içinde bana göre. teknolojinin verdiği imkan ile de bunu çok daha eğlenceli hale getirmeye başladılar. bu nedenle bu kadar fazla çizgi roman uyarlaması izleyip, 3 boyut çılgınlığında yaşıyoruz. mutlaka ki bu söylediklerim popüler sinema için geçerli ve yine de istisna sayısı bir hayli yüksek. eski, hikayesi güçlü filmlerin, bir bir dizi film uyarlamalarının çıkmaya başlaması da söylediklerimi kanıtlar nitelikte.
işte bu dizi yukarda söylediklerimi destekleyen muhteşem bir örnek. yapımdan yayına kadar olan her aşaması ince ince işlenmiş, ödün verilmemiş ve muazzam emek harcanmış bir yapım. wachowskilerin hikaye konusunda çok yetenekli ve özgün oldukları aşikar ama iş senaryoya gelince ürettikleri her materyal * * klişelerden kaçamıyor. belki bilinçli bir tercih, belki değil... bu benim seyir zevkimi zerre etkilemediği için bunu bir zayıflık olarak görmüyorum. hatta bu dizide yer yer b-filmlerin havasını yakalayacak kadar klişe sahneler bulunmakta ve * dizinin eğlence dozunu oldukça yükseltmekte. yargılarınızdan arındığınızda aksiyon, bilimkurgu, romantizm, dram ve komedi açısından oldukça doyurucu bir yapım izleyebilirsiniz.

 spoiler!

izleyenler için;
wachowskiler dizinin tamamının düşünülmüş olduğunu söyledikleri üzere, aslında bölüm bölüm yayınlanan tek bir hikayeyi izliyoruz. kahramanlarımız her bölümde yeni maceralara yelken açmıyorlar, yazılmış olan hayatlarını yaşıyorlar ve ilk bölümden itibaren git gide birbirleri ile olan etkileşimlerini arttırıyorlar. her ne kadar katılmasam da ilk bölümlerin durağan olduğuna dair eleştirilerinin niçin yapıldığını anlıyorum. ilerleyen bölümlerde tempo oldukça artsa da her bölüm kendi içinde zirve noktaları bulunduruyor.
ilk bölümle beraber kahramanların mutlu mesut giden hayatlarında çatlamalar başlıyor ve adım adım boka batmalarını izliyoruz.
bireysel hikayeleri ilerlerken ufak, etkisiz etkileşimler başlıyor ve anjelika'nın ölümünden sonra ancak 4. bölümde hepsi aynı anda etkileşime girebiliyor what's going on şarkısıyla.
şarkı demişken, dizi müziği muhteşem kullanıyor. bir çok zirve anlar * müziğin başrol oynadığı sahneler oluyor.
nomi : izlemesi inanılmaz keyifli bir karakter. oyuncu o kadar güzel oynuyor ki anılarını anlattığı sahnelerde, hiç bitmesin ve hep anlatsın istiyorsunuz. yaşadıklarını küme dışından birine ilk söyleyen kişi. anita gibi bir sevgiliye sahip olduğu için ilişki konusunda en şanslı kahraman bence. kümenin barışçıl, aktivist, bilgisayar korsanı *. çok defa küme elemanlarının kıçını kurtardığı oldu ve nerd izleyici için izlemesi en keyifli karakterlerden biri.

kala : her ne kadar yorumlarda bir işe yaramadığı söylense de grubun mistik yönünü temsil ediyor bence. hikayesi, yaşadığı yer * dolayısıyla oldukça ilgi çekici. geleneklerini, tabularını ve toplum yapılarını izlemek oldukça eğlenceli. tıbbi ve kimyasal yardımlar da kala hanım kızımız tarafından veriliyor. kafe'de yağmur altındaki wolfgang ile olan diyaloglarının olduğu sahne bence dizinin en romantik anlarından biriydi.

wolfgang : dizinin alman ayağı ve bilek gücü ve hikayesinin arka planı oldukça ilginç. muhtemelen içindeki ilkel ve duygusuz tarafı babasıyla ilişkili taciz olayına bağlanacak. bu kadar sert durması kala ile olan sahnelerini daha romantik hale getiriyor bence. felix ile tanışma hikayeleri ve arkadaşlığının temelini anlatıldığı saheneler çok güzeldi.

sun : koreli kahramanımız ve dizinin dövüş ustası. en çok kıç kurtaran kahraman, hapiste olmasından dolayı boş vakti çok ve her ihtiyacı olana koşabilecek konsantrasyonu var. dövüş kareografileri oldukça doyurucu ve eğlenceli. afrika'daki super power suç örgütü ile yaptığı ve hapishane bahçesinde ki kavgalar çok güzel çekilmişti.

capheus : dizi de en çok * kıçı kurtarılan karakter ve hikayenin afrika ayağı. çocukluğuyla ilgili hikayeler ve nairobi'ye ait sokak görüntüleri ile izlemesi ilginç olan bir karakter. optimist ve çocuk gibi davranan küme elemanı. ikinci sezonda değişmesi kötü oldu.

lito: dizinin yalan makinesi, drama queen'i ve ideal aşığı. aşk acısını somutlaştırdığı bölüm hem dramatik hem de komikti. 8 ağustos'ta doğmak zorunda olmasaydı kesin balık burcu olurdu. maskulen tavır ve görüntüsünün altında bambi kalpli er kişisi. sun'ın regl duygu ve sancılarını çektiği sahneler de eğlenceliydi. hernando ile çok yakışıyorlar ve aralarındaki kimya olağanüstü.

will & riley : gerçek hayatta karşılaştıkları sahne o kadar güzel çekilmişti ki bu yaşta beni ağlatmayı başardılar. şimdilik gördüğümüz kadarı ile çocukluk zamanlarında da başka duyusallar ile iletişime geçen iki karakter sadece bu ikisi. kümenin tek doğum yapan insanı olarak sanırım, herkesin duygusal olarak en bağlı olduğu kişi riley. kümenin anaç tarafını temsil ediyor bence. arka plandaki hikayesi de bir o kadar acıklı. will'in whispers ile göz göze gelmesi ne kadar içimizi burksa da izlemekten keyif aldığım iki karakter.


aslında aklımdaki hiç bir şeyi yazmamış gibi hissediyorum. belki editlerim daha sonra *

netflix

sense8'in yeni sezonunu iptal etmesi ile üyeliğimi durdurduğum ve bunu e-posta ile kendilerine iletmem sonrasında final bölümü yayınlayacaklarını tarafıma duyuyarak inceliklerine hayran kaldığım platform. üyeliğimi yeniden aktifleştirdim.

eşcinsellik propagandası ile de alakalı söylemek istediğim bir kaç şey var aslında. sadece kendi etrafımı gözleyerek söyleyebilirim ki eşcinseller bu platforma para ödeyen önemli bir kitle. ne kadar bu şekilde genellemek çok saçma olsa da etrafımdaki heteroseksüel arkadaşlarımla bu platform hakkında konuşurken aldığım cevaplar "ne gerek var abi ya, heryerde bulunuyor o diziler zaten." veya "hacım bana da şifreni versene!" şeklinde. aynı durum spotify veya apple music tarzı platformlar için de geçerli. firmalar, şirketler eşcinsellerin ortalamaya vurulduğunda daha iyi kazandıklarını ya da en azından daha kolay para harcayarak maalesef tüketim toplumunu daha iyi temsil ettiklerini hep biliyordu ama buna oynayacak cesareti son yıllarda kazandılar.

zannediyorum düzcinsel ve eşcinsel insanların para harcama içgüdüleri, mantıkları birbirinden farklı olmasından kaynaklanıyor. bu daha detaylı incelenebilir belki çocuk sahibi olmayacaklarından kaynaklı veya kıyasla büyük ev büyük araba sevdaları olmamasından dolayı böyle ufak tefek şeylerin hesabını yapmıyorlar eşcinseller. ee genel olarak işlerinde de başarılılar ve iyi kazanıyorlar. parayı kıyafetti, parfümdü, teknolojiydi har vurup harman savuruyorlar işte *.

netflix'in lgbti içerikli yayınları yayınlara yer vermesi hakkında yazmak için başladığım yazı eşcinsellerin tüketim toplumunun en azılı üyeleri olmasına vardığım sonuçla kapattım. niye böyle oldu ki şimdi?

neyse aslında söylemek istediğim ise etrafımda duyduğum eşcinsellik propogandası yapıldığına inanan insanlar. şu eşcinsellik propogandası denen şey ne saçma salak bişey. bunun olduğunu söyleyen insanlar bi içlerine sorsunlar bakalım, yetkili bir abi gelse de "eşcinsellik en güzel şey olm" diye övse sen erkeklerle beraber olmaya mı başlayacaksın? lan tuttuğunuz takımınızı bile din gibi belleyip zinhar değiştirmiyorsunuz, biri eşcinselliği övdü diye bir insan evladı gay olduysa zaten baskıdan, toplum görüşünden açıklayamıyordur da sonunda kişiliğini kabul etmiştir. ee bu da olumlu. bırakın herkes nasıl hissediyorsa öyle yaşasın.

empati noktasında sana uzaylıyla empati yap demiyoruz. çok basit, sen karşı cinsten hoşlanmayı seçmedin, içgüdüsel olarak bunu hissediyorsun. toplumun seni kendi cinsinle beraber olmaya zorladığını, bir kaç saniye, hayal et bakalım. gördüğün üzere hiç bilmediğin, yabancı terimler kullanmadım. hepsi bildiğin şeyler, erkek, kadın, penis toplum...vs. denklem aynı, sadece değerlerin yerini değiştirmen gerekiyor. nasıl? olmadı di mi? evet olmuyor işte. ama biz buna rağmen katlanıyoruz.

mesafe algısı

bu konu ile ilgili duyargalarımın, sensörlerimin doğuştan kapalı geldiği algı.
özellikle adres sorarken ki en büyük kabusum.
"300 metre ilerde"
orda biri bana 300 metre 4 bina sonrası dese de inanırım, sonu çıplak gözle görünmeyen yolun sonu dese de inanırım.
küçükken bunun için bir yol bulmuştum. her elektirik direğinin arası 50mt. buna göre hesaplama yapardım.

yön duygularım da pek parlak olmadığından, mevsimler arasında göç eden bir cins olmamamız benim için başlıca şükürlerdendir. kesin 2. de hadi olmadı 3. de sürümü kaybedip ölüp giderdim yalnız başıma.
bu nedenle adres sorarsa biri size, 35 derece açı ile sağa 417 metre gittikten sonra 174 derece sola dönerek 372 metre daha gittiğinde karşında göreceksin gibi laflar etmeyin. ediyorsanız da az ilerde o kişi bir başkasına adres sorduğunda suçlayan gözlerle bakmayın. anlamıyoruz kardeşim basmıyor kafamız.